29 Aralık 2017 Cuma

SİNİRLERİNİZ S.O.S. VERİYOR SAYIN BAŞKAN

                                     
       Biz, insanları, bizde bıraktıkları izler üzerine severiz ve sayarız.
       Değerlerimiz vardır, adı konulmamış bir yerlere yazılmamış. O değerlerimize uygunluğu üzerine vicdanımız, vicdanlarına benziyorsa, saygımız artar. Hele birde bizim ortamımızdan geliyorlarsa, ayrı bir sevgi oluşur yüreğimizde, yeri oluşur.
       Ummadığımız hareketlerle karşılaşırsak, önceleri konduramayız. Olmaz yapmaz deriz. O yüreğimizdeki kişi ile, kişiliğimi değişti yoksa biz mi yanlış tanıdık diye, biraz incelemeye alırız.
       Bir, iki, üç, olayları yeniden irdeleriz ve varsa değişiklik. “Seni de kaybettik be kardeşim” deriz. Sileriz, yok sayarız.
       Hele biz gazeteciler yok saydığımızda, davetlerine icabet etmeyiz. Yazılarımızda yer vermeyiz. Bir müddet daha bekleriz. Acaba toparlar da, düzelirler mi? Diye bekleriz.
      Hoş onlar, o değişenler,  para harcadıkları yayın organlarının köşelerinden, çoğu zaman inmedikleri ve paraları karşılığında sürekli, “padişahım çok yaşa” teraneleri ile haksız yere övüldüklerinden olsa gerek, anlayamazlar, kendilerindeki yanlış gelişmeleri. “Ben neymişim be abi” türünden böbürlenmeye başlarlar.
        Sen, benim kim olduğumu biliyor musun? Sorusu ile, sıradan vatandaşların her gün yaşadıkları,  karşılaştıkları olaylara bile tepki gösterirler.
         Daha geçenlerde trafikte durdurdular polis arkadaşlarım. “Abi biraz laflayalım diye durdurduk” dediler. Bende dedim ki sohbet esnasında “abim beni ve taşıtımı sorgulayın bakalım bu arada” dediğimde “Olur mu be abi” dedi, dostum polis. “Lütfen dediğimi yapar mısın” diye ısrar ettiğim de.  Taşıtımın sigortasını bitmiş olduğu ortaya çıktı ve oracıkta sigortamızı telefonla yenilettik.
       Polis arkadaşım üzüldü. Ben se sevindim. “Abim bak, beni öylesine bir riskten kurtardınız ki size teşekkür ediyorum” dedikçe arkadaşımın üzüntüsü azaldı. Beni arayın, arabamı arayın, evim şehir dışında, evimi de arayın. Beni aramazsanız, Allah razı gelmez. İnsanoğlu çiğ süt emmiş ne zaman ne yapacağı belli olmaz” dedim ve biraz daha lafladıktan sonra yoluma devam ettim.
       Gelelim bu yazımızın amacına, Kasım ayının 29 un da, İsabeyli deki mülkü Nazilli belediyesinde olan, petrol istasyonunda,  Belediye başkanı, Haluk Alıcık ile, petrol çalışanı elemanı, olayı beni çok üzdü. Nazilli post haberden ve araştırmalarım sonucunda öğrendiklerimden dolayı kahroldum.
       Sayın Başkan, o petrolün mülkü sizin olabilir. O çalışanın kasasına sahte para girerse, işletmeci kuruluş,  o sahte parayı, o çalışanlarına ödetiyorlarsa, Asgari ücretle çalışan o kardeşlerimize yazık olmaz mı?
       Muhakkak siz, sahte para almazsınız, bulundurmazsınız. Günün içinde bankaların gişelerine bile sahte para girebiliyorsa, size de verilmiş olamaz mı?
       İş akışı içinde rutin işini yapan çalışanın aldığı parayı kontrol etmesi sizi niye üzdü?
        Sayın Başkan, Haluk Alıcık, Sinirleriniz s.o.s. veriyor. Biliniz ki hiçbir kimsenin Veli nimeti siz değilsiniz. Bu gün işinden ettiğiniz, o petrol çalışanları muhakkak ekmek paralarını taştan çıkarırlar. Ama siz onların beyinlerinde ve bu olayı duyanların yüreğinde kötü izler bırakıyorsunuz.
      Rabbim, “her olayda bir hayrın gizli olduğunu” söylüyor bizlere. Siz kendi yolunuzu kendiniz kesiyorsunuz, gibi geliyor bana.
       Muhtarları yemeğe davetinizde yaptığınız, aba altında sopa göstermelere de, onları Belediye kesesinden Kıbrıs gezisine göndermek isteme mantığınızı da anlamakta zorlanıyorum.
        Kamuoyu sizin her yaptığınız iyi ya da kötü davranışları yakından takip ediyor. Basının yazmaya çekindiğine bakmayınız.
         Yine kamuoyu, İmam Hatip Lisesi konusunda, Fetö darbesi öncesindeki tavırlarınızı da çok iyi biliyor.
      Sayın başkan,  dostlarınızı ve iyi insanları kaybediyorsunuz. Şunu çok iyi biliniz ki, Sizin şimdi her yaptığınızı alkışlayan yalakalarınız, sizi öbür tarafta korkarım kurtaramayacaklar.
       Bu dünya mı? Beni ilgilendirmiyor artık. Saygılarımla.
                                                    Mehmet Kızılaslan. 2017/12/29
    

  .  

19 Aralık 2017 Salı

KORKULARIMIZ

                                           
                   Daha önce bir yazımda “insanları birleştirmenin iki yolu vardır” diye bahis etmiştim.
                   Birincisi örneğin, “öcü geliyor, kominizim geliyor” diye, çocukları ve büyükleri korkutursunuz ve korkan insanlardan bir gurup, bir topluluk ve güç oluşturursunuz.
                  İkincisi, “Gelin beraber bir şeyler yapalım. Bir güç oluşturalım” dersiniz. Bunun bir bedeli vardır. İnsanlara bir şeyler vat edeceksiniz, ikram edeceksiniz ve kendinizin temiz olduğunuzu anlatmaya çalışacaksınız. Bir güç oluşturmaya çalışacaksınız.
                Birincisi dürüst olmayan insanların ve liderlerin tuttukları, basit ve kolay yoldur. İkincisi dürüst olanların tuttuğu zor yoldur.
               Hayatımıza şimdi bir bakalım isterseniz. Hangi evresinde korkularımız olmadı?
              Gelişmemiş ülkelerin sorunu dur bu korkular. İnsana saygısız, korkak, ve hatta faşist yönetimlerin yöntemleridir. Geçmişte batıda insanlar hak aramaya girişse; durun ne yapıyorsunuz? Doğu parçalanıyor, şimdi sırası mı hak aramanın? Diye bastırmadılar mı hak arama arzularımızı?
              İşçiler ne zaman meydanları doldurmaya başlasalar haklarının güzelleşmesini isteseler; Bunların arkasında komanist ler var. Ülkeyi bölecekler. diyerek, onlarla birlik olmayın. Demediler mi diğer kesimine işçilerimizin?
              Hangi dede, torununu sevmek istediğinde, kendisine gelmeyen torununu, arkanda öcü var diye korkutmadı? Hangi nene, torunu uyusun diye öcü geliyor uyu artık demedi?
              İşte bu korkutarak istediğimizi yaptırma kolaycılığı bu ülkenin insanını edilgen ve korkak yaptı.
             Birileriniz, biz korkmayız, biz üstün bir ırkız, biz yedi düvele meydan okumuş bir Milletiz diyorsunuz. Değil mi? Bende sizin gibi düşünüyorum.  Bende kendimi kahraman sanıyorum. Ama beni de sizleri de korkutarak amacına ulaşanların bizden daha akıllı olduklarına da inanmıyor değilim.
              Demem odur ki efendiler, ne zaman biz çare aramaya, ne zaman hak aramaya ne zaman bir çıkış yolu olduğunu anlatmaya çalıştığımızda; yolumuzu bu şekilde kesenlerin dürüst olmadıklarına inanıyorum artık.
                Geç mi kaldım anlamakta? Ben geç kaldığımı zannetmiyorum demiştim ya daha önceleri de buna benzer yazılarım vardı diye.
                Şimdilerde biraz durum değişik, biliyor musunuz artık. Dışarıda savaş olmuş, kan gövdeyi götürmüş, içeride bizi fazla ilgilendirmiyor. Ekonomi sallanmıyor.
              Aslında bizi şimdikilerde korkutmadılar mı geçmişte? Korkuttular. Ama onlarda baktılar artık korkmuyoruz. Metot değiştirdiler. Vaatler le birlikte olmanın pahalı yolunu seçmek zorunda kaldılar. Bu çok iyi bir gelişme. Geçmişten gelen korkularımızı tamamen silemeseler de, yol düzelmeye başladı. 
             Yerine talip olanlardan çıt yok.  Vatan elden gidiyor korkutmaları da artık Milleti etkilemiyor, korkutmuyor.
               Yeni bir şeyler söylemek lazım. Korkutmadan, yaşam standardımızı, yükseltecek. Onlarla birlikte olmamızı gerektirecek, daha güzel bir şeyler,  vat etmeleri lazım. İşsizliği önleyecek. Aşımızı daha leziz yapacak. Kesemizi daha çok rahatlatacak. Bankalardan bu Milleti kurtaracak. Tapularımızı ipotekten kurtaracak.
                   Hasılı, efendiler, İktidarın öcüleri, dış güçler ve onların piyonları ise, Onlardan daha güçlü olduğunu gösterdi ise. Muhalefetin öcüleri, değişmemeli. Öcüler tamamen ortadan kalkmalı. Birlik beraberliğin pahalı ve zor yolunu yeni projeleri ile bu Millete sunmalılar. Kendi çevresinde toplamayı bilmeliler.
                Bu millet artık korkularla susturulmayı ve oyalanmayı yemiyor. Saygılarımla.
                                                   Mehmet Kızılaslan 2017/12/19


             

