31 Aralık 2018 Pazartesi

SEÇİMLER – KALKINMA – VE EKONOMİK PROJELER


                        
          Üç ay sonra ülkem yerel seçimlere gidiyor.  Adayların birçoğu belli oldu. Partilerin sözcülerine ve adayların konuşmalarına baktığınızda, ülkemizin, şehirlerimizin kalkınmasına dair hiçbir konuşmaya rastlayamıyorsunuz.
         Seçmenler neye göre oy kullanacaklarını bilemiyorlar. İktidar üretime dair proje eksikliği çekerken, Devletin bekasından ve ulaşımdan başka hiçbir şeyden bahsedemiyor. Muhalefet, sadece iktidarın olumsuzluklarından bahsederek seçimlere giriyor.
         Yukarıda yapılan ittifakların yerelde nelere mal olacağını hiçbir kimse kestiremiyor. Piyasalar tehlike çanları çalmaya son sesiyle devam ederken, Millet işsizlik konusunda oldukça rahatsız durumda.
        Bizler ise, yapılması gerekenleri, küçücük aklımızla vermeye devam ediyoruz. Çoğu zaman dikkate alınmasa da, bundan böyle proje üretemeyenlerin yazılarımızı okumalarını ve işe yarar gördüklerini kullanmalarını istirham ediyoruz.
         Yazılarımızda her zaman olduğu gibi, sadece eleştiri değil çözüm yollarını da sunuyoruz.
 Şimdi sunacağımız fikrimizin, proje konusunda ülkemizin önünü açacağı konusunda eminiz.
         Sayın Cumhur Başkanımızın kaç tane Danışmanı olduğunu bilemiyorum. Kendileri, 24 saat işçine 48 saatlik işleri sığdırmaya çalışırken, o saygı değer danışmanları neler yapıyor bilemiyorum.
          Eğer Sayın Cumhurbaşkanım, “Kıymetli danışmanlarına ve Değerli Millet Vekillerine, her ay, kalkınmaya ve üretime dair bir proje getireceksiniz” diye talimat verecek olurlarsa; hem seçim öncesi hem de seçim sonrası önümüzün açılacağına inanmaktayım.
         Diğer yandan,  Muhalefet Partilerinin Sayın Başkanları da aynı şekilde, Danışmanlarına ve Vekillerine aynı talimatı verecek olurlarsa onlarında seçim öncesi, sadece iktidarı eleştirmek yerine neleri yapacaklarını ve ülkemize dair projelerinin neler olduğunu anlatmaları önlerinini açacağına inanıyorum.
         Efendiler,  bu ülkenin Yüzde Sekseni, asgari ücretin altındaki bir gelirle, hayatlarını idame ettirirken, siz Danışmanlara ve Vekillere harcayamayacağınız kadar gelir sağladıklarını unutuyorsunuz.
         Sizleri, gerek iktidar partilerinin gerekse muhalefet partilerinin vekilleri olarak, meclise gönderenler; gününüzü gün edesiniz ya da orada yatasınız diye göndermiyorlar. İktidar partisinde iseniz çözüm üretmek zorundasınız. Muhalefette iseniz, alternatif projeler üretmek zorundasınız.
         Ülkem oldukça güç ve sıkıntılı bir dönemden geçiyor. İktidar, dış sorunların altında ezilmemek için uluslararası devlerle mücadele ediyor. İşsizlik ve ekonomik sorunlar ne yazık ki kaldırılamayacak ağırlıklara ulaşmak üzere.
         Durum böyle iken yapılması gereken şeyler artık, yol, park ve benzeri, Milletimizin kesesine doğrudan katkıda bulunmayan yatırımlar olmamalıdır.
         Yasalarla, Köylümüzün ürünlerini yerinde değerlendirecek. Bir gün içinde satılma zorunluluğundan çıkaracak. Bir yıl, raf ömrü kazandıracak fabrikaların kurulmasında yerel yönetimlerin de ortak olmasını sağlayacak kooperatiflerin önü açılmalıdır.
           Köylümüzün ürünlerini işleyecek fabrikalar, köylü, yerel yönetimler ve Devlet ortaklığı ile kurulmalıdır.
         Köylümüzün bu kooperatiflere yatırdığı para batmamalıdır, Köyde toplanan sermaye kadar yerel yönetimlerde sermaye koyarak ortak olmalıdır, Devletimiz de bir o kadar para koyarak sorunu köylerimizde çözmeliyiz.
          Şehirlerden köylere geri göçü sağlamalıyız. Tarımsal ürünlerimiz değerini bulurken, büyük şehirlerdeki sosyal sorunları ortadan kaldırmalıyız.
          Haydi Sayın Cumhurbaşkanım, haydi sayın Muhalefet parti başkanlarım, her vekilinizden, her danışmanınızdan, ayda bir kalkınmaya dair proje isteyiniz. Onlarda çevresinden ve yöresindeki insanlardan projeler istesinler. Ülkemiz de üretim artsın, işsizlik bitsin, kalkınma ivme kazansın.  
         Yeni yılımız, sağlıklı, huzurlu, mutlu ve sıkıntısız olsun inşallah.
Saygılarımla.       Mehmet Kızılaslan 2018-12-31
          
       

25 Aralık 2018 Salı

Eski bir yazım BİZ BOZULDUK HER ŞEY BOZULDU


                                
            
