22 Mart 2017 Çarşamba

BORÇ ALAN EMİR ALIR



Senelerce IMF denilen kurumdan borç aldık ve karşılığında olmadık yaptırımlarla karşılaştık. Yani emirler aldık ve uyguladık.
Bu günlerde IMF denilen kuruma olan borcumuz kalmadığı söyleniyor. Hatta 5 milyar dolarda borç verdiğimiz anlatılıyor. Borç alan ülkeden Borç veren ülke durumuna geçtiğimiz söyleniyor. Şükürler olsun.
 Emir almamız bittimi? Bilemiyorum yorum sizin, takdir sizlerin dostlarım. Onların emir verme alışkanlıkları şüphesiz devam ediyor.
Devam ediyorsa vardır bir sebebi değil mi?
Yazımın sonunda neden emir almaya devam ettiğimizi ve neden çevremizdeki ülkelerle savaştırıldığımızı anlayacağınızı umarım.

İsterseniz Osmanlının ilk borcu nasıl ve ne zaman aldığına bir bakalım.

1853-1856 yılları arasında Kırım savaşı, Osmanlı Rus savaşıdır. Ancak, Rusya’yı Akdeniz’in dışında tutmak için, savaşa İngiltere, Fransa ve Piyemote-sardinya (İtalyan birliği ) da Osmanlı tarafında savaşa girdiler.  Savaşı Osmanlı ve müttefikleri kazandı.
Müttefiklerin amaçları Osmanlıya yardım etmek değildi. Güç dengelerinin İngiltere’nin aleyhine bozulmasını önlemek ve Rusya’nın, Avrupa’nın dışında tutulmasını sağlamaktı. İngiltere bu amacına ulaştı ama Osmanlı devleti bu savaştan çok büyük bir zararla çıktı.
Çok pahalı olan bu savaşı yürütebilmek için Osmanlı devleti ödeme yeteneğinin çok, çok üstünde borç almıştı.    
 Endüstrileşmeyi kaçırdığı için ekonomisi çağdışı kalmış olan devlet, bu borçların altından kalkamayacak ve 1881 yılında II. Abdülhamit döneminde Düyunu Umumiye idaresinin kurulmasıyla, Avrupalı devletlerin mali denetimi altına girip, yarı sömürge olacaktır. Özellikle Fransa'daki Yahudi Rothschild Ailesinin sahibi olduğu bankalardan alınan borçlar sonucunda, Yahudilerin vaat edilen topraklara yerleşmesine engel olunamamıştır.
Üç kıtaya hakim olan, hoş görü politikası ile yaklaşık 620 yıl hüküm süren, Osmanlı devleti İmparatorluğunun çöküşü bu borçlanma ile başlamış, daha sonra da alınan borçlarla Osmanlı ekonomisi çökertilmiştir. Osmanlı devletine bağlı bir çok devlet bağımsızlığını ilan etmiş, Osmanlıdan ayrılmışlardır. 
En son kalan topraklarda, Türkiye adında bir devlet kurulmuştur. Osmanlı devletinin  ödeyemediği borçları, alınan topraklara göre paylaştırılmıştır.
Bu borç dağılımı şöyle olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti % 67 sini ödeyecek. Yunanistan %11 ini ödeyecek. Lübnan ve Suriye %8 ini ödeyecek. Geri kalan % 14 ü  nü de, balkan savaşından sonra kurulan devletler ödeyeceklerdir.
               En büyük borç, Türkiye Cumhuriyetine kalmıştır. Lozan anlaşmasıyla bu borçları Türkiye Cumhuriyeti kabul etmiştir. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı için, her yıl 700 000 bin altın borç ödeyecektir.
               1983 e kadar ödenmesi gereken borçlar 29 yıl erken ödenerek 1954 te bitirilmiştir.
               Bu arada, 45 ülkenin üyeliği ile 1945 de kurulan IMF ye 1947 yılında katılan  Türkiye Cumhuriyeti IMF ye en çok borçlanan ülkesi olmuştur.
               IMF borçlarını da kapatan Ak parti hükümeti olmuştur. Allah razı olsun.
          
