25 Ocak 2014 Cumartesi

HER ŞEY MÜMKÜN

                                  

2011 Genel seçimlerinde Aydın İli genelinde oy dağılımları aşağıdaki gibidir

Cumhuriyet Halk Partisi    :   242.062  oy la %38 kısmını almış
Adalet ve Kalkınma partisi:   223.330 oyla  %35 kısmını almış.
Milliyetçi Hareket Partisi   :   115.087  oyla %18 kısmını almış.

2011 genel seçimlerinde Nazilli ilçesinde köyleri ile birlikte oy dağılım şöyledir.

Adalet ve Kalkınma Partisi:  35.525  oyla  % 37lik kısmını almış
Cumhuriyet Halk Partisi    :  34.246 oyla   % 36 lık kısmını almış.
Milliyetçi hareket Partisi   :  17.607 oyla   % 17 lik kısmını almış

2009 yerel seçimlerinde Nazilli Merkezde oy dağılımı aşağıdaki gibidir.

Milliyetçi Hareket Partisi   :  23.604 oyla   %35 lik kısmını almış
Cumhuriyet Halk Partisi     :  16.371 oyla   %24 lük kısmını almış.
Adalet ve Kalkınma Partisi :  13.993 oyla   %21 lik kısmını almıştır.
Demokrat Parti                    :   9.250 0yla     %14 lük kısmını almıştır. 

Yukarıdaki bu tabloları yayınlamamın sebebi toplama çıkarma bilenlerin, yenilmez aşılmaz, hatta yıkılmaz kale gibi zannedilenlerin sonunun, pamuk ipliğine bile bağlı olmadığını göstermek içindir.
 Bu seçimlerde Nazilli Belediye başkanlığında durumun ne olacağını irdeleyelim önce isterseniz. 
Adalet ve Kalkınma Partisinin oyları ile, Demokrat Partisinin yurt genelinde sözünün edilmediği dönemde bile, Mustafa Acar kardeşimizin aldığı oyları değerlendirdiğinizde, birde Belediye Meclisi üyelerinde güzel isimlerin yer alacağını varsayarsanız Mustafa Acar Kardeşimiz Nazilli Belediye Başkanı olma ihtimali çok yüksektir.
Diğer yandan Cumhuriyet Halk Partisinin Adayı Ferda Erkut Çağlar Hanımefendinin Belediye Meclisi üye listesinin iyi olması durumunda ve köylerdeki CHP oylarını Sayın Özlem Çerçioğlu avantajı ile ayağa kaldırması halinde de Nazilli Belediye Başkanı olarak görme ihtimalimiz bir hayli yüksektir.
           Nazillide, sevgili kardeşim, Haluk Alıcık’ın çevresinin dezavantajları ve İmar konularında ayyuka çıkmış dedikoduları, kanunlara uygun ama vicdanlara uygun olmayan  faaliyet dedikoduları, Kardeşimizin boğazından bir şey geçmemiş olması halini zora sokabilir.
         Çünkü anlatılan, dillendirilen ve akla gelmeyecek entrika söylentileri ile yeni açılan yolların çevresinde edinilen araziler ve 18 uygulamaları ile şehir planlamalarında yapılan değişikliklerin boğazdan ya da kursaktan geçmediği halde bazılarının tapulardaki artışlarının; Sayın kardeşim Haluk Alıcık’ın bu yarışta yapa, yalnız kalabileceğini göstermektedir.
         Seçmenlerin bazılarında şu hastalık vardır. Kazanacak olana oy verme hastalığı. Bu yarış neredeyse başa baş gitmektedir. Mustafa Acar Kardeşimizde, Ferda Erkut Çağlar kardeşimizde, yukarıdaki yazdığım oranları ve sebepleri iyi değerlendirdiğimizde, Haluk Alıcık kardeşimizle,  aynı şanslara sahiplerdir. Yeter ki Çevrelerindeki isimleri iyi değerlendirsinler. Birazcık daha iyi koşturarak kendilerini ve projelerini iyi anlatsınlar.
            Allah Şehrimiz için kim hayırlı olacaksa onu Nasip etsin. Saygılarımla
                                        Mehmet KIZILASLAN  2014-01-25
       


20 Ocak 2014 Pazartesi

YOLSUZLUKLAR DİZ BOYU mu ÇAMURA mı BATIYORUZ ?

            YOLSUZLUKLAR DİZ BOYU mu  ÇAMURA mı BATIYORUZ?