30 Kasım 2017 Perşembe

ABD, REZZA SARRAF, ORTADOĞU VE TÜRKİYE

                                    
                   26/03/ 2016 tarihinde bir yazım yayınlandı gazetelerde. Başlık. Tayyip Düşmanlığı Penceresinden bakmayalım. O gün birçok kimsenin bakmadığı pencereden bakarak yazdığım yazıdan bazı paragraflar aktaracağım.
                 Bu gün geldiğimiz noktada oynanan oyunun, Türkiye’yi,  ne kadar güç durumda bıraktığını, ta o günlerde gördüğümüzü ve bu gün yine, ülkenin bir yarısının o tuzağın farkında olmadığını anlıyorum. Yazım aynen aşağıdaki gibi.
               ((( Şimdi, Rıza Sarraf ne yapmıştır bir bakalım isterseniz.
                ABD’nin İran’a koyduğu ambargoyu delmiştir.
               Türkiye ile İran’ın ticaretinin artmasına yardım etmiştir.
              Türkiye cari açığının yüzde, on beşini kapatmıştır.
             Bu arada, İran dada, herhalde biraz da, kara para aklanmasına karışmış olmalı ki, İran hükümetinin düşmanlığını kazanmıştır. 
              Ayrıca, ABD’nin prestijinin sarsılmasına sebep olmuştur. Çünki, ABD, İran’ı disipline edememiştir.    
             İran, ambargo sırasında, Rezza Sarraf’ın, kendi kesesine on, İran çıkarlarına bir olan, haksız kazanca göz yummuştur. O nedenledir ki, Ambargo sırasında görmezden geldiği, bu yanlışları, ambargo kalkar kalkmaz, İran, Sarraf’ın ortağını idama mahkûm etmiştir.
              Tahminim o ki,  Rezza Sarraf, Hükümet yetkililerinden, İran ile aralarını düzeltmelerini istemesine rağmen. Yetkililer, tabir yerinde ise, kulak şapırdatmışlardır.
             Durumunu kötü hisseden, Rıza Sarraf, FBI ile görüşerek ve tatile gidiyormuş havası vererek, ABD’ye gitme kararı almıştır. Aksi halde, yalnız gitmeye kalksa, MİT tarafından dışarı çıkışı engellenebilirdi. Türk kamuoyu adamın, ne salaklığını bıraktı, ne aptallığını.
            Rıza çok akıllı ve hayatının geri kalanını ve servetinin bir kısmını kurtarmak için, ABD’yi seçti. Aksi halde, hayatının tehlike altında olduğunu hissetmeye başlamıştı.
            Türk kamuoyunda var sayılan, kar ortaklarını, açıklamak kaydı ile, FBI ile anlaştı. Diğer taraftan, Türkiye ile ilişkileri düzeltme yoluna giren, İran, Suriye ve Rusya’nın ilişkilerinin düzelmesi ABD’yi rahatsız etmeye başlamıştı. Bölge ülkelerinin birlikteliği, ABD’nin Ortadoğu da durumunu tehlikeye düşürebilirdi.
         ABD yönetimi, Saraf’ın işlerini, kendi bankaları aracılığı ile yapmış olmasına rağmen, Davutoğlu hükümeti aleyhine, elinde kozları toplamak istedi.
           ABD, Sarraf’ın hayatına ve mal varlıklarının bir kısmına karşılık, Türkiye deki var sayılan, ortaklarını ve bilgilerini istedi.
            Sarraf bu olayı kabul etti.
           Bu bilgiler, Davutoğlu hükümetinin, içeride elini zayıflatmayı hedeflemektedir.
           Davutoğlu hükümeti, Türk kamuoyu karşısında küçük düşmemek ve hatta iktidarı kaybetmemek için, ABD’nin isteklerine boyun eğmek mecburiyetinde kalabilirdi. Bu durum Türkiye Cumhuriyeti Devletinin komşuları ile ilişkilerinin düzelmemesi demektir ve ölümcül zararımızadır.
            Bu düzelmeye yüz tutan ve ABD’ye karşı, bizi yalnız bırakmak istemeyen, bölge devletleri için de çok zararlıdır.
            Şimdi sizlere soruyorum.
            Ticaretimizin, turizmimizin, ekonomimizin bitmek üzere olduğu şu günlerde, Komşularımızla ekonomik ilişkilerimizin, düzelmesi mi, doğrudur?
          Yoksa ABD’nin şantajları sonucu, o ülkelerle ilişkilerimizin bir daha düzelmemek üzere, bozuk kalması, ekonomik krize girmemiz mi, daha doğrudur?
            Rezza Saraf’ın ABD’nin elinde olması ve FBI ile iş birliği, Türkiye deki üç beş insanın zararına değil, aksine Tüm Türkiye Cumhuriyeti ve komşularımızın aleyhinedir.
           Sayın okurlarım, her şeyin bize aksettiği gibi olduğunu zannetmiyorum.
         Bu oyun, Türkiye’nin, kendi bölgesinde tamamen yalnızlaştırılması, oyunudur.    
         Ülke çıkarlarını gözeterek muhalefet yapma mecburiyetimiz vardır.
         Hükümetten öç alacağız diye, ABD’nin tetikçiliğini yapmak doğru değildir. Dış ilişkilerimizde yapılan yanlışı fark eden ve düzeltmeye çalışan, Hükümet güç durumda kalmamalıdır.
          Komşularımızla ilişkilerimiz ABD’nin istediği gibi değil, bölge ülkelerinin ve insanlarının istediği şekilde olmalıdır.
          Bilmem anlatabiliyor muyum? İsterseniz birde bu tahmin ettiğim senaryo açısından bakınız olaylara, Tayyip düşmanlığı penceresinden değil. 26/03/2016 ))) Diye yazmışım.
           Şimdi bu yazıma ilaveten şunları söylemek istiyorum.  
          ABD oyununa devam ediyor. Kuyruk acısı bitmiş değildir. Artık sözünü dinlemeyen bir, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı var karşısında.  Onu indirmek istiyor. Onu indirmekle yetinmeyecek. Türkiye ye cezalar verdirmek isteyecek. Halk Bankasının, uluslararası bankacılık işlemlerini engellemek isteyecektir.  
           Diğer taraftan MAN adası olayları da aynı zaman içerisinde servis edilerek Türkiye kaosa sürüklenmek istenmektedir.
            Sakın ola adaletsizlikler ve haksız kazançların üzeri kapatılsın istediğim zannedilmesin.
            Benim suçlularımın cezasının, benim ülkemin adaletinin vermesi gerektiğini söylüyorum.
            Adalet bir gün size de lazım olur dediğimizde, yetkililerin kulaklarını tıkadıklarını, işte bu gün, o güne gelindiğini söylüyorum.  
       O gün bu dosyalar kapatılmasaydı ve Rezza Sarraf ile İran’ın arası düzeltilseydi, Ahmet Davutoğlu kulak şapırdatmasaydı başımıza bunlar gelmezdi. Diyorum.
         Diğer yandan sağımızdaki, solumuzdaki yakınlarımızın, parasal ilişkilerini görmezlikten geldiğimizde o sırça köşkümüzde huzur içinde oturamayacağımızı söylemek istiyorum.
         Milletin 1400 TL ile geçinmeye çalıştığı ülkemde, yukarıda milyon dolarlık haksız kazançların, haksız edinilen servetlerin, uçurumlar yarattığını görmediğinizde, ya da göz yumduğunuzda, kendinizden başka, ülkenize de zararınızın dokunacağınızı söylemek istedim.
         Şimdi ben ve sıradan vatandaşlar ne yapalım size soruyorum? ABD nin ülkem üzerine oynadığı oyunu görmezlikten gelip, onun tetikçileri yanında mı yer alayım?
          Hayır bunu yapamayız. Ama bu ülkemde yapılan haksız kazançların, milyon dolarlık rüşvetlerin de yanında olduğumu göstermesin. Ülkemde adalet işlesin.

         Beni sakın ola yanlış anlamayın efendiler. Adaletsizliklerin hesabını er geç her haramzade verecektir. Adaletin işlemediği ülkeler çöker, yok olur. Allah korusun bende, sizlerde bunu istemezsiniz.       Mehmet Kızılaslan  30/11/2017  

27 Kasım 2017 Pazartesi

ZOR GÜNLER

                                                                   
           Amacım hiçbir kişiyi, ya da kuruluşu, kötülemek, asla değil. Birilerin ekmeğine yağ sürmek te, hiç değil. Yine çözüm yolları göstermek, yine, ne yapılması gerektiğini, anlatmak.
           Ülke ekonomisi ile oynamak isteyenlerin amacı belli. Ülkemizde kaos yaratmak, Kaostan sonra hükümet düşürmek. O boşlukta her türlü emellerine ulaşmak.
          Ülkemde siyasi sorun var mı? Var.
          Adalet sorunu var mı? Var.
          Ekonomik sorun var mı? Var.
          İşsizlik sorunu var mı? Var.
          Sorunları sıralamakla bitmeye bilir. Ama ben gelsem, sen gelsen, ya da senin ya da, benim partim iktidarda olsa, şu geldiğimiz nokta da ne yapılabilir?
         Efendim o kadar çok çok yol var ki, bu durumdan kurtulmak için saymakla bitmez. Diyenleriniz var mı? Var.
         O halde buyurun hep beraber sorun çözelim çare bulalım.
          Yok, biz iktidara geldiğimiz de kendimiz uygulamalarımızla bu sorunların tamamının hakkından geliriz deyip, hiçbir çözüm yolu önermeden sadece eleştirenleriniz olacaktır.
         Bu ülkeyi bu hale biz getirmedik ki. Neden çözüm yolları önerelim diyenleriniz de olacaktır.
        Böyle diyenlerinizi, sadece muhalefet yapmak için konuşanlar olarak ayıracağım. Beyinlerinde, programlarında, olağan üstü günler de, çözüm yolları olmayanlar olarak ayıracağım.
         Dağarcığı boş, kelimelere, sonuçlara, takılıp kalanlar, sebepleri araştırmayanlar, olarak değerlendireceğim.
          Ne diyorsun kardeşim? Diyenleri duyar gibiyim.
          Denmem o dur ki, Ülkem zor günler geçiriyor. Ben buradan bu zorlukların aşılmasında ne yapabilirim diyenler beri gelsin.
          Bir ülke, kocaman bir ailedir. Aile fertlerinin hepsi bu olağan üstü günlerde değil, her gün, aile bütçesine katkıda bulunmak zorundadır. Çalışmak zorundadır.
         Hepimiz hemen,  şu anda, yeniden. Ne yapabiliriz, ne üretebiliriz, hangi kaynaklarımızı değerlendirebiliriz, üretim seferberliğine kalkarak dışarıya ne satabiliriz diye düşünmek zorundayız.
         Millet bunu düşünüp araştırırken, Belediyeler ve Devlet, konut yerine, üretim haneler, fabrika binaları inşa etmeye başlamak zorundadır.
        Tarım ürünlerimizi, hemen tüketilir halden, bir yıl, iki yıl içinde, tüketilebilecek hallere getirmek ve ihracata hazırlamak zorundayız. Doğal kaynaklarımızı işlenmemiş halde ihracat yapmamak, işleyerek satmak zorundayız.
         Ataşelerimiz, konsoloslarımız, dış ülkelerdeki tüm vatandaşlarımız yerli ürünlerimizi tanıtımına soyunmak zorundalar.
         Kurtuluşumuz konut üretmekte değil, acil olarak tarım ürünlerimizi işleyerek, pazarlamaktadır.
         Sanayi ürünleri üreten fabrikalarımızın önünü açmak, onların kapanmalarını önlemekten geçiyor kurtuluşumuzun yolu.
         İş yeri açanlardan, SGK primlerini kaldırmaktan geçiyor kalkınmanın yolu.
         Yabancı mal kullanma hastalığından kurtulup, yerli malı kullanmaktan geçiyor.
         Haydi, Türkiye’m yeniden üretim seferberliği yapalım ve hiçbir daha krizler yaşamayalım.
         Bu aile bizim ailemiz.
         Bu ülke bizim.
          Bu Devlet bizim. Kurtarırsak, sadece biz kurtarabiliriz, başkasından fayda yok.
          Kurtuluşumuz da üretimden geçiyor. Saygılarımla.
                          Mehmet Kızılaslan     2017/11/27