               Yazımın başında da IMF ye borcumuzun bittiğini söylemiştim sevinmiştiniz. Ne yazık ki, Milli Gazetede, MHP Samsun Milletvekili Erhan Usta’nın yayınlanan yazısında,
              Ak Parti den önce 129 Milyar Dolar olan dış borcumuzun şimdi 403 Milyar dolar olduğu iddia ediliyor. IMF ye borcumuz yok ama Dünya Bankası, Avrupa yatırım Bankası ve farklı kurumlara olan borcumuzun 403 Milyar doları geçtiği söyleniyor.
               İddia doğru ise, borcumuz artarak devam ediyor okurlarım.
              Bu arada gayrimenkul satışlarımızdan 30 Milyar dolar kazancımıza, özelleştirmeden gelen 300 Milyar TL girmesine rağmen.
                Borcumuzun artırılmasının, altında yatan sebeplerin araştırılmasının gerektiğine inanıyorum.
 Neden biliyor musunuz?
Osmanlının parçalanması, Kırım savaşında borçlanan Osmanlının, Yahudi Rothschild Ailesinin sahibi olduğu bankalardan alınan paraların ödenmesi için olduysa;    
Acaba Suriye savaşı neden çıkarıldı?
Türkiye Cumhuriyetinin Borçlarının ödenmesi için acaba ne olacak?
Neler yaşayacağımızı merak ediyorum.
Yine endüstrileşmeyi kaçırdık. Yine üretimimiz yok. Gariptir Üretim haneler kapanıyor yada küçülüyor.
Allah, hesapsız Padişahların, Osmanlının başına getirdiklerini, Türkiye Cumhuriyetimizin başına getirmez inşallah.
Sağlık, sıhhat ve bereket dileklerimle.
                            Mehmet Kızılaslan 2017-03-22








20 Mart 2017 Pazartesi

ORTA DOĞULU OLMAYA DOĞRU

                 
Birçoklarınız İslami yaşamayı, Arap kılığına kıyafetine girmek, onlar gibi ilkel yaşamak zannediyor olacak ki, her geçen gün biraz daha Ortadoğu’nun garabet etkisi altına girmeye başladık.
Kişisel gelişim uzmanı, Mümin Sekman’ın bir yazısından etkilenerek yazıyorum bu yazımı. Bir Suriyeli çocuğun denizde boğulup karaya vurması vardı ya hani o çocuğun fotoğrafını değerlendirirken “ Bu fotoğrafta Suriyeli bir çocuğun geçmişi, Türkiyeli bir çocuğun ise geleceği duruyor olabilir mi?” diye soruyor.
Bu kafayla gidersek Tamamen Ortadoğulu olacağız herhalde diyor uzman.
 Ortadoğulu olmak ne demek biliyor musunuz? Diye başlıyor anlatmaya.
Ölümü yüceltip, güzel yaşamayı aşağılamaktır.
Dini yüceltip, bilime kayıtsız kalmaktır.
Lideri yüceltip, iyi sistem kurmayı aşağılamaktır.
İmanı yüceltip, aklı aşağılamaktır.
Duyguları yüceltip, mantığı küçümsemektir.
Müteahhitliği yüceltip, mühendisliği aşağılamaktır.
Üniversiteleriyle değil, Camileri ile guru duymaktır.
“Alnı secde görüyor” diye, zorba hırsız politikacılara oy vermektir.
İmamları yüceltip, filozofları aşağılamaktır.
Ev kadınlığını yüceltip, kariyer yapan kadınları aşağılamaktır.
Kendi çocuklarını Amerika’da okutup, Halk çocuklarını İmam hatiplere zorlamaktır.
Sözü yüksek olanı değil, sesi yüksek olanı iyi lider saymaktır.
Kurumsal çözümler üretmek yerine, karizmatik lidere tapmaktır.
Hatalarından öğrenmek yerine, onunla duygusal bağ kurup bataklığa gömülmektir.
Standart sahibi olmak yerine, “beterin beteri var” diye kendini avutmaktır.
Başına gelenlerde, hatasını aramak yerine, hep dış güçleri suçlamaktır.
Şeytan taşlamaktan, ibadet yapmaya zaman bulamamaktır.
Kendi hayatında hiçbir başarı yokken, ataları ile övünmektir.
Sıkılmış bir yumruğun açık bir elden daha üstün olduğuna inanmaktır.
Diye sıraladıktan sonra, “Yukarıdaki maddelerin yüzde yetmişi Dinle ilgilidir”
Çünkü ortalama bir Ortadoğulunun beyninin yüzde 75 i dinle kaplıdır. Bu yüzden diğer şeylere çok az yer kalır. Onun zihniyetiyle yaptığınız her eleştiriyi, Dinine saldırı sayar.
Dinle ilgili olmayan pek fikri olmadığı için, dini ilgilendirmeyen hiçbir eleştiri yapma şansınız da yoktur.
Diyor yazar, aslında devam ediyor. Ama ben devam etmeyeceğim. Nedenine gelince, birinci neden, yukarıdaki maddelerin tamamı kolaycıdır. Kolaycılık insanı tembel yapar. İkinci neden, yazılarımı uzattıkça, okur sayım azalıyor.
Çünkü Ortadoğulu olan beyinlerimize, Tv kanalları izleyerek bilgilenmek,  geçmişten gelen masalları dinleyerek avunmak ve kendisinden başka herkesi suçlayarak yaşamak en kolay gelenidir.
Gün geçtikçe bizi Ortadoğulu yapacak olan bu yanlışlardan arınmamız lazım. Bilimsel çalışmalara ağırlık vermek ve yaşam standardımızı Avrupalılardan yukarıya taşımamız gerekli.  Aksi halde, karaya vurmuş o Suriyeli çocuğun geçmişi, bizim çocuklarımızın geleceği olacaktır. Allah ta bizi, İslam’ı anlamadığımız için korumayacaktır,
Suriyelileri korumadığı gibi. Çünkü Allah Birçok ayetinde, okumaz mısınız, anlamaz mısınız, görmez misiniz, diye geçekleri görmeye çağırıyor.
Bizde araştırma hak getire.
                         Mehmet Kızılaslan   2017-03-20

