24 Aralık 2014 Çarşamba

HER ŞEY DEĞİŞİYOR HAYVANLAR BİLE..





Bir gönderiyi izledim face te, hayretlerde kaldım. Fare sanki annesiyle oynar gibi kediyle oynuyor.
Bir başka paylaşım da kumru, kediyle, sanki dalga geçiyor, şakalaşıyor. Hepsi çok mutlu.
Bu her iki kısa filmde, kedinin tabiatı değişmiş. Kimyası farklılaşmış. Alışkanlıkları tabuları yıkılmış sanki. Yemesi gereken fareyi ve kumruyu yemiyorlar, onunla oynuyorlar.
Yadırgadım mı?
Evet yadırgadım.
Ama sonra birde etrafıma baktım. Bizdeki değişiklikleri düşündüm. Asıl değişen bizlerdik, hepimizdik. Ve farkında değildik bu değişmelerin.
İnsanlar zaman içindeki alışkanlıklarını doğrularını ve işin garip tarafı ahlak ve karakterini nasıl değiştirebilirler ki? Bunu bile düşünmedik.
Ilık suya atılmış ve altından yavaş, yavaş ısıtılan kurbağalar gibiydik hepimiz. Rehavet le, uyuşukluk içinde yattık suların içine. Bir süre sonra haşlandık, yandık farkına varamadık.
“Haksızlıklar karşısında susmak, dilsiz şeytan olmaktır” Hadisi şerifini unuttuk.
Dürüst olmayanlara karşı tavır almanın insanlık gereği olduğunu unuttuk.
Peygamberlerin tek başlarına mücadelelerini ve başına gelenleri unuttuk.
Onların başlarına gelenlerin milyonda birinin bizim başımıza gelmesinden korktuk.
O adaletiyle ünlü Osmanlının torunu olduğumuzu söylerken onların yüzde biri kadar adil olmayı istemedik.
Mertliği ile ünlü atalarımızın binde biri kadar, mert olmayı beceremedik.
Övündüklerimizin neredeyse tamamı patates gibi toprağın altında kaldı. Onlardan ders almayı beceremedik.
Ne oldu bize neden böyle olduk?
Eskiden babalarımız bizlere helal lokma yedirmek için, her türlü zorluğa göğüs gererlerken, Namussuzun, hırsızın ve adaletsizin karşısında dik dururlarken; Bizler neden bu kadar ikiyüzlü ve riyakâr olabildik.
Nedenini hiç düşündük mü?
Daha önceki yazılarımda İslam halifelerinin göreve başlamadan önceki mal varlıklarının tamamını, görevleri süresince bitirdiklerini, birçoğunun, sırtındaki elbiseden başka elbiselerinin kalmadığını yazmıştım.
Şimdiki Müslüman’ım diyen siyasetçilerin ise göreve başladıktan sonra mal varlıklarını yüzlerce kat artırdıklarını yazmıştım.
Hangisinin doğru olduğunu, hangilerinin gerçek Müslüman olduklarını düşünmenizi sağlamaya çalıştım.
Dostlarım, hepimiz kolaycı ve beleşçi olduk. Başımıza gelen her şey, hak etmediğimiz halde, edinmek istediğimiz mal özleminden dolayı başımıza geldi.
Suçlu biziz. İslam’ı yeniden yorumlayınız diyenlerin ve yorumlayıp hayatımıza sokanların oyuncağı olduk. Sizin önünüzü açarız İsrailin güvenliğini artırın diyenlerin serserisi olduk.
Çünkü kolayı biz de sevdik. Hem çalışmadan yemeyi sevdik. Hem de hak etmediklerimizi almanın suç olmadığı örnekler gördük. Hoşumuza gitti beleşçilik.
Allahın istedikleri yerine, çevremizdeki yobazların kolaycılığına meyil ettik.
Kimyamız değişti,
Alışkanlıklarımız değişti.
Tabularımızı biz kendi ellerimizle yıktık, bunu başarı saydık.
Doğrularımızın yerine, çevremizde yapılan hırsızlıkların cezasız kalması bizimde hoşumuza gitti. Belki bir gün bizde çalabiliriz diye hoş gördük.
Bizler bazılarımız, hayvandan da aşağı mahlûklar olduk. İşin garibi bu aşağılık olanları Uyanık, açıkgöz ve başarılı saydık.
Biz kaybediyoruz. Kaybedeceğiz. Kaybettik dostlarım. Adaletini yitiren bir ülkenin bekası olmaz. Adaletini yitiren bir insanın cenneti olamaz.

Saygılarımla Mehmet KIZILASLAN 2014-12-24

13 Aralık 2014 Cumartesi



                         OSMANLICA SENİN NEYİNE

Bu başlığı biraz daha dikkat çeksin diye attım. Dilimize doladığımız, “Osmanlıca dilli mecburi ders oldu, geriye gidiyoruz. Yobazlaşıyoruz. Bu adamlar bizi karanlık çağlara götürüyor” sözlerini söylemeden önce, bakalım Osmanlıca nasıl bir dilmiş. Neymiş?

 "Osmanlı Türkçesi" diye bir dil haddizatında yoktur. Osmanlı İmparatorluğu'nun resmî dili bildiğimiz Türkçedir! Bundan asırlar öncesinin padişahı da, sadrazamı da, sokaktaki adamı da sadece Türkçe konuşmuş, meselâ susadığı zaman "Su verin" demiş, terlediğinde "Yahu hava bugün amma da sıcak" diye söylenmiş, kızdığında da aynen bugün kullandığımız ifadeleri kullanmış, "Ulan ben senin bilmemneni....!" diye başlamış ve gerisini bugün ne diyorsak o şekilde getirmiştir.
Zamanımızda "Osmanlıca" kavramı ile kastedilen dil, resmî metinlerde kullanılmış olan ağdalı imparatorluk üslûbudur. Genç neslin artık anlamakta zorluk çektiği eski metinler, meselâ Türkçenin zirvesi, Refik Hâlid'in makaleleri yahut Hüseyin Rahmi'nin romanları gibi örnekler ise "Osmanlıca" falan değil, düpedüz Türkçedir; hem de hakiki, temiz ve nefis Türkçe! Dilimizi artık çoğu yeni uydurulmuş birkaç yüz kelimeye hapsettiğimiz için bu asıl Türkçe'yi unutmuş ve "Osmanlıca" diye isimlendirmekle de hata etmişizdir.

Bu, yukarıdaki sözler, Gazeteci yazar Murat Bardakçı’nın sözleridir, biliyorsunuz?
MURAT bardakçı Osmanlı nın yıkılış dönemine ait araştırmaları ile ünlü, Arapça, Farsça, Fransızca, İngilizce ve Osmanlı Türkçesi bilen, Ebced notası, Hamparsum notası ve Bizans ve Haz neumleri gibi musiki yazısı sistemlerine de uzmanlığı vardır. Yazma ve basma eserlerden oluşan kütüphanesinin, arşivinin ve diskoteğinin ise bütün zamanların en geniş çaplılarından biri olduğu bilinmektedir.

 Bakınız Murat bardakçı Üstadım yazısına nasıl devam ediyor.
           “ Kanun teklifinde "Osmanlıca" sözü ile neyin kastedildiği, teklifin yasalaşması hâlinde okullarda eski harflerin mi yoksa eski devirlerin resmî dilinin mi öğretileceği...
           Öncelik tabii ki yazının yani eski Türkçenin öğretilmesinde olmalıdır, ama bu iş bugün için imkânsız gibidir, zira memleketin dört bir yanındaki binlerce okulda bu dersi ciddi şekilde öğretebilecek hocaların sayısı bir hayli azdır.
          Ders mecburî hâle getirildiği takdirde öğretmen yokluğu sebebi ile ya boş geçecek yahut bu iş eski harfleri bildikleri zannedilen ama aslında bilmeyen İlâhiyat Fakülteleri'nin yahut, İmam-Hatiplerin mezunlarınca ve din kültürü ile ahlâk bilgisi hocalarınca verilecek, neticede öğrenci hiçbir şey öğrenemeyecektir.
          Hele, üniversitelerimizin tarih ve edebiyat bölümlerinde yapıldığı gibi pratiğe ağırlık vermek yerine öğrencinin kafası lüzumsuz gramer kaideleri ile doldurulduğu takdirde daha da fena... O kadar emek ve zaman boşa gitmiş olacaktır!”

             Eski Türkçenin yani bugün bahsini ettiğimiz Osmanlıcanın, mecburî ders yapılması, artık unuttuğumuz eski kültürümüzden az da olsa bir şeylere yeniden sahip olabilmemizi sağlaması bakımından sevindirici ve umut verici bir teşebbüstür.  Ama bu derece önemli bir işin acele ile değil, ciddî bir hazırlıktan sonra uygulamaya konması gerekmez miydi?
            Ciddî hazırlığın temelinde ise eski harfleri layığı ile bilen öğretmen sayısının arttırılması vardır. Dersi zorunlu hâle getirmeden önce bu hocaları yetiştirecek okullar açılmadığı takdirde, Osmanlıca öğretimi boş ve gereksiz bir heves olarak kalmaya mahkûmdur!

            Ey, eski mezar taşlarını mı okuyacağız, diye yaygara basanlar. İktidarın yaptığı her şeye karşı çıkanlar. Mezar taşlarından sonra; tarihi istedikleri gibi bize öğretenlerin doğru olup olmadıklarını hiç merak etmez misiniz? Gerçek tarihimizi eski kayıtlardan ortaya çıkaracak nesiller olsun istemez misiniz?

            Bu olaya karşı çıkışınız beni korkutuyor biliyor musunuz?
         