                    Bir paylaşımı izledim, 'face'de, Hayretler de kaldım.
                    Fare, sanki annesiyle oynar gibi kediyle oynuyor.
                    Bir başka paylaşım da kumru, kediyle, sanki dalga geçiyor, şakalaşıyor. Hepsi çok mutlu. Bu her iki kısa filmde, kedinin tabiatı değişmiş. Kimyası farklılaşmış. Alışkanlıkları tabuları yıkılmış sanki!   
                   Yemesi gereken fareyi ve kumruyu yemiyor, onunla oynuyor.  
                    Yadırgadım mı? Evet yadırgadım. Ama sonra bir de etrafıma baktım. Bizdeki değişiklikleri düşündüm.
                    Asıl değişen bizlerdik, hepimizdik. Ve farkında değildik bu değişmelerin. İnsanlar zaman içindeki alışkanlıklarını, doğrularını ve işin garip tarafı ahlak ve karakterini değiştirdi. İnsanımızın karakteri, ahlakı, nasıl değiştirile bilir ki? Bunu bile düşünmedik!
                   Ilık suya atılmış ve altından yavaş, yavaş ısıtılan kurbağalar gibiydik hepimiz. Rehavetle, uyuşukluk içinde yattık suların içine. Bir süre sonra haşlandık, yandık farkına varamadık.
                  “Haksızlıklar karşısında susmak, dilsiz şeytan olmaktır” hadisi şerifini unuttuk. Dürüst olmayanlara karşı, tavır almanın insanlık gereği olduğunu unuttuk. Peygamberlerin tek başlarına mücadelelerini ve başına gelenleri unuttuk. Onların başlarına gelenlerin milyonda birinin bizim başımıza gelmesinden korktuk.
                    O adaletiyle ünlü, Osmanlı'nın torunu olduğumuzu söylerken, onların yüzde biri kadar adil olmayı istemedik. Mertliği ile ünlü atalarımızın binde biri kadar, mert olmayı beceremedik.
                     Övündüklerimizin neredeyse tamamı patates gibi toprağın altında kaldı. Onlardan ders almayı beceremedik.
                      Ne oldu bize neden böyle olduk?
                      Eskiden babalarımız bizlere helal lokma yedirmek için, her türlü zorluğa göğüs gererlerken, namussuzun, hırsızın ve adaletsizin karşısında dik dururlarken; Bizler neden bu kadar ikiyüzlü ve riyakâr olabildik.
                     Nedenini hiç düşündük mü?
                     Daha önceki yazılarımda, İslam halifelerinin göreve başlamadan önceki mal varlıklarının tamamını, görevleri süresince bitirdiklerini, birçoğunun, sırtındaki elbiseden başka elbiselerinin kalmadığını yazmıştım.
                      Şimdiki Müslüman’ım diyen siyasetçilerin ise göreve başladıktan sonra mal varlıklarını yüzlerce kat artırdıklarını yazmıştım.
                     Hangisinin doğru olduğunu, hangilerinin gerçek Müslüman olduklarını düşünmenizi sağlamaya çalışmıştım.
                     Dostlarım, hepimiz kolaycı ve beleşçi olduk. Başımıza gelen her şey, hak etmediğimiz halde, edinmek istediğimiz mal özleminden dolayı başımıza geldi.
                    Suçlu biziz.
                    İslam’ı yeniden yorumlayınız. diyenlerin ve yorumlayıp hayatımıza sokanların oyuncağı olduk. Sizin önünüzü açarız İsrail'in güvenliğini artırın diyenlerin serserisi olduk. Çünkü kolayı biz de sevdik. Hem çalışmadan yemeyi sevdik. Hem de hak etmediklerimizi almanın suç olmadığı örnekler gördük.
                     Hoşumuza gitti beleşçilik. Allah'ın istedikleri yerine, çevremizdeki yobazların kolaycılığına meyil ettik. Kimyamız değişti; Alışkanlıklarımız değişti. Tabularımızı, biz kendi ellerimizle yıktık. Bunu başarı saydık.
                     Doğrularımızın yerine, çevremizde yapılan hırsızlıkların cezasız kalması bizimde hoşumuza gitti. Belki bir gün bizde çalabiliriz diye hoş gördük. Düzeltmeye çalışmadık.
                    Bizler, bazılarımız, hayvandan da aşağı mahlûklar olduk. İşin garibi bu aşağılık olanları, Uyanık, açıkgöz ve başarılı saydık. Elimizle, dilimizle, yüreğimizle, karşı koymadık.
                     O nedenledir ki, Biz, kaybediyoruz. Kaybedeceğiz. Kaybettik dostlarım.
                     Adaletini yitiren bir ülkenin, bekası olmaz.
                     Adaletini yitiren bir insanın, cenneti olamaz, Bilemedik.
                     Saygılarımla.    - Mehmet KIZILASLAN

13 Aralık 2018 Perşembe

TİTANİK FACİASI VE ÜLKEM


                                                     
          15 Nisan 1912 yılında bundan tam 106 yıl önce, batmaz denilen, hatta imalatçıları tarafından “ Bu gemiyi Tanrı bile batıramaz” denilen bir gemi battı.
         2340 yolcusunun, 1513 yani tam %65 öldü. Bu kazadan kurtulamadı.
         Titanik gemisi ile ülkemizin ne alakası var?
         Onlar, zaten ta başından Allaha karşı gelmişler. Bizim Allaha inancımız sonsuz değil mi?
         Şimdi benzerlikleri anlatacağım.
Hiç böyle bir gemiye binmedim. Ancak öğrendiklerime ve filminden edindiğim bilgiye göre, zengin yolcuların bütün kıymetli, eşyaları ve paraları geminin kasalarına kayıtlı olarak teslim alınır. Yolculara, gemiye ait teslim belgeleri ve gemi içinde kullanılmak üzere harcama çekleri verilir.
        Gemi sahile ulaşana kadar hiçbir hırsızlık söz konusu olmasın diye bu yapılır. Sahile ulaştıklarında bu çekler işleme alınır ve zenginlerin kıymetli eşyaları ve paraları harcamaları düşüldükten sonra iade edilir. Tabi ki gemi sahile ulaşırsa.
        Ülkem dış güçlerin yönettiği ve üzerine oyunlar oynadığı bir gemi gibi.
        Önce,  çalınır koruyamazsınız. (Hırsızlar sorgulandıktan sonra mahkeme bitinceye kadar tutuksuz yargılandılar. Bu adli bir tuzaktı Milletime)Biz de mesuliyet kabul etmeyiz denildi. Titanik gemisindeki gibi, Yastık altından, altınlar çıkarıldı, alındı. Karşılığında kâğıtlar verildi vatandaşımızın eline.
         Faizi sevenlerin gözlerini doyuracak seviyelere faiz yükseltildi. Ellerine birer hesap cüzdanı verildi, paraları alındı ellerinden.
        En sonda, döviz nasıl olsa, her zaman kazanıyor diye, yatırımlarını ellerinde döviz bulundurarak yapanların; dövizleri %3 lük devlet garantili tahvillerle alınmaya çalışılıyor. ( döviz bulunduranlara karşıyım, asla tasvip etmiyorum. Çünkü cebinizdeki her dolar ABD ye açılan faizsiz kredidir. Ama bu insanları da, bu yatırıma sürükleyen Devlet mantığının da yanlışlığını eleştiriyorum)
         O batmaz ve Tanrı bile batıramaz denilen gemi, batmadan önce, küçük gizli gemiler yanaştı Titanik’e. Bir gün boyunca kıymetli eşyalar, mücevherler ve paralar aktarıldı bu gizemli gemilere.       
          Ve batırıldı Titanik.
          Korkuyorum. İnsanlarımıza, önce çalınır diye korkutarak. Ya da yastık altında para mı getiriyor sanki, götür bankada altının artsın. (Nasrettin hocanın kazanın doğurdu dediği gibi) Emin gibi gösterilen bankaların kasalarına aktarılan, altınların, mücevherlerin, akıbetinden korkuyorum.
         Korkuyorum. Faize bulaşmamak için birikimlerini dövizle yapanların faize bulaşmalarından.
         Korkuyorum. Ülkemin üretim ekonomisine yönelmek yerine, milletimin elindeki birikimleri ile kurtulabileceğine inanmalarından.
         Korkuyorum. Daha gerçekçi ve herkesin yediden yetmişe kurtulacağı köklü çözüm PARANIN KAYIT ALTINA ALINMASI ve ÜRETİM  EKONOMİSİ varken; sonunda yine aldatılmaktan korkuyorum.
        Değerli okurlarım, ülkemizin ekonomisinin bozukluğunun sebebi, Devletimizin Cari açığıdır, döviz ihtiyacıdır; Dış alımların çokluğundan ve dışa satılacak mallarımızın, hizmetlerimizin, ürünlerimizin azlığından kaynaklanmaktadır. Bu durum, ister istemez işsizliğinizi de körüklemektedir.
         Hükumet bu açığı kapatmak için, yabancılara konut, fabrika ve arazi satışı ile kapatabileceği yanlışına düştü. Olmadı kapatamadı.
         İşsizliğim izi, İnşaat sektörü ve taşıt sektörüne destekle aşabileceğimizi zannetti, aşamadı.
         Vatandaşımızda borçlanarak kredilerle ev ve araba alarak; üretimi, kazancı yetmediği halde (yarın Allah kerim, mantığı ile) bodoslama tüketime yöneldi. Onlarda başaramadı.
         Yanlışlar zinciri devam ediyor. Esnafımız siftah etmeden dükkânlarını kapatıyor. 80 Milyon nüfuslu ülkemde 50 Milyon icra dosyası var. Kapanan şirket, küçük esnaf ve kooperatif sayılarının içler acısı rakamlara ulaştığını, Odalar ve Borsalar Birliğinin rakamlarından öğrenebilirsiniz.
         Çaremiz, ekonomik seferberliktedir. Üretim ekonomisinde, paranın kayıt altına alınmasındadır. Üretimde vergilerin düşürülmesindedir. Valizlerle para taşınmasının önlenme sindedir.
         Titanik gemisine benzemem izdeki ortak yanımız; dibine kadar pisliğe, faize, haksız kazanca, rüşvete, adaletsizliğe, hileye, fuhuş a, bulaşmış durumdayız. Allah Titaniki “Tanrı bile batıramaz” diyenlerin girdiği şirke benzer, bu pisliklere bulaşan, bizleri korumayacaktır.  Korkum ondandır dostlarım.                       
                                             2018-12-13  Mehmet Kızılaslan
      