  

16 Mart 2017 Perşembe

İŞSİZLİĞİ ÖNLEMEK İSTİYORSANIZ




İşsizliği bu şekilde bölük, pörçük yöntemlerle, seferberlik ilan etseniz de önleyemezsiniz. “2016 Aralık ayında, çalıştırdığınız eleman sayısından bir fazla elaman daha alırsanız onun sigortasını biz ödüyoruz” diye açtığınız son kampanyanın başarıya ulaşabilmesi için, öncelikle iş yerlerinin işçiye ihtiyacının olması gerekmez mi?
Eğer iş yerinin işçiye ihtiyacı yoksa maaşını da siz verseniz o iş yeri sahibi işçi alamaz. Aldığı işçi orta yerde gezindikçe rahatsızlık verir. Maaşını nasıl ödeyeceğini düşünürken, işverenin morali bozulur.
Bir kez de Allah rızası için kendi danışmanlarınızın dışında birilerinin fikirlerine kulak veriniz. Çareleri uygulamakta geç kaldıkça, çözülebilecek sorunların bile çözümsüzleştiğini göremiyorsunuz.
Şimdi size söyleyeceğim yöntemleri de sizler, 5-10 yıl sonra uygulamak zorunda kalacaksınız, ama bugün uygulamanız halinde çare olacak sistem, 10 yıl sonra uygulamaya kalktığınızda kangren olmuş yaraya merhem olmayacaktır. Çünkü iş yeri açacak müteşebbis bile bulamayacaksınız.
Söylediğim bu işsizliği önleme yöntemini bu gün uyguladığınızda çare olacaktır. Gecikmeniz halinde dağıttığınız kaynakların boşa gitmesinden başka hiçbir işe yaramadığı gibi mumla müteşebbis ruh arayacaksınız.
İşsizliği önlemek için şimdi yapmanız gerekenleri yazıyorum.
1-      Kendi iş yerini açacak kişilerin Sosyal güvenlik primlerini devlet ödemelidir.
2-      Bu iş yerinde çalışacak işçilerin sosyal güvenlik primlerini de devlet ödemelidir.
3-      İş yerlerinden emekli olacak olan, işçilerin emekli ikramiyelerini de devlet ödemelidir.
4-      Uluslar arası patent anlaşmaları en az 10 yıl görmezden gelinmelidir.
5-      İş yerlerinde çalışacak işçilerin belgelendirilme işlemleri, 10 yıla yayılmalıdır.
6-      İş yeri açma ruhsat ve harçları sıfır bedele çekilmeli. İşçi çalıştıracak her iş yerine belgeler tek elden ve bedelsiz verilmelidir.
7-      Üretimin ve pazarlamanın önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır.
Bu son yazdığım madde önü, sonu açık bir maddedir. Bunun içine temizlik vergilerinden tutunuz da, tabela vergilerine kadar her şey girer. Belediyeler bu bedelleri yok saysalar, acaba iş yapacak ve ürettiğini satacak bir kimse başardıkça parasını iş yerlerinden başka yerlere mi aktarırlar yoksa iş yerlerini büyüterek daha fazla işçi mi çalıştırırlar?
 Yukarıda yazdığım maddeleri hemen uyguladığınız halde işe yarayacak ve işsizliğe çare olacaktır. Eğer 10 yıl sonra uygulamak zorunda kalacak olursanız, biliniz ki müteşebbis ruh kalmayacağından, belki de Cumhuriyetin ilk 10 yılında olduğu gibi, bütün iş yerlerini devlet olarak sizler açmak zorunda kalacaksınız.
Günümüz toplumlarında devletler milletlerinin hayatlarını kolaylaştırmak zorundadırlar. Orta çağlarda olduğu gibi millet ne yaparsa yapsın, bize vergisini versin diyemezsiniz. “Komşusu aç yatarken tok yatan bizden değildir” demek lafla olmaz. Üreten çalışan her kesin önü açılmazsa, hatta sırtına binilirse, biliniz ki işsizliği ortadan kaldıramazsınız. Adaleti sağlayamazsınız. Hırsızlığı, çalmayı, çırpmayı önleyemezsiniz.
Biliyorsunuz ki Aç köpek fırın deler. Ülkemin en büyük sorunu işsizliktir. İşsizliğin önündeki en büyük engel de Devlet ve onun geri kalmış, özel sektöre düşman bürokratlarıdır.                   Mehmet Kızılaslan 2017-03-16