            Konu ile alakası yokmuş gibi görünse de “Osmanlının Cezayir Valisi Yedi Sekiz Hasan paşa’ nın okuma yazma bilmediği halde mareşalliğe kadar yükseldiğini, ABD donanmasından birkaç geminin, Akdeniz de dolaşma izni için, zamanın ABD başkanı ile anlaşma imzalayan onları haraca bağlayan, paşası olduğunu biliyor muydunuz?    

      Bunu neden anlattım? Buna benzer birçok olay ve gerçeklerin, Kayıtların açılmaya başlandığı bu günlerden sonra, Eski Türkçeyi, yani Osmanlıcayı bilenler tarafından, gün yüzüne çıkarılacağını düşündükçe sevinçliyim.
       Ancak bu derse girecek öğretmenlerin öncelikle eğitilmesini çoğaltılmasını istiyorum.  Öncelikle seçmeli olmasını, Daha sonra ilgili okullarda mecburi hale getirilmesini diliyorum.
        Ben güçlü bir Osmanlının devamı olan güçlü bir devletin çocuğuyum. Bundan gurur duyuyorum. Gerçekler gün yüzüne çıktığında da daha güçlü olacağıma inanıyorum.
              Saygılarımla Mehmet KIZILASLAN 2014-12-13

   
 

29 Kasım 2014 Cumartesi

GÖZÜNÜZ TOPRAK DOYURSUN



                  

İsra suresinin aşağıdaki ayetlerinde, bakınız Allah ne diyor.
61. Meleklere; Âdem’e secde edin! Demiştik. İblisin dışında hepsi secde ettiler. İblis: “Ben, dedi, çamurdan yarattığın bir kimseye secde mi ederim!”
62.Dedi ki: “ Şu benden üstün kıldığına bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!”
63.Allah buyurdu: Git! Onlardan kim sana uyarsa, iyi bilin ki hepinizin cezası cehennemdir. Tam bir ceza!
64.Onlardan gücün yettiği kimseleri davetinle şaşırt; süvarilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlatlarına ortak ol, kendilerine vaatlerde bulun. Şeytan, insanlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez.
65.Şurası muhakkak ki, benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir ağırlığın olmayacaktır. (Onları) koruyucu olarak Rabbin yeter.

Enfal suresinin 28. Ayetinde Allah “Biliniz ki, mallarınız ve çocuklarınız birer imtihan sebebidir ve büyük mükâfat Allah katındadır” diyor.

Bakara suresinin 188. ayetinde yine Allah “ Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o mallardan  hakimlere (idarecilere veya mahkeme hakimlerine) vermeyin.” Diyor.
 Mallarla ilgili yaklaşık, 92 ayet var, Kuranı kerimde.
İnsanların birçokları Dünya malı için oldukça fazla günaha girerlerken görülen o dur ki, İblis işini çok iyi yapıyor. En çok ta mallar söz konusu olunca başarıya ulaşıyor.
 Baba ile evlat, karı ile koca, evlat ile annesi ve kardeşler arasına, hep mal girmekte ve düşmanlıklar oluşmaktadır.
Her kes malın mülkün ve evlatların imtihan için verildiğini, Kuranı kerimde okumuş olsa da, o imtihanı başaramamakta ve sınıfta kalmaktadır.
Çevrenize bir bakınız. Hiç ummadığınız kimseler mal ve mülk konusunda dargın, küskün ve hatta mahkemeliktirler.
Hani bir söz vardır ya “ Gözünü toprak doyursun.” Diye. İşte öyle bir dünya ki bu dünya, Hiçbir kimse, okudukları kutsal kitaplardaki yazılan, Allahın sözlerinin kendisi için değil de, kendisinin dışında herkes için geçerli olduğunu zannediyor.

Bir atasözü vardır “Cehennemin yolu iyi niyet taşlarıyla örülüdür” Birçok kimse de, kendisinin bu yanlışları iyi niyetle yaptıklarını düşünmeleri sonucu, Cehenneme düşeceklerinden habersiz, mal mülk ve adaletsiz uygulamaların içine düşmektedirler.

Dileğim odur ki Rabbim haksız yere mal biriktireni, başkalarının hakkını gasp edenleri, yasalara uygun dahi olsa, yanlış yapanları, hakkı olandan alıp, hakkı olmayana verenleri,   yiyeni, Lanetlemeden önce hidayete erdirir. Değilse, zaten 92 ye varan ayetten birçoğunda, cehennemi ile cezalandıracağını belirtmiştir. İnananlara, inanıyorum diyenlere, duyurulur.
İnanmayanlar ise, kapsama alanı dışında kalıyorum, zannetmesinler.  
                         Saygılarımla. Mehmet KIZILASLAN 2014-11-29



15 Kasım 2014 Cumartesi

İSRAFÇI MİLLETİZ VESSELAM



                          

Milli Eğitim çok önemlidir hepimize göre. Bunu söyler bunu dillendiririz. Ama ne yapabiliriz ne çare bulabiliriz. Çocuklarımızı nasıl daha rahat ortamlarda eğitim verebiliriz diye bir araştırmamız olmaz çoğu zaman.
Hepimiz çocuğumuzun ya da yakınımızın işinin olmadığından, torpil arayıp dururuz.
Ben şimdi yaklaşık olarak 100 kadrolu bir iş önereceğim sizlere, Nazillide.
Merak ediyorsanız devam edeceğim. Değilse burada keseceğim ve sizler yakınlarınızın falanca okula temizlik işçisi girmesi için hemen siyasilerin başını ağrıtmaya devam ediniz. Diğer taraftan da, atanamayan öğretmenlerin sokaklara dökülmesine seyirci kalınız.
 Nazilli Fatih İlk Öğretim ve Orta Okulu ile Zafer İlk Öğretim ve Orta Okulu öğrencilerinin durumunu büyük olasılıkla o okulun yöneticileri ile birlikte, İlçe Milli Eğitimi  bilmelerine rağmen; velilerin, neden siyasileri ve yetkilileri uyarmadıklarını merak ediyorum. Onları neden zorlamazlar. Çocuklarının çektikleri ikili eğitimdeki sıkıntıları siyasilere neden ulaştırmazlar? Çözümü de neden sunmazlar?
 Ne yapabiliriz ki? Demeyiniz. Hemen bu okulların tam ortasına düşen ve bu okulların yükünü alacak, ESKİ DEVLET HASTANESİ ni Milli Eğitime vermeleri için mücadele ediniz. Bu okulların yükünü alarak, Nazillimize bir okul daha kazandırınız.
Neden, yeni atanacak öğretmenlerle, çalışan personeliyle, temizlik işçileri ile birlikte, 100 İnsanımıza daha iş alanı açılmasını sağlamazsınız ki?
Ey iktidarın ilçe yöneticileri mevcut dairelerde temizlik işçisi atamalarında, 8-10 kişinin başında, “benim önerdiğim yakınım, neden görevlendirilmedi” diye, birbirinize gireceğinize, alın sizlere bir iş kapısı daha; hem de 100 personelden aşağı değil.
Nazilli eski Devlet hastanesini, hemen Bu okulların öğrencilerinin yükünü alacak şekilde yeni bir okul açılmasını sağlayınız.
Hem bu okullardaki eğitimin, kalitesini yükseltirsiniz. Hem de, tayin bekleyen yüz öğretmenin daha iş alanının açılmasını sağlayınız.
Müdür olmak için ve müdür muavini olmak için sınav kazanmış 4-5 idarecimizin daha, önünü de açınız. Birde temizlikçisi ile kantincisi ile 10 - 15 insanımıza daha iş imkânı sağlayınız.
Gelelim israfımıza; Orada kocaman bir bina atıl olarak durmakta iken, iki tane okulumuzda ( Fatih İlk Öğretim ve Orta Okulu– Zafer İlk Öğretim ve Orta Okulu) öğrencilerimiz ikili eğitimde üst üste okumaya çalışırken bakalım neleri israf ediyoruz.
Bir Kocaman bir binamız Eski Devlet Hastanesi binası boş duruyor bu bir israftır.
İki Bu iki okuldaki Öğretmenlerimizin eforlarını, öğrencilerimizin çokluğu nedeniyle israf ediyoruz ve azami verimi alamıyoruz. Bu bir isrftır.
Üç Öğrencilerimizle daha çok zaman ayıramadığımız için o genç nesil in zamanını ve geleceğini israf ediyoruz.
Dört atanma bekleyen öğretmen adaylarımızın psikolojilerini bozuyoruz. Bu da bir israftır.
 Beş Nazillimizde iş ekmek bekleyen, memurundan, temizlikçisine ve kantincisine kadar birçok insana iş imkânı sağlayamıyoruz. Bu da bir israftır.
Hasılı biz çok israfçı bir Milletiz ve dar alanlarda büyük kazançlar temin edebileceğimizi zannedip birbirimizi yiyoruz. Burada edilen israfın haddi hesabı yok.
Doğru değil mi söylediğim ey yetkililer? Haydi İş başına, önleyiniz bu israfı.

  Saygılarımla.       Mehmet KIZILASLAN 2014-11-15

7 Kasım 2014 Cuma

GELİŞMEMİŞ EGOLARDA DÜNYA SEVGİSİ




         

Gelişmemiş ülkelerde demedim özellikle, vereceğim örnekler gelişmemiş ülkelerin, gelişmiş beyinli liderlerinin ne kadar mükemmel olduklarını, kendilerini ne kadar güzel geliştirdiklerini ve egolarını nasıl bertaraf ettiklerini de anlatacak çünkü.
Daha önceleri de buna benzer yazılarım olmuştu. İslam ülkelerinin, İslam devletlerinin liderlerine bakıyorum geçmişe dönüp. Geçmişe dönüp diyorum, çünkü onlardan iftiharla bahsedebiliyorum.
Her biri yönetime geçinceye kadar çok zenginler. Yönetimi bitip görevden ayrılırlarken ya da ölürlerken, üzerlerindeki kıyafetten başka mal varlıkları kalmamış.
İmreniyorum, gıpta ediyorum, hayranlığım hem kendisine hem de savunmaya soyundukları, İslam anlayışına, artıyor, hayranlığım, zirve yapıyor.

