12 Kasım 2019 Salı

ATATÜRK Ü BİZ ÖLDÜRDÜK


                                 
      10 Kasımı yeni, yine yaşadık.
      10 Kasım, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Yüreklerimize kazıldığı,  akın akın Anıt kabir’e taşındığımız, sosyal medyada değişik değişik panolar, resimler, yazılar, paylaştığımız, acımızı üzüntümüzü herkese duyururken, öyle bir liderin ülkesinde yaşamış olmanın gururunu da anlattığımız gün olmaya devam ediyor.
        Onu, yüce önderi sevmeyenleri zaten dikkate almıyorum.
         Sevenlerin, o büyük insanın ülkemize kazandırdıklarını korumak adına ne yaptığımıza bakıyorum. Koca bir hiç.
        Çocuklarımıza, kendimize, Atatürk resimli tişörtler almak giymek, meydanlarda resimler çektirmek, adına keşkekler yapıp şerbetler yapıp dağıtmak ve hatta meydanlara heykellerini dikmek, onu anlatmak, yaptıklarının karşılığını ödemek mi oluyor sizce?
          Başka ne yapabiliriz ki? Sorusunu duyar gibiyim. Öyle ya, bize onu anmayı, ona saygı duruşunda bulunmayı ona olan borcumuzu ödemek ve hatta ona sevgimizi göstermemizin zirvesi olarak gösterdiler.
          Bize armağan ettiği bayramlarda ona şiirler okumak, spor gösterileri düzenlemek, balolar yapmak, ona övgüler yağdırmak bizi görevimizi yapmış olmanın zevkini yaşattılar.
         Biz Atatürk’ü  hiç anlamadık.
          Ona hiç layık olamadık.
        Onun altın tepside, hazır olarak, mücadele etmediğimiz halde bize sunduğu, kazanımların hiç kıymetini bilemedik.
         O bize hiçbir kimseden yardım almadan damarlarımızdaki asil kanda mevcut olan kudreti göstermesine rağmen, o kudreti hiç kullanamadık.  Kalabalık yobaz kitlelerden korktuk.
     Onun, ülke dışındaki yedi düvel ile birlikte, ülke içindeki yobaz tarikatlar, cemaatler ve onların şeyhlerine savaş açarak kazandırdığı medeniyete  bile sahip çıkamadık.
       Biz korkak çıktık.
 Biz yobazlarla birlikte kolaycı ve çıkarcı yanımızı açığa çıkardık.  Hazır kazanımları korumaya çekindik.
      İnsan hakları, kadın hakları, adalet konusunda yapılan yanlışlara kayıtsız kaldık ve hatta alkış tuttuk.
      Biz onun kurduğu fabrikaları yenilemek çağa uygun hale getirmek yerine zarar etmesine ve kapanmasına göz yumduk.
       Biz kendi tohumlarımıza kendi değerlerimize sahip çıkmak yerine bizi yöneten gaflet içindeki yöneticilerin yanlışlarına dur demedik.
        Biz, onun kurduğu dil ve tarih kurumlarının bile kapanmasına engel olamadık.
      Biz kendi kendisine tarım alanında yeten devlet olmayı bile sürdüremedik.
      Onun zamanında açılan uçak fabrikalarına ve Sümerbanklara sahip çıkamadık.
      Hasılı biz onun kurduğu, açtığı, bir çok şeyi, yer ile yeksan edenlere dur diyemedik.
     Bizim, hiçbir on kasımda ağlamaya, üzülüyormuş gibi yapmaya, onu anmaya hakkımız yok biliyor musunuz?
       Çünkü biz, onun eserlerine sahip çıkamadığımız zaman onu öldürdük.
        Çünkü biz, onun cumhuriyetine sahip çıkamadığımız zaman onu öldürdük.
       Çünkü biz, onun bize koca dünyayı meydan okuyarak kazandırdığı hakları elimizden alırlarken sustuğumuz zaman onu öldürdük.
      Çünkü biz, onun bizi ve ülkemizi çıkardığı medeniyet seviyesinden, ülkemizi daha üst seviyelere taşıyamadığımız ve çöküşü önleyemediğimiz zaman onu öldürdük.
       Çünkü biz borçsuz harçsız bir devleti yedi düvelden borç alır duruma getirdiğimiz ve borçla büyüne bileceği yalanlarına inandığımız zaman onu öldürdük.
      Biz hepimiz birer katiliz be dostlarım. Hem de bizi, bağımsızlığa, özgürlüğe, Demokratik Cumhuriyeti kazandıran, bizim, padişahın tabası, kulu olmaktan, kurtarıp,  Hür medeni insan olmamızı sağlayan kurtarıcımızın fikirlerinin ve onun  katiliyiz.
      Biz bu yüzden, Atatürk’ü anlayamadık ve anmayı da beceremedik. Biz onun ölmesine sebep olduk. Göz yaşlarımız da timsahın göz yaşları gibi gerçek değil..
       Atam bizi affet, seni biz öldürdük, ölümünü kutluyoruz.
                                   Mehmet Kızılaslan  2019-11-12
 

5 Kasım 2019 Salı

HANGİ SERMAYENİN DİNİ İMANI YOK?


