23 Mart 2018 Cuma

MİLLİ OLMAK ya da OLMAMAK


                                                       
                      Toplumumuzda Milliyetçi olmayan yok denecek kadar azdır.
          Her partinin programında Milliyetçilik ve ulusun çıkarlarını korumak muhakkak vardır. Değilse Milletine, vatanına düşkün bu Millet, o partilerin üyesi olmazlar. Partiler kendilerine taraftar bulamazlar.
         Ne gariptir ki, Ülkemin Milli kaynakları, bu Milliyetçiliği, ön plana çıkaran ve hamasi, hamasi nutuklar atan partilerin kurdukları hükumetler tarafından, ya peşkeş çekilir, yada kullanılmasına izin verilmiyor.
        Dün, Haşhaş ekimini yasakladılar. Birkaç gün sonra tütünümüze kota koydular. Pamuğumuzu dikilmez ettiler. Ve şimdi de şeker pancarı ekilmez olacak.
        Hadi oradan ne yumurtluyorsun gene oturduğun yerde. Diyenlerinizi duyuyorum. Ve diyorsunuz ki, “Zarar eden fabrikaları satıyoruz, pancar ekimine bir şey mi diyoruz?” Ben de diyorum ki, Ey uyuyan güzel ahmak kardeşim. Fabrikaları özelleşen ve satılan her ürün, bu ülkede dikilmez hale gelmedi mi?  Tütüne, kota konulduğu zaman, üretilen tütün, o ailenin masraflarını bile karşılamaz hale gelmedi mi?
         Satılacak olan şeker fabrikalarına, şeker pancarı üreten pancar köylüsü, özel sektörün insafına bırakılmış olmayacak mı? Dışarıdan, kanser yapan, mısır şırası ithalatçıları bu fabrikaları aldığında zarar ediyor diye, makineleri, Sümerbank gibi hurdacıya, araziye de konut alanına çevirdiğinde hanginizin gıkı çıkacak acaba?
          Diğer yandan işsiz kalan, pancar üreticilerinin çoluğu, çocuğu, besicilikte kullanılan küsbe’nin kullanıcısı, hayvan üreticilerinin durumu ne olacak? Yem maliyetleri nerelere çıkacak biliyor musunuz?
         Uyuyan, güzel ve ahmak kardeşim, uyan. Bu tedbirler, bu fabrikaların satışı, Milli düşünceye ters, işgalci düşüncenin sahiplerine aittir. Bu fikre uyan hükumetler de ya Milli değildirler, ya da yanlış yönlendirmektedirler.
          Sayın Cumhurbaşkanlarımızın birçoğu, onu yanlış yönlendiren, danışmanları tarafından, yanlış karar almalarına sebep olmuşlardır. O mevki de, bulunan en mükemmel insanların bile, çevresinde, art niyetli üç kişi dahi bulunsa, Cumhurbaşkanımızı yanlış yönlendirebilirler. 
          Bu yazım, aynı zaman cumhurbaşkanımıza bir mektup olsun istemekteyim. İnşallah art niyetli danışmanlarını, bu mektubum aşar ve sayın Cumhurbaşkanımız duyar, kulak verir ve Milli olmayan bu düşünceden kurtulma şansımız olur.
        Tekrar söylüyorum, sadece fabrikalarda çalışan işçilerimizin, başka alanlarda iş bulmaları değil sorunumuz. Fabrikalar satıldıktan sonra, kapatılması halinde ki, (siz, zarar ediyor diye satarsanız, alanlarda, zarar ediyor diye, makinaları hurdaya, arazisini de tokiye devredeceklerdir.) Pancar üreticilerimiz ne olacak? Küs besinden, yararlanan besicilerimiz, et üreticilerimiz ne olacak, Bana söyler misiniz.
         Şekerde üretilmez olduğunda ülkemde,  boşalan alanı dolduracak, Mısır şıracılarının, ülkemizi kansere teslim etmesi halinde, insan sağlığımız ne olacak?  Kansere tutulan insanlarımızın, ilaç giderlerini nasıl karşılayacağız?
         En önemlisi de, bu yanlıştan sonra, artacak olan işsizliğe nasıl çare bulacaksınız?
         Bir ülkede işsizin maliyeti, işçinin maliyetinden, daha çoktur anlamadınız mı?
          Bu sorularıma doğru cevap verip, bu yanlış uygulamadan döndüğümüzde, Milli sözünü söyleyebilmekte, hürsünüz. Değilse Milli değil, işgalci zihniyetin sahiplerinin oyuncağı olduğunuzu tüm kamuoyu düşünecektir.
           Yakın tarihe bir bakınız. Cumhuriyetin kurulduğu, ilk yıllarda, tüm fabrikaların gelirinden “daha çok, Haşhaş üretiminden,  elde edilen, sağlıkta kullanılan uyuşturucu imalatının geliri daha çok imiş.
          Ne garip ki, o zamanda, Avrupalıların baskıları ile bu fabrikalarımızda kapatılmıştır.
          Öyle inanıyorum ki, Sayın Cumhurbaşkanımız, mısır şıracılarının da baskılarına da boyun eğmeyip, bu fabrikaların satışına ve pancar üreticilerimizin, besicilerimizin mağduriyetinin önüne geçecektir.   O yanlışlara götüren, danışmanlarının işine de son verecektir.
           Saygılarımla.
                                       Mehmet Kızılaslan 2018-03-23