Ne gariptir ki son zamanlar İslam ülkelerinin liderlerine bakıyorum. Onlardan iğreniyorum, utanıyorum, tiksiniyorum.
Bazıları dansözlerin üzerlerine dolarlar yığıyor.
Bazıları altın musluklar ve altın eşyalar dolu saraylarında zevkusefada.
Bazıları onlarca Amerikan arabasında, altın aksesuarlı eşyaların içinde saltanat sürüyor.
Bazıları anlatılması ve söylenilmesi, yazılması, çok zor ortamlarda günlerini gün ediyorlar. Ve Biz İslam’ız diyorlar, dünyanın gözünün içine bakarak. Sanki küfrediyorlar İslam anlayışımıza.

Onun için utanıyorum. Bunlar mı Müslüman, bunlar mı İslam diyorum.

Yüce Allah kitabında Maun suresinde bakın ne diyor:
“Dini yalanlayanı gördün mü?
İşte onlar yetimi itip kakar.
Yoksulu doyurmaya teşvik etmez;
Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar.
Onlar gösteriş yapanlardır; hayra da mani olurlar.”
Allah’ınızı severseniz, bu ayetinde ne diyor, ne anlatmak istiyor, yüce yaratıcı?
Sizler ne anlıyorsunuz saygıdeğer okuyucularım?

 İslam’ı bilmeyenler, böylesi liderleri gördüklerinde, yoksul iken işin başına geçip, sonradan anlatılamayacak kadar zengin olan, İslam olduğunu iddia eden liderleri gördükçe, ne diyorlardır sizce? Büyük bir olasılıkla “Ben İslam’ı seçmem” çünkü “onların liderlerinin yaşadığı gibiyse İslam, doğru bir din değil” diyorlardır herhalde.
İslam barış’ın adıdır. İslam adaletin adıdır. İslam Varlıkta eşitliğin, fırsat da eşitliğin adıdır. İslam israfın düşmanıdır. İslam Komşusu aç iken tok yatmayandır. İslam Ülkesindeki insanları kendisinden farklı saymayandır.
O liderler öylede biz nasılız acaba? Önce kendimizi tartacağız. Önce kendimizi düzelteceğiz. Önce İslam’a yakışır yaşayacağız ve örnek olacağız. İslam liderleri de, Dünyaya örnek olacaklar.  Saygılarımla. 
                          Mehmet KIZILASLAN 2014-11-07



1 Kasım 2014 Cumartesi

FARELERİN YUVALARINDA BİLE





Farelerin yuvalarında bile bir giriş deliği varsa, onlarca kaçış yolu bulunmaktadır.
Kömür madenlerinde sadece bir giriş ağzı neden olur? Neden ikinci üçüncü kaçış ağızları  olmaz?
Fareler kadar aklımız mı yok, yoksa insan hayatı bu kadar ucuz mu?
Sözüm sadece iktidara değil muhalefetin ölümler üzerinden politikalar yapan yöneticilerine de var.
Nerede çokça çalışan işçi varsa Fabrikalar ve madenler, hepsine seçimlerden önce girdiniz oy istediniz. Size oy vermelerini istediniz.
Alınmayan tedbirleri gördüğünüz halde patronlarının yanında onları söylemediniz. Size işçilerin anlattıkları da, koltuk sevdanızdan olsa gerek bir kulağınızdan girdi, diğerinden çıktı.
Hiç birinizin iş güvenliği, işçi sağlığı konusunda dişe gelir bir programınız bile olmadı. Olmayacak ta.
Sadece oy istediniz. Alamadığınızda, bazılarınız madenlerdeki ölümlere neredeyse gülümsediniz. Utanmadınız.
Allah’ınızı severseniz, hanginizin kömür madenleri konusunda bir iyileştirme projeniz var? Soruyorum ey iktidardakiler, muhalefettekiler, yanaşmalar, yandaşlar, ağalar, beyler, efendiler. 
Şimdi sizlere, fikir fakiri sizlere, aklıma gelen fikirlerimi söylüyorum. Okuyunuz anlamaya çalışınız.
Kömür madenlerini kapatamazsınız. Dışa bağımlılığı daha öteye taşıyamazsınız. Yapacağınız iş, Her Kömür madeninin alması gereken tedbirleri öncelikle belirleyiniz.
Belirlediğiniz tedbirleri hiçbir kömür madeni sahibi, patronu, yerine getiremez. O halde ne yapacaksınız?  
Ne mi yapacaksınız? 
Bütün Kömür madenlerinin havalandırma sondaj borularını en az on adet yapacaksınız. Kaçma ve çıkma ağızlarını en az ikiye çıkaracaksınız. Emniyet odalarını madenlerin içine birkaç ayrı yere yapacaksınız. Su boşaltma pompalarını, madenlerdeki suyu anında boşaltabilecekleri yerlere yerleştireceksiniz.
Ve madenin çalışma kapasitesine göre yaptığınız bu yatırımın bedelini oranlayacaksınız. Ve o oran, kadar her madene Devlet olarak ortak olacaksınız.
Efendiler anladınız mı? Her madendeki iş güvenliği tedbirlerini siz alacaksınız. Devlet olarak siz alacaksınız. Sosyal devlet olmanın gereği bu olmalı. Karşılığında her madene yaptığınız yatırım kadar orantılı ortak olacaksınız.
Yok öyle ölen işçilerimizin arkasından ağlayarak ya da ölümler üzerinden politika yaparak milleti aptal yerine koymak.
Bu ölümler kader değil, alçakça ihmaldir efendiler. Devlet olarak seyirci kalmaktır.
Madencileri hapse atmak değil ya assanız ölenler geri gelecek mi? Ya sonra kim soyunacak madenciliğe? Kim zor işlerde üretime girecek?
Benden, bu günlük bu kadar. Ölenlere rahmet okumaktan sizleri de Allah’a havale etmekten yoruldum efendiler yoruldum.  
                      Mehmet KIZILASLAN 2014-11-01


28 Ekim 2014 Salı

CUMHUR VE CUMHURİYET



                 

Cumhuriyet Bayramı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 29 Ekim 1923'te Cumhuriyet yönetimi ni, ilan etmesi anısına, her yıl 29 Ekim günü, Türkiye'de ve Kuzey Kıbrıs'ta kutlanan bir Millî bayramdır. Cumhuriyet Bayramı, 28 Ekim öğleden sonra ve 29 Ekim tam gün olmak üzere bir buçuk gün resmî tatildir.
 Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin onuncu yılı kutlamalarının yapıldığı 29 Ekim 1933 tarihinde verdiği 10. Yıl Nutku'nda, bu günü en büyük bayram olarak nitelendirmiştir. Bu önemi biz hala anlayamamışızdır.
            
              Bu kadar ansiklopedik bilgiden sonra gelelim bizim bayram anlayışımıza. Biz bazı olayların bizim için ne kadar önemli olduğunu algılamakta zorlanan bir Milletiz. Çünkü bize, bir çok önemli gelişme, altın tepside, hiç mücadele etmediğimiz halde sunulmuştur. Cumhuriyet de bunlardan birisidir.
              Koca bir ülkenin 27 de birine razı olduğumuzda binlerce şehit verdiğimiz halde, Zafer bayramını yani 30 ağustosu hiç birimiz gereği gibi kutlamayız. Dedelerimiz; dedelerini, babalarını, bu savaşta kaybetmelerine rağmen, Yedi düvele karşı ayakta durmalarına rağmen, biz bu bayramın da önemini anlayamamışızdır. Gerektiği gibi de kutlamayız, kutlayamayız.

             Cumhuriyet için, hiçbir gayret sarf etmemiş bir Millet cumhuriyetin önemini bilemez. Kurtuluş için yüz binlerce şehit verdiği halde onun önemini algılamakta zorlananlar, Hazır tepside sunulan ve hiçbir gayret sarf edilmeyen, Cumhuriyeti anlamakta gayet tabii olarak algılamakta zorlanırlar.
             Cumhur, halk demektir, Millet demektir.
             Cumhuriyet, Halkın yönetimi, Milletin kendi kendisine yönetmesi demektir.
 Olur mu hiç, bizim için karar veren, padişahım devletlim varken, bizim gibi tahsilsiz eğitimsiz, bir şey bilmeyen insanların, onun, padişahın, yerine yönetime soyunmamız doğru olur mu? deyip Cumhuriyete karşı olanların yanı sıra;
 Olur mu bizim gibi, tahsillilerin, eğitimlilerin, oyları ile, cahil, cühelanın oyları aynı olur mu? diyen güruhun mantığı aynıdır.

Hiç düşündüğünüz oldu mu Bütün yetkiler eline verilmiş, kendisine padişahlık teklif edilmiş, İstese halife de, padişah da, kendisi olabileceği halde, Neden Türk ulusunu, Cumhuriyetle yönetmeyi seçmiştir, Mustafa Kemal Atatürk?
Kim ne derse desin, Kendisini fütursuzca eleştirdiğimiz, yaşadığı zamanın ve şartların içinde değerlendiremediğimiz için, bu gün, onun sayesinde kazandığımız özgürlüklerin içinde, öldüresiye eleştirdiğimiz, Mustafa Kemal Atatürk ün yerine, bizlerden birisi olsaydı, zannederim hiç kuşkusuz, halifeliği de, padişahlığı da, o şakşakçıların, yağdanlıkların içinde çekinmeden kabul ederdik. O Son Yüz yılın yetiştirdiği en büyük insandır.
Günümüz, askeri ve sivil darbecilerinin yanında, O mükemmel ötesi bir liderdir.

