Bu yazımda
sizlere, kimin suçlu, kimin masum olduğunu, depremin kader mi değil mi olduğunu
tartışmayacağım. Çünkü o tartışmaları bir aya yakın zamandır birileri yapıyor.
Yine çözüm
yollarını ve ülkemiz insanının yararına olanları anlatmaya çalışacağım.
Beğenirsiniz beğenmezsiniz beni hiç ilgilendirmiyor. Beni ilgilendiren kısmı,
Ülkem ve üzerinde yaşayan insanlarımızın, canların yarına mı, değil mi orası
ilgilendiriyor.
Oldukça uzun bir
süredir depremin etkisinde kalıp yazamadım. Ancak beynimi yeni toparlaya
bildim, şimdi yazabiliyorum.
Ülkemizin, orta
kısmından başka her yeri, fay hattı üzerinde.
Sanayimizin en büyük kısmı ise İstanbul, Kocaeli, İzmir, Antep cıvarında. Buralarında
hepsi deprem bölgesidir.
Şimdi lütfen Bilim
adamlarımızın söylediği gibi, beklenen kocaman bir İstanbul depremi hayal
ediniz. Ve Allah korusun Yüzde onluk bir can ve mal kaybı düşününüz.
16 Milyon
insanımızın, Bir milyon Altı yüz bin
inin öldüğünü hayal ediniz. Bu insanlarımızın her biri için mezar
kazdığımızda ve bunları bitişik yaptığımızda, her bir canımız için, yarım metreye, İki metre mezar
ayırdığımızda, toplamda, Sekiz yüz
kilometre uzunluğunda iki metre genişliğinde mezar kazmamız gerekecek.
Hayaliniz kolay
olsun diye, Türkiye’nin en doğusundan, en batısına mesafenin 1660 kilometre olduğunu
hatırlayınız. En kuzeyinden, en güneyine mesafenin ise 666 kilo metre olduğunu
hatırlayınız. Yani kazacağımız mezar uzunluğunun büyüklüğü bu olacaktır.
Bunu niye
yazdım?
Önereceğim çözüm
yolunun maliyetini soracak olursanız, aklınıza bu gelsin. Mezarın uzunluğunu
değil bir de Bir Milyon Altı Yüz bin insanımızın maliyetini ne ile ölçersiniz
onu hiç bilemiyorum. “Bir insanı öldürmek bütün insanları öldürmek gibidir”
hadisini de aklınızdan çıkarmayınız.
Bir insanımızı
kurtarmak da bütün insanlığı kurtarmak gibi düşünülmelidir.
Gelelim çözüm önerimize.
Halen ülkemizin
topraklarının tam yüzde Atmış beşi
devlet arazisi ve bu arazilerin büyük bir kısmı Anadolu’muzun orta
bölgesinde. Ne garip ki en az depremden etkilenecek bölgelerde buralarıdır.
Hemen, İstanbul’da fabrikaları olan firmalara bu
bölgelerde kuracakları yeni fabrikaları için, istedikleri kadar araziyi tapusu
yine devletin olmak kaydı ile, çalıştıracakları işçi sayısına göre bedelsiz
kullanma izni çıkarınız.
Yine o fabrikalarda çalışacak işçilerin
ailelerinin konutları için, bedelsiz ve süresiz kullanma izni çıkarınız. O
fabrikalarda insanca yaşamak için alacakları ücret karşılığında, On yıl
çalışmaları halinde o arsaların tapularını işçilere ücretsiz veriniz.
Daha sonraki dönemlerde
bu deprem bölgelerinden taşıdığımız fabrikaların yanına, yeni fabrika kurmak
isteyen girişimcilere de aynı şekilde fabrika arazilerini ve konut arazilerini
bedelsiz olarak tahsis ediniz.
Yukarıdaki mezar uzunluğunu hayal
edemediyseniz, böylesi bir depremin stratejik olarak maliyetini hayal etmeye
çalışırsanız sevinirim. Allah korusun bu tedbirleri şimdiden almazsanız
Ülkemizin beka sorununun ne demek olduğunu o zaman anlamak zorunda kalırız. Buda
çok geç kalmamız demektir, bağımsızlığımızı kaybederiz.
Herhangi bir
depremde, evimizi kaybedersek, çadırda yaşaya biliriz ama fabrikalarımızı
kaybedersek, Üretemeyiz, üretemezsek hayatımızı devam ettiremeyiz. Ve hatta
bağımsızlığımızı kaybedebiliriz.
Efendiler, Ankara nasıl kıraç topraklar
üzerinde başkent olduysa, onun
çevresindeki bütün kıraç alanlar yeni sanayi merkezlerimiz ola bilir.
Benden
söylemesi, ya İstanbul depremini bekleyeceğiz, ölümü bekler gibi, ya da tüm
fabrikalarını taşıyacaklara, tapusu devlette kalmak şartı ile süresiz kullanma izni
vereceğiz. Böylece taşınacak ve yeni kurulacak
fabrikalara bedelsiz ve süresiz arazi devlet tarafından verildiğinde, o kıraç
alanlarında birer kültür, eğitim merkezine ve cennete dönüştüğünü göreceğiz. Saygılarımla.
Mehmet
Kızılaslan 2023-03-14