10 Kasımı yeni,
yine yaşadık.
10 Kasım, Ulu
Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Yüreklerimize kazıldığı, akın akın Anıt kabir’e taşındığımız, sosyal
medyada değişik değişik panolar, resimler, yazılar, paylaştığımız, acımızı
üzüntümüzü herkese duyururken, öyle bir liderin ülkesinde yaşamış olmanın
gururunu da anlattığımız gün olmaya devam ediyor.
Onu, yüce
önderi sevmeyenleri zaten dikkate almıyorum.
Sevenlerin, o
büyük insanın ülkemize kazandırdıklarını korumak adına ne yaptığımıza bakıyorum.
Koca bir hiç.
Çocuklarımıza,
kendimize, Atatürk resimli tişörtler almak giymek, meydanlarda resimler
çektirmek, adına keşkekler yapıp şerbetler yapıp dağıtmak ve hatta meydanlara heykellerini
dikmek, onu anlatmak, yaptıklarının karşılığını ödemek mi oluyor sizce?
Başka ne
yapabiliriz ki? Sorusunu duyar gibiyim. Öyle ya, bize onu anmayı, ona saygı
duruşunda bulunmayı ona olan borcumuzu ödemek ve hatta ona sevgimizi göstermemizin
zirvesi olarak gösterdiler.
Bize armağan
ettiği bayramlarda ona şiirler okumak, spor gösterileri düzenlemek, balolar
yapmak, ona övgüler yağdırmak bizi görevimizi yapmış olmanın zevkini yaşattılar.
Biz Atatürk’ü
hiç anlamadık.
Ona hiç layık
olamadık.
Onun altın tepside, hazır olarak,
mücadele etmediğimiz halde bize sunduğu, kazanımların hiç kıymetini bilemedik.
O bize hiçbir
kimseden yardım almadan damarlarımızdaki asil kanda mevcut olan kudreti göstermesine
rağmen, o kudreti hiç kullanamadık. Kalabalık
yobaz kitlelerden korktuk.
Onun, ülke
dışındaki yedi düvel ile birlikte, ülke içindeki yobaz tarikatlar, cemaatler ve
onların şeyhlerine savaş açarak kazandırdığı medeniyete bile sahip çıkamadık.
Biz korkak çıktık.
Biz yobazlarla
birlikte kolaycı ve çıkarcı yanımızı açığa çıkardık. Hazır kazanımları korumaya çekindik.
İnsan hakları,
kadın hakları, adalet konusunda yapılan yanlışlara kayıtsız kaldık ve hatta
alkış tuttuk.
Biz onun kurduğu
fabrikaları yenilemek çağa uygun hale getirmek yerine zarar etmesine ve
kapanmasına göz yumduk.
Biz kendi
tohumlarımıza kendi değerlerimize sahip çıkmak yerine bizi yöneten gaflet içindeki
yöneticilerin yanlışlarına dur demedik.
Biz, onun kurduğu dil ve tarih
kurumlarının bile kapanmasına engel olamadık.
Biz
kendi kendisine tarım alanında yeten devlet olmayı bile sürdüremedik.
Onun zamanında açılan uçak fabrikalarına ve Sümerbanklara
sahip çıkamadık.
Hasılı biz onun kurduğu, açtığı, bir çok şeyi,
yer ile yeksan edenlere dur diyemedik.
Bizim, hiçbir on
kasımda ağlamaya, üzülüyormuş gibi yapmaya, onu anmaya hakkımız yok biliyor musunuz?
Çünkü biz, onun
eserlerine sahip çıkamadığımız zaman onu öldürdük.
Çünkü biz, onun cumhuriyetine sahip
çıkamadığımız zaman onu öldürdük.
Çünkü biz, onun
bize koca dünyayı meydan okuyarak kazandırdığı hakları elimizden alırlarken
sustuğumuz zaman onu öldürdük.
Çünkü biz, onun
bizi ve ülkemizi çıkardığı medeniyet seviyesinden, ülkemizi daha üst seviyelere
taşıyamadığımız ve çöküşü önleyemediğimiz zaman onu öldürdük.
Çünkü biz
borçsuz harçsız bir devleti yedi düvelden borç alır duruma getirdiğimiz ve borçla
büyüne bileceği yalanlarına inandığımız zaman onu öldürdük.
Biz hepimiz
birer katiliz be dostlarım. Hem de bizi, bağımsızlığa, özgürlüğe, Demokratik
Cumhuriyeti kazandıran, bizim, padişahın tabası, kulu olmaktan, kurtarıp, Hür medeni insan olmamızı sağlayan
kurtarıcımızın fikirlerinin ve onun katiliyiz.
Biz bu yüzden,
Atatürk’ü anlayamadık ve anmayı da beceremedik. Biz onun ölmesine sebep olduk.
Göz yaşlarımız da timsahın göz yaşları gibi gerçek değil..
Atam bizi affet, seni biz öldürdük, ölümünü
kutluyoruz.
Mehmet Kızılaslan 2019-11-12