         



            

20 Mart 2018 Salı

MEDENİYET DEDİĞİMİZ ŞEY


                                       
                 Her yazarın yaptığı gibi, Afrin zaferimizi ve ne kadar yol kat ettiğimizi, anlatmayacağım. Benimde yüreğimde de, terör belasından ilelebet kurtulmak, komşu sınırlarımızın içinde yuvalanmış terör odaklarının yok edilmesinin mutluluğu var, her Türk vatandaşının yüreğindeki sevinç gibi.
             Ama bu gün sizlere bir belgeselden öğrendiklerimi aktarmaya çalışacağım. Bu belgeseli , merak edenleriniz için de, yazımın sonunda adını yazacağım.
            Şirketlerin karlılığı ile işçilerin refahı arasında herhangi bir çatışma yok.  İtalyan bir patron Daha zengin olsam ne olacak? Diyor. Sekiz hafta işçilerin ücretli tatili var. 5 Ay ücretli doğum izni kullanabiliyor çocuk sahibi olan Anne ve babalar. Belediyeler okullardaki beslenmeye müdahil ve katkı sağlıyorlar. Öğrenciler, okullarında görevliler tarafından lüks bir restoran ta ki gibi porselen tabaklarda yemeklerini yiyorlar. İşçilerin öğle yemeği saati tam iki saat ve her işçi, memur öğle yemeğini evlerinde yiyorlar.
             Fransa’nın en fakir bölgelerindeki okullarda bile, musakka,  güveç, peynir ve tatlı veriliyor öğrencilere. Okullar ve okul yemekleri ücretsiz.
              Çalışanların bordolarında vergilerinin nereye harcandığı kalem,  kalem yazıyor. Cinsel eğitim okullarda veriliyor. Korunma yöntemleri öğrencilerle tartışılabiliyor.
              Finlandiya da, öğrencilere ev ödevi verilmiyor. Okullar, sadece haftada 20 saat. Beyinin dinlenmeye ihtiyacı olduğu, çocukların oynamaya haklarının olduğu söyleniyor. Çoktan seçmeli bir sınav yöntemi ve merkezi sınav yok.
             Beden eğitimi, müzik ve sanat derslerinin, gençlerin beyinlerini daha çok çalışmasına yardımcı olduğu kanıtlanmış. Okul seçmek ve okullara para ödemek diye bir şey yok.
          Zengin çocukları ile fakir çocukları aynı okullarda okuyorlar ve zengin çocuğu yarın işin başına geçtiğinde arkadaşlarını kazıklama düşüncesini uygulayamıyor.
         Okul bahçelerinde çocukların istediği oyuncaklar bulunuyor. 7-8 yaşındaki çocuklar bile okullarına yalnız gidebiliyorlar.
          Büyüdüklerinde, her genç kendi istediği mesleğin sahibi olabiliyorlar. Öğrenciler öğretilenlere, eleştirel bakmayı öğreniyorlar. Sosyalleşmeleri, oyun oynamaları, insan gibi büyüyerek mutlu ve saygılı toplum ferdi olmayı başarıyorlar.