         

29 Kasım 2018 Perşembe

PARTİLERE HAZİNE YARDIMI İLE NELER YAPILABİLİR


                                           
     Ülkem ekonomik bir savaş veriyor, Doğru mu?
     Dış güçler ekonomimize saldırdılar, doğru mu?
     Dövizdeki değer artışından! TL nin değer kaybetmesinden, Milletin alım gücü neredeyse %50 oranında düştü, doğru mu?
     Üretimsizlikten, ya da üretilen ürünlerin değerinde satılamamasından dolayı üreticilerimiz sıkıntı yaşıyorlar, doğru mu?
     Bu durumdan kurtulmamız, rahata kavuşmamız için hep beraber mücadele etmemiz gerekiyor, doğru mu?
    Bütün ülke bu sıkıntılardan kurtulmak için çare aramamız bulmamız ve güzel sonuca ulaşmamız gerekli, doğru mu?
     Bütün bu tespitler doğru ise, sadece aşağıdakiler,  vatandaşlarımız çare arayıp, yaşantısından, elzem ihtiyaçlarından vaz geçerek hayatta kalmaya devam ederken, Yukarıdakiler ne yapıyorlar?
     Son bir buçuk yıl içinde kapanan iş yeri sayısı 20 607, yanlış okumadınız Yirmi Bin Altı Yüz Yedi iş yeri kapanmış. Yaşamına, faaliyetlerine son vermiş. İşçilerinin, çalışanlarının ve kendilerinin işlerine son vermişler. Bu rakamlara, iflas eden, iflas ettiğini bilmeyen, ar belasına hala ekmeye, dikmeye çalışan köylü, tarımla uğraşan çiftçilerimiz dahil değildir.
      Durum göründüğünden öteye vahim  haldeyken, Partilere bu dönem yapılan hazine yardımı 273 Milyon TL ve 547 Milyon TL daha yardım yapılacağı açıklanmış toplam 820 Milyon TL olacağı söyleniyor.
        Şimdi bu parayı, bu kadar sıkıntı içinde olan ülkemde partilere yardım olarak vermeyip, başka neler yapabiliriz bir bakalım isterseniz.
       Ülkemizde, 81 ilimiz, 957 ilçemiz var. 81 ilimize On’ar Milyon TL yatırım maliyeti olan 81 Fabrika kurulabilir. Bu fabrikaların her birinde, Yüz’er  vatandaşımıza  iş verilebilir.
       Aynı para ile, 810 İlçemize, tarım ürünlerini işleyen 810 imalathane kurulur On’ar  vatandaşımıza iş imkanı sağlanabilir.
   Sonuç olarak partilerin aldıkları hazine yardımı ile ülkemde, 8100 kişiye iş imkanı sağlanabilir.
        Eğer köylü Devlet ortaklığı kooperatifler kurmaya kalkarsak, Devletin koyduğu para kadar da Vatandaşın katılımı sağlandığında çalışan sayısını en az iki katına çıkarmak mümkün olur ve Köylümüzün ürünleri iki gün içinde satılmak, mecburiyetinden kurtulur. İşlenir, bir yıl içinde satılacak hale getirilirken; tekrar köye dönüş sağlanabilir.
         Bu örnekler daha çoğaltılabilir. Güzel ülkemin, sıradan Asil vatandaşları, sıkıntı çeke dursun, Vekilleri, seçilecekleri, seçilenleri bu paraları har vurup harman savuramazlar.
       Efendiler bu olay doğru değil, diye düşünüyorum.
        Seçim çalışmalarına gelince, çıkarırsınız TV kanallarına adayları, karşılıklı projelerini ve planlarını açıklarlar. Sorun parasız ve adil olarak çözülmüş olur.
         Biz aşağıda böyle düşünüyoruz. Allah israf edenleri sevmez. Allahtan korktuğunuza ve ona inandığınıza inanıyoruz ve çare bekliyoruz. Saygılarımla.
                         Mehmet Kızılaslan   2018-11-29
     

9 Kasım 2018 Cuma

İSRAFÇI YETKİLİLER


                                         
      Bu şehrin atıl binaları ve yıkılan binalarının olduğu yerler mezbelelik olarak şehrimizi kirletmeye devam ederken. Milli servetlerimiz atıl olarak, yetkililerin ihmali yüzünden, insanımızın hizmetinden uzak tutuluyorlar.
      Başkanlık sistemine Sayın Cumhurbaşkanımız Ülkemizin şirketler gibi, hızlı yönetilmesini düşünerek geçmemizi sağlarken; aşağıda şehrim hantal ve israfçı bir şekilde yönetilmeye devam ediyor.
      Neden bahsediyorsun kardeşim açar mısın konuyu? Diyorsunuz, hemen açıyorum.
       Şöyle bir bakınız şehrimize.
      Sümer İlköğretim okulu, atıl bir şekilde.  Sanki yıkılmaya terkedilmiş bir Milli servet.  Acaba yönetenlerin özel mülkü olsaydı bu okulumuz; bir gün boş bırakırlar mıydı? Hemen kiraya verirler ve İnsanımızın hizmetine sunarlardı. Kendileri de para kazanırlardı.
      Milli servet olan bu okulumuz neden kiraya verilip Devlet bütçesine gelir sağlanmaz?
      Polis okulu alanı içler acısı. Eski bir vekil burasının tekrar okul olacağını defalarca dillendirmesine rağmen; söylediklerinin hiç birisi doğru çıkmadı. Acaba, o çöplük haline getirdikleri alan; tırlar ve kamyonların kalacağı park alanı yapılıp; Maliyemize katkı sağlanacak hale getirilemez miydi?
      Eski Devlet hastanemizin alanı, neden öyle çöplük şeklinde insanımızın göz kirliliğine sebep oluyor. Ey yetkililer ey şehrimin seçilmiş atanmış efendileri, o alan neden geçici de olsa birilerine kiraya verilip para kazanır hale getirilmiyor? Sizin olsaydı hemen harekete geçerdiniz de Milletin olunca neden görevinizi ihmal ediyorsunuz?
       Jandarma karakolumuzun eski yeri, şehrimizin böbrek yatağı, ne olacak efendiler? Orası da neden atıl bir şekilde duruyor? Sayın Cumhur başkanımızın, “ödeneği çıkmamış ve başlanmamış bütün yatırımlar durdurulacak” dendiğine göre bu alanlar bu binalar neden birilerine kiraya verilip hem insanımızın hizmetine sunulmuyor hem de Devletimizin kasasına para girmiyor?
        Eski sağlık meslek lisemizin olduğu bina neden atıl duruyor kardeşim? Kiraya isteyen mi yok? Sizler mi zevkiniz için orasını boş tutuyorsunuz?
         Kültür merkezi binamız orasını neden hırsızların insafına bıraktınız?
         Taşımalı eğitimle kapanan, ilkokullarımız, itin uğursuzun eylem alanı haline gelmesi sizin hoşunuza mı gidiyor, yoksa bu durumlardan haberdar mı değilsiniz? O okulları kiralamak isteyenlere kurumlarınız arasındaki karmaşadan ve o daire amirlerinin keyfiliğinden dolayı o güzelim binalar yıkılmaya, çöplük olmaya ve fuhuş yuvası olmaya doğru gidiyor. Yazık.
         Feto terör örgütünden aldığınız yurt binalarını, diğer bazı vakıflara ve cemiyetlere devrettiniz. Bu şehrin orta öğrenim öğrencileri için yurt yok, efendi kardeşim. Bu çocukların aileleri fakir, o astronomik rakamlarla şehrimizden ev kiralayamıyorlar ve okumaktan vaz geçiyorlar. Vebalini, devrettiğiniz vakıflar yöneticileri, atıl durdurduğu için; sizlerde o vakıfların bir an önce o yurt binalarını çocuklarımızın kullanımına açmalarına zorlamadığınız için çekeceğinizi düşünmez misiniz?
         Diğer yandan gelişmiş ülkelerin arazilerinin %35 devlete ait olup, bunun sadece  %5 i devlet dairesidir. Kalan kısmı ormandır. % 65 Milletin hizmetine, ya kira, ya da satış olarak sunulmuştur.
           Bizde % 54 devletin elinde ve bunların %25 si orman % 20 bozuk ormandır. Vatandaşın kullanımında olan kısmı %45 dir. Yukarıdaki yöneticiler, bunu fark ettikleri için, yine VATANDAŞIMIZA SATIN, YA DA KİRAYA VERİLSİN derken, sizler aşağıda kimlere hizmet etmek için varsınız da bu arazileri atıl bekletiyorsunuz?
     Milletimizin hizmetine sunulacak bu araziler, binalar, insanımıza, ülkemize, bu dar zamanda da ekonomimize katkı sağlayacak iken, siz hala niye durursunuz? Sizleri anlamakta zorlanıyorum efendiler. Sizlerin içinizdeki istisnalar hariç bir çoklarınız bu Devletin, ekonomisinin düzelmemesi için gerekeni yapıyorsunuz gibime geliyor. Yanılıyor muyum?
          Yanılıyorsam beni çalışmalarınızla ikna ediniz lütfen efendiler.
       Daha ağır şeyler söylemeye imtina ediyorum ama sizlerin bazılarınız, şimdi aklınızı başınıza toplayıp, kime, nasıl hizmet ettiğinizi düşününüz. Bu ülke bu sıkıntılardan da kurtulacak,  Allah’ın izniyle.  Sizler gibi, görevini ihmal edip, ekonomik kurtuluş mücadelemizi baltalayan, engelleyen; yönetici, idarecilerden de elbette kurtulacaktır, hesapta soracaktır.
         Bizden, şimdilik bu kadar. Saygılarımla.   Mehmet Kızılaslan 2018-11-09

