28 Ağustos 2017 Pazartesi

DELİYE HER GÜN BAYRAM

  
Deliye neden her gün bayram?
Çünkü hiç bir şeyden sorumlu değildir de ondan.
Biz deli miyiz?
Hayır.
O halde neden bu kadar çok tatilimiz var?
Muasır medeniyet seviyesine ulaştık aştık, diğer devletlerden çok ilerideyiz de, tatilleri hak ettik ondan mı?
Hayır.
Her kurum kişi çok çalıştı, çok yorulduk ta, ondan mı?
Hayır.
Çok zenginiz, paraları millet olarak koyacak yerimiz kalmadı, harcayalım, dedik, ondan mı?
Yine hayır.
Tatilin tek bir sebebi var. Turizm sektörüne biraz daha fazla para kazandırmak için tatili uzattık.
Başka sebebi var mı?
Yok.
 Başka hangi sektörün daha çok para kazanması için, önlem yada tatiller yaptık şimdiye kadar?
Hiçbir sektör için.
Peki kardeşim Rahmetli Erbakan hocanın dediği gibi, “ Bu ülkenin çocuklarını komi ve hizmetkar olarak çalıştırdığımız sektörden başka sektörü yok mu bu ülkenin?”
Var.
Bu ne biçim mantıktır ki, çoğunluğun tatil yapacak parası yok. Bankalardan kredi alarak tatile çıkarlar. Üretim durma noktasında iken üretime dair alınan tedbirlerin hiç birisi, Cumhurbaşkanımızın danışmanları tarafından yanlış yönlendirilmesi nedeni ile tatil uzatılır.
Allah aşkına, Sayın Cumhurbaşkanım, sağınızdaki, solunuzdaki düşünme fakiri danışmanlarınıza dikkat ediniz.
Biz çok zengin ve gelişmiş bir ülke değiliz. Cebimizde de harcama fazlası paralarımız yok. Sadece bir sektör kazansın diye koca bir ülke tatil kredilerinin tuzağına düşürülüyor.
Üç boynuzlu, beş boynuzlu, pardon yıldızlı, oteller kazansın diye, insanlarımızın eski kurban bayramı alışkanlıkları da ortadan kaldırılıyor.
Kim tarafından?
İslam’a saygılı, örf ve adetlerine düşkün, olduğunu iddia eden, hükümet tarafından.
Hayırlı uğurlu olsun, Vatanıma Milletime 10 günlük tatiller.
Özel sektör af edersiniz ama it gibi çalışsın. Devlet sektörü tatil yapsın.
Kimin parası ile?
Özel sektörün vergileri ile dolup taşan hazinedeki paralarla.
Alın size bir ayrımcılık daha.
Zaten adı konulmamış, devlet sektörü ve özel sektör düşmanlığı yaşanıyor ülkemde, buda tuzu biberi olsun.
Bu gizli savaşın ortadan kaldırılması için hiçbir çaba sarf etmeyiniz. Aksine bu savaşı körükleyiniz.
Bu ülkenin her alanda barışa ihtiyacı var beyler.
Bu barışı engelleyecek her davranıştan uzak durmak zorundasınız.
Biz ne yaptık yaa, Milletin tatilini uzattık. İyi niyetimiz bu kadar kötüye mi yorulur diyenlerinizi duyuyorum.
 “Biliniz ki Cehennemin yolu iyi niyet taşları ile örülüdür.”
Sizler Allah’a bu iyi niyetle yaptığınız kötülüklerden dolayı da hesap vereceksiniz.
Milletin Yüzde 10 u tatili borç alarak ya da kendi paraları ile yaşayacak. Devlet üretimden tam 4 gün geri kalacak çok zenginmiş gibi, Geri kalan Yüzde doksanı çalışmaya üretmeye devam.
Şimdi sizin Adaletiniz bu kadar işte desem kızarsınız.
Kızın bakalım, doğruyu neden söylüyorum, biliyor musunuz bu kadar suskun, korkak insanımız varken?
Dilsiz şeytan olmamak için.
Gerçi sizler dilsiz sinsi şeytanları seversiniz ama, beni sevmeyin.
Allah size soracak, inanıyorum. Çok çalışmamız lazım gelirken, yatmayı yasalaştırdığınız için.
Hadi kolay gelsin. Orada sizleri koruyacak o 5 boynuzlu, pardon beş yıldızlı sektör temsilcileri olmayacak. Biz bayramı 31 ağustostan itibaren başlıyoruz. Hayırlı kurban bayramları diliyorum.   Mehmet Kızılaslan. 2017-08-28   



