25 Mart 2016 Cuma

TAYYİP DÜŞMANLIĞI....

   

                   
Sizlere şimdi bir senaryo anlatacağım, bakalım beğenecek misiniz.
Rezza Sarraf, olayı birçok muhalif görüşlü insanımızın ve hatta siyasi liderlerin balıklama atladığı ve görüldüğü gibi olmayan bir senaryo gibi gözükmekte.
Türkiye’de Rezza Saraf’a, neden ödül verilmişti?
Ödül verilmesine kızanlar. Onun, Türkiye kamuoyunda, var sayılan ortaklarının ortaya çıkarılmasını bekliyorlardı. Çıkarılmayıp araştırma yapılmayınca, şaşırmışlar, hüsrana uğramışlardı.

Şimdi, Rıza Sarraf ne yapmıştır bir bakalım isterseniz.
ABD nin İran’a koyduğu ambargoyu delmiştir.
Türkiye ile İran’ın ticaretinin artmasına yardım etmiştir.
Türkiye cari açığının yüzde, on beşini kapatmıştır.
Bu arada, İran dada, herhalde biraz da, kara para aklanmasına karışmış olmalı ki, İran hükümetinin düşmanlığını kazanmıştır.  
Ayrıca, ABD nin prestijinin sarsılmasına sebep olmuştur. Çünkü, ABD, İran’ı disipline edememiştir.
                  İran, ambargo sırasında, Rezza Sarraf’ın, kendi kesesine On, İran çıkarlarına bir olan, haksız kazanca göz yummuştur. O nedenledir ki, Ambargo sırasında görmezden geldiği, bu yanlışları, ambargo kalkar kalkmaz, İran, Sarraf’ın ortağını idama mahkûm etmiştir.

              Tahminim o ki,  Rezza Sarraf, Hükümet yetkililerinden, İran ile aralarını düzeltmelerini istemesine rağmen. Yetkililer, tabir yerinde ise, kulak şapırdatmışlardır.

Durumunu kötü hisseden, Rıza Sarraf, FBI ile görüşerek ve tatile gidiyormuş havası vererek, ABD ye gitme kararı almıştır. Aksi halde, yalnız gitmeye kalksa, MİT tarafından dışarı çıkışı engellenebilirdi.

Türk kamuoyu adamın, ne salaklığını bıraktı, ne aptallığını.
Rıza çok akıllı ve hayatının geri kalanını ve servetinin bir kısmını kurtarmak için, ABD yi seçti. Aksi halde, hayatının tehlike altında olduğunu hissetmeye başlamıştı.

Türk kamuoyunda var sayılan, kar ortaklarını, açıklamak kaydı ile, FBI ile anlaştı.

Diğer taraftan, Türkiye ile ilişkileri düzeltme yoluna giren, İran, Suriye ve Rusya nın ilişkilerinin düzelmesi ABD yi rahatsız etmeye başlamıştı. Bölge ülkelerinin birlikteliği, ABD nin Ortadoğu da durumunu tehlikeye düşürebilirdi.

ABD yönetimi, Saraf’ın işlerini, kendi bankaları aracılığı ile yapmış olmasına rağmen, Davutoğlu hükümeti aleyhine, elinde kozları toplamak istedi.
ABD, Sarrafın hayatına ve mal varlıklarının bir kısmına karşılık, Türkiye deki var sayılan, ortaklarını ve bilgilerini istedi.
Sarraf bu olayı kabul etti.
Bu bilgiler, Davutoğlu hükümetinin, içeride elini zayıflatmayı hedeflemektedir.
Davutoğlu hükümeti, Türk kamuoyu karşısında küçük düşmemek ve hatta iktidarı kaybetmemek için, ABD nin isteklerine boyun eğmek mecburiyetinde kalabilirdi.

Bu durum Türkiye Cumhuriyeti Devletinin komşuları ile ilişkilerinin düzelmemesi demektir ve ölümcül zararımızadır.