  

11 Mart 2017 Cumartesi

VATAN SEVENLERLE VATAN HAİNLERİ BELLİ OLSUN





Evet çıksa da, hayır çıksa da sonuç aynı, benim için, değişen hiç bir şey olmayacak.
Birbirine düşen yetkili ve etkili siyasilere baktığımızda, aşağıda bizler de birbirimize girdiğimizde onlar tarafından görüleceğiz, hatta ödüllendirileceğimizi zannediyor, pervasızlaşıyor uz.
Onlar için, çok şey değişecek belki ama benim gibi sıradan vatandaşlar için, hiç bir şey değişmeyecektir.
Emekli maaşıma mı zam gelecek?
İşsiz çocuğum iş mi bulacak?
Yaşam standardım mı yükselecek?
Adaletsizlikler mi düzelecek?
Rüşvet mi önlenecek?
Krizdeki ekonomimiz mi düzelecek?
Bana söyler misiniz benim hayatımda ne değişecek?

Evet çıkarsa aldığınız evlerin arabaların borçlarını hükümetler mi ödeyiverecek? Yoksa hayır çıktığında kredilerle aldığınız evlerinizi arabalarınızı korktuğunuz gibi ellerinizden mi alacaklar?
İflas etmiş can çekişen esnaflarımıza vaat edildiği halde verilmeyen kredilerle kurtaracaklar mı?
Yoksa ödenemeyen borçlarını mı siliverecekler?
Kapılarımıza dayanan icralardan mı kurtulacağız?
Ha söyler misiniz bana ne düzelecek, ne değişecek?

Söz Milletin olacakmış.
Gülerler hocam, gülerler buna. Kapitalist rejimlerde söz Milletin olmaz.
Hangi dönemde söz Milletin oldu ki?
Milletin vekili zannettiklerimizin sahipleri kimlerdi?
Hiç bizim dertlerimizi anlayan çare üreten birileri oldu mu?
Ya da çare üretecek olanların elleri kolları hiç çözüldü mü?

Ne demek istiyorsun Kızılaslan, ne yapalım şimdi yani?
Diyenlerinize, cevabımdır.
Bu referandum, Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gitsin mi, gitmesin mi, referandumu değil. Bir kere kafanızın bir yerine bunu yazınız 2019 a kadar Sayın Cumhurbaşkanımız başımızdadır. Hükümetimizde iş başındadır.
 Hayır çıksa bile, bir, B, C, D, planları muhakkak vardır. Kalan iki yıl içinde hedeflerine ulaşmak için bu planları uygulayacaklardır.
 Evet, Ya da Hayır sonucu onları hiç etkilemeyecektir. Hedeflerinden alıkoymayacaktır.
Bu referandum onların indirilmesi referandumu değildir. İki yıl içinde diğer planlar devreye girecek ve hedeflerine ulaşacaklardır.

