25 Ekim 2019 Cuma

ÇIDIRIYOR MUYUM ACABA?


                                                     
         Yaya kaldırımı kenarındaki 40 Cm yüksekliğinde betonlara (bordür) bakıyorum, çizen mühendise,  yaptıran belediyeye, sevgilerimi sunuyorum. Dünyanın hiçbir yerinde bu yükseklikte bordür yok tur çünkü insanların kullandığı merdiven basamağı 17 Cm olmak zorundadır. Pazar arabaları çocuk arabaları ve engelli arabaları bu yaya kaldırımlarını o zaman rahat kullana bilirler. Araç kapıları en kenarda dursalar dahi kolay açılabilir.
         Oto yolların ortasındaki refüjlere, direklere, taş döşemelere, çiçekliklere bakıyorum. Yaptıran bakanlığa, çizen mühendise, candan sevgilerimi gönderiyorum, hepsini yüksek sesle öpüyorum. Çünkü, Gelişmiş ülkelerde bu oto yolların tamamı, hava alanı gibi kullanılabilir. Depremde köprüler kırık metre gibi yıkıldığında, ilk yardım uçaklarla sağlanabilir. Savaş anında havaalanları bombalandığında, bütün oto yollar hava alanı görevi yapabilir. Yüzlerce hava alanımız varmış gibi rahat krizi atlata biliriz.
         Şehir içindeki ana yollarda, ilk sırada bulunan-8-10 katlı apartmanlara bakıyorum. Arkasındaki iki katlı dört katlı apartmanlara bakıyorum. Bina sahiplerine, mühendislere, şehir planlamacılarına, imar müdürlerine, imar ve iskan bakanlarına, canı gönülden sevgilerimi gönderiyor, onları sevgi ile kucaklıyorum. Allah aşkına o yüksek katlı binalardan bir tanesi depremde yıkılsa, hastanızı helikopterle alabilirsiniz o enkazlardan. O yol açılıncaya da kadar şehrin ana arteri kapalı kalaca.   Zamanında hastaneye yetiştirilemediğinden yaralılar, ölü sayısı ikiye üçe katlayacaktır. Ne olurdu ana arterlerin üstündeki ilk evler 2 katlı, 2. sıradaki evler 4 katlı,  3. Sıradaki evler 8 katlı olsa. Ana arterlerde hem hava sirkülasyonu daha iyi olsa, hem de depremde yıkıldığında yollar kapanmasa,  can ve mal kaybımız en aza inseydi.
         Meslek odalarının, kooperatiflerin yaptıkları işlere bakıyorum. Mesleklerine uygun işler yapacaklarına, otelciliğe, düğün salonculuğuna, petrol ofisi yapmaya soyunuyorlar. Bunların başkanlarına, üyelerine, denetim kurullarına, sevgilerimi saygılarımı candan gönderip, onları da öpüyorum. Her kurum kendi mesleğine uygun işler ve yatırımlar yapacağına, bilmedikleri ama iyi ziftlenecekleri işlere soyunuyorlar.
        Yerel yöneticilerin, Deve- boğa- at- it-horoz güreşi yaptıranlarının da hepsini candan kucaklıyor, öpüyorum. Bu insanlık dışı, çağ dışı, işlere ayrılan paralarla onlarca küçük fabrika kurulabilir, işsizlik azaltılabilir, tarım ürünleri değerlendirilebilir, diye düşünüyorum.
         Tank palet fabrikasını parasızlıktan satıp, çağın gerisinde kalmış, savaş tekniğinde artık kullanılmayan, okçuluk vakfına, dünyanın parasını harcayan, o paraları alan, o belgelere imza atan,  yetkililerimizin de tamamını canı yürekten öpüyorum. Almasalardı zaten Vatanı düşündüklerine inanır üzülürdüm!
          7 Aylık görevi süresince,  verdiği sözlerin hiç birisini tutmayan. 7 tane konser düzenleyen. İşsizliğe dair çözüm yolları için olağan üstü oturum yapacağına, konserler için olağan üstü oturumlar yapan. Çalışıyormuş gibi görünen ama çalışmayan şov yapan. Yerel yöneticilerin tamamına, ben ne oldum delisi olup, kendi işini usulüne uygun yapamadığı halde, yerel padişah gibi davranan yardımcılarını da çok seviyorum. Onları da kucaklayıp öpüyorum.
          Şimdi sizlere soruyorum değerli okuyucularım, ben çıldırıyor muyum? Yoksa gerçekten sevgi belirtilerimi normal mi gösteriyorum? Normal gösteriyorsam, sizlere de hepinize de candan sevgi ve saygılarımı gönderiyorum.
          Nenemin dediği gibi “ aklımıza mukayyet olalım dostlarım” Sevgiyle sağlıcakla kalınız.
                               Mehmet Kızılaslan 2019-10-25
     