Erki eline kim geçirirse geçirsin, yolsuzluk yapılmayan ortam yok gibi.
Geçmişte bir yazımda “rüşveti önlemenin ve alanları yakalamanın yolu, rüşvet verenin cezalandırılmasının, yasalardan çıkarılmasıyla olur” diye yazdığımı hatırlıyorum.
Rüşveti alanda suçlu verende, derseniz, suç ortaya çıkmaz. Suçlu yakalanmaz. Çünkü işi bitirecek erk sahipleri önce işi yokuşa sürüyorlar. Sonra rüşvet istiyorlar, ve alıyor. Verende bazen haklı isteklerini, çoğu zamanda haksız isteklerini para karşılığı yaptırıyorlar.
Bu gün kime sorarsanız sorunuz, her dönemde rüşvetin, yolsuzluğun, hırsızlığın, soysuzluğun olduğunu söyleyeceklerdir.
Kanıksadığımız bir söz daha var ki “ Kim yemiyor ki abi? Yiyorlar ama çok iş başarıyorlar.” Sözü dür.
Haram, helal, kuran, hak, hukuk, birbirine karıştı biliyoruz. Bu durum çok üzücü, konuştuğumuz birçok şeyi kendimiz uygulamıyor ve yaşantımız ile düşüncelerimiz neredeyse tamamen birbirine zıt hale geldi.
 Kim demiş se “Ya olduğunuz gibi görünün ya da göründüğünüz gibi olunuz” diye boşuna söylemiş. Nadir olan bir kişilik durumu haline geldi bu söze uygun kişiler.
Batıyoruz her gün biraz daha b…k’un içine. Üzüldüğüm ne biliyor musunuz? Söylemlerinde İslam, ve din olanların bu işin içinde görünmesi ya da gösterilmesi, kişilerin değil de İslam’ın suçlanmasına sebep olmaya başlayacak. Ondan korkuyorum.
Allah katında din İslam’dır diye bir ayet var. Ve biz Allahın İndirdiği tüm kitaplara ve peygamberlerinin tümüne iman ediyorsak; Bana bir ayet, bir bap, bir paragraf bulsunlar, “kul hakkı yiyebilirsiniz” “rüşvet alabilirsiniz” “yolsuzluk yapabilirsiniz” diye, sözüm o zaman haşa, indirilen kitaplara ve Allah'a olacaktır.
Ama biliyorum ki Bütün kitaplar ve bütün peygamberler bunun aksini söylemişlerdir. Bütün dinler demiyorum, dikkatinizi çekerim. Çünkü “Allah katında din İslam’dır” diyen ayeti her Cuma hutbede imamlar okurlar. Tek din vardır oda İslam’dır.
 İnanışlar farklı, farklıdır ama, çeşitli dinler yoktur. Tek bir din vardır ve Bütün peygamberler de ona davet etmişlerdir. O nedenledir ki Dinler arası diyalogda yoktur. Olsa, olsa inanışlar arasında diyalog diyebiliriz.
 Konumuz bu değildi. Konumuz içine battığımız, rüşvetler, yolsuzluklar, hırsızlıklar ve ahlaksızlıklardır.
Kanıksadığımız kim yemiyor ki abi” “bal tutan parmağını yalar” gibi aşağılık konuşmalar bizi çamurun olsa iyi ya, b..k un içine çekiyor. 
Yasa yapıcı (B.M.Meclisi)yasa yapmakla, yürütme dediğimiz bakanlar kurulu bu yasaları uygulamakla, bağımsız mahkemelerde bu yasalara göre yargılamayı yapmakla yükümlüler, hepimiz biliyoruz.
Yeni yasaları yaparken paralel devleti yok edelim, ortadan kaldıralım derken; yolsuzluların üzerine gidilmezse, suçluları aklayan ya da kurtaran yöntemler bulunursa, İslami söylemlerle hükümet edenler, sadece kendilerine kötülük etmiş olmazlar. İslami düşünceyi de milletin gözünde lekelemiş olurlar.
İslam’ı,  kulaktan dolma şeylerden öğrenen, masum ama, okuma özürlü Milletin fertleri, korkarım İslam’dan soğuyacaklar.
Halbuki suçlu, İslami düşünce ve inanış değildir. Suçlu olan, ya da olacak olan, İslami söylemlerin arakasına saklanıp ta, ona aykırı davranan, ondan farklı yola sapan, onu kullanan ya da kullanacak olan yanlış insanlardır. Karıştırılmaması gereken burasıdır.
 Bu konuda bir çift sözüm daha olacaktır. Ülkeyi paralel devlet den kurtarmanız  hepimizin isteğidir.
Yolsuzluktan, rüşvetten, haksız kazançtan da kurtarmanız birincil göreviniz olduğunu unutmayınız.
 Mahkeme sonuçlarının seçimlerden önce görülmesi de sizin kazancınız olacaktır. Saygılarım, insani, ahlaki ve İslami düşüncenin ruhuna helal getirmeyenleredir.
                  Mehmet KIZILASLAN 2014-01-18      



