30 Kasım 2017 Perşembe

ABD, REZZA SARRAF, ORTADOĞU VE TÜRKİYE

                                    
                   26/03/ 2016 tarihinde bir yazım yayınlandı gazetelerde. Başlık. Tayyip Düşmanlığı Penceresinden bakmayalım. O gün birçok kimsenin bakmadığı pencereden bakarak yazdığım yazıdan bazı paragraflar aktaracağım.
                 Bu gün geldiğimiz noktada oynanan oyunun, Türkiye’yi,  ne kadar güç durumda bıraktığını, ta o günlerde gördüğümüzü ve bu gün yine, ülkenin bir yarısının o tuzağın farkında olmadığını anlıyorum. Yazım aynen aşağıdaki gibi.
               ((( Şimdi, Rıza Sarraf ne yapmıştır bir bakalım isterseniz.
                ABD’nin İran’a koyduğu ambargoyu delmiştir.
               Türkiye ile İran’ın ticaretinin artmasına yardım etmiştir.
              Türkiye cari açığının yüzde, on beşini kapatmıştır.
             Bu arada, İran dada, herhalde biraz da, kara para aklanmasına karışmış olmalı ki, İran hükümetinin düşmanlığını kazanmıştır. 
              Ayrıca, ABD’nin prestijinin sarsılmasına sebep olmuştur. Çünki, ABD, İran’ı disipline edememiştir.    
             İran, ambargo sırasında, Rezza Sarraf’ın, kendi kesesine on, İran çıkarlarına bir olan, haksız kazanca göz yummuştur. O nedenledir ki, Ambargo sırasında görmezden geldiği, bu yanlışları, ambargo kalkar kalkmaz, İran, Sarraf’ın ortağını idama mahkûm etmiştir.
              Tahminim o ki,  Rezza Sarraf, Hükümet yetkililerinden, İran ile aralarını düzeltmelerini istemesine rağmen. Yetkililer, tabir yerinde ise, kulak şapırdatmışlardır.
             Durumunu kötü hisseden, Rıza Sarraf, FBI ile görüşerek ve tatile gidiyormuş havası vererek, ABD’ye gitme kararı almıştır. Aksi halde, yalnız gitmeye kalksa, MİT tarafından dışarı çıkışı engellenebilirdi. Türk kamuoyu adamın, ne salaklığını bıraktı, ne aptallığını.
            Rıza çok akıllı ve hayatının geri kalanını ve servetinin bir kısmını kurtarmak için, ABD’yi seçti. Aksi halde, hayatının tehlike altında olduğunu hissetmeye başlamıştı.
            Türk kamuoyunda var sayılan, kar ortaklarını, açıklamak kaydı ile, FBI ile anlaştı. Diğer taraftan, Türkiye ile ilişkileri düzeltme yoluna giren, İran, Suriye ve Rusya’nın ilişkilerinin düzelmesi ABD’yi rahatsız etmeye başlamıştı. Bölge ülkelerinin birlikteliği, ABD’nin Ortadoğu da durumunu tehlikeye düşürebilirdi.
         ABD yönetimi, Saraf’ın işlerini, kendi bankaları aracılığı ile yapmış olmasına rağmen, Davutoğlu hükümeti aleyhine, elinde kozları toplamak istedi.
           ABD, Sarraf’ın hayatına ve mal varlıklarının bir kısmına karşılık, Türkiye deki var sayılan, ortaklarını ve bilgilerini istedi.
            Sarraf bu olayı kabul etti.
           Bu bilgiler, Davutoğlu hükümetinin, içeride elini zayıflatmayı hedeflemektedir.
           Davutoğlu hükümeti, Türk kamuoyu karşısında küçük düşmemek ve hatta iktidarı kaybetmemek için, ABD’nin isteklerine boyun eğmek mecburiyetinde kalabilirdi. Bu durum Türkiye Cumhuriyeti Devletinin komşuları ile ilişkilerinin düzelmemesi demektir ve ölümcül zararımızadır.
            Bu düzelmeye yüz tutan ve ABD’ye karşı, bizi yalnız bırakmak istemeyen, bölge devletleri için de çok zararlıdır.