Peki, Muhalefet kanadının, Evet Ya da hayır çıkması, sonucunda ikinci bir planları var mıdır?
Öyle zannediyorum ki, yoktur. Keşke olsaydı.
 Neden yoktur?
Çünkü biraz önce söylediğim gibi İki yıl daha, bu hükümet ve Cumhurbaşkanımız görev başındadır. Muhalefete olanlara bu durum rehavet vermektedir.
Muhalefetin de, iktidar olma gibi bir isteği de zannederim yoktur.
Nereden çıkardınız bunu Kızılaslan? Diyorsunuz, cevabımı veriyorum.
               İktidar olmak isteyen bir parti, genel merkezinde gölge bir hükümetler kurar.   
Gölge bakanlıklar ihdas eder.
Her bakanlığı ilgilendiren şikayetleri toplarlar.
Değerlendirir mevcut hükümete iletirler.
Onlara bu yanlışları düzeltmek için yasa teklifi vermeleri halinde, yardımcı olacaklarını belirtirler. Olmazsa, basın açıklamaları ile her konudaki yasa tekliflerini dillendirirlerdi.
Yaptılar mı böyle bir şey?
Kurdular mı hiçbir zaman gölge bir kabine?
Hayır değil mi?
Onlar ne yazık ki hiçbir konu da çaba sarf etmiyorlar.
Nedenine gelince, “Acaba, ben sizleri genel başkan yapacağım ama göreviniz, muhalefetteki yerinizden, bir adım ilerlememek olacaktır” mı diyor, onları oralara taşıyan sahipleri?
Büyük bir olasılıkla, Bizim olmayan vekillerimizin sahipleri, onları belli şartlarda oralara taşıyorlar ki, bizim yararımıza çalışmıyorlar. Sahipleri ne derlerse onları yapıyorlar.

Şimdi yine, Ülkemdeki her yolsuzluğu, her hırsızlığı, rüşveti, adaletsizliği, ortadan kaldıracak ve hatta Çıkarcı, satılmış, ülkemin çıkarlarından önce, kendi çıkarlarını ön plana çıkarmış vekillerimizi devre dışlı bırakacak bir ekonomik sistem öneriyorum.

Para hırsı, gözlerini bürümüş parlamenterleri de ortadan kaldıracak, sadece vatanı için çalışanları ön plana taşıyacak sistem öneriyorum.
Bu sistem sabit gelirlinin maaşlarının alım gücünü, iki katına çıkaracak. Her tür vergiyi kaldıracak. Devletin gelirini üçe, beşe katlayacak. Ekonomik yolsuzlukları ortadan kaldırdığı için. Devleti yönetenlerin tamamının dürüst olmasını getirecek bir sistem.
Para kayıt altına alınacak. Satın alan sadece Yüzde on öder.
Hadi buyurun, vatanseverler ve vatan hainleri belli olsun. Çıkarın bu yasayı.
                                              Mehmet Kızılaslan 2017-03-11


6 Mart 2017 Pazartesi

EVET ÇIKACAK HAİNLER BİTECEK



          

“Evet çıkacak hainler bitecek” demiş Sayın başbakanımız Binali Yıldırım.
“Tünelin ucunda ışık göründü. Teröre büyük darbe vurduk, artık can çekişiyorlar. 16 Nisandan sonra size söz veriyorum, bu örgüt bitecek. Allah’ın izniyle sandıktan “evet” de çıkacak. FETO da bitecek, PKK da bitecek, DEAŞ da bitecek” dedi.
“FETO nun itleri de, kendisi de hesap verecek” dedi.
 
Diyor bir gazete manşetten. Şimdi şöyle bir geriye bakalım isterseniz.
Terör örgütlerine karşı 14 yıldır sizler değil miydiniz, toleranslı davranan?
Sizin iktidarınız değil miydi yığınaklara göz yuman?
Sizin iktidarınız değil miydi, şehirlerin altına tüneller kazılırken uyuyan?
Gelelim FETO örgütüne,
Sizler değil misiniz onlar ne istediyse veren?
Sizler değil miydiniz, onlara her toplantıda övgüler yağdıran methiyeler düzen?
Sizin Bakanlarınız, Milletvekilleriniz değil miydi FETO sümüklüsünün ellerlini öpmeye Amerika’ya kadar giden?
Sizler sayesinde yerleşmediler mi, devletin bütün kademelerine o it dedikleriniz?
Sizin idarecileriniz değil miydi, onların sohbetlerine katılmayan esnafı, memuru cezalandıran, sürgünler gönderten.
Ne kadar kolay değil mi,i meydanlarda nutuk atarken Milleti kandırmak?