Ezilenler, köylüler, işçiler, esnaflar, sanatkarlar, memurlar, velhasıl padişah soyundan gelmeyen tüm efendiler; bu bayram sizin, bizim en büyük bayramımızdır.   
Bayramımız kutlu olsun.
Ben sizlerden daha şanslıyım Cumhuriyetin 35. yıldönümünde, 1958 de Cumhuriyet bayramı sabahı doğduğum için benim için çok daha büyük bayram günü bu gün.    
Saygılarımla.   Mehmet KIZILASLAN 2014-10-28


27 Ekim 2014 Pazartesi

ALLAH AŞKINA YORMAYIN MİLLETİ




                              ALLAH AŞKINA MİLLETİ YORMAYIN
İki taşıtımız var hurdaya çıkardık. Dediler ve de ruhsata işlediler ki “Aliağa ya teslim edilmek üzere hurdaya çıkarılmıştır.”
Aradık Aliağa da, ne kadar aranacak yer varsa. “Hurda alımı durduruldu” dediler.
Taşıtlarımızı hemen yanımızdaki hurdacılara verebilir miyiz diye, çare aradık. Trafik şubedeki yetkililere ulaştık. “ Hayır veremezsiniz, isterseniz Kırıkkale de alıyorlar orya götürebilirsiniz.” Dediler.
Biz dedik ki “bedavaya vereceğiz bu taşıtları yeter ki elimizden alsınlar, Vergi dairesi ve trafikten bundan sonra herhangi bir borç işlemesin”
Olmaz dediler. Yılbaşına kadar bekleyin, o zaman bir şey çıkmazsa trafiğe girdi çıktı yaparız”  Ondan sonra bir çözüm bulunur elbet dediler.
Basit bir olay ve bu günlerde benim başımdan geçti bunlar.

Ey devlet,in kurumları siz istediniz eski taşıtlarımızın ikisini trafikten çektik. İki taşıt'ımızdan dolayı artık trafiğin akışını yavaşlatmıyoruz. Diyoruz ki “bizim bu hurda taşıt'larımızı bedavaya alınız.” “Olmaz sakla” diyorsunuz.
Allah’ınızı severseniz, yormayın milleti, üzmeyin. Aklınıza uymuş, sözünüze inanmış, hurdaya çıkarmışız iki taşıt'ımızı ve hiçbir şeyden ve yeni taşıt alımındaki indirimlerden de yararlanmayı düşünmemişiz.
Bu taşıtlar tamam trafikten çıktı ama sanayideki işyerimizin önünde hurda yığınları olarak duruyor. Kirlilik yaratıyor. Koyacak yerimiz yok. Her gün üzerinden birkaç parçası, yoksul çocuklar tarafından sökülerek hurdacılara satılıyor.
Bir gün öyle zannediyorum ki sadece şase si kalacak ve beklide siz benden o zaman “bu taşıtın diğer parçaları nerede” diye hesap soracaksınız.  

Ben bir gazeteci olarak sorunuma çare bulamıyorum ve ileride başıma geleceklerden korkuyorum.
Bizi  hurda taşıt'ımın parçalarının çalınmasından dolayı suçlarsanız; bu yazımı sizlere göstermek ve delil olarak kullanmak istiyorum. Çare bulunuz.
Tamam, ben bu yöntemi buldum da, diğer vatandaşlar alınmayan ve hurdaya çıkarak trafikten arındırılmış taşıtlarını kaç ay, kaç yıl, nerede saklayacaklar efendim?

Elimizdeki hurda taşıtlar geri dönüşümde kullanıldığında, Ülke ekonomisine katkı sağlayacak ağırlıktalar, nereden baksanız ikisi, 2 ton gibi çeşitli metal içermekte.
Biz çok zengin bir ülkeyiz belki nutuklarımız da, ama iki ton demirin elde edilmesi için en az on ton demir cevheri topraklarımızdan çıkarılıyor ve onlarca emek harcanıyor. Hiç değilse bu açıdan da bakarak bir an önce hurda ya çıkmış taşıtları milletin elinden alarak ekonomimize de katkıda bulunmamızı sağlayınız.


Ne yapabilirsiniz?
Trafik şubelerinize sadece bir yazı ile, “Hurdaya çıkarılmış taşıtları sahipleri en yakın hurdacıya bedelsiz verecekler ve kayıttan düşecekler” diyerek herşey,i kökünden çözebilirsiniz.  Saygılarımla yetkililerin dikkatine sunuyorum.
                               Mehmet KIZILASLAN 2014-10-27



14 Ekim 2014 Salı

HABER: NAR TANELEME MAKİNESİ YAPILDI ENERJİ İÇECEĞİNİZ HAZIR



HABER:


NAR TANELEME MAKİNESİ YAPILDI.

Nazillinin tanınmış yenilik arayıcısı, sanayicilerinden, Saninter Sanat Metal Ltd. Şti. nin sahibi Mehmet Kızılaslan tarafından bir ilk daha gerçekleştirildi.
Bir Nar bahçesi sahibi, Korhan Özmenlikan tarafından, böyle bir makineyi yapıp yapamayacağı sorulan, sanayici Mehmet Kızılaslan, bir haftalık bir yoğun arge çalışması sonucunda, Nar ekşicilerinin, Nar suyu fabrikacılarının ihtiyacı olan,

makineyi gerçekleştirdi.   
Nasadan ödül almış bir Hindistanlı bilim adamının makinesinin sadece dış görünüşünün resminden, esinlenerek gerçekleştirilen makine, gıda nizamnamelerine uygun olarak,  artık Nazillide üretilebiliyor.
Yine Meyve suyu fabrikalarının ihtiyacı olan dev Nar Taneleme ve Nar suyu sıkma makineleri sipariş halinde artık Nazilli de üretilebilecek.
Bilindiği üzere Kabuğu ile birlikte sıkılan narın suyunda, kabuktan geçen kekremsi bir tat oluşmaktadır. İşte bu kekremsi tadın meyve suyuna geçmemesi için, narın tanelendikten sonra preslenmesi gerekmektedir.
Narı tek,tek elde tanelemenin zorluğu nar tüketimini de olumsuz yönde etkilemekteydi. Bu nedenle olsa gerek üreticiler, narın para etmediğini söylemektedirler. Artık nar para edecek.
Diğer taraftan Nazillimizin ve Ege bölgesinin en önemli damak zevklerinden birisi olan Nar Ekşisi imalatçılarının da işine yarayacak olan bu makine ve benzerleri Çinden ithal edilmekteydi.
Mehmet Kızılaslan, Hatay bölgesinde iki imalatçının, daha büyük tiplerini yaptığı makineyi, Ege bölgesinin ilk ve Türkiye nin üçüncü imalatçısı olarak imal ettiklerini söyledi.
İleriki aşamada Türkiye geneline tanelenmiş nar ve nar suyu satış reyonlarıyla işsiz gençlerin 3000 TL gibi bir parayla iş sahibi olabilecekleri bir girişimde daha bulunacaklarını söyleyen Mehmet Kızılaslan, aynı reyonda, Bardakta, çeşitli soslarla, taze Nar tanesi, Taze sıkılmış Nar suyu ve Üzüm suyu satılabileceğini belirtti.
Artık gazlı içecekler yerine ve ne olduğu belirsiz enerji içecekleri yerine Nar suyu ve üzüm suyu içilebileceğini belirten, Kızılaslan Bunların satış reyonlarının da, birçok işsiz gencimize iş kaynağı olacağını söyledi. 
                                                2014-10-14  Nazilli özel haber.

      

10 Ekim 2014 Cuma

VATANIM ÜZERİNE OYNANAN OYUN



             