26 Ağustos 2017 Cumartesi

ABLALARIN PAZARLAMA TOPLANTILARI


Günümüzde bir çok alışveriş sitelerinin yanında, ev toplantılarında çek çeşitli ürünler pazarlanır. Kadınlarımızın bir çokları da bu pazarlama organizasyonlarında yer alırlar.
İlk başladığınızda en alt basamaktan başlarsınız. Sizin getirdiğiniz diğer kişiler olursa onların satışlarından siz pay alırken, sizin satışlarınızdan da sizi o toplantılara getiren üstleriniz pay alırlar.
Para kazanma hırsı olanlarla birlikte evimize katkıda buluna bilir miyim diye düşünen pek çok kadın ve erkek bu organizasyonlara dahil olurlar.
Buraya kadar çok güzel değil mi?
Vergisiz algısız bir kazanç var.
Kayıt yok kürek yok.
Her boş olan kadın ve erkek için güzel bir kazanç kapısı.
Beni ilgilendiren bu yanı değil.
Peki ne yanı seni ilgilendiriyor bu ticaretin?
Beni ticari yanı da ilgilendirmiyor.

Beni ilgilendiren yanı, bu toplantıların son günlerde, FETO örgütünün toplantı şekli haline gelmiş olmasıdır.
Nasıl yani?
Nasılı yok.
Ablalar artık, kozmetik, temizlik ve giyim kuşam pazarlama toplantısı yapıyormuş gibi örgüt toplantılarına devam ediyorlar.
Yanlış duymadınız.
İlçemde FETO nun beyin takımı dışarıda, piyonları içeride olursa bu örgüt çöker mi?
Çökmesin diye, piyonlar çözülmesin diye, İçerideki olanların, kesilen maaşları dışarıda kalan mağdur olan yakınlarına fazlası ile ödeniyor.
Hala intikam peşinde olan, bu örgütün üyeleri, içerideki piyonların yakınlarına, dik durmalarını, bunun bir sınav olduğunu, sabretmeleri gerektiğini, bu toplantılarda anlatıyorlar. 
Kendilerinin ihanet içinde olmadıklarını, Hazreti Yusuf’un bile zindanlarda süründüğünü, kendilerinin de bu sınavdan sonra kurtuluşa erecekleri işleniyor telkinler yapılıyor. Tek amaçları içerideki piyonların çözülüp dışarıdaki elebaşlarını ifşa etmemeleri.
Bilmiyorlar ki hazreti Yusuf bir iftira sonucunda zindanlara atılmıştır. Kendileri ise birçok, kul hakkı yemişler ( sınavlarda soru çalıp, yandaşlara vermişlerdir. Makam ve mevkilere haksız yere adamlarını yerleştirmişlerdir.) 252 şehit ve 2000in zerinde yaralının kanları ellerine bulaşmış oldukları halde hala kendilerini Hazreti Yusuf un yerine koyup iftiraya uğradıklarını düşündükleri gerçektir.
Eğer hocaları FETOŞ doğru ve Allah dostu olsaydı, ettiği bedduaların tamamı kendilerine dönmezdi.( Allah resulü hiç beddua etmemiş olduğu halde, Terörist başı kendisini KUTBÜL AKTAB yani, peygamberlerin üzerinde bir makama sahip olduğunu söylediği halde beddua etmeye devam ediyor.)
Bu zat, onlara göre, Alemin nizamı ile alakalanan, bolluk, kıtlık, sağlık, hastalık, barış, savaş, rızık, yağmur ve benzeri olaylarla vazifeli kılınan, peygamberler üstü mevkidedir.  
Terörist başının dışarıda serbest dolaşan elebaşları, imamları, halen, yeniden başaracaklarını, bu Ablaların pazarlama toplantılarında, içerideki piyonların çözülmemeleri için, onların yakınlarına bu toplantılarda dik durmalarını intikam alacakları günün yakın olduğunu, telkin etmeye devam etmektedirler.
Ey Feto ile ilişiği olmayan yetkililer, sizleri göreve davet ediyorum. Evlerde yapılan bu ABLALARIN PAZARLAMA TOPLANTILARINA dikkatinizi çekiyorum.
Masaların üstünde, salonun ortasında pazarlanacak ürünler bulacaksınız ama toplantıya katılanların çoğunluğunun, içeride bulunan piyonların yakınları olduğunu göreceksiniz.
Bizden söylemesi, Tedbir almak ise sizin göreviniz. Tedbir almadığınız halde vardır bir bildiğiniz diyemeyeceğim, vardır bir beklentiniz diyeceğim.
Selam ve saygılarımla.  Mehmet Kızılaslan. 2017-08-26