            Şimdi sizlere soruyorum.
            Ticaretimizin, turizmimizin, ekonomimizin bitmek üzere olduğu şu günlerde, Komşularımızla ekonomik ilişkilerimizin, düzelmesi mi, doğrudur?
          Yoksa ABD’nin şantajları sonucu, o ülkelerle ilişkilerimizin bir daha düzelmemek üzere, bozuk kalması, ekonomik krize girmemiz mi, daha doğrudur?
            Rezza Saraf’ın ABD’nin elinde olması ve FBI ile iş birliği, Türkiye deki üç beş insanın zararına değil, aksine Tüm Türkiye Cumhuriyeti ve komşularımızın aleyhinedir.
           Sayın okurlarım, her şeyin bize aksettiği gibi olduğunu zannetmiyorum.
         Bu oyun, Türkiye’nin, kendi bölgesinde tamamen yalnızlaştırılması, oyunudur.    
         Ülke çıkarlarını gözeterek muhalefet yapma mecburiyetimiz vardır.
         Hükümetten öç alacağız diye, ABD’nin tetikçiliğini yapmak doğru değildir. Dış ilişkilerimizde yapılan yanlışı fark eden ve düzeltmeye çalışan, Hükümet güç durumda kalmamalıdır.
          Komşularımızla ilişkilerimiz ABD’nin istediği gibi değil, bölge ülkelerinin ve insanlarının istediği şekilde olmalıdır.
          Bilmem anlatabiliyor muyum? İsterseniz birde bu tahmin ettiğim senaryo açısından bakınız olaylara, Tayyip düşmanlığı penceresinden değil. 26/03/2016 ))) Diye yazmışım.
           Şimdi bu yazıma ilaveten şunları söylemek istiyorum.  
          ABD oyununa devam ediyor. Kuyruk acısı bitmiş değildir. Artık sözünü dinlemeyen bir, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı var karşısında.  Onu indirmek istiyor. Onu indirmekle yetinmeyecek. Türkiye ye cezalar verdirmek isteyecek. Halk Bankasının, uluslararası bankacılık işlemlerini engellemek isteyecektir.  
           Diğer taraftan MAN adası olayları da aynı zaman içerisinde servis edilerek Türkiye kaosa sürüklenmek istenmektedir.
            Sakın ola adaletsizlikler ve haksız kazançların üzeri kapatılsın istediğim zannedilmesin.
            Benim suçlularımın cezasının, benim ülkemin adaletinin vermesi gerektiğini söylüyorum.
            Adalet bir gün size de lazım olur dediğimizde, yetkililerin kulaklarını tıkadıklarını, işte bu gün, o güne gelindiğini söylüyorum.  
       O gün bu dosyalar kapatılmasaydı ve Rezza Sarraf ile İran’ın arası düzeltilseydi, Ahmet Davutoğlu kulak şapırdatmasaydı başımıza bunlar gelmezdi. Diyorum.
         Diğer yandan sağımızdaki, solumuzdaki yakınlarımızın, parasal ilişkilerini görmezlikten geldiğimizde o sırça köşkümüzde huzur içinde oturamayacağımızı söylemek istiyorum.
         Milletin 1400 TL ile geçinmeye çalıştığı ülkemde, yukarıda milyon dolarlık haksız kazançların, haksız edinilen servetlerin, uçurumlar yarattığını görmediğinizde, ya da göz yumduğunuzda, kendinizden başka, ülkenize de zararınızın dokunacağınızı söylemek istedim.
         Şimdi ben ve sıradan vatandaşlar ne yapalım size soruyorum? ABD nin ülkem üzerine oynadığı oyunu görmezlikten gelip, onun tetikçileri yanında mı yer alayım?
          Hayır bunu yapamayız. Ama bu ülkemde yapılan haksız kazançların, milyon dolarlık rüşvetlerin de yanında olduğumu göstermesin. Ülkemde adalet işlesin.