1 Kasım 2018 Perşembe

EĞİTİM öğretim ÜRETİM ve HAYAT


                                   
       Bizlere, doğduğumuz günlerden itibaren; insanoğluna ise yaradılıştan itibaren bir eğitim sistemi sunuluyor. Doğruluğu ve faydası, herkese göre farklı değerlendirilen bir sisteme zorlanıyoruz.
        İlk insanın eğitimi hayatın içinde ve ihtiyaçlarına göre şekillenirken, günümüzde bize dikte edilen ve bizim ihtiyaçlarımızdan çok, dünyayı yönetenlerin buyruklarına göre şekilleniyor.
       Eğitimden çok her şeye benzeyen yaşadığımız sistemin içinde çocuklarımıza bir bakalım isterseniz. Okul öncesi eğitim + günümüzün 12 yıllık mecburi eğitimi sonrasında 18 yaşına ulaşmış bir ergen neredeyse ömründe, bir tahtaya çivi çakmamış. Bu süre zarfında hiç bir şey üretmemiş. On kuruş kazanmamış. Hasılı bir baltaya sap olamamış çocuklarımız.
        Hiç bir şey üretmemiş olmasına rağmen, verilen eğitim ve öğretiler sayesinde sadece marka şeyler tüketmesi beynine kazılmış. Hayat şartlarından bihaber, kendisine sunulan şartlar içinde el bebek gül bebek verilen bilgileri ezberlediklerinde başarılı oldukları beyinlerine kazınmış. Dikte edilen şekilde yaşayıp geldikleri için, hiçbir eksiklik ve yanlışlık duymadıkları için mutlu gibiler.
        Oysaki hayata başladıklarında, Yüzde Sekseni, başarısız, mutsuz ve istedikleri işlerde çalışmayan, huzursuz, saldırgan, her an patlamaya hazır toplumlar oluşturmuşuz.
         Her an patlamaya hazır dedim ama, Patlama şekilleri de sistemler tarafından öğretilmiş. Sisteme zarar vermeden patlayacaksınız. Sistemin önerdiği (emrettiği) sivil toplum kuruluşlarından birine ya da birkaçına üye olacaksınız. Sistemin kuruluşuna izin verdiği partilerden ya da sendikalardan birine üye olacaksınız. Sonuç olarak patlamalarınız ve tepkileriniz bu sistemlerin izin verdiği kadar ve şekilde olacak.
          Verilen eğitim ve öğretiler sonucu dünyanın her yerinde edilgen, ve bu edilgenliğe mecbur edilmiş toplumlar sistemin birer tüketim aracı durumundadırlar.
         Kendilerine sistem içinde denilmiş ki; Ülkelerin kurtuluşu, sizlerin iş sahibi olabilmeniz, tüketimin artması ile mümkün o halde tüketin. “Medeni insan hayat şartları ve refahı düzgün çok harcayan insandır.” Bu sözün, yarısı doğrudur. Çünkü şerlerin içinde, ehveni şer en tehlikeli olanıdır. Sizin hoşunuza giden tarafı “hayat şartları ve refahı düzgün” insan olmak kısmıdır. Oysaki Çok harcayan insan olabilmek için, ihtiyacımız olan, pazarlana bilen, çok iyi ve kaliteli şeyler üretmek gerekli değil mi? Üretmeden tüketebilmek mümkün müdür. Bunu yapabilenler sadece dünyayı yönetenler değil midir?
       Onlarda bir şeyler üretmişler. Hem de en önemli şeyi üretmişler. İnsanlığı istedikleri gibi yönetmeyi üretmişler.
         Dünyayı yönetenlerin tahsillerine bakınız, hangisi mecburi eğitimden geçmişlerdir? Çok para kazananlara bakınız, hangisi Üniversite mezunudurlar? Dünyayı değiştiren Bilim adamlarına bakınız, hangisi, bir üniversite mezunudur?
         Şimdi gelelim çözüme; Bize öğretilenlerin ve verilen mecburi eğitimin dışına çıkmak zorundayız. AB nin istediği diplomalı sayısının çokluğu ülkemizin yararına değildir. Bizim sıra dışı eğitime ve öğretime ihtiyacımız var. Okullarımız, hayata değil, sınavlara hazırlıyor gençlerimizi. Bu doğru değildir.
         Katılırsınız katılmazsınız, o sizlerin bileceği iş. Bir ustanın yanında iyi bir mühendis yetişebilir. Bir Gıdacının yanında iyi bir gıda mühendisi yetişebilir. Bir doktorun yanında çok daha iyi bir doktor yetişebilir. Bir aşçının yanında çok iyi aşçılar yetişebilir. Hayatın içinde iyi şeyler üretenlerin teorik bilgileri ilave kurslarla takviye edilerek tamamlanabilir.
          Tüketim artsın, ekonomimize hareket gelsin, düzelsin, diye düşürülen vergi oranları, muhakkak geçici bir rahatlık sağlayacaktır. Ancak asıl sorun, bu ülkenin Yüzde sekseni gıda ihtiyaçlarını karşılayamazken, lüks tüketim araçlarının satışını artırmaya kalkmak ülkelerin ekonomisini canlandırmaz. Ülkelerin kalkınmışlığı, insanlarının en zaruri ihtiyaçlarını kolay elde etmeleri ile ölçülmelidir. Her yaptığımızın, yaşadığımızın,  doğruluğunu sorgulamamız dileğim ve saygılarımla.
                                       Mehmet Kızılaslan 2018-11-01
       