18 Ağustos 2017 Cuma

ULUSAL BAŞARIYA İHTİYACIMIZ VAR

      
                                  
                    Birlik, beraberlik ve başarı nutukları atmanız, içini doldurmadığınız da, başarıya ulaşamaz. Boşlukta kalır. İnandırıcı bile olmaz.
Birlik, ortak çıkarların korunması ile olur.
Birlik, sizin gibi düşünmeyenleri, ötekileştirmediğinizde sağlanır.
Birlik, empati  yapabildiğinizde (karşınızdakinin yerine geçebildiğinizde) olur.
Birlik, güç elinizde iken, güçsüzlere karşı, merhametli olabildiğinizde olur.
Birlik, en önemlisi, yakınlarınıza rağmen, herkese eşit davrandığınızda olur.
Birlik, kendinize yakın olanlara, torpil ve kayırmacılık yapmadığınızda olur.
Birlik, köylü Mehmet amca ile, ( Mehmet ağa demiyorum, çünkü ağa kalmadı) bakanınızı aynı duygularla yaklaşabildiğinizde korunur.
Birlik, o dilimizden düşürmediğimiz, Allah, karşısında, sınav olduğumuzu hiç unutmadığınızda sağlanır.
Birlik, kardeşinizin nefsini, kendi nefsinizden önde tuttuğunuzda mümkün olur.
Birlik, başkalarının çocuklarını, kendi çocuklarınız gibi değerlendirip, koruyabildiğinizde olur.
Birlik, yakınlarınıza olağan üstü yetkiler  vermediğiniz, sizin gibi düşünmeyenlerin ellerini kollarını bağlamadığınızda  mümkün olur.
Birlik,  komşunuz aç iken sizin tok yatmamanızla sağlanır.
             Bunları sıralayıp gitmek o kadar uzun sürer ki, hepiniz bu maddelerin altına binlerce madde sıralayabilirsiniz. Şimdi önce kendimize bakalım.  Birlik, beraberlik istediğimiz yakınlarımıza, çocuklarımıza, çalışanlarımıza, vel hasıl çevremizdekilere, bu duygular çerçevesinde yaklaşıp, huzur verebiliyor muyuz?
            Birlik, beraberliği sağlamış gibi görünsek te, çevremizdekiler huzursuz iseler, biliniz ki, en zayıf anınızda kişisel beraberliklerimiz bile dağılır, parçalanır.
            Gelelim, devlet deki, birlik ve beraberliğin sağlanmasına.
           İçi doldurulmamış, kof nutuklar, ülkemi parçalanma noktasına taşımak üzere. Çevremizde olağanüstü tuzak ve entrikalar çevrilirken, içeride en çok birlik ve beraberliğe ihtiyacımız varken,
Bir, dönün. Köylü Mehmet amcanın fikri nedir sorun. Mahsulü para ediyor mu?
                   Esnafın hali nicedir sorun. Yapılandırmaları yapılmış borçlarını ödeyebiliyor mu?