Bu düzelmeye yüz tutan ve ABD ye karşı, bizi yalnız bırakmak istemeyen, bölge devletleri için de çok zararlıdır.

Şimdi sizlere soruyorum.
Ticaretimizin, turizmimizin, ekonomimizin bitmek üzere olduğu şu günlerde, Komşularımızla ekonomik ilişkilerimizin, düzelmesi mi, doğrudur?
Yoksa ABD nin şantajları sonucu, o ülkelerle ilişkilerimizin bir daha düzelmemek üzere, bozuk kalması, ekonomik krize girmemiz mi, daha doğrudur?

Rezza Saraf’ın ABD nin elinde olması ve FBI ile iş birliği, Türkiye deki üç beş insanın zararına değil, aksine Tüm Türkiye Cumhuriyeti ve Komşularımızın aleyhinedir.

Sayın okurlarım, Her şeyin bize aksettiği gibi olduğunu zannetmiyorum.
Bu oyun, Türkiye’nin, kendi bölgesinde tamamen yalnızlaştırılması, oyunudur.     
Ülke çıkarlarını gözeterek muhalefet yapma mecburiyetimiz vardır.
Hükümetten öç alacağız diye, ABD nin tetikçiliğini yapmak doğru değildir.
Dış ilişkilerimizde yapılan yanlışı fark eden ve düzeltmeye çalışan, Hükümet güç durumda kalmamalıdır.
Komşularımızla ilişkilerimiz ABD nin istediği gibi değil, bölge ülkelerinin ve  insanlarının istediği şekilde olmalıdır.
Bilmem anlatabiliyor muyum.
İsterseniz birde bu tahmin ettiğim senaryo açısından bakınız olaylara, Tayyip düşmanlığı penceresinden değil.
                                      Mehmet Kızılaslan. 2016-03-25



21 Mart 2016 Pazartesi

BÜTÜN KOMŞULARIMIZLA VE DÜNYA İLE BARIŞALIM



88 yıldır ilişkileri kötü olan ABD ve Küba’nın ilişkileri, ABD başkanı Obama’nın, Küba’yı ziyaretinden sonra, yeniden düzelmeye başlaması çok ilginçtir.
Küba ekonomisinin, ABD ekonomisinin yanındaki hacmi nedir?
Küba’nın, ABD ye düşmanlığının, ABD üzerindeki etkisi ne olabilir?
Küba’yı dışlaması halinde ABD nin kaybı ne olmuştur sizce? 

İnternete düşen haberlerde aşağıdaki şu satırlar dikkatimi çekti.
Hafif bir yağmur altında ellerindeki şemsiyelerle kırmızı halıdan ilerleyen Obama ailesini ise Küba Dışişleri Bakanı Bruno Rodriguez karşıladı.”
 İlginç değil mi? Barack Obama’yı, Küba devlet başkanı Raul Castro, değil, Dışişleri Bakanı Bruno Rodriguez karşılamış.
Bu bizim konumuz değil.
Bizim konumuz 88 yıl aradan sonra ABD Başkanı Barack Obama’nın ne amaçla oraya gittiği ve yeniden ilişkileri neden düzeltmeye karar verdikleridir.