         

13 Kasım 2017 Pazartesi

ÇALIŞAN VE ÇALIŞTIRANLARIN SORUNLARI

                                   
            Bu hafta sonu, 17 Kasım, cuma günü, saat 13 de sevgili kardeşim, Fuat Tütüncüoğlu ile canlı bir sohbetimiz olacak TVDEN de.
            Sevgili kardeşimin bu sohbeti, üç kişi ile yaparsak çok daha uygun olur, dedi. Ben, bencil birisi olduğum için, bir saatlik bir süreyi, ikimizin daha iyi değerlendirebileceğimizi düşünüyorum.
           Dedim ya, ben çok bencil birisiyim. Hem çalıştıran, hem de çok çalışan birisi olarak, o kadar çok sorunların içinde ıslanıyor ve o ıslaklık içinde ala bildiğine çözümler üretebileceğimize inanıyor olduğumdan, bu sohbetin oldukça değişik bir sohbet olacağı kanısındayım.
           İsterseniz bu söyleşide bahis edeceğim bazı konuları, bu yazımda değineyim.
          Çalışmak ve çalıştırmak, bir iş ve üretim meselesidir. Yani çalışmanın olabilmesi için, öncelikle bir üretimin olması ve işin olması gerekmektedir.
          Türkiye’nin en büyük sorunu, işin ve üretimin olmamasıdır.
          İşin olmaması, üretimin olmaması da işçi enflasyonu yaşatmaktadır.
          İşçi enflasyonu ne demek?
          İşçi enflasyonu, İşçilerin, fabrikaların ve iş kurumlarının önünde, işsizlerin, aylarca, yıllarca iş için, bir lokma ekmek için, kuyruklarda beklemesi demektir. Bu ülkenin en büyük sorunudur.
Bu suç oranlarının yükselmesi, hırsızlığın, gaspın, terörün artması demektir. Bu aile faciaları, yuvaların dağılması, çocukların sokaklarda kalması demektir. Bu güvensiz bir ülkeye doğru gitmek demektir.
Bu, iş gücünün beyin gücünün yabancı ülkelere göçü demektir. Çok zor şartlarda yetiştirdiğiniz, o genç beyinleri, insanların ülkemizden kaçması gitmesi demektir.
         Ülkemin asıl sorunu budur. İşçinin bol, iş alanlarının az olmasından kaynaklanmaktadır.
Diğer taraftan, işverenlerin, istedikleri iş gücünü bulamadıklarını da biliyoruz. Bu konu da çok acil konuşulması ve çözülmesi gereken konuların başındadır.
         Üniversitelerin bölümlerine bir bakalım isterseniz. Üretime dair hiçbir bölüm yok. Pazarlama, reklam, halkla ilişkiler, işletme ve hatta uluslar arası ilişkiler bölümleri, neredeyse her ilçede var, ama, iş verenlerin ve ülkemizin ihtiyacı olan üretime dair bölümler ve mesleki eğitimden geçmiş eleman yetiştiren bölümler yok.
         Ülkeyi yönetenler, acil olarak işsizliğimizi, inşaat sektörü ile aşmaya çalışmaktadırlar. Bu da kısır bir döngü yaratmaktadır.
       İnşaat sektörüne bir bakalım öncelikle. İnşaatı ihraç etme şansınız yoktur. Dışarıdan döviz akışını sağlamak için, inşaatlarınızı yabancılara satma halimiz doğru bir çözüm değildir. Bu toprak satışı demektir. Bir ülke toprağını değil, maden cevherlerini bile, dışarıya ham olarak satamaz. İşleyerek çok daha kıymetli bir halde satarsa işsizlik sorununu çözmüş olur.
         Ülkeyi bir aile olarak düşündüğünüzde, ülkenin dışarıya satacak ürünlerinin olması gerekir. Bu ne topraktır, ne binadır ne de işlenmemiş doğal kaynaklardır. Bu nedenle, ya tarım ürünlerinizi işleyerek, ya da sanayi ürünleri imal ederek ihraç etmemiz gerekmektedir.
         Bu ülkemizin kurtuluşu olacaktır. Ülkemiz sanayi devrimini yapamadığı için, tarımsal ürünlerimizi işleyerek satma mecburiyetimiz vardır.
          Devlet, bankalarda yatan 50 000 TL ye kadar paraya garantör oluyorsa, Köylümüzün ürettiği ürünleri işleyecek, fabrikaların kurulmasında, üretime akacak paralara da, garantör olmak zorundadır. Köylerimizde kurulacak halk ortaklığı, fabrikalara yatırım yapacak köylümüzün yatırdığı paralara da garantör olmak zorundadır.  
         Bu neyi getirecek. Köylünün ürettiği ham maddelerin işlenmesini sağlayacak. Köyde iş imkânı yaratacak. Köyden şehre göçü önleyecektir. Tarım ürünlerinin artı değer kazanmış mamul hale gelmişlerinin ihracını sağlayacaktır. Sonuç döviz girdisi ve ülkenin köklü kurtuluşudur.
          Türkiye’nin iş hayatının, işçi ve işveren sorunlarının kökten çözümü de, SGK primlerinin Devlet tarafından ödenmesi ile mümkündür.
          Daha geniş bilgiyi ve köklü çözümler 17 Kasım 2017 saat 13 TV DEN sohbetimizde izleyebilirsiniz.
         Saygılarımla.  Mehmet Kızılaslan  13/11/2017.


6 Kasım 2017 Pazartesi

                                                   ATATÜRK Ü ANLAMADIK
             Kim ne derse desin, kim dilini uzatırsa uzatsın, kim okumadığı halde, eleştirirse eleştirsin, Atatürk bir dehadır. Çağın yetiştirdiği en iyi liderdir.
            Atatürk’ü anlamak, biraz okumak ister, araştırmak ve düşünmek ister. Sadece Atatürkçü derneklere üye olmak, kulaktan dolma laflarla Atatürkçülük yapmak, yetmez. Onun felsefesini anlamak ve somut fillerle sahip çıkmak gerekir.
          İnkılaplarını ya da devrimlerini hepimiz biliyoruz. Cumhuriyet Halk Partisinin oklarını hepimiz tanıyoruz. Ama bir de bu gün yazacağım açıdan değerlendirmeye çalışırsanız sevinirim.
         Atatürk öncelikle bir direnişçidir.
          Yanmış, yıkılmış, teslim olmuş, koca bir devletin, yılgın, üzgün ve yoksul insanlarını, teslim olmamayı öğretmiştir. O direnmeyi öğretmiştir. Yoksulluktan nefesi kokan, her evden ne kadar erkek varsa, ya şehit olmuş, ya da cephelerde kalmıştı. Onlara teslim olmamayı direnmeyi öğretti. Yeniden ayağa kalkmayı öğretti.
         Atatürk çok iyi bir örgütçüydü.
         Örgütlü küçük kuvvetlerin, neleri başarabileceğini gösterdi. Cephede en iyi askerliğin nasıl olacağını gösterirken, haklı, halkın, örgütlü mücadelesinin nelere kadir olabileceğini gösterdi.
        Atatürk gerçek bir devrimciydi.
        Devrimciliğin, şimdiki adını, yenilikçilik olarak değerlendirebiliriz. Bir çoklarınız, bu Devrim kelimesinin düşmanı olabilirsiniz ama Atatürk, alışıla gelmiş, 500 yıllık düşüncenin içinden, Millete, kendisinden başka kurtarıcının olmadığını göstermiştir. Millet, yeniliklere, devrimlere, sahip çıkmış, yeni yaşam koşullarını benimsemiştir.
         Zamanın, satılmış bazı din adamı kılığına girmiş kişileri, devlet adamları sandığımız, kişileri; Yunan askerine karşı gelmemeyi öğretirken, O, Millete zoru gösterdi ve başarmalarını sağladı. Aynı millet verilen fetvalara, yatarak, uyabilirdi ama zoru seçti, Onun öğretilerine değer verdi.            
          Millet kendi geleceğini savaşarak kurdu. Bunu şu anda anlamamız bile çok zordur. Çünkü biz yeni söylemlere, eylemlere bile gerek duymadık.
           Bizler, Atatürkçüler, onu anlatırken kıt aklımızla, genellikle onun felsefesine kötülük yaptık, zarar verdik.
        Atatürk üretkendi.
        Atatürk, ülke insanının yoksulluğunu ve ihtiyaçlarını çok iyi tespit etti. 10 yıl içinde insanımızı üretmeyi öğretti. Yurdun dört bir yanında, yüzlerce fabrika kurdurarak, insanımızı üretmenin onurunu gösterdi. İşsiz ve ekonomik bağımlılığı olan insanların, birilerinin kölesi olarak kalacağını biliyordu. Onları el açar durumda olmalarını engelledi. Alışılmışın dışında endüstriyel üretmeyi öğretti.
           Biz Atatürkçüler, onun felsefesini anlayamadığımız için olsa gerek; onun açtığı tüm fabrikaların yenilenmesini sağlayamadık, kapatılırken direnmedik. Kuru nutuklar attık salonlarda, balolarımıza devam ettik. Yaptıklarımız, Atatürkçülüğe zarar verdi. Başaramadık.
         Örgütlenmedik, armudun sapı ile, üzümün çöpü ile uğraşırken örgütlü azınlıklar yönetimi ele geçirdiler. Onlara el açan koca bir ülke lazımdı. Küçük yardımlarla, yardıma muhtaç bir ülke insanı yaratılırken seyirci kaldık.
          Her köye, yeni imalathaneler kurmaya devam etmemiz gerekirken, her köye, her okula Atatürk heykelleri yaptık. Zarar verdik inandığımız davaya. Her köye yapılan imalathanelerin üzerine Atatürk marangozhanesi, Atatürk demirhanesi, Atatürk imalathanesi yaza bilir, onun üretim seferberliğine devam edebilirdik.
          Atatürkçü zannettiğimiz mantığımızla, Din eğitimine de karşı çıktık. Hâlbuki Atatürk, Türk insanının Dinini çok iyi bilmesini istiyordu. Kuranı kerimin Türkçe anlamını, Elmalı Hamdi Yazır, hocaya kendisi yazdırdı, maaşı ile kendisi dağıttırdı. Bizler liselerde, her okula, ders olarak konmasını sağlaya bilirdik, yapamadık.
         Okulların bölünmesini, gençlerimizin ayrışmalarını, önleyebilirdik. O Tekke ve zaviyeleri kapattı. Bizler her Müslüman çocuğun, Kuranı kerimin, Türkçe anlamını bilerek, yetiştirebilseydik; Tekke ve zaviyelerin kucağına insanımız düşmezlerdi. Tekke ve zaviyeler tekrar açılmazdı. Beceremedik.
         Atatürk sanata ve sanatçıya çok önem verirdi. Her öğrencimizi liseyi bitirene kadar ilgilendiği bir mesleğin, ana kurallarını, temel bilgilerini verebilseydik, üretmenin onurunu aşılayabilseydik, kendisine güvenen gençlerimiz, mesleki eğitimden kaçmazlardı. Yapamadık.
         Hasılı biz Atatürk’ü anlayamadık. Anlayamadığımız felsefeyi gerektiği gibi, anlatmamız ve anmamız mümkün olmayacaktır.
       Biz Atatürkçüler, Atatürk ilkelerini yeniden günümüze uyarlamamız gerekli.  Onun felsefesini anlamanın zamanı geçmeden, neleri yanlış yaptık,  karar vermemiz gerekli. Saygılarımla.
                          Mehmet Kızılaslan  06-11-2017
         