Haberleri hepimiz kaygıyla izliyoruz. Hepimiz gergin ve huzursuzuz.
Biliyoruz ki biz her mağdurun, her dertlinin yanındayız. O nedenledir ki neredeyse sınırlarımız kalbura döndü. Her gelen girip çıkabiliyor.
 Diğer taraftan 30 yıllık bir iç savaşı durdurmaya çalışıyoruz. Bir çözüm süreci denen çalışma başlatıldı. Bu çözüm sürecine ve barışa kardeşliğe o kadar ihtiyacımızın olduğunu düne kadar, artık şehit haberleri gelmediğinde öğrendik.
Dışarıda olan olaylardan dolayı, içerideki uşaklarına kaos yarattırmaya çalışanlara, nefretle kınarken, tüm vatandaşlarımızı sükunete ve itidale davet ediyorum.
Dileğim odur ki herkes ama herkes yaptığının hesabını verir ve aklını başına toplar.
Susalım mı?
Cevabını vermeyelim mi?
Sorularınıza karşılık hayır susmayınız. Konuşunuz derim kardeşlikten yana barıştan yana bir sözünüz varsa konuşunuz.
Eylemlerine cevap vermeyelim mi sorusunun cevabı ise kesinlikle vermeyelim. Çünkü bu oyun öylesine oynanıyor ki. Hepimizi içine çekecek, ülkemizi kan gölüne çevirecek bir oyun oynanıyor.
Birkaç hain hesapçı, kendini bilmez aşağılık, terörist zihniyetli zebani, ülkeyi karıştırmak istemektedir. Sağlanmak üzere olan sükuneti bozmak istemektedir. Bunlara alet olmayacağız. Bu şerefsizlerin art niyetlerini göremeyenlere, samimiyetle uyaracağız. Gerekirse, ikna edemediklerimizi en yakın adli makamlara şikayet edip yakalattıracağız.
Biz ispiyoncu muyuz?  Sorunuzun cevabı da Hayır biz Vatan için insanlık görevini yapıyoruz.
Dışarıda, Suriye için uyguladığımız ve hatta İslam ülkelerine karşı son yaptığımız dış politikaları bende desteklemiyorum. Ancak bugün Kobani de ki yaşayanları korumak için oraya asker göndermemizi bekleyen ve bunu yapmadığımız için içeride, güvenlik güçlerine saldıran, okullar yakan, vatandaşın malına, mülküne, canına kastedenler, bunun cezasını çekmelidirler.
Bunu özendirenler, azmettirenler ve yapanlar, muhakkak cezalandırılmalıdır.
Efendiler ben, 30 yıllık bir savaşın, şerefsiz savaşın bitirilmesi gerektiğine inanıyorum.
Şerefsiz savaş, kelimesini seçerek söyledim. Savaş, Vatanın, Milletin bölünmez bütünlüğü için yapılır. Üzerinde ibadet yapabileceğimiz özgür vatan için yapılır ve şehit olunur. Bizim yaşadığımız savaş Bir İstihbarat liderinin, kızını Apo ya vererek, kurdurduğu bir terör örgütünün, Ülkemizin başına açtığı bir beladır. Buna dense, dense şerefsiz savaş denir.    
Belki bu belanın bitmesini istemeyen, içimizde birçok yaratık bulunabilir. Onların ikiyüzlülüğü devam edebilir. Sağımızdaki, solumuzdaki gençlerimizi, etkileyip sokaklara dökmek isteyebilirler. Hatta yakınlarımızda sevilen iyi bir insanı da öldürerek kaos yaratmak isteyebilirler. İşte bu durumda bile biz, hepimiz, birer vatansever olarak, bu oyuna gelmeyeceğiz, gelmeye müsait gençleri ve tanıdıklarımızı sükunete davet edeceğiz.  
Konuşursak bu şekilde barışa, kardeşliğe dair sözlerimizi söyleyeceğiz.
Yoksa ebediyete kadar susacağız. Aksi halde konuşacak ve üzerinde yaşayacak vatan bulamayacağız haberiniz ola. Mehmet KIZILASLAN 2014-10-10 s


29 Eylül 2014 Pazartesi

BELEDİYE BAŞKANININ BÖYLESİ



             
            Nazilli belediyesine bağlı İsabeyli mahallesinde çivi çakılamıyor. İmar izni almaya gidenlere imar izni verilemiyor.
Bildiğiniz üzere önceki seçimlere kadar İsabeyli, belediyelikti. İmar durumu öylesine curcunaya çevrilmiş ki, düzeltebilene aşk olsun.
Yine bildiğiniz üzere imar planları önce 1/5000 lik olarak hazırlanır ve daha sonra ayrıntıları daha net olsun diye 1/1000 lik imar planı hazırlanır ve Belediyenin imarla ilgili birimleri bu 1/1000 lik plana göre imar izinleri verirler ve çalışmalarını yaparlar.
Bir belediye başkanı ki “Ben yaptım oldu” mantığıyla, çalışmış. Önce 1/1000 lik plan yaptırmış sonrada 1/5000 lik planı ona uydurmaya çalışmış.
Bu nasıl ortaya çıkmış peki?
Babasından atasından arazi kalan bir İsabeyli li vatandaş, bakmış ki arazilerinin hepsinin ortaklarından ya düz, ya da çaprazlama yollar geçirilince mağdur olmuş. Babasının çiftliği gibi belediyeyi yöneten, başkanın uygulamalarından dolayı, belediyeye mahkemeye vermiş.
Mahkeme kazanılmış ama, Sonuç; “İsabeyli mahallesinin imar planının yenilenmesi” Olarak çıkmış. “Ne var bunda” diyorsunuz değil mi?
            Demeyin bu karar Nazilli Belediyesine 150 000 TL ye patlamış.
Ayrıca, İsabeyli Mahallesinde İmar izni almaya kalkan vatandaşlar, yılbaşına kadar imar izni alamayacaklar. Sıkıntıyı anlayabiliyor musunuz okurlarım?
             Bu zararı kim karşılayacak şimdi?
             Şehir plancısının ücreti olan 150 000 TL yi Nazilli halkı ödeyecek.
             Peki inşaat yaptırmak isteyen vatandaşların gecikmeden doğacak zararlarını kim ödeyecek? Onu da İsabeyli de arsası olup ta inşaat yapmak isteyen vatandaşların her biri teker, teker ödeyecekler.
             İş bununla da kalmayacak yeni imar planı askıya asılacak bir sürede orada kalacak itirazı olanlar müracaat edecekler. Onların mağduriyeti de giderilecek ve yeni imar planı uygulanmaya başlanacak.
             Bir arsadan yol geçecekse sadece o arsa sahibinin zarar görmemesi için bir uygulama vardır. Bunu mühendislerimiz bilirler bu uygulamaya 18 uygulaması derler.
           Diyelim ki sizin arazinizden yol geçecektir. Tamamının sizden alınmasına ve sizin zarara uğramanıza izin vermez bu uygulama. O nedenle sizden alınanın bir kısmı başka yerlerden size arsa verilerek zararınız önlenir.
            Kamu oyu bizim başkanın 18 uygulamasını genellikle uygulamadığını söylüyor. Ve birçok arazi sahibini mağdur edildiğini öğreniyoruz.
           Birçok yerde de aldığına karşılık şuradan yer vereceğim demiş. Vatandaş ona güvenmiş. Ama sözünde durmamış olduğunu öğreniyoruz.
           Yeri geldikçe vatandaşımızın mağduriyetini belgelerle açıklayacağım.
           Şimdi sizlere soruyorum İsabeyli belediyesi, bu zatı muhteremin çiftliğimiydi?
Bu yanlışların ve Nazilli belediyesinden çıkan 150 000 TL lik zararı nazilli halkı ödemese olmuyor mu? Bu eski başkandan tazmin edilse olmaz mı?
          Hükümete sesleniyorum “ Nereden Buldun Yasasını Çıkarınız” göreceksiniz birçok belediye başkanımız aklanacaklardır!
           Saygılarımla.                Mehmet KIZILASLAN 2014-09-29
         


20 Eylül 2014 Cumartesi

BU KIZLAR KİMİN KIZLARI




                

Bir çoklarımız bilmiyor bende basından ve Kardeşim Şenol Babacan’ın yakınlarında olduğumdan dolayı, sürekli haberdarım. İlçemizde hatta İlimizde öylesine güzel bir oluşum bir gelişme ve bir güzel tanıtım var ki anlattığımda sizlerde ne kadar güzel bir tanıtım ilimiz için diyeceksiniz.
Öncelikle bu oluşuma bu güzel gelişmelere vesile olan şahısları yürekleri beyinleri büyük ufku geniş insanları anlatacağım bu yazımda sizlere.
           
             Orhan Atalay, kendini spora adamış, İsabeyli, İlk ve Orta Okulunda Beden Eğitimi Öğretmenliği yapan, Çekirdekten sporcu yetiştirmeyi ilke edinmiş, bir alt yapı uzmanı kardeşimiz. Çalıştığı kula kırkın üzerin de kupalar ve bir çok branşta ödül ve madalyalar  kazandıran bir spor aşığı kardeşimiz.
Taner Karataş, Aydın ADÜ de bilgisayar bölümü öğretim üyesi. Tam bir basketbol sevdalısı. Üç yıldır, her Cumartesi- Pazar kendi aracıyla gönüllü olarak, İsabeyli’deki, basketbolcu kızlarımıza, antrenörlük yapmaya gelen, aslen Artvinli cefakar vefakar kardeşimiz.
Şenol Babacan 2010 yılında İsabeyli deki, Doğa Kültür Gençlik ve Spor kulübü derneğini kurucusu. İsabeyli de, ne Doğa Koleji vardı, nede Nazillide Kültür Kolejli var dı ki bu kardeşimiz ileri görüşlülüğü ile, ön görüsüyle senelerce önce sanki bugünkü Doğa Koleji ile Kültür Kolejinin temellerini atar gibi bir spor kulübü kurmayı akıl etmiş yiğit çalışka efe yürekli kardeşimiz.
Orhan Atalay’la birlikte, Şenol Babacan, ülkemizde pek yaygın olmayan, Beysbol sporunu İsabeyli ye taşımışlardır. Kurdukları takımla yurt çapındaki 47 takım arasında Türkiye şampiyonluğunu yakalamanın gururunu ilimize yaşatmışlardır.
Beysbol- Softbol- basketbol- Güreş- Halter gibi, birçok olimpik branşta başarıyı yakalayan Doğa Kültür Gençlik Spor Kulübü, 2014-2015 sezonunda Türkiye kadınlar basketbol 2.liginde Aydınmızı temsil edeceklerdir.
Hem de, Ülkemizin en büyük 3. belediyesi olan İzmir Büyük şehir Belediyesine, Ülkemizin bir çok ilinden daha büyük olan Alanya Belediyesine,  Ülkemizin en büyük Üniversitesi olan,  Eskişehir Anadolu Üniversitesinin, Spor kulüplerine karşı, İlimizi temsil edeceklerdir.
Bu kızlar kimin çocukları biliyor musunuz? Bunlar bizim kızlarımız bu İsbeyli vadisinin  çocukları,
Bu güne kadar bu kızlarımızı, bu başarı çizgisinin üzerine taşıyan yukarıda bahsini ettiğimiz 3 Büyük Adam, Orhan ATALAY, Taner KARATAŞ ve Şenol BABACAN kardeşlerimizdir. Bir de bu kardeşlerimizi İsabeyli Belediye Başkanlığı döneminde yardım eden, destek veren, Eski İsabeyli Belediye Başkanı Kuvvet ERİM beyi de göz ardı edemeyiz.
Çünkü o Başkan Kuvvet Erim, İsabeyli mahallesine bir spor salonu kazandırmıştır ve bu kızlarımızdan yardımını ve desteklerini esirgememiştir, biliyor musunuz.
Bilmiyor iseniz şimdi öğrendiniz. Ama bu 3 Büyük efe yürekli adam bu yarışta nedense   Kuvvet Erim den başka destek olan olmadığından yapayalnızlardır.
Kendi kısıtlı imkânları ile bu başarı çizgisini yakalamışlar ve ne gariptir ki Spor kulübünü, hiçbir kimseden yardım bile istemeden bu seviyeye taşımışlardır ve ilimizin adını Türkiye geneline duyurmuşlardır.

