29 Aralık 2017 Cuma

SİNİRLERİNİZ S.O.S. VERİYOR SAYIN BAŞKAN

                                     
       Biz, insanları, bizde bıraktıkları izler üzerine severiz ve sayarız.
       Değerlerimiz vardır, adı konulmamış bir yerlere yazılmamış. O değerlerimize uygunluğu üzerine vicdanımız, vicdanlarına benziyorsa, saygımız artar. Hele birde bizim ortamımızdan geliyorlarsa, ayrı bir sevgi oluşur yüreğimizde, yeri oluşur.
       Ummadığımız hareketlerle karşılaşırsak, önceleri konduramayız. Olmaz yapmaz deriz. O yüreğimizdeki kişi ile, kişiliğimi değişti yoksa biz mi yanlış tanıdık diye, biraz incelemeye alırız.
       Bir, iki, üç, olayları yeniden irdeleriz ve varsa değişiklik. “Seni de kaybettik be kardeşim” deriz. Sileriz, yok sayarız.
       Hele biz gazeteciler yok saydığımızda, davetlerine icabet etmeyiz. Yazılarımızda yer vermeyiz. Bir müddet daha bekleriz. Acaba toparlar da, düzelirler mi? Diye bekleriz.
      Hoş onlar, o değişenler,  para harcadıkları yayın organlarının köşelerinden, çoğu zaman inmedikleri ve paraları karşılığında sürekli, “padişahım çok yaşa” teraneleri ile haksız yere övüldüklerinden olsa gerek, anlayamazlar, kendilerindeki yanlış gelişmeleri. “Ben neymişim be abi” türünden böbürlenmeye başlarlar.
        Sen, benim kim olduğumu biliyor musun? Sorusu ile, sıradan vatandaşların her gün yaşadıkları,  karşılaştıkları olaylara bile tepki gösterirler.
         Daha geçenlerde trafikte durdurdular polis arkadaşlarım. “Abi biraz laflayalım diye durdurduk” dediler. Bende dedim ki sohbet esnasında “abim beni ve taşıtımı sorgulayın bakalım bu arada” dediğimde “Olur mu be abi” dedi, dostum polis. “Lütfen dediğimi yapar mısın” diye ısrar ettiğim de.  Taşıtımın sigortasını bitmiş olduğu ortaya çıktı ve oracıkta sigortamızı telefonla yenilettik.
       Polis arkadaşım üzüldü. Ben se sevindim. “Abim bak, beni öylesine bir riskten kurtardınız ki size teşekkür ediyorum” dedikçe arkadaşımın üzüntüsü azaldı. Beni arayın, arabamı arayın, evim şehir dışında, evimi de arayın. Beni aramazsanız, Allah razı gelmez. İnsanoğlu çiğ süt emmiş ne zaman ne yapacağı belli olmaz” dedim ve biraz daha lafladıktan sonra yoluma devam ettim.
       Gelelim bu yazımızın amacına, Kasım ayının 29 un da, İsabeyli deki mülkü Nazilli belediyesinde olan, petrol istasyonunda,  Belediye başkanı, Haluk Alıcık ile, petrol çalışanı elemanı, olayı beni çok üzdü. Nazilli post haberden ve araştırmalarım sonucunda öğrendiklerimden dolayı kahroldum.
       Sayın Başkan, o petrolün mülkü sizin olabilir. O çalışanın kasasına sahte para girerse, işletmeci kuruluş,  o sahte parayı, o çalışanlarına ödetiyorlarsa, Asgari ücretle çalışan o kardeşlerimize yazık olmaz mı?
       Muhakkak siz, sahte para almazsınız, bulundurmazsınız. Günün içinde bankaların gişelerine bile sahte para girebiliyorsa, size de verilmiş olamaz mı?
       İş akışı içinde rutin işini yapan çalışanın aldığı parayı kontrol etmesi sizi niye üzdü?
        Sayın Başkan, Haluk Alıcık, Sinirleriniz s.o.s. veriyor. Biliniz ki hiçbir kimsenin Veli nimeti siz değilsiniz. Bu gün işinden ettiğiniz, o petrol çalışanları muhakkak ekmek paralarını taştan çıkarırlar. Ama siz onların beyinlerinde ve bu olayı duyanların yüreğinde kötü izler bırakıyorsunuz.
      Rabbim, “her olayda bir hayrın gizli olduğunu” söylüyor bizlere. Siz kendi yolunuzu kendiniz kesiyorsunuz, gibi geliyor bana.
       Muhtarları yemeğe davetinizde yaptığınız, aba altında sopa göstermelere de, onları Belediye kesesinden Kıbrıs gezisine göndermek isteme mantığınızı da anlamakta zorlanıyorum.
        Kamuoyu sizin her yaptığınız iyi ya da kötü davranışları yakından takip ediyor. Basının yazmaya çekindiğine bakmayınız.
         Yine kamuoyu, İmam Hatip Lisesi konusunda, Fetö darbesi öncesindeki tavırlarınızı da çok iyi biliyor.
      Sayın başkan,  dostlarınızı ve iyi insanları kaybediyorsunuz. Şunu çok iyi biliniz ki, Sizin şimdi her yaptığınızı alkışlayan yalakalarınız, sizi öbür tarafta korkarım kurtaramayacaklar.
       Bu dünya mı? Beni ilgilendirmiyor artık. Saygılarımla.
                                                    Mehmet Kızılaslan. 2017/12/29
    

  .  