        

2 Kasım 2017 Perşembe

İYİ PARTİ GERÇEKTEN İYİ GELECEK Mİ?

                                       
                  Adının iyi olması, dileklerimizin iyi olması herhangi bir şeyi iyi etmez.  Dualarımızın iyi olması ise, Allah katında hayırlı olacaksa niyetlerin iyiliğinden dolayı sonucu iyileştirir belki.. Hani deriz ya “Niyet iyi ise akıbet iyi olur” diye, onun gibi bir şey.
                 Bir partinin, diğerlerinden farklı olup olmadığına öğrenmek isterseniz, programına bakarsınız. Programında üretime dair köklü çözümler var sa, ve gerçekten farklı çözümler üretebilmişlerse,  ta, başından, dersiniz ki ”Bu parti benim ülkem için gerçekten iyidir.”
               Bu parti, yoksul halkımın, işsiz milletimin ilacıdır. Üretimin önü açılacak ve bende iş bulacağım aş bulacağım. Bu seçimlerde ona oy vereyim dersiniz.
               Program önümde, hiçbir kimse darılmasın, kırılmasın bana bir cümle bulsunlar üretimin önünün açılacağına ve nasıl açacaklarına dair, farklı bir parti kuruldu diyeyim.
              Programlarında uluslararası ilişkilerde ki siyasetlerinin ne olacağına bakıyorum. Hani vardı ya Kenen Evrenin darbe yaptığı zaman, radyodan “Nato’ya ve Sento’ya bağlıyız” demişti ya aynı onun dediği gibi, yazmışlar programlarına; Natoya övgüler yağdıran bir paragrafı okuyorum. Sanki ABD ve onun emrindekilere, bağlılık yemini gibi programları.
             Yolsuzlukla mücadele bölümüne bakıyorum, yuvarlak cümleler. Bana diye biliyor musunuz, “parayı kayıt altına alacağız” diye yeni bir söz? Böylesi bir çözüm sizin terörle de, yolsuzlukla da, rüşvetle de, mücadelenizi kesin çözüme götürür. Hem de 6 ay gibi bir kısa sürede.
             Güney doğu sorununa gelince muallak ta yuvarlak cümleler. Diye biliyor musunuz, güneydoğuda üretim haneleri devlet açacak, yeni iş alanları yaratılacak diye.
             Dış güvenlik konusunda da bir şey yok. “Bütün savunma sistemlerimizi biz kendimiz kuracağız. Dışarıya muhtaç olmayacağız.” O fabrikaları da biz ülkemizde kurduğumuzda, hem işsizliği ortadan kaldıracağız, hem de savunma sanayimizi güçlendireceğiz diye biliyormusunuz?
            Milli güvenlik konusunda ise, milli güvenlik akademisi kurulacakmış. Sivil toplum kuruluşları, kamu güvenliği konusunda bilinçlendirilecekmiş. Diye biliyor musunuz, “Milli güvenlik ve Askerlik dersi liselerde mecburi hale getirilecek” diye yeni bir söyleminiz var mı? Yok.
            Ekonomi konusu da tek düze ve vasat. Diye biliyor musunuz, “Siyasetçileri, ekonomik çıkar çevreleri ile bağılarını keseceğiz. Vekillerin ticaretle ilgilenmelerini yasaklayacağız”
            Sanayi politikalarına gelince, O dediğiniz bölge yatırım ajansları zaten tek merkezde toplanmış durumda. “Bölge kalkınma ajansında, projesi onaylanmış arazilerde, imar izni yüzde 5 den yüzde otuza, otomatik olarak çıkarılacak diye bir söyleminiz var mı? Yok.
            Kamu maliyesi konusunda, Etkin vergi denetiminden bahsediyorsunuz. Yazık, zaten üretenin sırtında vergi yükü, kambur durumda. Yirmi defa yapılandırılsa da ödenemez durumda. “vergiyi tek kaleme indireceğiz harcayan sadece yüzde 10 ödeyecek. Tüm vergileri kaldırıyoruz. Parayı kayıt altına alınca bu gerçekleşecek diye söyleminiz var mı? O da yok. Vurun abalıya sizlerde bakalım.  
             Sizin hakkınızda iyi şeyler yazmak isterdim. Ne yazık ki sadece niyetlerinizin iyi olduğuna inanmak istiyorum. Ama söylemlerinizde yoksa nasıl uygulama imkanı bulacaksınız merak ediyorum. Saygılarımla.              Mehmet Kızılaslan 2017/11/02  


             

30 Ekim 2017 Pazartesi

YAZBOZ TAHTASI GENELGELER

                                      
                    Taşıt camlarına kaplanan filmler, serbest olacak beklentisi içindeyken sürücüler, hepten yasak geldi. Sökülmesi için süre verilmedi. Hemen 400 TL gibi cezalar yazılmaya başlandı.
                   Ey yetkililer, hiç eşlerinizi, kızlarınızı, gelinlerinizi, trafikte, kendini bilmez maganda, sürücüler sıkıştırmadılar mı?
                  Hiç, taşıtınız kırmızı ışıkta durduğunda, arabanızın içine, öküzün trene baktığı gibi bakanlar olmadı mı?
                  Yakınlarınızdan hiç dinlemediniz mi, uzun yollarda, altındaki son model arabalarla, bayan sürücülerin bir önüne bir arkasına geçip rahatsız ettiklerini?
                  Trafikte ki magandalar tarafından, bayan sürücülerin rahatsız edildiğini hiç duymadınız mı?
                  Daha bir ay kadar öncesiydi, Denizlili bayan sürücü durdu, evimizin önünde, bölge trafikten ten arkadaşlarımla sohbet ediyoruz.
                  Hışımla indi taşıtından, kendisini tanıttı. Öğretim görevlisi olduğunu, Kuşadası’ndan bir konferanstan geldiğini anlattı. Ağlamak üzereydi. Hava kararmak üzere, kendisini sürekli trafikte sıkıştıran bir taşıtın plakasını verdi ve polis arkadaşlarımdan yardım istedi.
                  Görevli arkadaşlarım ileride ki görevli arkadaşlarını aradılar ve durdurmaların uyarmalarını söylediler.  O magandanın yaptığı eylemin cezasının olmadığını konuştuk. Çünkü ortada fiil yoktu. Peki ne olması gerekiyordu? Bu yapılan rahatsızlık fiil değil miydi, suç değil miydi?
                 Issız bir yerlerde o bayan kardeşimizi durdurup, suç mu işlemesi lazımdı?
                 Fiili gerçekleştirdikten sonra arama çıkarılacak. Tanık olmadığı için belki de ceza almayacak tır o kendini bilmez aşağılık herif.
                Evimizden, hemen o tacize uğrayan bayan kardeşimize, su getirdim içtiler. Derdini anlatıp polis arkadaşlarıma telefon numarasını verdiler ve sakinleştikten sonra yollarına devam ettiler.
                 Şimdi taşıtlardaki filmlerin sökülmesi genelgesinde payı olan, Devletin bürokratlarına, sesleniyorum. Durdurun bu genelgeyi, hiç değilse bayanlara ait taşıtlardan sökülmesini engelleyiniz.  
                Tabi, sizin karılarınız, kızlarınız, devletin siyah plakalı araçlarında seyahat ediyorlar ve özel şoförlerinizde var sizlerin. Onun için kararnameleri çıkarırken vatandaşın ve trafikteki bayanların neler çektiklerini bilmeniz mümkün değil.
                Diyeceksiniz ki, terör denilen bir şey var. Kardeşim terörist zaten 400 TL lik cezayı düşünmeyecek ki, her zaman bir yolunu bulacak işine devam edecektir.
                 Filim kaplı araç yerine bakın şimdi neler yapacaklar teröristler.
               1-  Pazarlama taşıtı gibi, ünlü markaların reklamı ile taşıtları giydirecekler.
                2-Camsız, kapalı kamyonetler kullanacaklar.
                3-Camlı kapalı kamyonetleri bembeyaz giydirecekler.
               Hasılı, her türlü yeni yöntemi bulacaklardır.
               Siz önlem aldığınızı zannede durunuz, bundan sonra trafikte, bayanlara karşı işlenebilecek her suçun sorumluları sizler olacaksınız. Bunun müsebbipleri sizler olacaksınız. Bunu aklınızdan çıkarmayınız.
               O suçların, inşallah bazıları sizin bayan yakınlarınızın başına gelsin istemiyorum. Dilimin ucuna kadar geliyor söyleyemiyorum.  Yanlışlarınızdan dönmeniz faziletinizi gösterir. Yaptığınızın bilincine varınız diye dokundurmak istedim. Kamuoyu bu konuda acil çözüm beklemektedir.
              Dönün efendiler bu yanlış uygulamadan dönünüz.
              Şimdi kesin çözümü anlatıyorum. Öncelikle Annelerimiz, erkek çocuklarını eğitirlerken, sapık olarak eğitmeyecekler. Bu uzun vadeli bir çözüm yöntemi. Kısa vadeli çözüm yöntemi olarak da kadınlarımızın taşıtlarından filmlerin sökülmesini durdurmanızdır. Saygılarımla.
                                               Mehmet Kızılaslan 30/10/2017

               
                
              
                



28 Ekim 2017 Cumartesi

CUMHURİYET BAYRAMINA GEREKTİĞİ ÖNEMİ VERMEK

                      
              Cumhuriyetin anlamını bilmekte zorlanan bir nesil, acaba bayramın önemini bilir mi?
              Biz bazı olayların bizim için ne kadar önemli olduğunu algılamakta zorlanan bir Milletiz.
          Çünkü bize, birçok önemli gelişme, devrim, yenilik ne derseniz deyin, altın tepside, hiç mücadele etmediğimiz halde sunulmuştur. Cumhuriyet de bunlardan birisidir.
             Koca Osmanlı Devletinin, yanmış, yıkılmış, işgal edilmiş toprakları arasından;   binlerce şehit verdiğimiz halde, Zafer bayramını yani 30 ağustosu bile hiç birimiz gereği gibi kutlamayız.     
             Dedelerimiz; dedelerini, babalarını, bu savaşta kaybetmelerine rağmen, Yedi düvele karşı ayakta durmalarına rağmen, biz bu bayramın da önemini anlayamamışızdır. Gerektiği gibi de kutlamayız, kutlayamayız.