Gelelim konunun özüne; Sözüm kendisini bu İlin, bu ilçenin efendisi sayanlara.
Efendiler, Kendini Kral zannedenler, Buzdolapçılar, Koltukçular, Demirciler, Kömürcüler, şehrin kaymağını yiyenler, İdareciler, Yöneticiler, Oda Başkanları, biliyor musunuz, bu kızlarımız şehrimizi sizlerden daha iyi tanıtıyorlar ve sizlerin ekmeklerinize yağ sürüyorlar. Ayrıca bu kulübün logosunda İncir yaprağı var biliyor musunuz.
Şimdi sizlere soruyorum Nazilli Belediye spor kulübünde kaç tane Nazillili sporcu var biliyor musunuz? Ben bilmiyorum ve bilmediğim için soruyorum.
Ama bu Doğa Kültür Gençlik ve Spor Kulübünde, kızlarımızın tamamı İsabeyli den.
Biliyor musunuz Bu kızlarımızın onlarcası İncirliova Spor lisesine başarı ile girmişler ve birincilikle giren kızımız Adnan Yıldırımın kızı Derya yıldırımdır. 

Sizlere sesleniyorum Şehrimizin kaymağını yiyenler, bu kulübe destek olduğunuzda sizde biliyorsunuz ki vergilerinizden direk düşebiliyorsunuz.
Şunu da çok iyi biliniz ki sizler, şehrin kaymağını yerken ve şehrimiz için hiç bir şey yapmaz iken, bu kızlarımız ve üç büyük dev adam, efe yürekli kardeşlerimiz, şehrimizin dünyaya tanıtılması için canlarını dişlerine takarak mücadele edecekler. Sizlere destek istemeye el açmaya asla gelmeyeceklerdir. Azıcık vicdanınız varsa ve şehre borcunuz olduğunu düşünürseniz sizler vadinin efe kızlarına destek olmak zorundasınız. Onları bulmak zorundasınız.
Bulamadığınızda bu kızlarımız, dev takımlarla baş edemediklerinde, onların gözyaşlarında sizler boğulmaya mahkum olacaksınız. Saygılarımla.
                          Mehmet KIZILASLAN            2014-09-20

   

2 Eylül 2014 Salı

ADALET VE BARIŞ



                              


Bildiğiniz üzere Bir Eylül Dünya Barış Günü ve Adli yılın başlangıcı.
Dünya barış günü nün kabulüne bir bakalım önce.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu, 1981’deki 57. birleşiminde, “Genel Kurul’un açılış günü olan her Eylül’ün üçüncü salı günü”nü “Uluslararası Barış Günü” ilan etmiştir. Yıllar sonra Genel Kurul'un 7 Eylül 2001 tarih ve A/RES/55/282 sayılı kararı ile 21 Eylül'ü Barış Günü olarak kabul edilmiştir.
Her 21 Eylül de, Birleşmiş Milletler Merkezindeki “Barış Çanı” çalınıyor. Savaşlardaki insani kıyımın anısına, Japonya tarafından yaptırılan bu çan, dünyanın tüm kıtalarından çocukların bağışladıkları bozuk paralarla üretildi. Çanın üzerine, “Çok Yaşa Mutlak Barış” yazısı kazındı.
Eskiden Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği ve Varşova Paktı üyesi ülkeler barış içinde bir dünya mücadelesi görevini hatırlatmak amacıyla, Hitler faşizminin 1939 yılında Polonya’yı işgal ederek ikinci dünya savaşını başlattığı tarih olan, 1 Eylül’ü “Dünya Barış Günü” olarak ilan etmiştir. SSCB’nin ve Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra Varşova paktı ülkeleri 21 Eylül de Dünya Barış Günü kutlamaya başlamalarına rağmen 1 Eylül’ü Dünya Barış Günü olarak ülkemizde kutlamaya devam edilmektedir.
Bu ansiklopedik bilgilerden sonra gelelim Ülkemizde ki barışa, “Devletin üst kademesinde küslük olmaz” diyen bir eski Başbakanımız ve Cumhur başkanımız vardı onu hepiniz bilirsiniz. O Hoş görüsü geniş, zatı muhterem “Yollar yürümekle aşınmaz” diyerek sivil toplum örgütlerinin sokak eylemlerine oldukça hoş görülü bakmayı da öğretmiştir bizlere.
Bazılarınız “ne oldu sonunda darbe oldu diyorsunuz” Darbenin sebebi asla hoş görüden değildi. Cumhurbaşkanı olma sevdalısı, Bir Kenan çıktı ortaya. Genel Kurmay başkanıydı. Elinde her tür yetki olmasına rağmen, sokak eylemlerine silahlar servis etti. Daha sonra piyonları vasıtasıyla sokaklarda her gün 35 gencimiz onun sayesinde öldürüldü.
Bunu gerekçe gösteren ve “Şartların olgunlaşmasını bekledik diyen Kenan darbe yaptı. Sonra, Hanefi Avcı gibi işkenceci polisleri sayesinde kodeslerde her gün, Ellinin üzerinde gencimizi öldürttü.
Dünya barışından önce ülkede barışa ihtiyacımız vardır. Devletin üst kademelerindeki zatı muhteremlerin birbirlerine tahammülsüzlükleri şık değil. Dilim varmıyor içimden geçen kelimeyi söylemeye.
Gelişmiş ülkelerde Yasama “ Kanun yapıcı”, Yürütme “Hükümet”, Yargı “Yasaları uygulayıcı” Ayrı birer kuvvet merkezidir ve hiç birisi diğerinin alanına girmez.
Benim ülkemde bu iş biraz karıştı. Herkes kendi alanından başka her yerde, neredeyse ihtisas yapmaya çalışıyor. Üzülüyorum bu doğru değil.
Yasa yapıcının aynı, uygulayıcının aynı, yargılayıcının aynı güçler olması, adaletsizliği getirecektir. Hiç kimse kendisini yada liderini, gücün mutlak sahibi zannetmesin. Bu onunda partisinin de ve hatta ülkemizin de sonu olabilir.
Bu gün çok güçlü zannettiğiniz her kimse, gurup, yarın bu yanlış ve kanunsuz uygulamanın ve adaletsizliğin kurbanları olabilirler.
Daha açık konuşursam eğer. Hiçbir kimse, hukukun, adaletin ve yasaları ben yaptırıyorum nasıl olsa diye, yasaların üzerinde saymasın kendisini. Eğer bu durum başkaları tarafından yapıldığında ne kadar sakıncalı ise, adil olduğunu iddia edenler ve bu gün kendisini mutlak gücün yerine koymaya çalışanlar içinde sakıncalı ve doğru değildir.
Diğer yandan fikirler ne kadar uç noktalarda olurlarsa olsunlar, konuşulduğunda muhakkak orta yolu bulma şansımız vardır. Eğer kanunsuzca, susturulmaya çalışılırsa ve fikrin sahibi aşağılanırsa, işte o zaman o fikrin sahibini yeraltındaki mücadeleye çeken siz olursunuz. Bu da barışın ortadan kalkışının ilk adımıdır.
Değerli dostlarım yanlış yapanlara alkış tutmayınız. Bu sizin lideriniz, oda başkanlarınız  ve hatta sizleri işe koyan, yandaşınız, veli nimetiniz dahi olsa. Kaldı ki “Veli nimet Allahtan başkası olamaz.”
Adalet olmadan barış olamaz. Barış olmadığında huzur kalmaz, huzursuz ortamlar tüm birlikteliklerin düşmanıdır, buna Devletin bekası da dahil. Saygılarım adil ve adaletli olup, kanunlara nizamlara saygılı olanlaradır. Çünkü onlar barışın teminatıdırlar. Diğerleri toplumun gizli düşmanlarıdırlar.                 Mehmet Kızılaslan 2014-09-02 
  