         Beni sakın ola yanlış anlamayın efendiler. Adaletsizliklerin hesabını er geç her haramzade verecektir. Adaletin işlemediği ülkeler çöker, yok olur. Allah korusun bende, sizlerde bunu istemezsiniz.       Mehmet Kızılaslan  30/11/2017  

27 Kasım 2017 Pazartesi

ZOR GÜNLER

                                                                   
           Amacım hiçbir kişiyi, ya da kuruluşu, kötülemek, asla değil. Birilerin ekmeğine yağ sürmek te, hiç değil. Yine çözüm yolları göstermek, yine, ne yapılması gerektiğini, anlatmak.
           Ülke ekonomisi ile oynamak isteyenlerin amacı belli. Ülkemizde kaos yaratmak, Kaostan sonra hükümet düşürmek. O boşlukta her türlü emellerine ulaşmak.
          Ülkemde siyasi sorun var mı? Var.
          Adalet sorunu var mı? Var.
          Ekonomik sorun var mı? Var.
          İşsizlik sorunu var mı? Var.
          Sorunları sıralamakla bitmeye bilir. Ama ben gelsem, sen gelsen, ya da senin ya da, benim partim iktidarda olsa, şu geldiğimiz nokta da ne yapılabilir?
         Efendim o kadar çok çok yol var ki, bu durumdan kurtulmak için saymakla bitmez. Diyenleriniz var mı? Var.
         O halde buyurun hep beraber sorun çözelim çare bulalım.
          Yok, biz iktidara geldiğimiz de kendimiz uygulamalarımızla bu sorunların tamamının hakkından geliriz deyip, hiçbir çözüm yolu önermeden sadece eleştirenleriniz olacaktır.
         Bu ülkeyi bu hale biz getirmedik ki. Neden çözüm yolları önerelim diyenleriniz de olacaktır.
        Böyle diyenlerinizi, sadece muhalefet yapmak için konuşanlar olarak ayıracağım. Beyinlerinde, programlarında, olağan üstü günler de, çözüm yolları olmayanlar olarak ayıracağım.
         Dağarcığı boş, kelimelere, sonuçlara, takılıp kalanlar, sebepleri araştırmayanlar, olarak değerlendireceğim.
          Ne diyorsun kardeşim? Diyenleri duyar gibiyim.
          Denmem o dur ki, Ülkem zor günler geçiriyor. Ben buradan bu zorlukların aşılmasında ne yapabilirim diyenler beri gelsin.
          Bir ülke, kocaman bir ailedir. Aile fertlerinin hepsi bu olağan üstü günlerde değil, her gün, aile bütçesine katkıda bulunmak zorundadır. Çalışmak zorundadır.
         Hepimiz hemen,  şu anda, yeniden. Ne yapabiliriz, ne üretebiliriz, hangi kaynaklarımızı değerlendirebiliriz, üretim seferberliğine kalkarak dışarıya ne satabiliriz diye düşünmek zorundayız.
         Millet bunu düşünüp araştırırken, Belediyeler ve Devlet, konut yerine, üretim haneler, fabrika binaları inşa etmeye başlamak zorundadır.
        Tarım ürünlerimizi, hemen tüketilir halden, bir yıl, iki yıl içinde, tüketilebilecek hallere getirmek ve ihracata hazırlamak zorundayız. Doğal kaynaklarımızı işlenmemiş halde ihracat yapmamak, işleyerek satmak zorundayız.
         Ataşelerimiz, konsoloslarımız, dış ülkelerdeki tüm vatandaşlarımız yerli ürünlerimizi tanıtımına soyunmak zorundalar.
         Kurtuluşumuz konut üretmekte değil, acil olarak tarım ürünlerimizi işleyerek, pazarlamaktadır.
         Sanayi ürünleri üreten fabrikalarımızın önünü açmak, onların kapanmalarını önlemekten geçiyor kurtuluşumuzun yolu.
         İş yeri açanlardan, SGK primlerini kaldırmaktan geçiyor kalkınmanın yolu.
         Yabancı mal kullanma hastalığından kurtulup, yerli malı kullanmaktan geçiyor.
         Haydi, Türkiye’m yeniden üretim seferberliği yapalım ve hiçbir daha krizler yaşamayalım.
         Bu aile bizim ailemiz.
         Bu ülke bizim.
          Bu Devlet bizim. Kurtarırsak, sadece biz kurtarabiliriz, başkasından fayda yok.
          Kurtuluşumuz da üretimden geçiyor. Saygılarımla.
                          Mehmet Kızılaslan     2017/11/27