11 Ocak 2014 Cumartesi

KİME OY VERMEYECEĞİM?



                          

Köşemde masallar yazdığım halde kendilerine pay çıkarmayanlara,
Nerede hata yapıyoruz diye düşünmeyenlere,
Çevresindeki kanunlara uygun, ama vicdanlara zulüm, zenginleşenleri, ayıklamayanlar,
İmara açılacak yerlerde, önceden arsaları yok pahasına kapatıp, kazançlarına kazanç katanlara dur demeyenlere,
Fakire fukaraya ucuz hizmet götürmek yerine, kendi geleceklerine yatırımı yapanlara,
Kullanılmayan üst geçitleri tam kapasite ile kullanılmasını sağlayacak yöntemler bulamadıkları halde, yeni üst geçitleri yaparak paralarımızı, 12 tane çok yedikleri için zayıflayamayanların yolu üzerine üst geçit yaparak tercihlerini obezlerden yana yapanlara,
Garibanın suyunu ucuzlatmak, esnafın, sanatkarın, sanayicinin, tabela vergisini düşürmek yerine, olmadık yerlerde seçim yatırımı yapanlara,
Yandaşlarını, yoldaşlarını, sırdaşlarını, finansörlerini, vefa borcunu ödemek için; olmadık yerlerde imar alanları açarken, garibanlar için hiç olmayacak yerlerde sosyal konut alanları açanlara,
Rüşvet konuları ayyuka çıkmış bürokratlarını, memurlarını görevden alamayanlara,
Yapılacak işlerini, ihalelerini, yerli imalatçılardan fiyat bile almayanlara,
Söylentilere göre, kaymaklı bütün işleri yabancılara peşkeş çekenlere,
Toplumsal kalkınma projeleri yerine göz boyayan yatırımlar yaparak milletin parasını har vurup harman savuranlara,
Köylünün, sanayicinin, esnafın, ev kadınının, velhasıl üreten herkesin kazancını ve sosyal statüsünü artıracak yöntemler bulmak yerine, yandaşlarını zengin eden yöntemleri bulanlara,
            Bir önceki Belediye Başkanının yarım bıraktığı sosyal projeleri bitirmeyenlere,
 Bunlara rağmen “Abi benim kursağımdan haram lokma geçmedi” diyerek; tavukta olan kursağın insanda olmadığını bilmeyenlere,
Vatandaşı aptal yerine koyup; düğününe, cenazesine, gittiği zaman, onun gözüne girdiğini zanneden ve o halkın geleceğini çalanlara,
 Gelecek nesillerin işsiz, güçsüz, güdülebilir, kalmasına sebep olanlara,
Yerli esnafın gelecekte boğazına ot tıkayan yöntemler bulup, işsizliğin artmasına sebep olanlara, 
Belediye meclis üyelerinden A yazmasını bilmeyen bazılarını, bazı mahallelerde imparator durumuna getiren, ondan izinsiz çivi çakılmasına izin vermeyen, taşeronlara dur demeyenlere ve diyemeyecek olanlara,
Ben ve aklıselimi olan herkes oy vermeyecek!.

Bizim yaşımızdakilerin kendimiz için, Allaha şükürler olsun hiçbir beklentimiz olamaz. Ancak, eğer çocuklarımız, torunlarımız, Bulunduğumuz yerde iş bulamıyorlar, iş kuramıyorlar, gelecek korkusu yaşayarak kilometrelerce uzaklarda iş aramak durumunda kalıyorlarsa, bunun suçlusu benim yerel yöneticilerimdir.
Diğer yandan şehrimdeki, yaşayan garibanım, emeklim, yoksulum çok daha ucuza hizmetlerden yararlanmaları mümkün iken; kaynaklarımızı göz boyayan, seçim yatırımı yapan ve hatta yandaş zengin eden, yöntemlerle, har vurup harman savuran zihniyete ben değil, aklıselimi olan herkes oyunu vermemelidir.
                         Mehmet KIZILASLAN  2014-01-11



  


3 Ocak 2014 Cuma

NELER OLUYOR ?