25 Ağustos 2014 Pazartesi

HALKIN OYNAMAYA BAŞLADIĞI YERDEYİM

NE GÜZELMİŞSİN ÇOCUKLUĞUM

Babam beni, samimi arkadaşı ve de müşterisi çavuş amcanın dükkânına ayakkabı almak için göndermişti. Çavuş amca beni kapıda karşıladı.
-Gel benim çakır gözlü oğlum.
-Çavuş amca beni babam gönderdi.
- Biliyorum gel. Bu arada ayaklarıma bakıyordu çavuş amcam. Cebimde para yoktu ama babam beni ona, kendim için ayakkabı almaya göndermişti.
-Çavuş amca babam dedi ki, bana hem güzelinden, hem sağlamından, hem de..
-Hem ucuz, hem de iyisinden,  bir ayakkabı vermemi söyledi. Değil mi diye sözümü keserek kendisi devam ediyordu.  Sap sarı saçlarımı, tombul yanakları okşayarak, yorgun gözleriyle gözlerimin içine bakarak benim rahatlamam için gülümsüyordu.
Biliyordu parasız geldiğimi. Biliyordu benim bu yüzden sıkıldığımı, üzgün olduğumu. Benimle konuşarak rahatlatacak ve bana babamın istediği özelliklerde bir ayak kabı seçecek ve gönderecek ti.
-Derslerin nasıl Mehmet’ im.
-Çok iyi çavuş amca. Dedim. En güçlü, en dirençli yanımdı derslerim. Oda biliyordu çok çalışkan olduğumu onun için, benim en güçlü yanımdan sorular sorarak, eğik olan başımı kaldırmaya çalışıyordu.
Benim gözlerimin ışıldamaya başladığını kendime güvenimin geldiğini anladığında; Hadi bakalım genç ayakkabıların olduğu bölüme gidelim. Dedi. Elimden tut tu.
O bölümde oğlu vardı adı hatırladığım kadar, Mustafa abi idi.
Oğluna seslenerek, Bak Mehmet’im geldi. Ona güzel, sağlam, ucuz ve iyi  bir ayakkabı seçin bakalım. Dedi
-Baba hepsi bir arada olmaz ki bu özelliklerin,
-Hepsi bir arada olacak ve Mehmet’ime yakışacak.
-Tamam baba biz seçelim, ama sende yardımcı olur musun? Dedi. Mustafa abi.
Birkaç dakika sonra ayakkabıyı seçtik eski ayakkabılarımı, bir sarı kese kağıdına koydular elime verdiler beni birer kez daha yanaklarımdan öperek babamın dükkanına gönderdiler.
-Babana selam söyle, dedi her ikisi de
-Tamam söylerim Aleyküm Selam. Dedim.
Topuklarım popoma değecek şekilde koşarak yukarı pazardan, aşağı pazara koşarak indim.
Belediye meydanında Severoğullarının, dükkanın da kiracıydık. Babamın berber dükkanı vardı. Babam çok yoğun çalışan ve çok müşterisi olan bir berberdi.
Sekiz köşe kasketi hiç olmadı. İki yanı açık olan, saçlarını taramasını severdi. En büyük zevki; Abimi sağına, beni soluna alıp, kendisi yarım adım önde, düzgün yürüyerek akşamlarda yada sabahları,  beraber yürümeyi şok severdi.
O beraber yürüyüşümüz, övünmek gibiydi babam için, gururlanmasıydı bizimle. Tabi î ki bizde zevk alıyorduk onunla yürümekten.
Bir yandan bizleri okutuyor, diğer yandan kerpiç ten çakma dediğimiz bu gün bile depremlere dayanıklı evler yapıyordu bizler için.
Hiçbir zaman bir kenarda, birikmişi olmadı. Her çabası çocukları içindi. Gecenin ikilerine kadar müşterilerinin kılıyla tüyüyle uğraşıyordu.
Dönelim benim ayakkabıma. Babamın dükkânına geldiğimde, babamın berber koltuğunda sakal tıraşı bitmek üzere olan, Mehmet Horasan amca vardı. Çok sevinmiştim. Mehmet amcanın tıraşı bitince sırtındaki saçları fırçayla temizlediğimde, bana 25 kuruş şerbetlik veriyordu. Birde babamın dükkânına giren dört gazeteden her birinde ki köşe yazılarını bana okutuyorlardı. Okumayı seviyordum da kekelediğimde ve eee dediğimde, Mehmet amcam, babamın bana kızmasını engelliyordu.
Çifte sevinç vardı bende, Mehmet amcamın, zamanına göre, iki ya da dört, köşe yazısı okuyacağım, 25 kuruşu da cebime koyacağım ve eve yeni ayakkabılarımla gideceğim.
O gün Mehmet amcamın vakti azdı iki köşe yazısı okudum. İki kez de, kekeledim. Babam bana kızgınlığını elindeki makası haddinden fazla şakırdattığında, ben anlamıştım kızdığını ama bu kez laf söyleyememişti.
Mehmet amcayla birlikte çıktık kapıdan, ben eve yine aynı sevinçle koşarak gittim.
Daha önemli gündem varken neden böyle ıvırzıvırla uğraşıyorsun? Diyenlere kızmıyorum, ben görevimi her zaman yapıyorum.  Yapmayanlar düşünsün.
Ne güzelmiş o günler. Ne güzelmişsin çocukluğum.
Şimdi beni böylesi sevindiren hiç bir şey kalmadı.
Düşüncelerim bana zarar veriyor. Ömrüme ters orantılı düşüncelerim.
Umutların tükendiği, toplumun sustuğu, konuşamadığı, halkın oynamaya başladığı yerdeyim. Daha ne anlatabilirim ki?
Mehmet KIZILASLAN 2014-08-25  

   


21 Ağustos 2014 Perşembe

HELAL'DEN DE SENİNDİ - HARAM'DAN DA SENİN Dİ



Bu yazım birçoklarımızın hayatında olan basit olaylara dayandırılarak yazıldı.
Bir Arap zengini çölde kervanı ile yol alırken çöl fırtınalarına yakalanır. Zor mu zor bir yolculuktur yaptığı. Sığınacak bir ağaç gölgesi yoktur. Yardım alacağı yanında bir dostu yoktur. Arkadaşı yoktur. Çocuğu yoktur, Karısı yoktur.
Yaradan’a dua ede, ede zor şartlı yolculuğunu sürdürürken, “ Rabbim bu yolculuktan sağ salim kurtulursam ve bir mola verecek kuyu bulabilirsem, kana, kana su içerek hayatımı kurtarabilirsem eğer, şu develerimden birisini ilk gördüğüm ilk karşılaştığım kişiye hediye edeceğim.” Diye dua eder.
Oldukça zor kum fırtınaları ile dolu acı bir yolculuktan sonra, bir yeşilliğin içinde kuyu gördüğünü zanneder. İnanamaz gözlerini bir kez, bir kez daha ovuşturarak serap olmasından endişeli, endişeli yoluna devam eder.
Gerçektir gördükleri, serap değildir ve suya kavuşmuştur artık. Hayatını yeniden kazanmanın sevinciyle, rahatlar. Çölde kuyulara inilir su öyle çıkarılır. Birçoklarınız Anadolu’daki gibi zannedebilirsiniz ama, öyle değildir. Üzerindeki ağırlıklarını bırakır kuyuya iner. Kana, kana su içer. Elini yüzünü yıkar ve tam yukarı çıkacak ki; bir bedevi devesinin birisini çalmış kaçıyor.
“Allah, Allah ben zaten o deveyi ona verecektim, neden benim kuyudan çıkmamı beklemedi” diye düşünürken, arkasından bağırmış. “Hey bedevi, o deve zaten senindi. Benim sözüm vardı, ilk kuyuya, suya kavuştuğumda, gördüğüm kişiye develerimden birisini vereceğime dair. Çalarak hırsız olma. Haram olmasın dön geri. Rahat, rahat konuşalım, deve senin olsun ama helalinden olsun.” Ama bedevi, Arap zengininin sözüne inanmaz ve geri dönüp onun bir deveyi kendisine verebileceğine inanmaz ve o deveye hırsız  olarak, yani çalarak, sahip olur.
Arap bu başından geçen olayı, yolculuğu bittiğinde ermiş birisine, derviş birisine anlatır.
Ermiş “ O senin sözüne inanmadı, çünkü herkes karşısındakine bakarken aynaya bakar gibi bakar. İnanmadı çünkü kendisi olsaydı vermezdi. Senin hangi şartlardan çıkıp geldiğini bilmiyor. Senin için bir devenin öneminin olmadığını bilmiyor.”  Demiş.
Derviş birisine olayı ayrıntıları ile anlatır.
Derviş “ O bedevi’nin başına gelecek var. Bilmiyor ki helalden de onundu, haramdan da onundu deve. Rabbim bazı malları bazılarına daha doğmadan rızık olarak yazmıştır. Kolayı seçenler haramdan, zoru seçenler helalden sahip olurlar”
                  Sözüm var, Haramdan mal sahip olmaya kalkanlara.  Bu dünya ahretin tarlasıdır.
Ne ekerseniz muhakkak onu biçeceksiniz.
Alay ettiğiniz başınıza gelmeden ölmeyeceksiniz.
Yaptığınız iyiliğin karşılığını görmeden ölmeyeceksiniz.
Yaptığınız kötülüğün karşılığını görmeden ölmeyeceksiniz.
Birde helalden kazananların beddualarını almamaya bakınız,
Canları yananların bedduaları değil, Allah’a havaleleri bile;
İki yakanız değil, İnanın iki elinizin, bir araya gelmesini engelleyecektir.
Yasalar sizden yana olabilir. Kanunlar sizin işinize yarayabilir.
Yasaları sizin gibi birileri yaptığı için İlahi adaleti hiçe sayabilirsiniz.
Biliniz ki çaldıklarınız, gasp ettikleriniz, biriktirdikleriniz, sizi kurtarmak şöyle dursun, batağa gömecektir. Kusmak isteseniz bile kusamayacağınız günler göreceksiniz.   
Tövbe edin yanlıştan dönün. Yüce yaratıcı biliniz ki aynı malları size helalinden verecektir. Ah’da, bedduada almadan, sahip olacaksınız. Saygılarımla.