Seneler öncesinde başka bir büyük lider “Yurtta sulh, Cihanda Sulh” derken neden bu sözü söyleme gereği duymuştur?
Bu liderin, bu büyük adamın, kim olduğunu bilmeyeniniz var mı?
Eskilerin bir deyimi vardır.” Komşu komşunun külüne muhtaçtır” Kül çok önemli bir şey mi sizce?
Bir başka atasözü, “Uzaktaki dost gelinceye kadar, yakındaki düşman çene çeker”
Çene çekmenin ne anlama geldiğini bilir misiniz?
Durun, onu size anlatayım. Komşuda bir ölen olduğunda, cenaze evindeki insanlar üzüntüsünden, hiç bir şey yapamazlar. Ağlamaktan ve dövünmekten dolayı. İşte bu anda komşu devreye girer, Düşman dahi olsa komşu, cenazenin defin edilebilmesi için onun yıkanmasından, defnine kadar her şeyi yapar. İşte bu arada Cenazenin gözü açıksa sıcağı ile kapatılır ve çenesi beyaz kefen parçası ile bağlanır.
Anladınız mı çene çekmenin ne demek olduğunu?
Biz ha bire yakınlarımızda ve uzaktaki her ülkeye meydan okumalarla iç siyasetimizi yönlendirmeye çalışıyoruz.
Hiçbir ülke bizimle dost olmak zorunda değiller. Bizde onlarla öyle dost olmak zorunda değiliz. Ama barış şart. Sözlerle dahi, saldırmazlık şart.

Düşününüz küfürler savurduğunuz bir kimseyle bir araya gelebilir misiniz?
Onunla oturup bir şeyleri konuşabilir misiniz?
Nezaketi bozduğumuz birisinden, yardım isteyebilir misiniz?

Terör dünyanın sorunu ama, terörü, yaşamayan ülkelere bir bakınız.
Adaletlerinin işleyişine,
İnsan haklarının kullanılışına,
Yaşama ve ihtiyaçlarının giderilişine,
Fikirlerini rahatça söyleyip, söyleyemeyişine,
Demokratik hakların kullanılıp kullanılmayışına bir bakınız.

Birde terörün hakim olduğu ülkelere bir bakınız. Mesela Ortadoğu ülkelerine bakınız. 
Adalet var mı?
İnsan hakları var mı?
Demokrasi var mı?
İnsanca yaşama ihtiyaçları gideriliyor mu?
Fikirlerini korkusuzca söyleye biliyorlar mı?
Seçme seçilme hakları sadece zenginlerin elinde mi?
Yönetimde temsil ediliyorlar mı?
Ve bu ülkeler de yaşayan insanlar, yaşamanın zulüm olduğunu gördükleri için, Gariptir ki, Müslüman olmayan o terörün yaşanmadığı ülkelere kaçıyorlar.

Efendiler ülkem kötüye gidiyor.
“Yurtta barış Dünyada barış” belki de bu kötü gidişin tek ilacıdır.
Bir düşünelim savaşa harcadığımız paralar, bu ülke insanımızın, her birini, bir ev bir araba, sahibi ederdi. (İnanın bana 30 yıllık hesap, bundan daha fazla kayıp olduğunu gösteriyor.)
O halde neyi bekliyoruz? Orta doğu ülkeleri gibi olmamak için, hemen, komşularımız ve dünya ile barışalım. Yurdum insanı ile de barışalım.
Terörü Lanetliyorum. Teröre çanak tutanlara, fırsat verenlere, barışı engelleyenlere, samimi olmayanlara, daha çok lanetliyorum. 
    Saygılarımla….             Mehmet Kızılaslan 2016-03-21      





18 Mart 2016 Cuma

ÇANAKKALE GEÇİLDİ EFENDİLER BİZİ KANDIRMAYINIZ.

                   