             Cumhuriyetin kurulması için, hiçbir gayret sarf etmemiş bir Millet, cumhuriyetin önemini bilemez. Hoş hala ülkemizde padişah sevdalıları çokça bir miktarda bulunmaktadır ama, Ülkemizin kurtuluş için yüz binlerce şehit verdiği halde onun önemini algılamakta zorlananlar, Hazır tepside sunulan ve hiçbir gayret sarf edilmeyen, Cumhuriyeti anlamakta gayet tabii olarak algılamakta zorlanırlar.

              Cumhur, halk demektir, millet demektir.

              Cumhuriyet halkın yönetimi, milletin kendi kendisine yönetmesi demektir.

           “Olurmu hiç, bizim için karar veren, padişahım devletlim varken, bizim gibi tahsilsiz eğitimsiz, bir şey bilmeyen insanların, onun, padişahın, yerine ülkeyi yönetmeye soyunmamız doğru olur mu?” deyip, Cumhuriyete karşı olanların yanı sıra;

         “Olur mu bizim gibi, tahsillilerin, eğitimlilerin, oyları ile, cahil, cühelanın oyları aynı olur mu?” diyen güruhun mantığı aynıdır.
         Eğer Cumhuriyetin kurulduğu ilk on yılda olduğu gibi, Milletin eğitimine önem verilmeye devam edilseydi, Üretim seferberliğinin beli kırılmasaydı, Yoksulluk ve işsizlik engellene bilseydi, Devlet, Milletin kuramadığı fabrikaların kurulmasına devam ede bilseydi, Yardım alan Millet yerine, alın terini yiyen millet olabilseydi. Cumhuriyetin ölümüne savaşçıları olurduk.

              Hiç düşündüğünüz, Mustafa Kemal Atatürk,  bütün yetkiler eline verilmiş, kendisine padişahlık teklif edilmiş, İstese halife de, padişah da, kendisi olabileceği halde, Neden Türk ulusunu, Cumhuriyetle yönetmeyi seçmiştir?

            Kim ne derse desin, Kendisini fütursuzca eleştirdiğimiz, yaşadığı zamanın ve şartların içinde değerlendiremediğimiz için, bu gün, onun sayesinde kazandığımız özgürlüklerin içinde, öldüresiye eleştirdiğimiz, Mustafa Kemal Atatürk ün yerine, bizlerden birisi olsaydı, zannederim hiç kuşkusuz, halifeliği de, padişahlığı da, o şakşakçıların, yağdanlıkların içinde çekinmeden kabul ederdik. O Son Yüz yılın yetiştirdiği en büyük insandır.

            Günümüz, askeri, sivil ve dintaciri darbecilerinin yanında, O mükemmel ötesi bir liderdir.

            Ezilenler, köylüler, işçiler, esnaflar, sanatkarlar, memurlar, velhasıl padişah soyundan gelmeyen tüm efendiler; bu bayram sizin, bizim en büyük bayramımızdır.  

           Bayramımız kutlu olsun. Milli bayramlarımızda da, çocuklarımıza harçlık ve hediyeler vermeyi düşünebilseydik, çocuklarımız bu bayramın önemini kavramakta zorluk yaşamazlardı. Öğrettiğimiz soyut şeyleri o güzel beyinlerine somut hediyelerle işlemiş olurduk.

            Ben sizlerden daha şanslıyım. Cumhuriyetin 35. yıldönümünde, 1958 de, Cumhuriyet bayramı sabahı doğduğum için, benim için çok daha büyük bayram günü bu gün.   