                   İşçi, emekli ye, memurunuza sorun. Kazançları ailelerini geçindirmeye yetiyor mu?
                  Şehit ailelerine ise, kimsecikler yok iken, samimiyetinizle sorun. Zenginlerin çocukları, tatil yerlerinde hoyratça yaşarken “sizin çocuklarınızın ölmesinden mutlu musunuz?” diye sorun.
                  Taşıt sahiplerine, nakliyecilere sorun. Sizin sırtınızdan aldığımız dolaylı, dolaysız vergilerden memnun musunuz diye sorun.
                Üniversitede çocuk okutanlara sorun. Çocuklarınız mezun olduklarında işsizler ordusuna katılacaklar, mutlu musunuz diye sorun.
                İşsizliğin, size ve kamuoyuna bildirilen rakamların üç katı olduğu bir ülkede, emeklilerin hala, zevk için mi, iş aradıklarını bir sorun.
              En önemlisi sokaktaki sıradan vatandaşınıza sorun. Ülkenin gidişatından memnun ve umutlu musunuz diye sorun.
               Sadece oy oranlarınıza bakarak değil, çaresizliğinden size oy vermiş olanlara da sorun. İcra atlarımdan, memnun olduğunuzdan mı, yoksa karşınızda, daha iyisi olmadığından mı bana destek veriyorsunuz diye sorun.
              En son da kendinize sorun. Bu aldığınız cevaplarla, 2019 seçimlerinde, sadece hamaset ve içi boş birlik, beraberlik, nutukları atarak, tekrar seçilebilir miyim diye sorun.
              Ulusal başarıya ihtiyacımız var dedim. Birliğin, beraberliğin, ülke insanının yönetenlere, güveninin bittiği yerde mümkün olmayacağını düşünün,  lütfen ona göre davranın.
              Çevrenizdeki, maaşlı şakşakçılar, sizi uçuruma doğru götürüyor.  Korkarım, Ülke içindeki güvensizliği, ötekileştirmeyi, durdurmadığınız takdirde, dışarıdaki savaşta başarı temin edemezsiniz.
             Dilinize, zaman, zaman ihtiyaç halinde aldığınız, Yüce Atatürk “Yurtta sulh, Cihanda sulh” derken bunu kastetmişti. (Hoş değil ama artık, ülkenin en önemli kelimeleri terör ile anılıyor, Ergenekon ve yurtta sulh tertipleri gibi.)
            Ama siz çekinmeden kullanınız. Ülke içinde, barışı, birliği, beraberliği sağlamadan, sakın ola ülke dışında, barışı bulabileceğinizi ve başarı sağlayabileceğinizi de düşünmeyiniz.   
              Selam ve saygılarımla.                       Mehmet Kızılaslan 2017/08/18