    
       

15 Ekim 2018 Pazartesi

FİYATLAR VE ADALET


                                                 
            Dolar yükselişe geçince, karpuzcunun kg mı bir lira olan karpuzu, iki liraya çıkardığı bir ülkede yaşıyoruz. Diğer yandan Dolarla girdisi olan tüm mallarda satıcıların hemen fiyatlarını dolara göre değiştirmesini yadırgamıyorum.
             Yadırgadığım ve üzüldüğüm şey ise, bazı tacirlerin,  doların 7.5 TL ye çıktığında değiştirdiği rakamları, Dolar, 6.1 TL ye düştüğünde değiştirmeyişi oluyor.
           Ülkemde Dolara endeksli, kira sözleşmelerinin ve dolarla alakası olmayan ürünlerin dolarla satılmasını anlam vermek te zorlanıyorum.
          Galvanizli demir ve çelik ürünlerinin bu işi açtığım günden beri dolara endeksli alım satımının yapıldığını biliyoruz. 5 Nisan kararları alındığında çok iyi hatırlıyorum. İşletmemizin 30 Miyar alacağı, 30 Milyarda borcu vardı. (bu günkü parayla Otuz Bin TL)  Atölyemizde yaklaşık bir o kadarda mamul ürünümüz vardı.
           6 Nisan günü borcumuz, dolara endeksli olduğundan, 90 Milyara çıktı. Alacaklarımızın sadece 5 Milyarlık kısmını, kriz var diye ilerleyen zaman içinde tahsil edebildik ve battık.
           Bu gün, kriz yok deniyor.
          Madem kriz yok, dolar, 3.8 TL den, 6 TL civarında neden geziyor?
          Adını tam koymaktan, olayı insanlarımızın gözüne baka baka inkâr etmekten kaçındığımızda, yani kriz yok dediğimizde, kriz ortadan kalkıyor mu?
         Sabit gelirli vatandaşımızın alım gücü %50 azalmadı mı?
         Diğer bir tarifle, Vatandaşımızın, Yüz liralık paraları, 66 TL iş görmeye başlamadı mı?
         Yetkililerin israf ekonomisinden vaz geçip, üretim ekonomisine geçmesinin zamanı gelmedi mi?
         Gerçekleri söylediğimiz zaman, Milletin gözünde küçüleceğimizi mi zannediyoruz?
         Aksine, gerçekleri söylediğimizde, Millete daha çok güven vereceğimizi anlayamadık mı hala?
         Bunun adı kriz ve nereden geldi ise geldi. Biz ülke olarak buna yakalandık. Şimdi sebep olan kim olursa, ne olursa olsun, Millet olarak bunu aşmak zorundayız.
        Bizim de yanlışlarımız oldu. İsraf ekonomisini önlemeyi düşünemedik. Ülkemizim İnşaat sektörü ile ekonomisinin düzelmeyeceğini anlayamadık. Özür dileriz. Şimdi, üretim ekonomisine dönmenin, tam zamanı, dediğimizde ne kaybederdik acaba?
         Fırsatçılara ve ekonomimizi batırmaya çalışanlara gelince;
         Bu bir ekonomik savaş halidir. Savaş zamanında stokçular, Fahiş fiyata mal satanlar, fırsatçılar ve Milletin ekmeğiyle oynayanlar, savaş halinde nasıl cezalandırılırlarsa o şekilde cezalandırılmak zorundadır.
         Bunu yapabilmek için öncelikle, Bütün idarecilerin, yöneticilerinde, devlet bütçesini harcamalarında, tasarrufa gitmeleri mecburidir. Yani cezalandırmalar, öncelikle Devlet yetkililerinin  israf halini sürdürenlerine, öncelikle uygulanması gerekir.
          Adalete gelince,
         Ajan papazın, yargılanmasında, ABD ile bir anlaşma yapıldı mı, yapılmadı mı bilemiyoruz. Anlaşmanın olup olmadığını, yerel seçimlerden bir hafta öncesinde, ABD de yargılanan Halk bankası yöneticisinin, salıverilmesi halinde anlarız. Devletle rarasında, birçok konuda, karşılıklılık ilkesi geçerlidir. Bu olursa da yadırgamayız. Keşke aynı zaman diliminde olsaydı deriz. Seçimden bir hafta önce olması hali bizi yadırgatır.
           Biz, yazılarımızın tamamında, çözümlerimizi de ortaya koyduk. Çözüm, paranın kayıt altına alınmasıdır. Tüm vergilerin sadece, para bir hesaptan, diğer bir hesaba aktarılırken, sadece ama sadece  %10 olarak devlet hesabına aktarılması ile olmalıdır. Paranın kayıt altına alınması, ekonomimizin dış güçler tarafından oynanmasını da, teröre para akışını da önleyecektir.
          Herkesin, borçlarında kayıt altına alınıp, sıraya konulup, vatandaşın gelirinin, sadece %20 sine el konularak yapılması ile sağlanmalıdır. Bir kesimine kolaylık sağla, diğer kesimi batsın, olmaz. Bu durum hiç de adil değil.
                             Mehmet Kızılaslan 2018-10-15
       
       

  
          

2 Ekim 2018 Salı

DUYUN-U UMUMİYE NEDİR?