Özellikle dikkatinizi çekmek için yazdım bu başlığı ama okuduktan sonra hak verenlerinizin, hak vermeyenlerinizden kat, kat çok olduğuna göreceğim.
18 Mart 1915 te, eskilerin deyimi ile Yedi düvele karşı, şimdilerin deyimi ile Emperyalist işgalci, Avrupa’ya karşı verilen savaşta başarı kazanmış ve bu gün var oluşumuzu o gün ölenlere borçlanmıştık.
Borçlandık, çünkü bu ülke bize, Atalarımızdan emanetti, miras değildi. Çocuklarımıza bırakmamız için emanet verilen topraklardı.
Biz ne yaptık emaneti?
Koruyabildik mi emperyalistlerden?
İşgal edilmedi mi ülkemiz onlar tarafından?
Tam bağımsız hale gelmiştik, Cumhuriyetin ilk 10 yılında. Şimdi ne haldeyiz?
Kendi kendine yetebilen 10 ülkeden biri durumundaydık. Şimdi, Saman ithal etmiyor muyuz?
Yabancı ülkelerin ajanları her yerimizde gezinmiyor mu?
Bakanlıklarımızın içlerinde bile CIA nın, girilmeyen odaları yok mu?
Her işimize Emperyalist ülkeler karar vermiyorlar mı?
Seçilebilmek için yöneticilerimiz Emperyalist ülkelerin kralı ABD den icazet almıyorlar mı?
Dış yardım almaya başladığımızdan beri, hangi alanlarda yatırım yapacağımıza onlar karar vermiyorlar mı?
Tamamen Türk yapısı olan bir otomobilimiz olmadığı halde kara yollarına yatırımlarımız sürmüyor mu?
Üretime dair hiçbir gelişme yok iken tüketime dayalı ekonomik sistemi kurmadık mı?
Madenlerimizi, petrollerimizi henüz kendimiz üretebiliyor muyuz?
Çanakkale’de şehit düşen çocuklara, sübyan ordularına rağmen; günümüzde Vatana, Millete, saygısız, binlerce gencimizi eğitimimizle, vatan haini haline bizler getirmedik mi?
Üreten köylümüzün efendi olduğu durumlardan, üretmeyen ve onların sırtından geçinen, asalak aracıları, burjuva haline biz getirmedik mi?
Memleketimizi kan gölüne çeviren ve hamasi nutuk atarak, gariban çocuklarımızın, şehit olmalarını sağlayanların, çocuklarının hiç birisinin askerlik yapmadıklarını bilmiyor muyuz?
Devlete ve millete ait ve bizi on yılın içinde ekonomik bağımsızlığa kavuşturan tüm fabrikalarda, teknoloji yenilemediğimizden dolayı; satarak ya da yandaşlarımıza hibe ederek, her şeyi ithal eder duruma, biz getirmedik mi?
Bankalarımızın Neredeyse tamamına yakınını yabancılara biz satmadık mı?
Kooperatifçiliği batırarak üretenlerin sonunu biz hazırlamadık mı?
Haberleşmemiz emperyalist güçlerin elinde değil mi?
Esnafımızı, köylümüzü, memurumuzu, işçimizi, yabancı bankaların kapısında ipotekleyip, ağzını açamayacak duruma biz getirmedik mi?
Sonunda halkımızın her ferdini, borçlandırıp, geleceklerini satmalarına sebep olmadık mı?
Tersanelerimize girilmedi mi?
Hasılı o gün tam 101 yıl önce Çanakkale’den geçmelerine izn vermediğimiz Emperyalizm, bizi birbirimize düşürmedi mi?
Yani artık Emperyalist güçler tankları ile topları ile giremedikleri ülkemizin bağrına, sermayeleri ile girip;  bağdaş kurup, ha bire, bizi hançerleyip durmuyorlar mı?
O halde Çanakkale geçilmedi mi?
Okurlarım, bizi aptal yerine koyuyorlar.
Haberiniz olsun biz, hamasi nutuk atanlar tarafından, aptal yerine konuluyoruz.
Çanakkale çoktan geçildi.
O İki Yüz Elli Bin ana kuzusu, kınalı kuzu boşuna öldü, boşuna şehit oldu.
O yiğit insanların torunları bizler olamayız.
Çünkü biz onların emaneti koca ülkeyi peşkeş çektik emperyalist güçlere. Yedi düvel ülkemize girdi hem de her yönden girdi.
Biz onların o imkânsız şartlarda, çakaralmaz silahlarla, kazandıkları Vatan topraklarını, parayla satmıyor muyuz?
Çanak kale geçildi kardeşim kendimizi kandırmayalım.
                                                       Mehmet Kızılaslan 2016-03-18 