                  

14 Ağustos 2017 Pazartesi

BENİM SENARYOM

                                                       

          Bir film senaryosu yazıyorum.
Hani var ya, Mit tırlarını durduran ve Dünyaya, iyi bir halt etmiş gibi, lanse edilen, konu üzerine.  
        Saman yolu Tv sindeki, filmlerinde Hazreti peygamberimizi kamyonete indirip, bindiren zeka özürlülerin yazdığı senaryo yanında benim senaryom oldukça ilginç olacak inanıyorum.
        ABD nin kucağında oturup, Türk Milletine, her türlü pisliği yaptığı halde, kendi yarattığı, dini anlayışa, sevap gibi sığdıran sümüklü, elindeki belgeleri, Türkiye’deki Bir partinin başkanına iletecek. O zatı muhteremde, kendisini o koltuğa oturtan, sümüklünün talimatı ile belgeleri, Berberyan’ a ulaştıracak. Berberyan da bu belgeleri gazeteci bozuntusu, Coni  Dindar’a verecek. Sümüklü Feto nun imamları tarafından MİT tırları durdurulacak. ( Sümüklü kelimesinin patenti, benim değil. Bu kelimeyi kullandığı için, üç yıl kadar önce bir müdür arkadaşım görev yerinden sürgün edilmiş ve emekli olmak zorunda bırakılmıştı. O arkadaşımı, sürgünlere gönderen üstleri, hala görev başındalar.) 
       Mit tırlarının durdurulması bütün Dünyaya, kahramanlıkmış gibi duyurulacak ve Türkiye Cumhuriyeti bütün Dünyaya, Teröristlere yardım eden ülke olarak lanse edilecek.
      Aynı senaryonun içinde,  ABD’nin de, bine yakın tırı ile silah indirecek ve bizim gazeteci bozuntularımız sessiz kalacaklar. Tezat’ı  göstermeye çalışacağım filmimde.
        Bu tezat karşısında, neden sustuklarının, sebebini soracağım. Cevabını filmi izleyenler kendileri verecekler.
       Senaryo gereği bu ya, bilgileri parti başkanından alan, Berberyan’ı  yargılayacağım filmimde. Breberyan, kendisine belgeleri verenin, partisinin başkanı olduğunu, kurtarılacağı ümidi ile açıklamayacak. İlerleyen günlerde, yargılama bittiğinde hayatının cezasını alan, Berberyan, hala, Sümüklü  İslam düşmanından  ve partisinin başkanından ümidi kesmediği için yatacak.
        Aradan bir kaç ay geçmesinden sonra, Berberyan ın karısı zırıldamaya ve kocasının başını belaya sokanlara, pulsuz mektuplar göndermeye başlayacak.
        Kocamı çıkarın.
        Berberyan, biraz daha susacak, konuşursa hayatının tehlikede olduğunu bilecek.  Sümüklü İslam düşmanı ve işbirliği yaptıkları tarafından, öldürülme korkusunu  yaşayacak. Devlet olağanüstü bir şekilde, Berberyan’ı  korurken, Berberyan’dan açıklama yapmasını bekleyecek.
       Buraya kadar, senaryom tamam, ama bundan sonrası için iki ayrı fikrim var.  
       Şimdi sizlere, her ikisini de yazacağım, filmim de hangisini kullanayım senaryomun?  
      Birincisin mi? İkincisini mi?
      Birincisi,
      Berberyan, konuşmayacak, karısını konuşturacağım, filmimde.  Belgeleri, kocasına Parti başkanlarının verdiğini söyleyecek. Kendilerine, hiç bir şey, olmayacağını aksine ileride çok daha yüksek mevkilere ulaşmak için bu görevi üstlenmeleri gerektiğine ikna ettiklerini, söyleteceğim.  Kendilerinin de onlara kandıklarını, kocasının suçsuz olduğunu, parti başkanının emrini yerine getirdiğini, işleyeceğim.
         Şimdi ikincini yazıyorum.
         Berberyan ve saygı değer karısını, konuşturmayacağım. Aradan bir, bir buçuk sene geçecek, Cumhurbaşkanı seçimlerine yakın, Parti başkanı ile birilerini konuşturup, belgeleri  verenin, parti başkanı olmadığını, onun yerine bir günah keçisi bulmalarını sağlayacağım.
        Berberyan’ı  da, parti başkanını da, hapishaneden kurtaracağım. Karşılığında, Parti başkanını ya da, Berberyanı, muhalefetin,  Cumhurbaşkanı adayı olması şartını getireceğim. Cumhurbaşkanlığı seçimi ile filmi bitireceğim.
             Nasıl senaryom ama? Saman yolu televizyonunda ki  senaryolardan, iyi değil mi?
             Senaryom bu, kimse kızıp darılmasın. “Tutmaz bu film” derseniz, bir daha senaryo yazmam,    söz.                                               2017/08/14 Mehmet Kızılaslan.