         

13 Kasım 2017 Pazartesi

ÇALIŞAN VE ÇALIŞTIRANLARIN SORUNLARI

                                   
            Bu hafta sonu, 17 Kasım, cuma günü, saat 13 de sevgili kardeşim, Fuat Tütüncüoğlu ile canlı bir sohbetimiz olacak TVDEN de.
            Sevgili kardeşimin bu sohbeti, üç kişi ile yaparsak çok daha uygun olur, dedi. Ben, bencil birisi olduğum için, bir saatlik bir süreyi, ikimizin daha iyi değerlendirebileceğimizi düşünüyorum.
           Dedim ya, ben çok bencil birisiyim. Hem çalıştıran, hem de çok çalışan birisi olarak, o kadar çok sorunların içinde ıslanıyor ve o ıslaklık içinde ala bildiğine çözümler üretebileceğimize inanıyor olduğumdan, bu sohbetin oldukça değişik bir sohbet olacağı kanısındayım.
           İsterseniz bu söyleşide bahis edeceğim bazı konuları, bu yazımda değineyim.
          Çalışmak ve çalıştırmak, bir iş ve üretim meselesidir. Yani çalışmanın olabilmesi için, öncelikle bir üretimin olması ve işin olması gerekmektedir.
          Türkiye’nin en büyük sorunu, işin ve üretimin olmamasıdır.
          İşin olmaması, üretimin olmaması da işçi enflasyonu yaşatmaktadır.
          İşçi enflasyonu ne demek?
          İşçi enflasyonu, İşçilerin, fabrikaların ve iş kurumlarının önünde, işsizlerin, aylarca, yıllarca iş için, bir lokma ekmek için, kuyruklarda beklemesi demektir. Bu ülkenin en büyük sorunudur.
Bu suç oranlarının yükselmesi, hırsızlığın, gaspın, terörün artması demektir. Bu aile faciaları, yuvaların dağılması, çocukların sokaklarda kalması demektir. Bu güvensiz bir ülkeye doğru gitmek demektir.
Bu, iş gücünün beyin gücünün yabancı ülkelere göçü demektir. Çok zor şartlarda yetiştirdiğiniz, o genç beyinleri, insanların ülkemizden kaçması gitmesi demektir.
         Ülkemin asıl sorunu budur. İşçinin bol, iş alanlarının az olmasından kaynaklanmaktadır.
Diğer taraftan, işverenlerin, istedikleri iş gücünü bulamadıklarını da biliyoruz. Bu konu da çok acil konuşulması ve çözülmesi gereken konuların başındadır.
         Üniversitelerin bölümlerine bir bakalım isterseniz. Üretime dair hiçbir bölüm yok. Pazarlama, reklam, halkla ilişkiler, işletme ve hatta uluslar arası ilişkiler bölümleri, neredeyse her ilçede var, ama, iş verenlerin ve ülkemizin ihtiyacı olan üretime dair bölümler ve mesleki eğitimden geçmiş eleman yetiştiren bölümler yok.
         Ülkeyi yönetenler, acil olarak işsizliğimizi, inşaat sektörü ile aşmaya çalışmaktadırlar. Bu da kısır bir döngü yaratmaktadır.
       İnşaat sektörüne bir bakalım öncelikle. İnşaatı ihraç etme şansınız yoktur. Dışarıdan döviz akışını sağlamak için, inşaatlarınızı yabancılara satma halimiz doğru bir çözüm değildir. Bu toprak satışı demektir. Bir ülke toprağını değil, maden cevherlerini bile, dışarıya ham olarak satamaz. İşleyerek çok daha kıymetli bir halde satarsa işsizlik sorununu çözmüş olur.
         Ülkeyi bir aile olarak düşündüğünüzde, ülkenin dışarıya satacak ürünlerinin olması gerekir. Bu ne topraktır, ne binadır ne de işlenmemiş doğal kaynaklardır. Bu nedenle, ya tarım ürünlerinizi işleyerek, ya da sanayi ürünleri imal ederek ihraç etmemiz gerekmektedir.
         Bu ülkemizin kurtuluşu olacaktır. Ülkemiz sanayi devrimini yapamadığı için, tarımsal ürünlerimizi işleyerek satma mecburiyetimiz vardır.
          Devlet, bankalarda yatan 50 000 TL ye kadar paraya garantör oluyorsa, Köylümüzün ürettiği ürünleri işleyecek, fabrikaların kurulmasında, üretime akacak paralara da, garantör olmak zorundadır. Köylerimizde kurulacak halk ortaklığı, fabrikalara yatırım yapacak köylümüzün yatırdığı paralara da garantör olmak zorundadır.  
         Bu neyi getirecek. Köylünün ürettiği ham maddelerin işlenmesini sağlayacak. Köyde iş imkânı yaratacak. Köyden şehre göçü önleyecektir. Tarım ürünlerinin artı değer kazanmış mamul hale gelmişlerinin ihracını sağlayacaktır. Sonuç döviz girdisi ve ülkenin köklü kurtuluşudur.
          Türkiye’nin iş hayatının, işçi ve işveren sorunlarının kökten çözümü de, SGK primlerinin Devlet tarafından ödenmesi ile mümkündür.
          Daha geniş bilgiyi ve köklü çözümler 17 Kasım 2017 saat 13 TV DEN sohbetimizde izleyebilirsiniz.
         Saygılarımla.  Mehmet Kızılaslan  13/11/2017.