14 Mart 2016 Pazartesi

YİNE TERÖR VE YİNE BİZ LANETLİYORUZ



Ankara'nın kalbine kondu bu sefer bomba.
Üzgünüz, içimiz kan ağlıyor.
Ya ateş düştüğü yeri ne yaptı?
Cehenneme çevirdi haberimiz var mı?
Ölenlere Allah'tan rahmet diliyorum. Yakınlarına, akrabalarına, ve Milletime baş sağlığı, metanet, sabır diliyorum.
İşin garip tarafı ne biliyor musunuz? Nasıl şehit haberlerine kanıksadık ve artık gelmediğinde şaşırıyorsak; Ankara'nın kalbinde yapılan terör eylemlerine de kanıksamaya başlayacağız pek yakında, ona üzülüyorum.
Ateşin kendisine dokunmadığı insanlarımızın hamasi nutuk atmaları çok kolaydır.
Bu nedenledir ki, toplumumuzun Yüzde 98 i hamasi nutuk atıyoruz, yada atanlara alkış tutuyoruz.
Geri kalan yüzde ikisi, ya bu terör olaylarının mağdurları olduklarından, fikirlerini bile söylemekten çoğu zaman tedirgin oluyorlar ya da susuyorlar. 
Sana mı düştü onların fikirlerini söylemek? Diyorsunuz. Evet banma ve benim gibi cesur insanlara düşer onların söyleyemediklerini söylemek ve yazmak.
Efendiler bu yol yanlış. Bu metot yanlış. Belki hepinize oturduğunuz yerden, öldürmek, yok etmek çok kolay gelebilir. Öldürülen, suçsuz yere katledilen, acaba bizim yakınımız, bizim çocuklarımız, bizim tanıdıklarımız olsalardı nasıl olurdu?
Hangimiz, son katliamda, Ankara’da ki yakınlarımızı tek, tek aramadık?
Hangimizin yüreği, o yakınımız, telefona cevap verinceye kadar gümbür, gümbür atmadı? Telefonumuza cevap verdiğinde “Şükürler olsun Rabbim sevdiğim, yakınım, orada değilmiş” demedik.
Peki ya aradıklarında, telefona cevap veremeyen, yakınları orada ölenleri hiç düşündünüz mü? Allah onların yerinde bırakmasın bizi. Onların tattıkları acıları tattırmasın, hiç birimizi.
Gelelim çözümlere, terörün önüne geçmeye.
Yok saydığınız, öldürmekle tüketebileceğimiz bir kesimin varlığından bahsediyoruz. Ne yazık ki kendilerini de yok edebilecek inanışa sahip olan birilerinden bahsediyoruz. Eğitilmiş. İşlenmiş, inandırılmış birilerinden. Ne kadar bizler tarafından beyinleri yıkanmış olarak tanımlansa da, inanmadıkları bir dava için ölürler mi insanlar?
Hiçbir kimse inanmadığı bir dava için ölümü göze alamaz.
O halde biz, onlara bakarken neden öylece, basit düşünen, aldatılmış beyni yıkanmış, cahil birileri diye bakarız? Öncelikle bu mantığımızda bir yanlışlık var bunu düzeltme mecburiyetimiz olmalı. Barışın bütün yollarını denemeden, çözüm sürecinde samimiyetsiz davranarak savaş da savaş dedik. Tanklarla toplarla kendi şehirlerimize girdik.
Savaş alanlarından fakı kalmadı şehirlerimizin.
Orada kalanların ve Askerimize polisimize karşı mücadeleye devam edenlerin içinde hiç beyin takımından birilerinin olduğunu zannediyor musunuz? Ben zannetmiyorum. Ben orada kalanların ve ölenlerin, inandırılmış, eğitilmiş ve savaş için ölümü göze almış, davasına ölümüne sahip çıkan, bizim Türkiye Cumhuriyetinin samimiyetine inandıramadığımız, eğitemediğimiz, kardeşliğimizi anlatamadığımız, insanlar olduğuna inanıyorum.
Kızılay’ın göbeğinde katliam yapanların da aynı şekilde Türk insanına düşman edilmiş, ama kendi davasına ölümüne inanan, Öldüğü zaman, Kürt kahramanı olacağına inandırılmış insanlıktan çıkarılmış kimselerin olduğuna inanıyorum.
Bu da bizim suçumuz. Yanlış okumadınız, bu durum bizim yanlış mücadelemizin sonucu. Burada yazamadığım ve yetkililerin üst kademelerindekilerin hepsinin çok iyi bildikleri başka yöntemler var.
Terör öncelikle, terörist olma ihtimallerinin ve yollarının kapatılması ile önlenir.
İnsanların hak arama yollarının açık tutulması, kapatılmaması ile önlenir.
Adaletin her kesimde adil olarak uygulanması ile önlenir.
Tankla, topla, düzenli ordularla şehirlere yürümekle önlenmez.
Zannetmeyin bazı gazetelerin yazdıkları gibi, hezimete uğradıkları için şehirlere indiler. Etkisiz hale getirdiğimiz 1500 kişi bile değil. Ama bu arada dağa gidenlerin sayısı 5-6000 i bulduğu söyleniyor.
Bütün komşularımızla savaş halindeyiz. Suriye ve Rusya ile birlikte İran’ın boş duracağını mı zannediyorsunuz?
Terörden bu mantıkla önlenmez. Öncelikle savaş halinde olduğumuz tüm ülkelerle yeniden barışı sağlama mecburiyetimiz var. Dostumuz zannettiğimiz ülkelerle de ilişkilerimizi meydan okumalarla değil, asgari müştereklerde birleşerek, ortak çıkarlarımızı belirlemekle olur.
Bizim nüfus cüzdanımızı taşıyan her ferde, laf olsun diye değil samimi olarak dinlemeye başlamamız lazım. Bilmem, anlata biliyor muyum.
Yeniden başımız sağ olsun. Ölenlere rahmet, kalanlara sabır selamet diliyorum.
                                                          Mehmet Kızılaslan 2016-03-14