Gelelim bu günlere.
Partinizin içinde, FETOCU oldukları, sokaktaki çocuklara dahi sorulduğunda öğrenilebilecek olan, birçok eski ve yeni Milletvekillerinizi, partililerinizi, bırakınız cezalandırılmayı, ödüllendirilerek Partinizin üst kademelerinde yeni görevler bahşediyorsunuz.
Sıradan vatandaşlarımız, FETOCU diye hapishanelerde çürürlerken, gerçek FETOCU lar partilerinizin üst kademelerine yerleştiriliyorlar ve orada safa sürüyorlar.
Ne güzel değil mi günlük hesaplar yaparak, FETOCU tabandan “evet” oyu almak için tüm, FETO ileri gelenlerini yeniden görev vererek kullanmak.
Sözün özü. Bu ülkeyi bu şikâyet ettiğiniz konularda, siz bu hale getirdiniz. Her halükarda siz temizlemek zorunda iken, hala onları üst kademelere taşıyorsunuz.
Yok öyle, EVET çıkarsa temizlenir, HAYIR çıkarsa temizlenmez diye imaj yaratmak, algı yaratmak.
Hainleri siz beslediniz büyüttünüz. Hiçbir vatandaşımız, sizin yok etmenize karşı değil, aksine iktidarımıza tam destek vermekteler.
Gelelim muhalefete.
Diyemiyor musunuz siler, “Tek adam dönemi, Atatürk ve İsmet Paşa zamanında; ilk 10 yılda uçağını kendisi üreten, otomobilin kendisi yapan, tarımda kendi kendine yeten, Dünyanın 7 ülkesinden birisi yaptı bizi.”
Sizin tek adamlık sisteminiz de ise, geldiğimiz nokta bir bakınız, Ülkenin satılmayan, kiraya verilmeyen, peşkeş çekilmeyen, neyi kaldı diye.
Bu ülkede hiçbir zaman ezan dinmeyecek. Bayrak inmeyecek. Ama bu iki unsuru kullananların eline tek adamlık verilmemeli, onun için hayır diyoruz, diyemiyor musunuz?
                        Mehmet Kızılaslan 2017-03-06    