                      
      Bize hep, yerli sermaye, Milli sermaye iyidir, yabancı sermaye işgalcidir. Diye öğretilerle büyüttüler.
      Bu yazımda aksi olsa nasıl olur? Diye sesli düşünmeye çalışacağım. Beğenirsiniz beğenmezsiniz, yorumlarınızı yapmakta serbestsiniz.
      Her hükumet bu mantıkla kendi yandaşı sermayedarı (burjuvazisini)oluşturmaya çalıştı.
      Yerli ürünlerin, yabancı sermayedar tarafından işlenmesi, işleyen fabrikaların çok olması, bu fabrikalarda çalışan işçinin, emekçinin artması, yerli tarım ürünlerini işleyen fabrikaların çokluğundan dolayı, ürün değerlerinin artması, kimlere zarar verir hiç düşündüğünüz oldu mu?
      Düşünmedik çoğu zaman. Çünkü bizlere öğretilenler:  Yabancı sermayenin vatan haini olduğu yolundaydı. 
      Şimdi bir ülkeye yabancı sermaye nasıl gelir,  inceleyelim mi, basit olarak?     
     Öncelikle,  yabancı sermaye gireceği ülkede, güven ister, adalet ister.
      Yabancı sermaye, girdiği ülkede demokrasi ister, insan hakları ister.
      Yabancı sermaye gireceği ülkede, gece yarısı mal varlıklarına el konulmasını istemez.
      Yabancı sermaye girdiği ülkede, kargaşa, kavga iç savaş ve yağmalama olsun istemez.
      Can güvenliği, mal güvenliği ister.
      En sonra da,  Yabancı sermaye, yatırım yapacağı ülkede kazançlı olmak ister.
      Yabancı sermaye o ülkede kazandıklarının bir kısmını o ülkede rahat ve huzur içinde harcamak ister. Çünkü yabancı sermaye, beyaz yakalı elemanlarının birçoğunu, geldiği ülkelerden getirir ve o insanların sosyal hayatlarını da düşünmek zorundadır.
       Bu çerçeveden baktığımızda, yabancı sermayenin ülkelere girmesi, ilk olarak, insan hakları, demokrasi, adaletin oluşması açısından girdiği ülke insanı için önemli mi? Evet önemli.
       Faydalı mı? Evet faydalı.
       İkinci olarak, bizim gibi tarım ülkelerinde;  ürünlerinin daha çok değerlendirildiği, daha çok işlendiği ve daha çok dış pazara sunulduğu, ortamların oluşması, yani daha çok fabrikanın kurulması hali, tarım ve çiftçilikle uğraşan vatandaşında daha çok, kazanmasını getirmez mi?
         Evet, çiftçimiz ve tarım ürünü üreten köylümüzün de kazancı artar. Daha çok kazanırlar.
         Daha çok fabrikada, daha çok, işçimiz, insanımız çalışmaz mı? İşsizliğe çare bulunmuş olmaz mı?
        Evet, daha çok işsizimize daha çok iş imkanı doğar, işsizliğe çare bulunmuş olur.
        Şimdi asıl soruma geliyorum. Yabancı sermayenin ülkemizde yatırım yapması kimin işine gelmez?
      Korunan yerli Milli dediğimiz sermayenin işine gelmez. ,
       Neden?
      Çünkü köylümüzün çiftçimizin ürettiği ürünlerini işleyecek alıcı ne kadar az olursa, o kadar fiyat düşük olur. Korunan Yerli Milli sermaye çok düşük rakamlarla ürün alır, işler ve büyük karlarla dışarıya ya da içeriye satar. Milli sermaye korunmuş olur ama köylü çiftçi aç sefil yaşar. Daha çok fabrika kurulmadığı için işsizlik de bitmez.
        Şimdi size ve kendime bir soru daha soruyorum.
       Milli sermaye İyi niyetli mi? Onları koruyan devletler Milletini daha çok mu seviyor?
      Yabancı sermayenin mi dini imanı yok?  
      Milli sermayenin mi, Milletinin üreticisine, köylüsüne acıması, sevgisi çok?
     Bize hamaset yapan, Milli sermayenin yüceliğini, korunması gerektiğini anlatanların, beyinlerimize bu duyguları doğru gibi, tabu gibi aktaranların, durumunu ve ülkelemize ve ülke insanlarımıza yaptıkları kötülükleri anlamaya, sesli düşünmeye ve sizlerle paylaşmaya çalıştığım bu yazımı, önceki öğretilerden arınarak anlamaya çalışınız.
        Bizi yanlış öğretilerle kilitlediler.
         Ülkemize yabancı sermaye öncelikle tarım ürünlerini işleyecek fabrikalar kurmak için girmeli. Sultaniye üzümün geçen sene 3.3 TL ye satıldığı, bu sene 2.2 TL düşmesinin ne sonuçlar yaratacağını akıl edebiliyor musunuz?
          Köylümüzün 20 TL den sattığı kuru inciri işleyen fabrikalar, daha çok olsa, aynı alıcılar, aynı inciri, aynı sezon içinde, 12 TL ye indirebilirler miydi?
       Üç gün içinde satılması mecburi olan sebzenin, meyvenin, bir yıl içinde satılabilir hale getirilmesini sağlayan fabrikaların çokluğunun neler kazandıracağını hayal edebiliyor musunuz?
        Birileriniz ille de yerli sermaye diyorsa;
        Bir, onlara engel olan mı var? Kursun yerli sermaye de fabrikalarını.
        İki, ülkemin insanının, medeni ülkelerdeki insan haklarını kazanmasında, barışın, konsensüsün, asgari müştereklerde birleşmenin, uzlaşmanın, insanca yaşamanın yolunun açılmasında acaba yabancı sermayenin güvenli ortamları seçmesinden başka çaremiz kalmadı mı? Diye düşünüyorum.
                                 Mehmet Kızılaslan 2019-11-05