6 Kasım 2017 Pazartesi

                                                   ATATÜRK Ü ANLAMADIK
             Kim ne derse desin, kim dilini uzatırsa uzatsın, kim okumadığı halde, eleştirirse eleştirsin, Atatürk bir dehadır. Çağın yetiştirdiği en iyi liderdir.
            Atatürk’ü anlamak, biraz okumak ister, araştırmak ve düşünmek ister. Sadece Atatürkçü derneklere üye olmak, kulaktan dolma laflarla Atatürkçülük yapmak, yetmez. Onun felsefesini anlamak ve somut fillerle sahip çıkmak gerekir.
          İnkılaplarını ya da devrimlerini hepimiz biliyoruz. Cumhuriyet Halk Partisinin oklarını hepimiz tanıyoruz. Ama bir de bu gün yazacağım açıdan değerlendirmeye çalışırsanız sevinirim.
         Atatürk öncelikle bir direnişçidir.
          Yanmış, yıkılmış, teslim olmuş, koca bir devletin, yılgın, üzgün ve yoksul insanlarını, teslim olmamayı öğretmiştir. O direnmeyi öğretmiştir. Yoksulluktan nefesi kokan, her evden ne kadar erkek varsa, ya şehit olmuş, ya da cephelerde kalmıştı. Onlara teslim olmamayı direnmeyi öğretti. Yeniden ayağa kalkmayı öğretti.
         Atatürk çok iyi bir örgütçüydü.
         Örgütlü küçük kuvvetlerin, neleri başarabileceğini gösterdi. Cephede en iyi askerliğin nasıl olacağını gösterirken, haklı, halkın, örgütlü mücadelesinin nelere kadir olabileceğini gösterdi.
        Atatürk gerçek bir devrimciydi.
        Devrimciliğin, şimdiki adını, yenilikçilik olarak değerlendirebiliriz. Bir çoklarınız, bu Devrim kelimesinin düşmanı olabilirsiniz ama Atatürk, alışıla gelmiş, 500 yıllık düşüncenin içinden, Millete, kendisinden başka kurtarıcının olmadığını göstermiştir. Millet, yeniliklere, devrimlere, sahip çıkmış, yeni yaşam koşullarını benimsemiştir.
         Zamanın, satılmış bazı din adamı kılığına girmiş kişileri, devlet adamları sandığımız, kişileri; Yunan askerine karşı gelmemeyi öğretirken, O, Millete zoru gösterdi ve başarmalarını sağladı. Aynı millet verilen fetvalara, yatarak, uyabilirdi ama zoru seçti, Onun öğretilerine değer verdi.            
          Millet kendi geleceğini savaşarak kurdu. Bunu şu anda anlamamız bile çok zordur. Çünkü biz yeni söylemlere, eylemlere bile gerek duymadık.
           Bizler, Atatürkçüler, onu anlatırken kıt aklımızla, genellikle onun felsefesine kötülük yaptık, zarar verdik.
        Atatürk üretkendi.