2 Mart 2017 Perşembe

HER ŞEYİN BİR BEDELİ VAR




Bir çocuğu okşamak istediğimizde yanımıza gelmiyorsa yanımıza getirmenin iki şekli vardır. Birincisi, çocuğa “elimde şeker var gelirsen veririm” dersiniz. Bunun bedeli vardır. Şekerin maliyeti kadar.
İkincisi, “ Arkanda öcü var kaç, bana gel seni koruyayım” dersiniz. Bunun bedeli yoktur. Bedavaya çocuğun yüreğine öcü korkusu salarak okşarsınız.
 Çocuk bundan zevk alır mı? 
Hayır, çünkü yüreğinde öcü korkusu varken, çocuk okşandığının farkına bile varmaz. Ne isterseniz yapabilirsiniz!
Ülkemdeki siyasiler de, insanlarımızı istedikleri yöne çekebilmek için buna benzer yöntemler uyguladılar senelerce. Gariptir ki bedelli olanı değil de korkutarak istedikleri yöne çekmek istediler.
Kapitalist yöneticilerimiz, senelerce  “komünizm geliyor, ananızı, bacınızı, önüne gelen becerecek. Komünizmi engellememiz lazım” diye, diye kapitalizmin en çarpığını en aşağılığını, ülkemize yerleştirdiler. Yüreklerimizde anamızı bacımızı ahlaksız ortamlarda görme korkusu bizi onların safında, bedava savaşçı, yandaşı yaptı.
Peki, aynı yöneticiler bizlere, yüreğimize korku salmadan, kendi yanlarına çekmenin bir yöntemini bulabilirler miydi?
               Elbette bulabilirlerdi. Ve onlar bu yöntemi bildikleri halde uygulamadılar.
Neydi bu yöntem?
Bizleri, komünist yönetimlerden, daha iyi yaşam şartları vererek, insanca yaşama koşulları sunarak, komünizmin gelmesini engelleye bilirlerdi.
Onlar ne yaptılar?
Komünizmin gelmesini bizleri korkutarak engellediler.  Hem yoksulluğumuzu ortadan kaldırmadılar. Hem de kapitalist ortamda, kadınlarımızın namuslarını, iffetlerini açlık ve yoksulluktan dolayı kirlenmesini engelleyemediler.
Peki, komünizmden kaçmamızın sebebi neydi?
“Kapınızın önünde yabancı birisinin şapkası varsa, karınız eve birisini almıştır. Evinize girmemeniz gerekirmiş” diye bizi korkutmaları idi.
Halbuki, durum öyle değilmiş. Bizi o öcüden kaçan çocuklar gibi aldatmışlar.
Peki, ülkemizde şimdi ahlaki yönden durum nedir?
Parayı basan herkesi satın alabiliyor. Kadın, kız, erke, demeden. Hem de makam mevki kariyer dinlemeden. Bu ülkede, ama korkutularak, ama bedeli ödenerek satın alınamayacak insan sayısı çok azaldı.
Satılmayanlar ya enayi, ya geri zekâlı, ya hain, ya da ahlak yoksunu olarak medya önünde tuzaklar kurularak sergileniyor.
İşte bu ortamda, güçlü kesimler tarafında damgalanma korkusu ile, dik durmayacak, korkutulmalara, aldanacak isek. Aldandık, yanlış yaptık, aldanmamak elde değil ki, dememiz, bizim suçunuzu hafifletmeyecek. Çocuklarımıza, gelecek nesillere karşı ve Allah katında hep suçlu olacağız.
Evet deseniz de, hayır deseniz de;
Vatan elden gitmeyecek.
Ezan dinmeyecek.
               Tek bayrak inmeyecek.
                Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan gitmeyecek. “O gitsin mi” diye referandum yapmıyoruz çünkü. O nedenle, o da gitmeyecek.
Referandumda EVET çıkınca da, Ülke şaha kalkmayacak. Çünkü üretime dair çalışmalar yetersiz. Üretimin olmadığı ve değerinin bilinmediği ülkeler, şaha referandumlardan sonra değil; üretimin artmasından sonra kalkarlar.
Ülkeler adaletli yönetildiklerinde, şaha kalkarlar.
İnsan haklarının, kadın haklarının, hayvan haklarının korunduğu ortamlarda şaha kalkarlar. Bilimsel çalışmaların olduğu yerlerde şaha kalkarlar.

Biliniz ki şimdi, iki şekilde aldatılıyoruz. Birincisi öcü geliyor misali vatan parçalanacak, ezan dinecek, bayrak inecek, diye korkutularak.
İkincisi, şeker vereceğiz misali, şaha kalkacağız diye ümitlen dirilerek. İkisi de gariptir ki maliyetsiz, bedelsiz aldatmalar. Keşke beni aldatırken yaşam şartlarımı daha iyi düzeye çıkardıkları için aldat salardı.
Biliniz ki yanlış kararımız, çocuklarımıza, vatanımıza, milletimize çok pahalıya mal olacak.

Benim listeye aldırdığım, Milletvekilleri, benim sözümün dışına çıkamazlar. Benim istediğim yasaları çıkarırlar, bana karşı gelemezler. Gelirlerse meclisi fesih edebilirim.

Üyelerinin, yüzde seksenini benim belirlediğim yargı organları beni yargılayamazlar. Yargılasalar bile bu mahkeme göstermelik olur. İstediğimi yaparım ama ceza almam.
Yaptığım her şey, sadece benim isteklerim doğrultusunda olursa, sıradan bir vatandaş olma halim de bile, aile facialarına sebep olurken; Devlet başkanı olarak, hem kendime, hem vatanıma, hem de milletime zarar verebilirim.

Ben bir beşerim, şaşabilirim. Beni kontrol edecek mekanizmaları da korumalısınız.
Allaha muhakkak hesap vereceğiz ama Yönettiğimiz, yöneteceğimiz, Millete de her zaman hesap verebilmeliyiz. Bu konuda dürüst insanların korkusu olmaz.
Her dem, her an kontrole ve incelemelere açık olmalıyız. Bu bizi küçültmez aksine yüceleştirir.  Saygılarımla. 
                                           Mehmet Kızılaslan.    2017-03-02