10 Mart 2016 Perşembe

DÜNYA SU SAVAŞLARI BAŞLADI

              

“Dünyanın ilk su savaşları, Türkiye, Suriye, İsrail, Lübnan, arasında olacak.” Diyorlardı, kâhinler ve bilim adamları. Başladı savaş ve ne gariptir ki oldukça geç başlamasını sağlamak zorundayken oltaya, sazanlar gibi takıldık. Erken başlamasına sebep olduk.
Neyimize gerekti Suriye’nin iç işlerine karışmak?
Neyimize yarardı ABD nin lafı ile, tatillere çıktığımız, Esat’ı devirmeye kalkmak?
Yola çıktığımız ABD daha ilk dönemeçte sattı bizi.
Biz, kahraman ve sözünde duran bir milletiz ya, direndik, direniyoruz.
Esat’ı devireceğiz ha, ille de devireceğiz. 
Bu burnumuzun dibinde müdahil olduğumuz ve topraklarımızda yaşadığımız savaş, aslında, Dünya Su Savaşlarının başladığının resmidir.
Olaylara tekdüze bakmak, ve o baktığımız yerden kendimizi haklı çıkarmamız her zaman doğru olmaz.
Her hata yapan ve suç işleyene sorunuz. Haklı bir sebebi ve yanı vardır muhakkak. Ama sonuç, onun çoğu zaman yararına olmayabiliyor ki, suçlu yada hatalı diyoruz.
Kendi penceremizden baktığımızda; ABD nin Ortadoğu’daki sınırları değiştirme harekatı, Stratejik ortaklığımız ve Büyük Orta Doğu nun eş başkanı olmamız nedeni ile, ülkemizin oldukça çok zararına olmaya başladı. Farkında değiliz.
Birçoklarımız, Savaşmamızın sebebinin vatanın bölünmez bütünlüğü için olduğunu, savuna duralım. Vatanın bölünmez bütünlüğü ancak, oyunlara gelmemek ve savaşa girmemekle mümkündür çoğu zaman.
Gücünüz zayıflamaz.
Zayıf yönlerinizi kimse görmez.
İçerideki dostluk ve kardeşlik kuvvetlendirilir.
Refah düzeyi ve hizmetlerin artırılması ile kaynaklarınız doğru yerlere harcanır.