        Atatürk, ülke insanının yoksulluğunu ve ihtiyaçlarını çok iyi tespit etti. 10 yıl içinde insanımızı üretmeyi öğretti. Yurdun dört bir yanında, yüzlerce fabrika kurdurarak, insanımızı üretmenin onurunu gösterdi. İşsiz ve ekonomik bağımlılığı olan insanların, birilerinin kölesi olarak kalacağını biliyordu. Onları el açar durumda olmalarını engelledi. Alışılmışın dışında endüstriyel üretmeyi öğretti.
           Biz Atatürkçüler, onun felsefesini anlayamadığımız için olsa gerek; onun açtığı tüm fabrikaların yenilenmesini sağlayamadık, kapatılırken direnmedik. Kuru nutuklar attık salonlarda, balolarımıza devam ettik. Yaptıklarımız, Atatürkçülüğe zarar verdi. Başaramadık.
         Örgütlenmedik, armudun sapı ile, üzümün çöpü ile uğraşırken örgütlü azınlıklar yönetimi ele geçirdiler. Onlara el açan koca bir ülke lazımdı. Küçük yardımlarla, yardıma muhtaç bir ülke insanı yaratılırken seyirci kaldık.
          Her köye, yeni imalathaneler kurmaya devam etmemiz gerekirken, her köye, her okula Atatürk heykelleri yaptık. Zarar verdik inandığımız davaya. Her köye yapılan imalathanelerin üzerine Atatürk marangozhanesi, Atatürk demirhanesi, Atatürk imalathanesi yaza bilir, onun üretim seferberliğine devam edebilirdik.
          Atatürkçü zannettiğimiz mantığımızla, Din eğitimine de karşı çıktık. Hâlbuki Atatürk, Türk insanının Dinini çok iyi bilmesini istiyordu. Kuranı kerimin Türkçe anlamını, Elmalı Hamdi Yazır, hocaya kendisi yazdırdı, maaşı ile kendisi dağıttırdı. Bizler liselerde, her okula, ders olarak konmasını sağlaya bilirdik, yapamadık.
         Okulların bölünmesini, gençlerimizin ayrışmalarını, önleyebilirdik. O Tekke ve zaviyeleri kapattı. Bizler her Müslüman çocuğun, Kuranı kerimin, Türkçe anlamını bilerek, yetiştirebilseydik; Tekke ve zaviyelerin kucağına insanımız düşmezlerdi. Tekke ve zaviyeler tekrar açılmazdı. Beceremedik.
         Atatürk sanata ve sanatçıya çok önem verirdi. Her öğrencimizi liseyi bitirene kadar ilgilendiği bir mesleğin, ana kurallarını, temel bilgilerini verebilseydik, üretmenin onurunu aşılayabilseydik, kendisine güvenen gençlerimiz, mesleki eğitimden kaçmazlardı. Yapamadık.
         Hasılı biz Atatürk’ü anlayamadık. Anlayamadığımız felsefeyi gerektiği gibi, anlatmamız ve anmamız mümkün olmayacaktır.
       Biz Atatürkçüler, Atatürk ilkelerini yeniden günümüze uyarlamamız gerekli.  Onun felsefesini anlamanın zamanı geçmeden, neleri yanlış yaptık,  karar vermemiz gerekli. Saygılarımla.
                          Mehmet Kızılaslan  06-11-2017
         

        

2 Kasım 2017 Perşembe

İYİ PARTİ GERÇEKTEN İYİ GELECEK Mİ?