                              Mehmet Kızılaslan 2017/10/28 

26 Ekim 2017 Perşembe

FETÖ GİTTİ KAHROLSUN FİKİRLERİNİ SAVUNANLAR

                              
                           28 Şubat da bile, Milli eğitim Bakanlığına tapusu verilmeyen okulun, 15 Temmuz öncesi isteyenlere de tapusunun değil, kullanma hakkının verilmesinin sebepleri. 
               1-Bu okulun arazisi, şehir merkezinde kaldığı için “ Size şehrin dışında bir arazi verelim. Okulunuzu da yapalım. Bu araziyi de Öğretmen evi ya da, eğitim bakanlığı konuk evi yapalım ya da başka amaçla kullanalım” derler se, bu arazi içinde din eğitimi yapılamayacağından ve her türlü melanet yaşana bileceğinden; vakfediliş amacı dışında kullanılabilir endişesi ile verilmemiştir.
               2-  Dernek Yönetiminin, Devlete güvensizliğinden değil. Devlet içinde yapılanmış Fetö örgütünün İmam Hatip Liselerini köreltmek amacı güttüğünü, çok iyi bildiklerinden tapusu verilmemiştir.
                3-Aydın - İzmir - Muğla - Manisa İllerindeki FETÖ yapılanmalarının müsebbibi olan, Recep Uzunallı'nın " Bizim Özel Okul ve Dershanelerimizin bulunduğu il ve ilçelerde bina ve eğitim olarak güçlü imam- hatip okullarına müsaade etmeyiz. Bizim her ilde Milletvekillerimiz, Valilerimiz, Müdürlerimiz olacak, karda yürüyüp izimizi belli etmeyeceğiz" sözünü daha 1984 yılında, söylediğini duyduklarından vermemişlerdir.
                4- Yönetim Kurulu, Milli eğitim Bakanlığı genelgesi ile belirtilen “49 yıllığına Milli Eğitime kullanma izni verilen arazilere, okul inşaatı yapılabilir.” Genelgesine uygun olarak okulu ve arazisini Milli eğitime 49 yıllığına kullanma hakkı vermiştir. Bu arada aynı yönetim, kendi gayretleri ile 17.3 milyon TL ödenek çıkartmıştır.
                5- 15 Temmuz Darbesinden öncesi bu, 17.3 Milyon liralık ödeneklerin tamamı, Recep  Uzunallı mantığındaki, kişiler tarafından başka arazilere kaydırıldığı kamu oyunda yaygındır. Bu kaydırılma olayı Dernek yöneticilerini cezalandırmak amacı ile yapılsa da; İmam hatip öğrencilerine ve İmam Hatip sevdalılarını cezalandırmış oldu.
         Dernek yönetimine, okulun teslim edilememesine gelince
                1-Okul binasını teslim alan Milli Eğitim, binayı teslim aldığı gibi değil, birçok yeri hasara uğratılmış bir şekilde, bazı kapıları ve kapı kolları, kilitleri, sökülmüş, muslukları sökülmüş, lavaboları kırılmış halde teslim etmek istemiştir. Dernek yönetimi ise, bir yazı ile, teslim aldıkları gibi, teslim etmelerini istemiştir.
                2-Binanın bakımı ve onarımı yapılmadan, teslim edilmek istendiyse. Dernek yönetimi de haklı olarak sökülenlerin yerine takılmasını istemekte ve teslim almamakta haklıdır kanısındayım.
               3- Binada yangın çıkartılmasının da, çürük imajı yayılmaya çalışılmasının da amacı bellidir. “Eğer bir eylemin kimler tarafından yapıldığını merak ederseniz, sonucun kimin işine yaradığına bakınız? Müsebbipleri onlardır.” Sözü sizleri gerçeğe götürecektir.
                4-Binanın ömrünü tamamladığını iddia edenler, Devletin kasasına göz diken ve bundan nemalanmak isteyenlerin uşağıdırlar. Bu konuda benim bilmediğim bir rapor varsa ve bana sunarlarsa köşemde yayınlayacağım değilse, devlet ihale ve inşaat mafyasının çanak yalayıcıları, olduklarını kabul ettiklerini sayacağım.
                5- Milli eğitimle yapılan görüşmelerde, Milli eğitimin istediği binanın yapılacağı alan kadar, bölümün tapusunu, İmam Hatip Okulu olmak kaydı ile vermeyi yönetim teklif etmiş. 28/9/ 2013 genelgesinden önce. Dernek yönetiminin bu önerisini hiçbir İdareci kabul etmemiştir.
               6- Daha sonra yönetim iki parsel olan arazinin, bir parselini 5900 metre kare kısmının tamamını aynı şekilde vermeyi teklif etmiş. 24 derslikli, Okulun parasını dernek yönetimi çıkarmış olmasına rağmen yine hiçbir idareci, 15 Temmuzdan evvel bu teklifi de kabul etmemiştir. Arazinin tamamının tapusunu, 24 derslikli okul için istemişlerdir
               7- Dernek yönetimi ise bu arada, Arazinin tamamı üzerinde, TENZİLE ERDOĞAN- RECEP TAYYİP ERDOĞAN NAZİLLİ İMAM HATİP KÜLLİYESİ yapmak için çalışmalarını sürdürmekte idi.
               8- Dernek yöneticileri hiçbir zaman çaresizlik içine düşmediler. Amaçsızda kalmadılar. Dernek yönetimi hala, Nazilli’de Tenzile Erdoğan- Recep Tayyip Erdoğan Külliyesi sevdasındadır. İnşallah bu inançlarını da gerçekleştireceklerdir.
              9- Okuldan mezun olanların bazıları, gerçekleri dernek yöneticilerinden değil de,  yanlış insanlardan öğrendikleri için, yanlış tepki göstermişlerdir. Okulda yangın çıkarılması, tabi ki hepimizi üzmüştür. Ama koruyamayanlar, Kanımca, Dernek yöneticileri değil, kullanım hakkı elinde olan ve sökülen, kırılanları, tamir ettirip, derneğe geri veremeyen, Milli Eğitim idarecileridirler.
            10- Dernek yöneticilerin isteği, ”Devlet buraya bina yapsın ve derneğimize teslim etsin!” değildir. Bunu, adımı bildiğim gibi biliyorum. Yukarıdaki açılamalarım da bunun ispatıdır.
             49 yıllığına Milli Eğitime Teslim edilen okulun; 60 yaşına gelmiş dernek yöneticileri Mezarlarında mı teslim almayı düşünecekler ki? Onların tek istekleri ,” Devlet içinde yapılanan ve ileride yapılana bilecek olan, 15 Temmuzdaki Fetö yapılanması gibi, devlet düşmanlarının eline tapuların geçmesini engellemektir. Vakfediliş amacına uygun kullanılmasını sağlamaktır.”
            11- Hiçbir yazımızda, Hiçbir Valiyi, ya da kişileri, Fetöcü olarak itham etmedik.(üzerine alınanlar yarası olanlardır. Çünkü yarası olanlar gocunurlar) Devletin Adaleti, nasıl olsa kim Fetöcü, kim değil, ortaya çıkaracaktır.  3. Maddede yazığımız, ifadeler bizim değil, Fetö den aranan, Recep Uzunallı’nın, ifadeleridir.
            12- Tekrar söylüyorum, anlamakta zorlananlara. Olayların dışında olanları, kasıtlı olarak etkilemek isteyenlere, söylüyorum. Dernek yönetimini zan altında bırakmak isteyenlere söylüyorum. Okul arazisine yapılan, Camiyi, yaptıran hayırseverden, dernek yönetimi, ne bir arazi aldı ne de bir kuruş aldı. Bir hayırsever, yüklenici firmaya, ister para verir, isterse 100 dairelik arazi verir, isterse bir ton altın verir. Derneği ilgilendirmez. Çünkü dernek kasasına bir kuruş girmeden, çıkmadan, Dernek yönetimi, okula bir cami sahibi yapmıştır.  Bu da Dernek yönetiminin başarısıdır.
          Okulun bahçesine, öğrencilerin uygulamalarda kullanacağı, caminin minareleri kimi rahatsız edebilir, aklıselimi olanlar bilirler. Bu konunun takdirini de, siz okuyucularıma ve kamuoyuna bırakıyorum.
             13-  Cami yapıldıktan sonra, Dernek olağan genel kurulunu yapmıştır. Yönetim ibra edilmiştir. İcraatları üyeler tarafından takdirle karşılanmıştır. Yeni bir yönetim oluşturulmuştur. Genel Kurulda hiçbir üye itiraz etmemişlerdir.
             14- Cami, hem bulunduğu mahalleye hizmet verecek, hem de okulun uygulama camisi olacaktır. Caminin oraya yapılması okulun oradan kaldırılmasını isteyenlerin, oyununu bozmuştur. İşte tam bundan sonra, Caminin minareleri birilerine batmıştır.
            Araziye göz dikenler, artık araziyi Cami yapıldıktan sonra, başka amaçla kullanamayacaklarını kafalarına sokmuşlardır. O nedenle olacak ki, Yönetim Kuruluna ve üyelerine; Denli densiz, hadli hadsiz, inançlı inançsız, kişiler aracılığı ile saldırtmaya başlamışlardır. Ayrıca Bu okulun bahçesine, öğrencilerin uygulama için kullanacakları caminin yapılmasına karşı çıkanlardan bir kısmı, Fetö soruşturmasından içeridedirler.  Dernek yönetimine, saldıran ve saldırtanları siz okurlarımın ve kamuoyunun, takdirlerine bırakıyorum.
             Vakıf arazilerinin koruyucusu Allah’tır. Vakıf arazilerini, vakfediliş amacı dışında kullanmak isteyenlerin, kullananların durumlarına bir bakınız. Bu dünyada mevkilerini, makamlarını, paralarını, servetlerin kaybetmişlerdir. Durumları içler acısıdır. İnşallah öbür tarafta da kurtuluşları olmayacaktır.
             Yazımı okuduğunda, kasıtlı düşüncelerinden dolayı anlayamayan, çıkarcı, bencil, münafık,  olanlara, Dernek Yönetimine saldıranlara, tekrar sesleniyorum. 15 Temmuz Fetö darbesinden önce, “49 yıllığına kullanma izni verilen arazilere okul yapılabilir” Milli Eğitim Bakanlık genelgesi olmasına rağmen; tapu isteyenleri ve onları savunanları, İmam Hatiplerin güçlenmesini istemeyen,  Aydın - İzmir - Muğla - Manisa İllerindeki FETÖ yapılanmalarının müsebbibi olan,  Recep Uzunallı, mantığında oldukları kanaatindeyim. Bu, 20- 30kişiyi de, siz okuyucularımın ve kamuoyunun,  takdirlerine bırakıyorum.
             Devlet Denetleme Kuruluna, gitmeye gelince, Dernek yönetimi zaten bunu kendileri istemişlerdir. Bu durum, 2013 - 15 Temmuz 2016 tarihine kadar, Parasını Dernek yöneticilerinin çıkarttığı külliyenin, gizli ve açık engelleyicilerinin de ortaya çıkmasını sağlamış olacaklardır.  
              15 Temmuzdan sonra, Fetöcülük ithamı ile hazineye devredilen bina olmasaydı, 42 yıllık İmam Hatip Okulu binası kullanılmayacak mıydı? Bir başka sorum.  Ahmet Yesevi ve Beş Eylül okulları acaba kaç yıldır kullanılmaktadırlar?
               Diyanet İşleri Başkanlığı, Camiyi başka bir amaç için kullanma düşüncesi taşımadığı için olsa gerek, Birileri gibi, caminin tapusunu istememiştir. Kullanma hakkı ile yetinmiş ve din görevlisi atamıştır. Bu noktada, okul arazisinin tapusunu isteyenlerin, niyetlerinin takdirlerini, siz okuyucularıma ve kamuoyuna bırakıyorum.
               Diğer yandan, kamu oyu, derneğin çıkarmış olduğu, 17.3 Milyon TL lik ödeneğin, kağıt üzerinde ( temel ruhsatlarında) bile sahip çıkamayan bir avuç kişinin milleti yanıltma haklarının olmadığını düşünmektedir.  
                 Değerli okurlarım, Lanet Fetö örgütünün darbe girişimi, 15 Temmuz, şanlı dik duruş ve karşı darbe hareketi ile, Başta Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, Milletimiz ve İdarecilerimizin uyanık olanları tarafından engellenmiştir. Fetöcü’lerin birçoğu bu hain darbe kalkışması sonunda yakalandılar. Birçokları da kaçtılar, aranıyorlar. Ne yazık ki, Fetö nün lanet fikirlerini savunanlar, onlar gibi davrananlar, içimizde gizlenip saklananlar, kanımca, aramıza nifak sokmaya devam etmektedirler. Onlara kanmayacağız, oyunlarını bozacağız inşallah.
                                  Barış, huzur ve sağlık dolu günler dilerim.
                                             Mehmet Kızılaslan      25/10/2017 
             
           

               

23 Ekim 2017 Pazartesi

SEÇİMLE GELEN SEÇİM LE GİTMEZSE NE OLUR?


                              Bir çoklarımız kendimize özgü demokratik kurallar koyarız ve tanımlarız. Devlet yönetimlerinin tamamında çoğu zaman, o kendimize özgü tariflerimiz geçersiz kalır ve uygulanamazlar.
            İktidar partilerindeki görevlerinden,  çoğunlukla kimse kolay kolay ayrılamazlar. Orada, iktidarın nimetleri, işlerde kolaylık, en basiti, saygınlık ve adam yerine konmak vardır. O nedenledir hiç kimse iktidarın makamlarından ayrılmayı düşünmediği gibi, koltuklarından kovsanız da kalkmak istemezler.
          “Seçimle geldik seçimle gideriz” diye kulağa hoş gelen söylemlerde bulunurlar.  Onlar sadece kendilerini ve çıkarlarını düşünenlerdir.
          Partileri, bu mantık ve insanların “bulunmaz bursa kumaşı oldukları” mantığı bitirir. Gariptir partileri geri sayıma başladığında, ise hemen yeni oluşumlarda o koltuklarından kalkmayı istemeyen kişiler buluşmaya başlarlar.
                Partilerini geri sayıma götüren onlar değilmiş gibi, egoları onları, yeni kurulacak partinin en başlarında olma arzusuna sürükler.
Daha önceki partilere bir bakınız. Doğruyol Partisin den ayrılanlar, Ana Vatan partisini, Anavatan partisinden ayrılanların birçokları da, Ak Partinin yine koltuklarında yer almışlardır.
                  Ben şimdi, Sayın Ak Parti Genel Başkanı ve Cumhur Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığını eleştiren ve “Seçimle gelen seçimle gider” diyenlerin alternatifi fikirlerimi ortaya koyacağım.
                  Söyler misiniz bana şimdi İstifasını istediği, Belediye başkanlarını kim aday olarak göstermişti seneler önce?
Son sözü söyleyen Kimdi?
Onun istemediği, kim Belediye Başkanı adayı olabildi?
Kim Millet Vekili adayı olabildi?
En son belirleyici Kimdi?
Sayın Recep Tayyip Erdoğan değil mi?
O halde, belirleyen O,  seçilmesini sağlayan O, ise,  artık yeter diyebilecek tek kişi de O dur.
Hiçbir kimse yadırgamasın.
Ak Partinin iktidarda kalabilmesi için yenilenmesi şart görünüyor.
Kendilerinin deyimi ile metal yorgunluğundan kurtulmak şart olmuş durumda.
                     Kaportacılar çok iyi bilirler. Kaportasını tamir ettikleri arabanın, eğer,  deforme olan kısmın sacını, eski bir arabadan kesip, yeni arabaya kaynattıklarında ilk eskiyen yer, o eski arabadan kesilip kaynattıkları kısım olur.
Çünkü o kısım metal olmasına rağmen yorulmuştur. Biz metalciler, buna metal yorgunluğu deriz.
              Hiçbir kimse kendisinin yerinin doldurulamaz olduğunu zannetmesin. Göreceksiniz her partinin içinde, ne cevherler vardır, keşfedilmeyi bekleyen, daha çok çalışacak.
       Ak Parti yönetim, kadroların da artık, kökten bir yeniliğe ihtiyacı vardır. Ak Parti kadroları yenilenmelidir.
Eğer bu yenilenme yapılamazsa, o kendisini “bulunmaz bursa kumaşı “sananlar, Parti 2019 seçimlerinde oy kaybına uğradığında, partiyi ilk terk edip, yeni oluşumların içinde yer alacak, ilk kişiler olacaklardır.
          Ak Parti Kadrolarının yenilenmesi, hem Fetö kalıntılarından temizlenmesi açısından kaçınılmaz oldu. Hem de Partinin kapıldığı rehavetten kurtulması, genç dinamik insanların göreve gelmesi açısından kaçınılmaz olmuştur.
            Demokratik açıdan eleştirileri yapanlarında, “Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ı Diktatörlüğe doğru gidiyor” diye eleştiren muhalefetin de, eleştiriyi bırakıp, bir de bu pencereden bakıp kendi partilerini yenilemeleri gerekmektedir.  
           Geçmiş dönemlerde, bu cesareti gösteremeyen, Tüm parti liderleri, yarım kalan işlerini bitiremeden, hedeflerine ulaşamadan iktidardan inmek ve tarihten silinmek zorunda kaldılar.
           Alınan kararlar, cesur birer karardır. Uygulanış biçimi açısından ve yukarıda belirttiğim nedenlerden dolayı da, demokrasiye ters değildir. Saygılarımla.        Mehmet Kızılaslan 2017