           


17 Ekim 2019 Perşembe

EL BECERİLERİNİ KAYBEDEN MİLLET


                          
       Hepimiz bahsederiz, konuşuruz,  ama ülkemizin, üretimden uzaklaşmasında, geriye doğru gidişinde, neyin önemi olduğunu pek anlayamayız.
      Geçenlerde, teknik öğretmen bir arkadaşımla konuşurken, bazı tespitlerimiz oldu. Ülkemizin el becerisi olan insanlarını, ortadan kaldırdık da ondan, geri kaldığımıza karar verdik. Bakalım siz bu konuda ne düşüneceksiniz?
       Köy enstitülerini kapattık.
      Ne yetişiyordu köy enstitülerinde?
       Köye bir öğretmen geliyordu, köy enstitüsü mezunu. Köyün okulunun, Temelinin kazılmasından, kerpicinin kesilmesine,  duvarının örülmesine, çatısının yapılmasına kadar,  öğrencileri ile birlikte yapıyordu. Elektriğini, su tesisatını, sıvasını, badanasını, sırasını, masasını, tahtasını her şeyini çok küçük ödeneklerle,  köyde öğrencileri ile birlikte, köylülerin katkıları ile bitiriyordu.
      Öğrenciler kendi ürettikleri yaptıkları araç gereçlerin içinde öğrenim görmeye başlarken hem üretimi öğreniyor hem kendileri için yapılan okulun ve araçların kıymetini biliyorlardı.
         Müteahhitlerin hırsızları,( dürüst olanları tenzih ediyorum) köy okullarından nemalanamıyorlardı, devletin kasasındaki paralar fabrikalara ve üretim hanelere harcanıyordu.
         Devrim arabasını, 18 Mühendisimiz, 2 teknisyenimiz yüzde yüz yerli olarak, tam 130 günde bitirdiler. Hem de yanılmıyorsam 4 tane birden ürettiler. O günkü şartlarda kaportalarını beton kalıplar dökerek üzerinde çekiçlediler. Bir arabanın her şeyini üretebilecek mühendislerimiz köy enstitülerinden ve sanat okullarından, Mühendislik fakültelerine gidiyorlardı ki, Devrim arabasını yapabilmişlerdi.
          Mühendislikler düz liselerden öğrenci almaya başladı Mühendislikleri bitirdik. Teknik resim çizemeyen, kalori hesabı yapamayan cisimlerin dayanımını bilmeyen, bilgisi yetersiz mühendisler, siyasilerin ve dış güçlerin oyuncağı oldular.
        Sanat okullarımıza, öğretmen yetiştiren Teknik öğretmen okullarımıza da, düz liselerden öğrenciler alarak, El melekeleri olmayan teknik öğretmenler gönderdik.
        Sanat okullarımızda öğrenciler dört yıl boyunca tamı tamına, 4 aylık mesleki eğitim görmez oldukları yetmezmiş gibi, meslek yüksekokullarının hiç birisinin atölyeleri yok.
         El melekesi olan öğrenci yetiştiren okulları bu hale getirirken dört bir yandan gençlerimizin ilgisini, masa başında terlemeden, para kazanıldığı masalını anlatan dizilerle saldırdık.
          Cumhuriyetin kurulduğundan 15 yıl sonrasına kadar bir bakınız, insansız hava aracına benzer uçakların denendiğini, yüzlerce uçak imal edildiğini, Hollanda’ya kadar satıldığını, daha sonra bu fabrikaların kapatıldığını, Nato’ya girildiğini, Marşal yardımı alındığını, Milletin o günlerde de bu günlerde de üretim konusunda çaba harcamaz hale getirildiğini görüyoruz.
         “ Kazancın onda dokuzu ticarettedir” diye bir hadisi şerifin gerçek olması için, yani ticaret yapabilmek için, üretilen bir malın olması gerekmez mi? Allah aşkına üretilmeyen bir şey, alınıp, satıla bilir mi?
           O halde;  “Üretmeden, yorulmadan, alın teri dökmeden, kazanma yollarını alışkanlık haline getiren Milletler, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, daha sonrada, bağımsızlıklarını kaybeder” sözünü unutmayalım.
           El melekesi olan fertler yetiştirmekten vazgeçen, bir ülke, batmaya mahkumdur.  Gelişmiş ülkelere bir bakınız. Fabrikalarının yanı sıra, her evin bahçesinde ya da bodrumunda, hobi atölyeleri vardır.   Bizim insanlarımız, hala damlayan musluğunun lastiğini değiştiremezler, bahçesindeki çiçeğe çapa yapamaz, sönük ampulünü değiştiremezler. Nereden dereye, ne hale geldiğimizi görün istedim.
                 Saygılarımla Mehmet Kızılaslan. 2019-10-17