                                Mehmet KIZILASLAN 2014-08-21 

11 Ağustos 2014 Pazartesi

CUMHUR, BAŞKANINI SEÇTİ

                       
Cumhur, başkanını seçti. Öncelikle hepimize hayırlı uğurlu olsun. Hiç kimse hayıflanıp üzülmesin. Hiçbir kimsede, Sayın Recep Tayyip Erdoğan a oy verenleri, küçümsemesin.
Birçok, Recep Tayyip Erdoğan ve Ak Parti muhalifi, salonlarda ya viski kadehi elinde, viskisini yudumlarken, yada rakı kadehi tokuştururken, siyaseti sadece kendi aranızda kendi, kendinize yaptınız.
Sayın Cumhur Başkanımız, Recep Tayyip Erdoğan, Aşıkları ve Ak Parti kurmayları ve sevenleri var güçleri ile seçim için koşturdular. Her anlarını ideallerinin gerçekleşmesi için harcadılar.
26-6-2014 te “Piyasalar ve Cumhurbaşkanı” başlıklı köşe yazımda, piyasaların kötülüğünden, işletmelerin sıkıntılarından,  sabit gelirli insanımızın maaşlarının yetmezliğinden, bahsederken bir paragrafta şunu yazmışım.
Yoksul ülkelerde seçimler çok önemliymiş gibi gösterilir. Ve toplum kendi adayını seçtiğini zanneder çoğu zaman. Önüne konulanlar, iyi incelendiğinde hep aynı güçler tarafından belirlenen isimlerdir. Ama o toplum bunu bilmez, bilmek de istemez.” Demişim. Toplum kendisine göre önüne konulanın, kendisine en yakın bulduğunu, en iyisini seçti. Bu bir.

Diğer yandan Cumhurun, başkanını seçeceği tamı tamına 5 yıl önceden belliyken neden son anda bir çatı adayı önümüze konuldu, onu da anlamanız kolay olsun diye söylüyorum.
Birçoğumuz bu adayı tanımadığı için, etrafındakilere önce eleştirilerini, yazdılar söylediler. Çünkü tanımadığınız insanlardan korkarsınız. Onlara karşı mesafe koyarsınız.
Dolayısı ile Cumhur en çok tanıdığına ve bildiğine oyunu verdi. Bu iki.
 Yine o yazımda, hangi sivil toplum örgütlerinin, hangi parti başkanlarının, aynı güçler tarafından belirlenip, belirlenmediğini sormuşum. Bunların gerçekten bir çatı adayı belirlemek isteselerdi ve onu tanıtmak isteselerdi 5 yıl öncesinden çalışmalara başlamalarının gerektiğini vurgulamışım. Demek ki muhalif partiler ve sivil toplum örgütleri de görevini yapmadı. Bu da üç.
Şimdi gelelim sonuca.
Hiçbir kimse kendisinin tahsiline ve dünya görüşüne bakıp Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a oy verenleri küçümsemesin. Bu doğru olmaz. Eğer sizin fikrinizde değillerse, demek ki düşüncelerinizi anlatamamışsınız.
Herkesin ekonomik sıkıntı içinde olduğu bir toplumda insanlar kesinlikle bir kaos ortamına daha girmek istemiyor. Öyle inanıyorlar ki, Hükümet başka, Cumhurbaşkanı başka partiden olsun vekendi deyimleri ile ikilik olsun istemiyorlar. Bu dört.
Ben kendi açımdan bu seçimleri Başbakanın % 60 lık bir oyla alacağını tahmin etmişim. Bende yanılmışım. Demek ki bana göre “Cumhurbaşkanlığımız çantada keklik” diyen % 8 lik bir kesimde sandığa gitmemiş. İster kabul edersiniz ister etmezsiniz. Bu da beş.
İnsanlarımızın, Recep Tayyip Erdoğan ın ve Ak Partinin arkasında koşmalarının nedenlerine baktığınızda, o insanların birçokları, bu güne kadar önemsemişler, küçümsenmişler ve tepeden bakılmışlar ki; kendilerini o saflarda mutlu hissettiklerinden dolayı olsa gerek, oraya oy vermişler.
Hiçbir kimse diğerine küfretmesin, ola ki, diğerleri de size küfrederler. Herkes sakin olsun. Ve dün konuşulan acı sözler, bu güne taşınmasın. Hepimizin huzura ve iyi imkânlara ihtiyacımız var. Bunu da sağlayacak olan Hükümet ve en çokta onları yönetecek Cumhurbaşkanı dır. Ben genellikle yazılarımı yazarken her yazarın bakmadığı köşelerden bakmaya çalışarak yazıyorum. Saygılarımla

              Mehmet KIZILASLAN 2014-08-11

6 Ağustos 2014 Çarşamba

                  DEVLET     KURUMLARI    ARASINDAKİ   KOPUKLUK

           Tarımsal ve Kırsal Kalkınma Kurumu diye bir kurum var, Aydın İlimizde.
Adından da anlaşıldığı üzere, Kırsal kalkınmayı sağlamak amacı. Bunun için hibeleri var. Kırsal alanlarda yatırımları artırarak, büyük olasılıkla, kırsal alanlardan büyük şehirlerin merkezlerine göçü önlemeye çalışıyor hükümet.
            Kırsal alan nedir?
En basit tarifiyle 20 000 nüfusun altındaki yerleşim merkezleri ne deniyor kırsal alan diye.
Yani, eski beldeler, köyler, yeni düzenlemeyle mahalle konumuna geçen yerlere deniyor.
 Buraya kadar anlaşıldıysa konuma geçiyorum.
            Bir yatırım projeniz var. Ve o projenizle eski köyünüze, yeni mahallenizde bir yatırım yapacaksınız. Amacınız para kazanmak ama, bu amaca ulaşırken, köyünüzde yetişen ürünlere artı değer katacaksınız. Onları işleyerek uzak yerlerde satılmasını sağlayacaksınız. Köylünüzün ürünleri değer kazanacak. Yok pahasına satılmayacak. Köyünüzde işsizliğe çare bulanların arasına katılacaksınız. 
       Yaptığınız yatırım, eğer Tarımsal ve Kırsal Kalkınma Kurumunun desteklediği kalemler içine giriyorsa yaptığınız yatırımların yarısına yakın parayı devletimiz size hibe edecek. KDV ödemeyeceksiniz KDV oranı kadar daha bir para cebinizde kalacak. Bu her şeyden önce çok güzel bir gelişme. Düşünenler den uygulamaya çalışanlardan Allah Razı Olsun.
            Tarımsal ve Kırsal Kalkınma Kurum'unun kapısından içeri giriyorsunuz. Avrupa da bir resmi daireye girdiğinizi zannediyorsunuz. Mükemmel mi mükemmel, bir karşılama, hemen sizinle ilgileniliyor. Klimalı salonda çayını suyunuz elinize veriliyor. Bir uzman sizin için tahsis ediliyor. Yok böyle bir kurum daha, Aydın ili içerisinde kardeşim. Yanlış yerde miyim, başka ülkede miyim diye düşünesiniz geliyor ama; hayır siz Aydın'dasınız ve Tarımsal ve Kırsal Kalkınma Kurumunun Uzman memurlarıyla, yapmak istediğiniz yatırımınızı konuşuyorsunuz. Bütün sorularınıza cevap veren kaliteli elemanlar bilmediklerini ya üstlerine ya da başka merkezlerdeki işi bilen arkadaşlarıyla anında diyalog kurarak cevabı, çözümü size hemen sunuyorlar.
             Buraya kadarda çok güzel, hatta güzel ötesi harika.
İstenilen evraklar kısmına geliyor konu. Birkaç maddeden sonra
“İmar İzin Belgeniz Olacak.”
“Yapı kullanma İzniniz Olacak”
Yukarıdaki bütün güzelliklerin üzerin limon sıkan, moralinizi bozan, her şeyi alt üst eden maddeler bunlar. 
               Bana söyler misiniz, Hangi köyde doğru dürüst bir imar izni vardı?
Hangi beldenin kenarlarında bulunan ve yatırım yapmaya müsait tarlalarda imar izni vardı?
Hangi 20 bin nüfuslu kırsal alanda doğru dürüst bir imar izni alabilirsiniz?
             İmar izni alamadığınız yapıların kullanma izni olur mu?
             Bu soruların tamamının cevabı HAYIR dır.  
Bu arazilerin birçoğunda en güzel olasılıkla %5 lik bir imar izni alabilirsiniz. O da yapmayı düşündüğünüz yatırım için yeterli gelmez.
             İmar izni nereden alınır?
             Kırsal alanlardaki yatırım yapılacak alanlar kimler tarafından imara açılması gerekmektedir. Bunu hangi kurum yapar?
             Belediyeler bunu yapmazlarsa, Mevzi İmar Planı yaptıracak vatandaşımız kimlerin kucağına düşer?
             Bu olaydan kim rant sağlar, bu rantı kimler, kimlerle paslaşır?
             Bu dediğimiz işleri gözünde büyüten vatandaşımız yatırım yapmayı göze alabilir mi?
             Hükümetin bu konudaki çabası boşa gitmiş olmaz mı?
          
             Çözüm:    Devletin bu mükemmel planlanmış, Tarımsal ve Kırsal Kalkınma Kurumu ile Belediyelerin tuzaklarla dolu, İmar daireleri arasında, bir yasayla Yatırım yapacak vatandaşımızın yararına bir bağın hemen kurulması sağlanmalı ve Vatandaşımız yatırımlarını son hızla yapmalıdır.
              Bu yatırımlar çalıştıkça, memleketimizin köydeki çiftçimiz, üreticimizden, oralarda çalışacak işçilerimize,
              Büyük Şehirlerimize göçten, oralardaki sokak olaylarının önlenmesine kadar çözümler vardır.
              Vekillerimiz, bu konu ya bir yasa teklifi hazırlasınlar. Sorunu bir an önce çözmek için çaba harcasınlar LÜTFEN…
               Saygılarımla.           Mehmet KIZILASLAN 2014-08-06