Gelelim asıl meselemiz Dünya Su savaşlarına.
Girdiğimiz kaos içinde, şöyle bir kayıplarımıza bakmadan evvel, bölgenin su kaynaklarına bir bakalım. Neredeyse hepsi bizim topraklarımızda.
Diğer yandan Yok olan bütün medeniyetlere de bir bakalım. Büyüme dönemlerinde, işgal ettikleri ülkelerin kaynaklarına ve insan gücüne el koymalarındandır.   
 Büyüme sonsuz değildir.
İşgal edilen ülkelerdeki kaynaklar yetersiz olmaya başladığında, adaletsiz paylaşımlara, en yakınlarınız da, yandaşlarınızda karşı çıkmaya başlar.
Parçalanma başlar.
O medeniyetlerin, Çöküş ve yok oluş sebeplerine baktığınızda, Genellikle susuzluğun verdiği üretimsizlikler olduğunu görürsünüz.
Ortadoğu da ki savaşın içine bizi çekenlerin asıl amaçları; Esat’ı korumak ya da devirmek değildir. Ülkelerinde ki teknolojilere rağmen Su kaynaklarının halen temiz olduğu ülkemize çökmektir.
Bizim ülke olarak, çevremizde bize hazırlanan tuzaklara düşmek yerine, Vatan topraklarına sahip çıkmamız olmalıdır. Su kaynaklarımızı hoyratça harcamamak olmalıdır.
Bu toprakların İsrail’in eline geçmesi, İsrail’in kurucusu olan İngiltere’nin ve Babalığını yapan ABD’nin asıl hedefidir.
Biz son dış siyasetimizle o sona yaklaşmayı kolaylaştırır durumdayız.
Bu mantık ileri görüşlü devlet adamlığının mantığı değildir.
Lütfen çöken medeniyetlere bir bakınız. Mesela maya medeniyetine bir bakınız. Son liderlerinin çok savaşçı bir lider olduğunu görürsünüz. Ormanları yok edişlerinin sebepleri taş yontulara, alçı kaplama gibi bir mantığın oluşu. Ormanları alçı elde etmek için kestiklerini görürsünüz. Ormanlar kesildiğinde su kaynaklarını kaybettiklerini görürsünüz.
Diğer yanda her yok olan, ileri medeniyetin kalıntılarında korkunç obruklar (toprak çökmesi) ve çatlaklara rastlarsınız. Bu da onların yer altı sularını bile bitirdiklerini ve susuzluktan yok olduklarının delilleridir.
Başarmanın ve uzun süre ayakta kalmanın tek sırrı ne teknolojidir. Nede savaş silahlarına sahip olmaktır. Su kaynaklarına sahip olmak ve onları korumaktır.
Uzun ömürlü devlet ve medeniyet olmak istiyorsak, bence su kaynaklarımızı korumamız ve adaletli kullanmayı sağlamamız gerekir.
Diğer yandan Sanayi kuruluşlarımızın atıklarının akarsularımıza bırakılması ise, içeride su savaşlarının kaybetmemiz demektir.
Sonumuzu hızlandırmamız demektir.
Öyle bir gün gelecek ki bütün devletler biriktirdikleri teknolojilerle ve altınlarla, bozdukları doğal dengeyi ve kirlettikleri su kaynaklarını temizleyemeyeceklerdir.                                  Mehmet Kızılaslan 2016-03-10