                  

17 Ekim 2017 Salı

EĞİTİM – KAVGA – EKMEK ÜÇGENİ

          

Eğitim, neden yapılmalı?
Eğitilen insanlar neleri bilmek zorundadır?
Eğitim sıralamasında nelere dikkat etmek gerekir?
Bizim eğitim sistemimizde gençlerimiz ne durumda?
Üniversitelerden mezun ettiğimiz gençlerimizin SV leri neden patronlar tarafından çöp kutularına atılıyor?

Soru o kadar çok ki dostlarım, belki bunları bile cevaplamaya yetmeyecek bu yazımdaki bilgilerim ve sözlerim.
Eğitim neden yapılmalı? Birçoklarınıza ters gelebilir ama bence eğitim, öncelikle insan gereksinmelerini karşılamak için ve iyi insan ölçüleri içinde olmalı.
İnsanın gereksinimlerini, ihtiyaçlarını üretmek için yapılmalı. Bu üretimin sonunda üretenin ihtiyaçları öncelikle karşılanmalıdır.
Eğitilen insanlar, İyi insan olmayı bilmek zorundadır. Hak, hukuk, adalet, eşitlik, kul hakkı, çevrenin hakları ile ilgili bilgiler, Allahın indirdiği bütün kitaplarda gösterilmiştir. Her vatandaş kendisine indirilmiş olan kitabın iyi insan olma özelliklerini bilmek zorundadır.
Eğitim sıralamasında dikkat edilecek en önemli husus Bireyin bu eğitimler sonunda hayatını idame ettirecek kazancı temin edebileceği inancını ve ümidini var tutmaktır.
Bu ümidi ve inancını olumsuz örneklerle var tutamayan bir birey eğitiminde ne kadar başarılı olursa olsun etrafına faydalı olmak şöyle dursun zarar verir, kavgacı olur. 
Hayatını aldığı eğitimler sonunda rahat idame ettireceği inancını kaybeden gençler, teröre bulaşır, hırsızlığa bulaşır. Uyuşturucuya bulaşır, kaybedilen bir nesil olur.

Bizim eğitim sistemimiz de gençlerimizin durumuna bir bakalım isterseniz.
Eğitim sistemimizde sürekli yapılan değişiklikler sonunda her köye kasabaya açılan Üniversitelerin bölümleri aşağıdaki gibi.
İşletme bölümü var.
Pazarlama bölümü var.
Reklamcılık bölümleri var.
Lojistik bölümleri var.
Halkla ilişkiler bölümleri var.
Uluslar arası ilişkiler bölümü var.
Uyutulan gençlerin ve ailelerinin bile birçoklarının çok hoşuna giden bölümler.
Ne güzel değil mi?
Hiç de güzel değil. Bu bölümlerin tamamından mezun olanların iş bulabilmeleri için Üretime dair bölümlerin açılması ile olur. Hani nerede üretim bölümleri?
Bak kardeşim, önce elinizde ve yurt genelinde birçok ürün olması lazım.  Üretim bölümlerinden mezun olanların açtıkları fabrikalar olması lazım.  O fabrikalarda işletmecilerin çalışması iş bulması lazım.
Ürün varsa, mal varsa, pazarlanması, lojistiği, reklamı, tanıtımı, halkla ilişkileri ve uluslar arası ilişkilerden mezun olanlarında, ondan sonra iş bulması mümkün.
Şimdi anladınız mı gençlerimizin geleceği ile oyun oynandığını?
Şimdi anladınız mı gençlerimizin SV leri iş adamları tarafından neden çöpe atılıyor? İş bulamıyorlar.
Sadece gençlerimizin geleceği ile değil, ülkemizin geleceği ile oynanıyor.

 Sıkı durun, şimdi sizlere Tüm dünyada ve ülkemde, din eğitiminin Orta öğrenimde mecburi olmasını önereceğim.
Okulların tamamı mesleki eğitim ağırlıklı olmak zorunda. Ve bu okulların derslerinin içinde Allahın iyi insan olmamız için, indirdiği kitapların, bizde ise Kuranı kerimin Türkçe mealinin ders olarak işlenmesi lazım.
Lise bitiren bir gencimiz kuranın ayetlerinden sınava tabi tutulmalı. Her inanış sahibi aile çocuklarının kendi kitabının içeriğini bilerek mezun olmasını ister.
Allah muradı, bütün kitaplarındaki öğretilerinde, İyi insan olmanın yollarını öğretmektir. Bu durum kimseyi korkutmamalı.
Bütün okulların programlarına bu öğreti girdikten sonra İmam Hatip Liseleri kaldırılmalıdır. İsteyenlerin bu temel öğretileri alan herkesin İlahiyat fakülteleri ne  gidebilmeleri sağlanmalıdır.
Bu neyi getirecek?
Bu İlk ve Orta öğrenimde, ayrışmayı, gençlerin kamplaşmasını ortadan kaldıracaktır. Bu bir.
Yalan yanlış eğitim veren Tarikat, cemaat ve gurupların milletimiz tarafından talebini ortadan kaldıracaktır. Bu iki.
Çünkü her öğrencimiz kendi kitabını çok iyi bilecek, Din tacirlerinin tuzağına düşmeyecektir. Bu üç.
Ülke inanan ve inanmayanlar diye kamplara ayrılmayacaktır. Buda Dört.
                  Eğitim ve öğretim insanımızın bireysel ihtiyaçlarını karşılayabilecek düzeyde ve kazancını sağlamak amacını gütmelidir.
                  Ülkemizin gerçeklerine, birliğine beraberliğine, kavgasız bir şekilde devamına hizmet etmelidir. Bölünmesine parçalanmasına değil.
                  Bitirdikleri okullar sonunda, gençlerimiz hala ekmek parası kazanamama korkusu yaşamamalıdırlar.
                   Okullarını bitirmiş, İyi insan özellikleri kazanmış, mesleki eğitimini almış, yarın korkusu olmayan bir nesil, huzur duyar, huzur verir,  kavgasız barış dolu bir ülke ye ancak böylece kavuşuruz inancındayım. Saygılarımla.
                                                Mehmet Kızılaslan 2017-10-17
               