                                                  
                       Düyun-u Umumiye (Düyun-u Umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi),                          
                Düyun-u Umumiye Osmanlı dış borçlarının ve bunu idâre eden birimin adı.
                    1881-1939 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu' nun dış borçlarını denetleyen kurumdur.       
              II. Abdülhamit döneminde kurulmuştur. Sözcük, "Genel Borçlar" anlamına gelir.                 
                      Duyun: Eskimiş borçlar.
                      Varidat: Gelirler, VARLIK
                     Muhassasa: Müesseseler ( FON)
                    “Eski anlamı ile Duyun-u umumiye-i Osmaniye Varidat-ı Muhassasa İdaresi” olan bu     
              Sistemin, yeni adını siz koyunuz.    
                       Tanım olarak, Duyun-U Umumiye İdaresi, Google amcada bu şekilde anlatılıyor.
                     “Genel borçlar yönetimi demektir. Yakın çağda ekonomik yönden büyük bir çöküntü    
              yaşayan, Osmanlı İmparatorluğu, 1854 yılında (Kırım Savaşı sırasında) ilk kez dış
              borçlanmaya gitmiş ve İngiltere'den borç almıştı. Osmanlı Devleti borçlarını ödeyemeyerek
              1875 yılında iflasını açıkladı. Alacakları tehlikeye düşen devletler de alacaklarını birleştirip
              1881 yılında Düyun-u Umumiye İdaresi'ni kurup, Osmanlı Devleti'nin gelir kaynaklarına el
              koydular.
                       Osmanlı Devleti'nin tuz, tütün, damga, içki, balıkçılık, ipek vergileri başta, gümrük
            vergileriyle,  bağlı beyliklerin vergilerinin bir bölümü oluşturulan bu yönetime aktarıldı.
           Sonuçta, devletin tüm ekonomik ve mali denetimi Avrupalıların eline geçmiş oldu.
                        Lozan Barış Antlaşması'yla birlikte bu idare kaldırılmış ve yeni Türk Devleti'nin payına   
             düşen, Osmanlı borçları taksitlendirilerek, Fransız Frangı olarak ödenmeye başlamıştır.
              63.644.000 Fransız Frangı olan Osmanlı borçları 1954 yılında tümüyle ödenmiştir.
                     İlk dış borç,1854 Kırım Savaşından sonra alındı. Osmanlı Devleti, Sultan İkinci  
               Abdülhamîd Han, zamanına geldiğinde, ağır dış borçlar altında ezilme mevkindeydi. Akıllı
               tedbirlerle belli bir zaman içerisinde bu borçlar ödenebilirdi.
                      Lakin 93 Harbi (1877-78) hezimeti, devleti iflasın eşiğine getirdi. Devlet, en verimli
                topraklarını kaybetti. Akın akın gelen göçmenlerin sayısı bir milyona ulaştı. Bu kadar göçmeni
              bir yıl içinde rahata kavuşturmak çok zordu. ( Bu gün 3.5 milyon Suriyeli göçmenin yurdumuza
              gelmesi sizde bir çağrışım yapıyor mu? Bu Devletimizi ve Milletimizi zora sokmak değil midir?)
                     1875 yılında borçları ödeyebilmek için rüsum-ı sitte idaresi faaliyete konuldu ise de, bu
              idare şekli, Avrupalı alacaklıları memnun etmedi. Neticede Tevhid-i Düyun yapılması   
              kararlaştırıldı. Böylece bütün dış borçlar birleştiriliyordu. Devletin bazı mallar üzerinden  
              aldığı gelir, bundan böyle Türkiye Maliye Nezareti tarafından değil, ancak Düyun-i Umumiye
              tarafından tahsil edilecekti. Bu durum devlet içinde bağımsız ikinci bir Maliye Bakanlığı ihdas
              etmek, anlamına geliyordu. Ancak, yapacak başka çare de kalmamıştı.
                       Düyun-ı Umumiye nin yetkisine bırakılan gelirler şunlardı: Tütün, tuz ve ipek vergi   
               gelirleriyle damga pulu ve balık vergileri.
                           Düyun-ı Umumiye nin idare meclisi 7 üyeden müteşekkil olup, bunların üyelik müddeti
               5 yıl için idi. Üyelerin ikisi Türk, diğerleri de her bir alacaklı ülkeden, birer üye olmak üzere
              İngiliz, Fransız, Alman, Avusturyalı ve İtalyan’dan müteşekkildi. Dış borçların tamamına yakın
              bölümü İngiliz ve Fransızlara ait olduğu için, Meclis-i İdare Başkanlığı yalnız onlardan
             seçile bilmekteydi. Ancak konseyi teftiş etmek üzere Türklerden meydana gelen fevkalade bir
             müfettiş heyeti de bulunuyordu.
                           Yukarıdaki yazdıklarım Google amcadan alıntıdır. Daha geniş bilgiye Google amcadan
                 temin edebilirsiniz bizden bu kadar. Saygılarımla. Mehmet Kızılaslan 2018/10/02




20 Eylül 2018 Perşembe

HAİM NAHUM DOKTRİNİ VE RAHMETLİ ERBAKAN HOCA


                       
        Haim Nahum’un, Karanlık planları hakkında, Rahmetli Erbakan hocanın,  yorulmadan bıkmadan senelerce önce bahsetmesini,hiç birimiz anlayamadık.
        Erbakan hoca ile ve onu anlayanlarla, alay edenler, yapılması gerekenleri yapmayanlar, sağ iseler rahat koltuklarında oturamasınlar. Ölmüşlerse, mezarlarında rahat yatamasınlar inşallah.
       Haim Nahum Doktrini nedir?
11-      İnsanları aç bırakacaksın.
22-      İnsanları İşsiz bırakacaksın.
33-      İnsanları borca esir edeceksin.
44-      Dinlerinden uzaklaştıracaksın.
55-      Irklarına, tarikatlarına, mezheplerine ve siyasi görüşlerine göre tahrik edecek, Türkiye’yi böleceksin.
66-      Bölünmüş parçaları birbirleri ile çarpıştırıp, savaştıracaksın.
77-      Parçalanmış, zayıflatılmış parçaları Siyonizm’in emrine verip, yutacaksın.
Haim Nahum kimdir anlatmayacağım giriniz Google amcaya sorunuz. Bu, hain diyemediğim
adam, Manisa da 1873 de doğmuştur. Gerisini siz araştırınız. (Hain diyebilmek için birisine, bizden olması lazım.) Bu adam bir düşmandır. Biz den değildir Türkiye’nin düşmanı bir Yahudi dir.

         Şimdi çevremize bir bakalım isterseniz. Ülkemizin insanlarının alım gücü her geçen gün azalıyor mu? İnsanlarımız söylendiğinin, basında anlatıldığının aksine, fakirleştirilmiyor mu?
        İşsizlik her geçen gün artmıyor mu? İş yerleri, fabrikalar, birer birer satılmıyor mu, kapatılmıyor mu?
        Ülke insanının borç batağında yüzdüğünü görmüyor muyuz? Bizim zannettiğimiz her şey, bankaların değil mi?
        Elhamdülillah Müslümanım diyen birçok insanımız, din tacirlerinin tarikat şeyhlerinin oyuncağı olup dinlerinden uzaklaştırılmadılar mı? Birçok Müslüman görünen vakıf ve kuruluşun içinde emanet edilen çocuklar her türlü tacize uğramıyorlar mı? Bunları yapanlar Müslüman mıdır sizce?
        Irklarına, tarikatlarına, mezheplerine ve hatta siyasi görüşlerine göre insanlarımız kamplara ayrılmadık mı, cephelere bölünmedik mi? Birbirimizle gizli bir savaş içinde değil miyiz? Güçlü olan siyasi yapı unsurları, güçsüz olanları iflasa sürüklemiyorlar mı?
        Zayıflayan, güçsüzleşen gurupları yemek ve bertaraf etmek kolaylaşmadı mı? Birçok mücadele ruhlu insanımız sindirilip susturulmuyor mu? Yok edilmiyorlar mı?
          Ruhun şad olsun Erbakan Hocam. Biz ne seni anlayabildik, nede Bu ülkenin gerçek kurtarıcısı olan, on yıl içinde, ülkemizi ekonomik bağımsızlığına kavuşturan yüzlerce fabrika kuran, Yüce Atatürk’ü anlayabildik.
          Biz Haim Nahum doktrinine yenik düştük. İnşallah kurtulma çabalarımız boşa gitmez.                  Mehmet Kızılaslan 2018-09-20