              

5 Ağustos 2017 Cumartesi

NİKAH VE DEVLETİN AYARLARI

                                          
         O kadar önemli sorunlar varken, nedir bu nikâh meselesi, nedir bu gündem kirleten konular.
Bizim cambaza bakmamız mı sağlanıyor, yoksa aklımızla alay mı ediliyor.
       Toplumumuzu, nikâh konusunda bir bakalım şimdi. Oteller, tatil köylerindeki yazlıklar,  günlük saatlik kiralanan 1+1 evler. Mutlu sonlu, masaj salonları, internet sitelerindeki arkadaşlık sayfaları ve daha birçok, beraber yaşama ortamları. Fuhuş diyemiyorum, fuhuş ‘un tarifi değişti, devletin oynanan ayarlarından dolayı.  
        Nikâhı, kim yapsın? Gündeme takılı kalmayacağımı ne kadar söylesem de bazen takılmadan olmuyor. Takılıyorum.
       Allah rızası için hiç kimse niyet okuyuculuğu yapmasın. Hükumet, Nikâhı, İmama kıydırır sa 2-3-4 kişi ile nikah kıymanın önünü açmaya çalışıyormuş! Bana söyler misiniz şimdi ülkemde, bir resmi nikâhlı eşi olduğu halde, ikinci üçüncü sevgilisine ev açan milyonlarca erkek yok mu? 
       Peki, bu ikinci, üçüncü eşlerin hiçbir garantisi var mı?
      Belli bir süre, gizli eşlerini kullanan bu kişiler,  BOŞSUN, dediğinde, posasının sıkıp bir köşe ye atmıyorlar mı?
       Bunun cezası ve herhangi bir yaptırımı var mı?
      İkinci eşin ve çocuklarının resmi kayıtları olmadığından, haklarını koruyacak bir sistem var mı?
      Hepimiz, nikâhı kimin kıyacağı konusuna takılı kalmamız ve senaryolar yazmamız yerine, bu realitenin zarar görenlerinin, zararlarını nasıl ortadan kaldırabiliriz diye bir çözümümüz var mı?
      Resmi kayıtlara geçtikten ve tarafların hakları, devletin garantisi altında olması kaydı ile, kim kıyarsa kıysın hiçbir önemi yok bence.
     Diğer yandan resmi nikâhlarımızı kıydırdıktan sonra, kaçımız imam çağırıp düğün gecesinin sonunda, nikâhımızın bir de imamın huzurunda kıyılmasını sağlamadık?
      Kaçımız imamın kim olduğunu biliyoruz?
      Bu günkü imamlıkla, gerçek imamlığın arasındaki farkı kaçımız biliyoruz?
      Öncelikle, İmamlık bu günkü gibi bir devlet memurluğu değildir. O, bulunduğumuz ortamda dini en iyi bilen ve bundan dolayı Allah’ın adaletini saptırmayacak, inançlılıkta olan önderdir. O nedenledir ki, nikâhlar, zamanın gerçek imamları tarafından kıyılsın istenirdi. Bulunamazsa aynı işi ailenin en büyüğü yapardı.  Nikâhın asıl amacı, kadının haklarının ve mehirin, şahitler huzurunda kayıt altına alınmasıdır. O evli kişilere, hiç kimsenin, evlilik ya da başka amaçla, yaklaşmasını önlemektir. O kadınla o erkeğin birbirleri ile evli oldukları deflerle herkese duyurulmasını sağlamaktır. Onlardan doğan çocukların bütün yükünü ve iaşeleri ile birlikte masraflarını o erkeğe yüklemektir.
           Bu çerçeve içinde Allah, Kuranı keriminde 2-4-24-28-33-66. Surelerinde, değişik 16 ayetinde nikâh la ilgili bilgileri, emirleri bizlere aktarmıştır. Uymamız gereken o emirlerdir.
           Kaçımız açıp okuduk, kaçımız biliyoruz da ahkâm kesiyoruz ki?
           Sevgili okurlarım, nikâhı yapılan çiftlerde, kadının ve ondan doğan çocukların hakları korunmak kaydı ile kim tarafından kıyılırsa kıyılsın önemli değildir. Çünkü nikâh memuru da, imam zannettiklerimizde, devletin memurlarıdırlar.
     
      Bahsini ettiğimiz nikâh, bir erkek ve bir bayanın Allah katında yuva kurduklarının şahitler huzurunda kayıtlara geçmesi ve kadının, nikâhtan doğan haklarının ve mehir denilen maddi kazanımlarının garanti altına alınmasının akitleştirilmesidir.
        Aslında bizim üzerinde durmamız gereken nikâhsız yaşadıkları halde, kadınlarımızın ve onlardan doğan çocuklarımızın, geleceklerinin en iyi şekilde dizayn edilmesidir,  mağdur edilmemeleridir.
        O çocuklar bizim geleceğimizdir. Onların yaşamlarındaki eksiklikler geleceğimizde devasa boşluklar ve problemler doğuracaktır. İşte bu bağlamda, Allah’ın emirleri ile kadınlarımızın ve ondan doğan çocuklarımızın geleceklerinin huzur içinde geçirilmesi için yapmamız gerekenleri düşünelim isterseniz.        
         Mevcut sistem, çok evliliğe karşı değildir. Nikâhlı evliliğe karşıdır. Bu konunun üzerinde durmamız gerekiyor zannediyorum.                     Mehmet Kızılaslan      2017/08/05
    
       
      

           