                                           
17Aralık depreminden beri mümkün olduğu kadar konulara çok değişik açılardan bakarak öğrenmeye ve öğrendiklerimi de sizlerle paylaşmaya çalışıyorum. Şimdi, sizlerle paylaşacaklarımda çok ilginç. Bakalım siz ilginç bulacak mısınız?
2008 yılının 30 ocak ve 1 şubat tarihleri arasındaki dört gün içinde, Dünyanın beş ayrı köşesinde fiber optik kablolar, kazaen gemilere takılıp koparılmışlar.
          Bu olaydan sonra, Mısır, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Kuveyt, Bahreyn, Pakistan ve Hindistan'ı etkileyen (Türkiye'yi de etkilediği söyleniyor), Basra Körfezi ülkelerinde, Kuzey Afrika ülkelerinde internet ve telefon hatlarında büyük sorunlar yaşadı.   
         İran'da internet sistemi çökmüş. Asya ülkelerinin İran'la bankacılık işlemleri durmuş. Sadece iki ülke bu 'kaza'lardan etkilenmemişti bunlarda; İsrail ve Irak‘tı.
          Bu sırada olayın vahametini ortay koyan son derece tehlikeli bir karşı hareket gerçekleşmiş ti. Rusya, Kutup ve Atlantik'teki fiber optik kabloları korumak amacıyla hava kuvvetlerini harekete geçirmişti. Stratejik bombalarla yüklü uçakları, 2 Tu-16, sekiz TU-22 bombardıman uçağı, Mig-31'ler ve Su-27'ler bu bölgelere nakledilmiş.
        Aylardır, Dünya, ABD Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (NSA) bütün dünyayı nasıl dinlediğine yönelik büyük skandalı tartışırken, sanırım bu skandalla en az ilgilenen ülkelerden biri de Türkiye olmuştur. Oysa müttefikleri bile düşman yapacak ölçüde bir kriz yaşanırken. Bir güç, merkez, ya da odak, tüm gezegeni avucunun içine almaya çalışıyordu.
        Bireylerin; şirketlerin, devletlerin güvenliğini yok edecek ölçüde bir küresel tehditle karşı karşıyayken, sadece devletler, siyasiler değil, liderler, şirketler, medya organları, çokuluslu toplantılar, Birleşmiş Milletler'in organize ettiği büyük ölçekli oturumlar hatta G-20 zirveleri dinleniyordu.
       Bir derin istihbarat yapısı, gezegeni kontrol altına almış, başka bir güce dönüşmüş, devletleri ve uluslararası sistemi bir kenara itmiş dünyayı yönetir hale gelmişti. Bu bilgi gücünü elinde bulunduranlar; ülkelere, liderlere, şirketlere istedikleri her türlü şeyi yaptıracak güçteydi.

       Almanya, Fransa, İspanya gibi Avrupa ülkeleri ABD'ye hesap sormaya çalışıyor, aldıkları cevap şu oluyordu: 'Sizin üzerinizden savaş bölgelerindeki terör gruplarını izliyoruz!' Asya'dan Latin Amerika'ya kadar müthiş bir öfke vardı ama herkes susup yutkunuyordu.
        Doksan diplomatik misyon üzerinden dinleme yapılıyor, kırka yakın dünya lideri dinleniyordu. Kanada, Avustralya, İngiltere, İsrail, Tayland, Burma, Malezya, Endonezya, Kamboçya elçiliklerinde dinleme istasyonları vardı. Mesela Asya istihbaratı Avustralya ve Tayland'dan organize ediliyordu.
       Türkiye'de konuyla ilgili müthiş bir 'karartma' uygulanıyordu. Bu yapı, hiçbir şekilde 'yerli' bir gücün meydan okuması değildi. Türkiye bu işin neresindeydi? Türkiye'nin liderleri, şirketleri, kamu kurumları, stratejik birimleri, askeri yönetimi nasıl ve kimler tarafından dinleniyordu?
ABD'nin Ankara Büyükelçiliği'nde, İstanbul'daki diplomatik misyonunda da diğer ülkelerdeki gibi dinleme istasyonu, operasyon merkezi var mıydı?
Bu soruları hep sorduk ama cevabı yoktu...
O zamanlar; 'Başbakan'ın ofisine kim böcek koydu, sorusunun cevabını bulanların küresel dinleme operasyonunun Türkiye ayağını ortaya çıkaracağını, sonuçlarının sarsıcı olacağını' söylemiştik.
        