14 Ekim 2017 Cumartesi

FETÖCÜLERİN İMAM HATİP ÜZERİNE OYUNLARI -2

                
        Bu günkü yazım da, Nazilli İmam Hatip Okulu Yaptırma ve Yaşatma Derneği Onursal Başkanı Mehmet Gebenç kardeşimizin yazısıdır. Kamuoyunu doğru bilgilendirmek adına aynen yayınlıyorum.  
((( TENZİLE ERDOĞAN - RECEP TAYYİP ERDOĞAN İSİMLERİNİ NAZİLLİ de YAŞATALIM! HAYDİ BUYRUNUZ.
       13-01-2013 Tarihli karar ile Nazilli İmam Hatip Okulu Yaptırma ve yaşatma Derneği; Aydın İl Özel İdaresinden özel gayretlerle çıkartmış olduğu 2,3 Milyon Liralık ödenek ile 24 derslikli İmam Hatip Orta okulunun yapımı için ilk adım atılmış oldu.
        Dernek Yönetimi 13-01-2013 Tarihli kararı ile TENZİLE ERDOĞAN -RECEP TAYYİP ERDOĞAN NAZİLLİ İMAM HATİP KÜLLİYESİNİN hayata geçmesi çalışmalarını başlattı. Bu çerçevede İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile Külliyenin kroki çalışmaları başladı.  (kroki çalışması mevcuttur.)
        Nazilli şehir planında İmam Hatip Lisesi bahçesine TATBİKAT CAMİSİ yer alırken kroki çalışmalarında bu cami yeri görmezlikten gelinerek krokide yer almaması için özel gayretler birileri tarafından sarf edildi.
        Yine kendileri, kendilerine ait arsa-arazi ve ev tapularını Milli eğitime vermeden; okul arsasının tapusunu 28 Şubat sürecinde olduğu gibi istemeye başladılar. Bu arada dernek yönetimi çalışmalarını sürdürdü. Dönemin Aydın Valisi Sayın Kerem Al Beyefendi dernek yönetiminin TENZİLE ERDOĞAN - RECEP TAYYİP ERDOĞAN NAZİLLİ İMAM-HATİP KÜLLÜYESİ için emrindeki İl Özel İdare bütçesinden 15-20 Milyon Liralık ödeneği çıkartabileceğini ve Nazilli'ye güzel bir eser kazandırılmasının takipçisi olacağını ifade etmişlerdir.
         Henüz 28-09-2013 Tarih 3847391 - 20-27220253 sayılı Milli Eğitim Bakanlığı genelgesi çıkmadığı için okul arazisinin bir köşesinden 500 m² lik bir bölümünün tapusunun Aydın Valiliğine verilmesinin "illi bağ" açısından yeterli olacağını; dernek yönetimi de 500 m² lik arazinin ve tüm okul binalarının ve pansiyonlarının sadece İmam Hatip Okulu için kullanılacağı Tapu Şerhine sonuna kadar saygılı olduğunu, Sayın Kerem Al beyefendi, ifade ettiler.
Ayrıca Sayın Cumhurbaşkanımızın ve Merhume Annelerinin isimlerinin Aydın ilinde yaşamasına katkıda bulunmasının kendileri için ayrı bir övünç kaynağı olacağını ifade eden dönemin Aydın Valisi Sayın Kerem Al Beyefendi;  3-5 gün içerisinde Merkez Valiliğine tayin edildi.
          Açık ve gizli Fetö'cüler Külliyenin hayata geçmesini önlediler ve her zamanki taktikleri icabı, icraatı kendileri yaptılar, faturayı dernek yönetimine kestiler. Vali beyin tayinini dernek yönetimi yaptı dediler.
Aydın - İzmir - Muğla - Manisa İllerindeki FETÖ yapılanmalarının müsebbibi olan, Recep Uzunallı'nın " Bizim Özel Okul ve Dershanelerimizin bulunduğu İl ve İlçelerde BİNA ve EĞİTİM olarak GÜÇLÜ İMAM- HATİP OKULLARINA MÜSADE ETMEYİZ. Bizim her ilde Milletvekillerimiz, Valilerimiz, Müdürlerimiz olacak, karda yürüyüp izimizi belli etmeyeceğiz" dediği 1984 yılındaki projesi yürürlüğe girmiş oldu.
         Dernek yönetimi hiçbir kişi kurum ile inatlaşmadı, problem çıkarmadı. 17,3 Milyon ödenek çıkardı Bu paraların çıkartılmasında BEŞ KURUŞLUK katkısı bulunmayan 20-30 kişilik grup yatırımları sağa sola kaydırılmasında katkıda bulunurlarken TEMEL RUHSATLARINDA ne yazdığının üzerinde bile durmadılar. Bu güne kadar 17,3 Milyon liralık Okul binalarının Temel Ruhsatlarında İmam - Hatip Okulu yazıp yazmadığı konusunda kamuoyuna herhangi bir belge gösteremediler.
          Daha önce sorulan sorulara cevap getiremediler. Paralarını Dernek yönetiminin çıkarttığı binalara bile sahip çıkamayanlar. 28-09-2013 Tarihli Bakanlık genelgesi ve olurları ile sadece İNTİFA (binayı kullanma) hakkını 49 yıllığına Bakanlığa vermenin yeterli olmasına rağmen, hala daha TAPU da TAPU diyen bir avuç insana "SİZ ÖNCE KENDİ EV-ARSA- BAĞ-BAHÇE TAPULARINIZI MİLLİ EĞİTİME DEVREDİNİZ. DAHA SONRA BİZDEN TAPU İSTEYİNİZ. YOKSA SİZ DEVLETİMİZE GÜVENMİYORMUSUNUZ" Demek, Derneğin en doğal hakkıdır.
          Derneğimiz Devletine güvenmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımız ile aynı yerde duran, aynı yöne bakan Derneğimiz yönetimi ve değerli üyeleri Sayın Cumhurbaşkanımız gibi Devlet içindeki PDY ( Paralel Devlet Yapılanması) ile FETÖ' cülere güvenmemektedir. 2013-2016 sürecinde çeşitli başlıklar ile Derneğe Üye yapılmayan birçok kişi ya açığa alınmış ya da yargılanmaktadır. dernek Yönetiminin titizliği Açık ve Gizli FETÖ' cülerin Derneğe sızmaları önlenmiş olup OHAL taramalarından ve Defter denetlemelerinden başarı ile geçmiştir. Dernek Yönetimi ve Dernek Üyeleri zikzak yapmadan en başından bu yana Sayın Cumhurbaşkanımızın yanında yer almıştır.
         Sayın Cumhurbaşkanımız, Cumhurbaşkanlığı sistemini kurmaktadırlar. Dernek Yönetimi ve Üyeleri TENZİLE ERDOĞAN- RECEP TAYYİP ERDOĞAN NAZİLLİ İMAM-HATİP KÜLLİYESİ için çalışmalarını ısrarla sürdürmekte olup gizli ve açık hiçbir FETÖ' cünün gereksiz - mesnetsiz "çamur at izi kalsın" "önce berrak suyu bulandır sonra kendi bulandırdığın suda balık avla" taktiklerine takılmayacaktır.
         Buyurun size çok önemli fırsat Asımın Nesli Proje Okulunun ismini ve (değilse) Temel Ruhsatında ki ile birlikte RECEP TAYYİP ERDOĞAN NAZİLLİ İMAM - HATİP LİSESİ olarak değiştiriniz. Özel Aydınlık Okulu binasını da, İmam Hatip Ortaokulu olarak aynı çatıda birleştiriniz. Erkek öğrencilere imkan açınız.
         42 Yıllık Okul binasının bulunduğu araziye de 49+49 =98 yıllığına Sadece kız İmam Hatip orta okulu ve Lisesi ile pansiyonu, kapalı spor salonlarından oluşan TENZİLE ERDOĞAN NAZİLLİ İMAM HATİP KÜLLİYESİ için iyi niyetli herkes ile çalışmalarımızı sürdürelim. Dernek yönetimi ve üyeleri çalışmalarını sürdürmektedir. Buyurun siz de bir ucundan düzgünce tutun. dernek yönetimi 17,3 Milyon liralık okul binaları, pansiyonlar, kapalı spor salonları ve 1500 kişilik yerleşimin yoğun olduğu yere CAMİYİ Nazillimize kazandırdı. Sizlerde olumlu katkıda bulununuz. Bulunamıyorsanız ortalığa çalı atmayınız. Attığınız çalılar bir gün kendi ayağınıza dolanır.
       Sayın Cumhurbaşkanımıza zaman zaman dosyalar halinde bilgiler arz ediyorum. Ankara da arkadaşlarımız (hemen telefonları dinlemeye almalısınız çünkü bu bir FETÖ taktiğidir.) Sayın Cumhurbaşkanımızın yoğun programları arasında randevu almaya çalışıyorlar. Külliyenin lehinde ve aleyhinde davrananlar ile ilgili karar Sayın Cumhurbaşkanımızın uhdelerindedir. Dernek yönetimi ve Saygıdeğer üyeleri sabırlıdırlar. "Sabreden Derviş TENZİLE ERDOĞAN - RECEP TAYYİP ERDOĞAN NAZİLLİ İMAM HATİP KÜLLÜYESİNE ERMİŞ" olacağı günler yakındır İnşallah.
        Kanal-a da ki sabahları çok güzel program yapan ERKAN TAN beyefendiyi de VUR MEHTERİ ..!  ÇAL MEHTERİ nidaları ile MEHTER MARŞLARI arasında program sunucusu olarak çağıracağız İnşallah gönüllü olarak geleceklerdir.
        Dernek yönetimi ve üyeleri bütün çalışmalarını Anayasa - yasalara - kamuoyunun ihtiyaçlarına göre yapmaktadır. 1967 Yılından 2017 Yılına kadar 50 Yıldır üzerinde açık ve gizli FETÖ taktikleri, 28 Şubat taktikleri, 15 Temmuz 2016 taktikleri üzerinde DOKTORA TEZİ yapılacak kadar taktiklerle karşılaşmıştır.
        Dernek Yönetimi ve üyeler herkesle uzlaşmacı, olumlu çalışmalara açık olduğu kadar; engelleyici tutum takınanlara da o kadar kapalıdır. Ömrünü Şeytan taşlamakla geçiren insanlara salavat getirecek zaman kalmaz
        Dernek Yönetimi birçok denetlemeden başarı ile çıkmıştır. İcraatlarını kamuoyunun önünde yapmaktadır. Kırmızı çizgileri ise, Sayın Cumhurbaşkanımızın kırmızı çizgileriyle aynıdır. 28 EYLÜL 2013 Tarihli genelge Sayın Cumhurbaşkanımızın himayelerinde HAZİRAN 2013 yılında Kayseri Erciyes de yapılan İmam Hatipler zirvesinde Dernek yönetimi tarafından verilen yazılı önerinin kabul görmesi üzerine çıkartılmıştır. Bu genelge ile Devletimize binlerce derslikli arsa ve araziyi bedava üretmiş olduk. İmam Hatiplerin binalarının gelişmesini kıskanan açık ve gizli FETÖ' cüler engellediklerini, engellediler ve Dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan oldular.
        Binlerce okul-yurt ve dershaneleri Hazineye devroldu. Sayın Cumhurbaşkanımızın veciz ifadeleri ile dile getirdiği "Kaderin üstümde bir kader vardır" gerçeği hükmünü icra etmiştir.
        "O da çalışsın ben de çalışayım değil, O yok olsun ben ayakta kalayım " taktiği uygulayan FETÖ' nün tezgahları DENİZ FENERİ derneğindeki, Güzel insanlar, Sayın Zekeriya Karaman Beyefendi ile Sayın Zahit Akman, Beyefendiye kurdukları kumpas ortaya çıkmadı mı? "Kimse Yok mu "diye ortaya çıkanlar; ortalıkta kendilerinden başka kimseyi bırakmamak niyetiyle yola çıkmadılar mı?
        1976 Yılında Merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan Hoca, (Mekanı cennet olsun) benim de aralarında bulunduğum 8-10 Üniversite öğrencisine FETÖ den bahisle "O örgüt Uluslararası bir projedir. Uzak durun. Dikkatli olun, onların değirmenine su taşıyan olmayın" diyerek 40 yıl sonraki 15 TEMMUZ'u daha o günlerde fark etmişti.
         Evet "Kabe'nin yeryüzündeki şubeleri olan Camileri Allah'a (CC) Ahiret gününe iman edenler imar ederler" gerçeğinden hareketle, TEMEL RUHSATLARI konusunda belge getirmemenize rağmen, bir sonraki yazımda, Değer verdiğimiz KAMUOYUNUN doğruları öğrenmesi için cami ve diğer konularda yazacağım İnşallah. Ama şunu iyi biliniz ki; Camiyi yaptıran hayırsever vatandaşımız ile, yapan Müteahhit arasında yapılan protokolde, dernek sadece cami arsası tahsis etmiştir. Dernek hesabına ne bir arsa bağışlanmıştır nede para girişi ve çıkışı olmamıştır. Yapılan caminin kullanımı Diyanet İşleri Başkanlığına verilmiştir. Diyanet İşleri Başkanlığı tapu istememiştir. Bu Caminin yapılması gizli ve açık FETÖ cülerin bütün oyunlarını bozmuştur. Bu caminin yapılmasını engel olmaya çalışan bazı kişilerin FETÖCÜLÜKTEN yargılanmaları devam etmektedir. Dernek yönetimi de yasal haklarını kullanırken kamuoyunu doğru bilgilendirmelerine devam edeceklerdir.
        Dernek yönetimi, kendi icraatlarına güvendiği için konuyu kendisi Cumhurbaşkanlığına bağlı, Devlet Denetleme Kuruluna taşıyacaktır. 2013-2017 yılları arasında derneğe ve okul arazisine uyguladıkları gizli ve açık, fetöcülerin ince taktiklerinin ortaya çıkmasını sağlayacaklardır. Kamuoyunun bilgilerine sunulur.)))