1 Ağustos 2017 Salı

DEPREM VE ÇOCUK BEYNİM

                                                        
          Yıl 1969, Yer Manisa’nın Sarıgöl ilçesi. Sarıgöl de o güne kadar hiç yaşamadığımız bir olay oldu. Deprem, yer yerinden oynadı sanki. 3,5 Km lik fay hattı kırılmış, neye uğradığımızı anlayamamıştık.
          Devlet su işlerinde çalışan bir kiracımız vardı.  Mehmet Budakçı abi,  Eşi Bedriye abla ve birde bebekleri vardı. İki öğretmen abimiz ve aileleri de vardı. Kocaman bir naylondan çadır kurduk, evlerimizden biraz uzağa, bahçemizin içine.
           Bayram yeri gibiydi çadırımızın içi, biz çocuklar için. Büyükler çok üzgün ama paniklerini atlatmışlardı. Ertesi gün evlerimizi terk etmiş, çadırdaki yeni yaşamımıza başlamıştık.
            Gece yağmur yağdığında, naylon çadırımızın üzerine,  sular toplanır, onu sırıklarla kaldırır, dökülmesini sağlardık. Bu bile bizim için bir oyun gibi görülse de, büyüklerimiz için üzüntüydü.
          Evlerimizin ikisi kerpiçten ve aralarında çakma ağaçlar olduğundan deprem gecesinde, Annemin duvara asılı tepsisi, yerinden düşmesine rağmen hiç bir şey olmamıştı.
           Yığma tuğladan evimizde küçük çatlaklar oluşmuştu.
           İnşaat halindeki betonarme evimizin duvarlarının yarıklarına, benim çocuk yumruğum giriyordu.
           O zamanda iyi gözlemciydim. En sağlam yapı, çakma ağaçlar arasına kerpiç dolgu duvarlarla örülmüş evlerimiz çıkmıştı.
           En kötüsü ise betonarme evimiz idi. Sarsıntıya dayanamamış, kırılmalar çok tehlikeliydi.
           Bir hafta, on gün kadar sonra, çadır hayatımız bitti. Evlerimize tekrar taşındık.
           Bu arada bizim sokağın içine kadar, diğer sokakta bulunan, Kızılay başkanı Mehmet İlkan, amcamızın evinin önünden başlayan insan kuyruğu, uzamıştı.
           Bir koşuda ne olduğunu araştırdım. Mehmet amca, kuyruğa girenlere bir şeyler dağıtıyordu. Bende girdim kuyruğa.
              Mehmet amca benim taşıyabileceğim büyüklükte sarı bir teneke verdi elime. Dinlene dinlene evimizin merdivenlerinden yukarı çıkardım. Annem benim çıkardığım seslerden olsa gerek, merdivenin başında karşıladı beni.
               Ben, alacak elimdekini, beni de iyi bir şey yaptığım için okşayacak, diye beklerken. ----­Merdivenin başında bırak. İçeri getirme elindekini, dedi.
                Akşam babam eve geldiğinde, her gün ki gibi yolun başında karşıladım. Küçük parmağını tuttum, evimizin merdivenlerinden çıktık. Baba,  Kızılay’dan, sıraya girip aldığım, tenekeyi görünce;      
                - Kim getirdi bunu?
                 -Ben getirdim, Kızılay başkanı Mehmet Amca verdi. Dedim.
                 Babam bana bir tokat vurdu ve – Aldığın yere hemen geri götür bunu. Dedi.
Ağlaya, ağlaya bir sokak ilerideki, Rahmetli Kızılay başkanı, Mehmet amcaların evine gittim.
              – Bunu geri al, Mehmet amca.   
-          Ne oldu Mehmet, neden getirdin?
-          Bilmiyorum, babam bunu aldım diye, beni dövdü. Diye ağlaya ağlaya anlatırken;
-          Bir senin baban yapar zaten bunu. Ağlama, oğlum, ama gidince sor, neden dayak yediğini?
-          Tamam Mehmet amca. Hayırlı akşamlar.
Eve geldiğimde gözyaşlarımı silip, tam soracak iken, Babam sordu.
-Neden tokat yediğini biliyor musun?
-Hayır. Dedim burnumu çeke, çeke.
- Bak aslan oğlum. Bizim o yardıma ihtiyacımız yok. Evimiz yıkılmadı. İş yerimiz sağlam. Sağlığımız yerinde. O yardım bizim hakkımız değil, Evi yıkılanların, çalışamayanların ve ihtiyaç sahibi olanların.
- Ama baba Sarıgöl de hiç kimsenin evi ve iş yeri yıkılmadı ki. Herkes sıraya girdi, aldı.
- O onların sorunu, oğlum. Bizim hakkımız değil. Sen benim, onurumu, şerefimi, ağırlığımı hafiflettin. Asla hak etmediğimiz, hiç bir şeyi alamayız.
- Tamam, baba, derken babamın da, benim üzülmemden olsa gerek, gözleri yaşarmıştı. Sarıldık birbirimize, Annemde okşadı yanaklarımdan öptü, yer soframıza oturduk.
Rahmetli ablam, -Annemin, tenekeyi içeri almayışından anlamadın mı, salak kardeşim benim.  Deyişi tuzu biberi olmuştu ama gülüşmüştük.
                           Saygılarım başkalarının haklarına el uzatmayanlara.
                                             Mehmet Kızılaslan 2017/08/01