          17 Aralık'tan bu yana yaşananlar, hepimizin gözlerimizi açmasına sebep olmalı.
         Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı'na (TİB) paralel fiber hat döşeyen, onlarca ilden dinleme yapan, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin sırlarını klonlayan, emniyet ve yargı başta olmak üzere devletin bütün birimlerinde yuvalanan, elindekini darbe yapacak ölçüde şantaj olarak kullanabilen, dinlemeleri 'biz yasadışı hareketleri izliyoruz' bahanesiyle savunabilen, 'devlet' dediğimiz iktidar alanını bir tarafa itip, o malum küresel güç adına korsan 'devlet kuran' bir yapıyla karşı karşıyayız.
         Türkiye, bu tehlikenin ne kadar farkında, emin değilim. Ama kesinlikle Türkiye içi bir iktidar hesaplaşmasının çok ötesinde bir düşman, bu milletin karşısına dikildi.
          AK Parti-Cemaat çatışmasıyla sınırlı değil bu durum. Birileri, küresel iktidar adına Türkiye için bir ihale almış, yıllardır onların koruması altında bu çalışmaları yürütmüş, gelen bir işaretle harekete geçmiştir.
          Dünyayı kasıp kavuran NSA skandalının Türkiye ayağı AK Parti-Cemaat çatışmasıyla deşifre olmuştur. Yıllardır devam eden bu küresel hazırlığın ilk operasyonu belki de bugün Türkiye'de yürütülüyor.
        Bu vahim durumun yeterince anlaşılabildiği kanaatinde değilim. Bu yüzden de, önümüzdeki dönemde çok daha çarpıcı gelişmelere hazırlıklı olmayı öneriyorum. Sadece hükümete darbeyle sınırlı değil, bu karanlık merkezin yepyeni bir Türkiye projesiyle karşı karşıyayız.
         Sadece AK Parti değil, her birey, her siyasi parti, her şirket, her STK, tehdit altındadır. Büyük bir ihanetle yüz yüze Türkiye. NSA operasyonunun arkasındaki güç kimse, AK Parti-Cemaat çatışmasının arkasında da, darbe girişiminin arkasında da, siyasi ve ekonomik dizayn projesinin arkasında da o var.
       Bugün bu kalkışmayı canhıraş bir şekilde savunanlar, bu ülkeye ya da birçok kişi ve kuruma zarar verebilir. Başarılı gibi de görünebilirler. Ama yarın, er ya da geç bu ihanetin figüranları olduğu ortaya çıkacak ve çok ağır bir bedel ödeyeceklerdir. Bu millet bu bedeli ödetecektir.
Evet, NSA'nın küresel ölçekte istihbarat operasyonunun, Türkiye ayağı deşifre olmuştur ve tahminim savaş bundan sonra bu eksende devam edecektir.
          Büyük bir bölümünü Yeni Şafak gazetesi yazarı İbrahim Karagül’ün yazısından alıntı yaptığım bu yazıdan da anladığım kadarıyla, Yaşanan olaylar birilerinin sevineceği olaylar olmayıp, gerçekleri görmemiz ve ülkelerin içine sızan uluslar arası güce karşı, önlem almamız gereken olaylardır.  
          Not: Bu yazıyı paylaşmamın arkasında birilerinin aldığı iddia edilen rüşvetin, yapıldığı iddia edilen yolsuzluğun örtülmesi, ya da kapatılma gayreti yoktur.
         Adalet er geç hepimize lazım olacağından, suçun, sübutu halinde, suçluların cezalarını çekmeleri en büyük isteğimdir. Kimsenin şüphesi olmasın.
         Ama bu küresel gücün önüne geçmek, oyunlarını bozmak, iktidarında, muhalefetinde, şahıslarında, şirketlerinde sivil toplum kuruluşlarının da görevidir. 
    Çünkü şu ya da bu şekilde, ülkelerin içine sızıp, iktidarları  düşürmeye çalışanlar, yenilerini kurmaya çalışanların da dostları olmayacaklardır. Onları ilgilendiren, zannederim sadece, sömürülerini sürekli kılmaktır. Saygılarımla.
                              Mehmet KIZILASLAN      2014-01-02