                                       
                  Adının iyi olması, dileklerimizin iyi olması herhangi bir şeyi iyi etmez.  Dualarımızın iyi olması ise, Allah katında hayırlı olacaksa niyetlerin iyiliğinden dolayı sonucu iyileştirir belki.. Hani deriz ya “Niyet iyi ise akıbet iyi olur” diye, onun gibi bir şey.
                 Bir partinin, diğerlerinden farklı olup olmadığına öğrenmek isterseniz, programına bakarsınız. Programında üretime dair köklü çözümler var sa, ve gerçekten farklı çözümler üretebilmişlerse,  ta, başından, dersiniz ki ”Bu parti benim ülkem için gerçekten iyidir.”
               Bu parti, yoksul halkımın, işsiz milletimin ilacıdır. Üretimin önü açılacak ve bende iş bulacağım aş bulacağım. Bu seçimlerde ona oy vereyim dersiniz.
               Program önümde, hiçbir kimse darılmasın, kırılmasın bana bir cümle bulsunlar üretimin önünün açılacağına ve nasıl açacaklarına dair, farklı bir parti kuruldu diyeyim.
              Programlarında uluslararası ilişkilerde ki siyasetlerinin ne olacağına bakıyorum. Hani vardı ya Kenen Evrenin darbe yaptığı zaman, radyodan “Nato’ya ve Sento’ya bağlıyız” demişti ya aynı onun dediği gibi, yazmışlar programlarına; Natoya övgüler yağdıran bir paragrafı okuyorum. Sanki ABD ve onun emrindekilere, bağlılık yemini gibi programları.
             Yolsuzlukla mücadele bölümüne bakıyorum, yuvarlak cümleler. Bana diye biliyor musunuz, “parayı kayıt altına alacağız” diye yeni bir söz? Böylesi bir çözüm sizin terörle de, yolsuzlukla da, rüşvetle de, mücadelenizi kesin çözüme götürür. Hem de 6 ay gibi bir kısa sürede.
             Güney doğu sorununa gelince muallak ta yuvarlak cümleler. Diye biliyor musunuz, güneydoğuda üretim haneleri devlet açacak, yeni iş alanları yaratılacak diye.
             Dış güvenlik konusunda da bir şey yok. “Bütün savunma sistemlerimizi biz kendimiz kuracağız. Dışarıya muhtaç olmayacağız.” O fabrikaları da biz ülkemizde kurduğumuzda, hem işsizliği ortadan kaldıracağız, hem de savunma sanayimizi güçlendireceğiz diye biliyormusunuz?
            Milli güvenlik konusunda ise, milli güvenlik akademisi kurulacakmış. Sivil toplum kuruluşları, kamu güvenliği konusunda bilinçlendirilecekmiş. Diye biliyor musunuz, “Milli güvenlik ve Askerlik dersi liselerde mecburi hale getirilecek” diye yeni bir söyleminiz var mı? Yok.
            Ekonomi konusu da tek düze ve vasat. Diye biliyor musunuz, “Siyasetçileri, ekonomik çıkar çevreleri ile bağılarını keseceğiz. Vekillerin ticaretle ilgilenmelerini yasaklayacağız”
            Sanayi politikalarına gelince, O dediğiniz bölge yatırım ajansları zaten tek merkezde toplanmış durumda. “Bölge kalkınma ajansında, projesi onaylanmış arazilerde, imar izni yüzde 5 den yüzde otuza, otomatik olarak çıkarılacak diye bir söyleminiz var mı? Yok.
            Kamu maliyesi konusunda, Etkin vergi denetiminden bahsediyorsunuz. Yazık, zaten üretenin sırtında vergi yükü, kambur durumda. Yirmi defa yapılandırılsa da ödenemez durumda. “vergiyi tek kaleme indireceğiz harcayan sadece yüzde 10 ödeyecek. Tüm vergileri kaldırıyoruz. Parayı kayıt altına alınca bu gerçekleşecek diye söyleminiz var mı? O da yok. Vurun abalıya sizlerde bakalım.  
             Sizin hakkınızda iyi şeyler yazmak isterdim. Ne yazık ki sadece niyetlerinizin iyi olduğuna inanmak istiyorum. Ama söylemlerinizde yoksa nasıl uygulama imkanı bulacaksınız merak ediyorum. Saygılarımla.              Mehmet Kızılaslan 2017/11/02