5 Eylül 2018 Çarşamba

ÜLKE YANIYOR, JÖLELİ BAŞINI TARIYOR


                    
             İsrafın diz boyu değil, gırtlağa kadar olduğu ülkemde, tasarruf sadece alt tabakaya düşüyor.
            O da mecburen.
             Bir ay öncesinde yüz liralık iş gören paraları, bu gün 60 TL lik bile iş görmeyen, sabit gelirli ister istemez yüzde 40 lık bir tasarruf yapmış oluyor. Tasarruf yapmak istemese ne olacak? Açılacak ve daha sonraki günlerde hiç harcama yapamaz duruma gelecek.
           Peki, o yukarıdakiler ne yapıyorlar?
           Bilen varsa bana söylesinler lütfen. Malazgirt Kutlamaların 942. Yıl dönümünde, efendiler Ahlat’a 1071 metre kare oturum alanlı, 10 000 metre kare çevre düzenlemesi olan Cumhurbaşkanlığı köşkü yapacaklarmış. Hayırlı olsun.
          Efendiler bizim, dış borcunuz yok mu?
         Bu yaşadığımız krizin sebebi nedir?
         Amacınız, Milletin yastık altındaki, altınlarını ve dövizlerini bozdurmak mıydı?
         Madem kriz yok, TL, bir ay içinde %40 değer kaybetmiş, bunun sebebi ne?
         Vatandaşın dövizini altının bozmalarını isterken siz neden hala inşaatlara, köşklere, ölü yatırım yapıyor,  israftan vaz geçmiyorsunuz?
         Gelişmiş ülkelerdeki, makam araçlarının, neredeyse tam 10 katı fazla makam araçlarımız var. Neden bunlardan azaltmaya gitmezsiniz?
         Kiralık makam araçlarının sayısını kimse bilemiyor, neden bunlardan vaz geçmiyorsunuz?
        Vekillerin maaşlarından başka, ödenek denilen, harcırah denilen, milletin kesesinden çıkan giderlerini, neden kısmazsınız?
         Efendiler, ya sizin yaşadığınız ve harcadığınız gibi bayram yeri bu ülke, biz bilemiyoruz. Ya da bizim yaşadığımız gibi, bir ay gibi bir süre içinde kazançlarımızın, % 40 ı çalındı cebimizden, biz bilemiyoruz.
         Bu anlaşılmaz ortamdan bizleri kurtarınız lütfen. Ya bizler de sizler gibi har vurup harman savuralım bize yöntemini öğretiniz. Ya da sizlerde, bu üretmeden, borçla tüketen mantıktan, vaz geçerek bizlere örnek olunuz.
          Şu andaki duruşunuzu ve yaptıklarınızı, örnek alırsak, çok kötü durumlara düşeceğiz. Yakınlarımıza, eşlerimize, çocuklarımıza, içinde bulunduğumuz vahim durumu anlatamıyoruz. Yapmak istediğimiz tasarrufları yaptıramıyoruz. Çünkü onlar sizin yaptıklarınızı ve anlattıklarınızı daha inandırıcı görüyorlar.
          Oysaki biz batıyoruz.
          Sizin durumunuzu ise, bizi çekemeyen, gelişmişliğimizi kıskanan, Avrupa basını çok iyi anlatıyor. Ama biz onlara inanmıyoruz! Biz ülke ekonomisi kısa vadede bu çıkmazdan kurtulsun diye geçmişte de, şimdilerde de kampanyalar açıp, vatandaşın dövizlerini bozdurmalarına sebep olmuştuk.
          Kanına girdik vatandaşımızın. Yazık oldu adamların birikimlerine.
          Onlar bizlere haklarını helal etmiyorlar. Biliyorum ama ne yapalım, işimiz Allaha kaldı. Biz, sizlerin de israftan vaz geçeceğinize ve Üretim ekonomisine döneceğinize inandığımız için aldandık. Bizi okuyan dostlarımızı da aldattık.       
          Hala, çözümün Kobi ve Mikro işletmelerin önünün açılmasında olduğunu fark etmediniz ya, hala yatırımlarını bir gecede ülke dışına kaçıracak büyük işletmelere, desteklerinizi yığıyorsunuz ya, sizi anlamakta biz çok zorlanıyoruz.
          İnşallah sizin yaptıklarınız israf ekonomisi doğrudur, biz yanılmış oluruz.
          Değilse, ülke olarak işimiz vahim. Vatandaş cinnet geçirme sınırını çoktan aştı çünkü.
          Bu arada iyi araştırsın bilmeyenleriniz,
          Biz Anadolu’ya 1071 de girmedik. O bizim en son gelişimizdi. 5 000 yıldır Anadolu’dayız biz.
         Bazı bilim adamlarına göre ise, 7000 Yıl dır Anadolu bizim. Biz işgalci değiliz. Siz bu Malazgirt şenlikleri ile bizi kıskanan Avrupalıların ekmeğine yağ sürmek için mi, 1071 kutlamaları yapıyorsunuz?  
               Selam ve saygılarımla.   Mehmet Kızılaslan 2018-09-05

19 Ağustos 2018 Pazar

EKONOMİK ÇÖZÜM


                                
             Döviz arttı, kimin artırdığı, neden arttığı, değerlendirile dursun. Artan döviz değildir. TL nin %50 değer kaybına uğraması demektir.
               Emekli, memur, asgari ücretli ve sabit gelirli, her vatandaşın alım gücü %50 düştü. Parası %50 az işe yarar oldu.
             Ne yapmak lazım?
              Döviz den, para kazanan her vatandaşın kayıtları bankalarda görünüyor mu? Evet.
O halde hemen o vatandaşların kazancının yarısına el konsun. Yani Ülkemize bu oyunu oynayan veya bu krize katkıda bulunan her vatandaşın kazancından HAKSIZ KAZANÇ VERGİSİ, alınsın.
             Bunlardan elde edilen gelirlerden, sabit gelirli memur emekli ve asgari ücretlinin maaşlarına Paranın değer kaybı kadar zam yapılsın.
             Kısa vadede çözüm bu.
              Diğer yandan yine söylüyorum. Hemen KOBİ ve onun içinde bulunan MİKRO işletmelerden, Bağkur ve Sigorta primleri derhal kaldırılsın.
             Bu ne getirecek?
              Ülke ekonomisin de, istihdamın  %34 ünü Mikro işletmeler karşılarken, Devlet den hiçbir destek alamayan, teşvik ve hibe kullanamayan bu işletmeler, Devletin yükü değil, bel kemiğidirler. KOBİLER de aynı durumdadırlar Bunlarda işsizliğin %43 ünü karşılarlar.
              Peki bu gün, Sayın Hazine ve Maliyeden sorumlu Berat Albayrak, Tele konferansla 6-7000 Kişi ye ülkemize yatırım yapınız diye çağrıda bulundular. Oysaki o yatırımcıların tamamına yakını paradan para kazanmak isteyen yatırımcılardır.
              Onların isteklerine boyun eğmek korkunç bir kayıptır. İstemedikleri şeyler yapmak da, tekrar kaçmalarına sebep olmaktır.  O halde yapılması gereken şey; Üretime, yatırım yapacakların desteklenmesidir.
              Üretime yatırım yapan KOBİ ler ve MİKRO işletmeler hiçbir sıkıntı ve krizde ülkemizi terk edemezler. Terk edenler ise paradan, para kazanmayı düşünen, Büyük yatırımcı dediklerimiz dir. Bunların istihdamdaki payı ise, %23 dür.
                Anlata biliyor muyum?
              Ülkenin yükünü çekenler, işsizliği önleyenler, Kobiler ve Mikro işletmeler iken, kaymağını yiyenler ve paradan para kazananlar ise Büyük işletmelerdir.
           İşte o büyük işletmeler her türlü teşvik ve hibeleri alırlarken ve paradan para kazanmayı amaç edinmişlerken; siz hala onlara çağrıda bulunuyorsunuz ve onlara cazip teklifler sunuyorsunuz.
            Devletimizin, dışarıya olan borcunun da 330 Milyar, dolarlık kısmı bu büyük  işletmelerin borcudur. Sadece 150 Milyar dolarlık kısmı, Devletimizin kendisinin borcudur. Bize kambur olan ve devletimize yük olanlar Büyük işletmeler iken, hala kurtuluşu onlar sayesinde sağlayacağınızı zannediyorsunuz.
             Çözüm diyorum, çözüm.
              Çözüm Kobilere ve Mikro işletmelere yatırım yapmakla olacaktır. Bunların hiç birisi dövizi yurt dışına kaçıramazlar. Hiç birisi Devlete ihanet edemezler. Hiç birisi işletmelerini kolay kolay yurt dışına kaçıramazlar ya da kapatamazlar.
              İşletmelerini ve paralarını yurt dışına kaçıranlara ve işletmelerini kapatanlara bir bakınız. Hepsi Devletten teşvik almış, hibe almış büyük işletmelerdir.
               Yine söylüyorum Hiçbir işletmeye finansal destek yapılmamalıdır. Onların ürettiklerine ve ihraç ettiklerine prim verilmelidir.
              Yukarıdaki efendiler sizlere sesleniyorum. Bizler vücudun ayak parmak uçlarındaki kılcal damarlar gibiyiz, bizi algılamakta zorlandığınızdan dolayı, vücudumuz yarı felç geçiriyor. Vücudun atar damarındaki kanı ise, birileri poşetlere aktarmaya devam ediyor. Siz ise kurtuluşu o kanımızı emenlerde zannediyorsunuz. Bize kulak veriniz bizden gelen sinyalleri dikkate alınız.
             Hastaneleri çoğaltmak yerine, hasta olmayı engellemek zorundasınız.
               Ceza evlerini artırmak yerine, suç işlemeyi önlemek zorundasınız.
              Döviz, tahvil, faiz, şeytan üçgenine prim vermek yerine; üretime önem vermek zorundasınız.
               Kredi dağıtmak, teşvik vermek yerine, işletmeleri krediye muhtaç durumdan kurtarmak, onların üretimlerine prim vermek zorundasınız.
              Eyyy efendiler, kurtuluşumuz, KOBİ lerin ve MİKRO işletmeleri n, SGK ve BAĞKUR primlerini kaldırarak ve onlara otuz yıl sonra emekli ikramiyesi vererek olacaktır. Çağrıda bulunduğunuz kan emicilerin, desteklediğiniz hibe ve teşvik verdiğiniz, keselerini sizin büyüttüğünüz; paradan para kazananlar kurtuluşumuz değil mezar kazıcılarımız olacaktır.
            Bizden söylemesi, yine yanlışlardasınız. Kurtuluşumuz üretime yatırım yapanlardadır.
                      HAYIRLI BAYRAMLAR.                       Mehmet Kızılaslan 2018-08-19
              