19 Aralık 2017 Salı

KORKULARIMIZ

                                           
                   Daha önce bir yazımda “insanları birleştirmenin iki yolu vardır” diye bahis etmiştim.
                   Birincisi örneğin, “öcü geliyor, kominizim geliyor” diye, çocukları ve büyükleri korkutursunuz ve korkan insanlardan bir gurup, bir topluluk ve güç oluşturursunuz.
                  İkincisi, “Gelin beraber bir şeyler yapalım. Bir güç oluşturalım” dersiniz. Bunun bir bedeli vardır. İnsanlara bir şeyler vat edeceksiniz, ikram edeceksiniz ve kendinizin temiz olduğunuzu anlatmaya çalışacaksınız. Bir güç oluşturmaya çalışacaksınız.
                Birincisi dürüst olmayan insanların ve liderlerin tuttukları, basit ve kolay yoldur. İkincisi dürüst olanların tuttuğu zor yoldur.
               Hayatımıza şimdi bir bakalım isterseniz. Hangi evresinde korkularımız olmadı?
              Gelişmemiş ülkelerin sorunu dur bu korkular. İnsana saygısız, korkak, ve hatta faşist yönetimlerin yöntemleridir. Geçmişte batıda insanlar hak aramaya girişse; durun ne yapıyorsunuz? Doğu parçalanıyor, şimdi sırası mı hak aramanın? Diye bastırmadılar mı hak arama arzularımızı?
              İşçiler ne zaman meydanları doldurmaya başlasalar haklarının güzelleşmesini isteseler; Bunların arkasında komanist ler var. Ülkeyi bölecekler. diyerek, onlarla birlik olmayın. Demediler mi diğer kesimine işçilerimizin?
              Hangi dede, torununu sevmek istediğinde, kendisine gelmeyen torununu, arkanda öcü var diye korkutmadı? Hangi nene, torunu uyusun diye öcü geliyor uyu artık demedi?
              İşte bu korkutarak istediğimizi yaptırma kolaycılığı bu ülkenin insanını edilgen ve korkak yaptı.
             Birileriniz, biz korkmayız, biz üstün bir ırkız, biz yedi düvele meydan okumuş bir Milletiz diyorsunuz. Değil mi? Bende sizin gibi düşünüyorum.  Bende kendimi kahraman sanıyorum. Ama beni de sizleri de korkutarak amacına ulaşanların bizden daha akıllı olduklarına da inanmıyor değilim.
              Demem odur ki efendiler, ne zaman biz çare aramaya, ne zaman hak aramaya ne zaman bir çıkış yolu olduğunu anlatmaya çalıştığımızda; yolumuzu bu şekilde kesenlerin dürüst olmadıklarına inanıyorum artık.
                Geç mi kaldım anlamakta? Ben geç kaldığımı zannetmiyorum demiştim ya daha önceleri de buna benzer yazılarım vardı diye.
                Şimdilerde biraz durum değişik, biliyor musunuz artık. Dışarıda savaş olmuş, kan gövdeyi götürmüş, içeride bizi fazla ilgilendirmiyor. Ekonomi sallanmıyor.
              Aslında bizi şimdikilerde korkutmadılar mı geçmişte? Korkuttular. Ama onlarda baktılar artık korkmuyoruz. Metot değiştirdiler. Vaatler le birlikte olmanın pahalı yolunu seçmek zorunda kaldılar. Bu çok iyi bir gelişme. Geçmişten gelen korkularımızı tamamen silemeseler de, yol düzelmeye başladı. 
             Yerine talip olanlardan çıt yok.  Vatan elden gidiyor korkutmaları da artık Milleti etkilemiyor, korkutmuyor.
               Yeni bir şeyler söylemek lazım. Korkutmadan, yaşam standardımızı, yükseltecek. Onlarla birlikte olmamızı gerektirecek, daha güzel bir şeyler,  vat etmeleri lazım. İşsizliği önleyecek. Aşımızı daha leziz yapacak. Kesemizi daha çok rahatlatacak. Bankalardan bu Milleti kurtaracak. Tapularımızı ipotekten kurtaracak.
                   Hasılı, efendiler, İktidarın öcüleri, dış güçler ve onların piyonları ise, Onlardan daha güçlü olduğunu gösterdi ise. Muhalefetin öcüleri, değişmemeli. Öcüler tamamen ortadan kalkmalı. Birlik beraberliğin pahalı ve zor yolunu yeni projeleri ile bu Millete sunmalılar. Kendi çevresinde toplamayı bilmeliler.
                Bu millet artık korkularla susturulmayı ve oyalanmayı yemiyor. Saygılarımla.
                                                   Mehmet Kızılaslan 2017/12/19