3 Ağustos 2018 Cuma

ÇILDIRIYORUZ


                   
        Son günlerde, sanki her şey,  ya bana batıyor, ben çıldırıyorum, ya da toplum artık oynatmaya başladı.
       Bir gün önce, yoksulluktan, açlıktan ve sıkıntılardan başka şey konuşmayan insanlar, ertesi günü filanca restoran da öz çekim yapıyor. Daha sonraki gün, falanca koyda yarı çıplak fotoğrafını paylaşıyor.
        Sabah haberlerini dinliyorum. Bu ülkenin iki bakanı hakkında yaptırım kararı almış ABD.
        Birisi efelikleri ile meşhur İç işleri bakanımız, diğeri parası olunca Gaziantep’ten, zeytinlik almayı düşünen, Gül, bakanımız. Bu bakanlarımızın ve hükumetin diğer üyelerinin tamamının geçmişte ABD hayranı, yandaşı, koruyucusu, olduklarını tahmin ediyorum.  Çıldırıyorum.
        Bu ülkenin samimi milliyetçileri, solcuları senelerdir ABD nin dost olmadığını her ortamda haykırmalarına rağmen, yöneticilerimizin hiç birisi, bu günleri görmeden anlayamadılar, ABD nin dost olmadığını. Daha dün ABD bizim stratejik ortağımızdır diyen ve Büyük orta doğu projesinin eş başkanı olduğunu söyleyen, en büyükleri  Reis de dahil. Elli yıl geriden algılayan mantıkla iktidardalar. Bir nüsü bet, bin nasihatten iyidir dedikleri bu olsa gerek. Çıldırıyorum
         Tarikatlar, şeyhler, müritler, mensuplar, meczuplar bu ülke için tehlikelidir. Dedi bu ülkenin solcuları, milliyetçileri ve gerçek vatanseverleri.  Efendiler kırk yıl sonra, canlarına kast edilmeseydi anlayamayacak kadar, geri mantığa sahip idiler. Çıldırıyorum.
          Senelerdir bu ülkenin gerçek sorunu, üretimin önündeki engellerdir. Bu konuda yapılması gerekenleri anlatıyor, tüm aklıselimi olan yazarlar, düşünürler, siyasetçiler, akademisyenler. Yetkileri kapanlar, bu ülkenin gerçeklerinden, bihaber olanlar, Millet bahçeleri ve kıraathane, vadinde bulunanlara oylarını veriyorlar. Çıldırıyorum.
        Sıkıntı içinde olanlara bakıyorum. Tüketim ekonomisinin çılgınca borçlanarak mal sahibi oluna bileceğine inandırılmış, evi bankanın, arabası bankanın olduğu halde kendisinin zanneden ve kendisine Reis den başkasına oy verirsen, kaos gelir, evin araban elinden alınır. Diye komplo kurulan ve buna kanan salak kendi ipini çektiğinin farkında değil. Çıldırıyorum.
        Ülke yönetimine talip olduğu halde, vekil adayları sıralaması düzgün olmadığı için, projeleri yetersiz olduğu için, örgütlerinin, düşüncelerine kulak asmadığı için, defalarca seçim kaybeden muhalefetin başının; demokrasi havarisi gibi görünüp, Reis den daha diktatörce, bir yapıyla, koltuğuna yapıştığını görüyorum. Çıldırıyorum.
        Ekonomik koşulların düzelmesinin, ülkemizin kobi lerinin, mikro işletmelerinin, SGK birimlerinin kaldırılması ile aşılabileceğini; işsizlik sorununu da, bu küçük işletmelerin sayesinde çözebileceğini,  anlatıyorum.  Devlet, büyük sanayiciye teşvik vererek sorunları halledeceğini sanıyor. Diğer taraftan büyük destekler verdiği, yandaş sanayiciler bile ülkeyi terk ediyor. Çıldırıyorum. 
         Sonuç, sadece ben değil, bu sonuçlara sebep olanlarda, destek verenlerde, ağlayanlarda, sızlayanlarda, sebep sonuç ilişkilerini kuramayanlarda, satılmışımızda, vatanseverimiz de, akıllımızda, geri zekâlımız da,  hepimiz aynı gemideyiz.
          Üretimsizlik yüzünden ve alınan yanlış kararlardan dolayı ülke batıyor. Çıldırıyorum. Top yekün ülke olarak hepimiz çıldırıyoruz.
       Atatürk’ün karma ekonomik sistemi, İslam’ın komsusu aç iken, tok yatan bizden değildir, hadisinin uygulanabildiği, bildiğimiz sistemleri, yeniden kurmak zorundayız.
       Ben o kapitalist sistemin uşağı ekonomistlerin,  insanlığı sömürten yeni şeylere koşturtmasının doğruluğuna inanmıyorum.
       Bizim sistemimiz belki de, Dünyayı kurtaracak en iyi sistemdi. Bizi de kendilerinin kölesi yapmak için, kullandılar, şaşırttılar, çıldırttılar ve başardılar. Çıldırıyorum.      
                     Aklımıza mukayyet ol ya Rabbim. Felaket tellalı değilim ama hamasi nutukların karın doyurmadığını en geç üç ay sonra öğreneceğiz. Selametle kalın aklınıza mukayyet olun.
            2018/08/03                                           
       MehmetKızılaslan.