          Slovenya da, Üniversiteler dışarıdan gelenlere de, kendi öğrencilerine de ücretsiz. Bir üniversite mezunu, borcun ne demek olduğunu bilmiyor. Okulların tamamı kamu yararına eğitim veriyor. Oradaki yüze yakın üniversite, İngilizce eğitim veriyor ve sorulan her öğrenci en az üç lisan biliyor.
          Bir hükümet, üniversiteli öğrencilerden ücret almayı dillendirdiğinde, 40-50 üyesi bulunan bir öğrenci kulübü, hükümeti düşürünceye kadar eylem yapabiliyor ve hükümeti,  düşürebiliyor.
            Kanada, Almanya, Fransa, Finlandiya, Norveç ve Slovakya da üniversiteler ücretsiz.
              Düşünsenize, öğrenci kredisi almadan, devlete borçlanmadan, hayata atılan, 36 saat çalışıp 40 saat ücret alan, bir gencin, pencereleri olan ve daha çok ışık alan bir ortamda çalışıp saat 14 de işinden çıkıp, 14.30 da evinde ya da, sosyal hayat ta olduğunu.
             Buna rağmen stres yüzünden doktoruna gittiğinde, reçetesine 3 hafta kaplıca tatili yazıla biliyorlar. Çocuklarına dahi masaj yaptırabiliyorlar.
              Gelişmiş ülkelerde, şirketlerin, % elli hissesi, çalışan işçilerin. Yönetim kurullarında, işçiler, yüzde elli, söz sahibi durumundalar.
               Saygı değer okuyucularım, bu belgeselin adı, ( şimdi işgal sırası neresi) diye yotube den ulaşabilirsiniz.
               İnşallah, terör belasından kurtulduktan sonra ilk beş yılda, bu eğitim ve refah seviyesine ulaşacağımıza inanıyorum, dostlarım. Medeniyet dediğimiz bu olsa gerek.
                                       Mehmet Kızılaslan 2018-03-20
           
           
            
  

14 Mart 2018 Çarşamba

HAYVANCILIĞIN KURTULUŞU


                                           
                  Çok değerli okurlarım, bu yazımda, Hayvancılıkla uğraşan bir kardeşimizin mektubuna yer vereceğim. Bu mektubunu bana yaklaşık 22 gün önce okumamı ve yetkili yerlere ulaştırılmasında yardımcı olmamı isteyerek, göndermişti. Biraz geç kaldım, okumaya ve ilgilenmeye ama inşallah yetkililer bu haykırışa ve çözüm önerilerine kulak verirler.
                  Beni hayvancılık ilgilendirmiyor kardeşim deme, oku. Beslenmek seni ne kadar ilgilendiriyorsa, hayvancılık da, senin için o kadar önemli. Memleket ekonomisi de bir o kadar önemli. Diye düşünüyor bu mektubu sizlerle paylaşıyorum.
                 “ Ülkemizin Tarım ve Hayvancılığına ÇÖZÜM olacak bir fikrim var.
Evet, ülkemizin tarım ve hayvancılığına kesinlikle çözüm olacağına inandığım bir fikrim var. Ben şu anda küçükbaş hayvancılık (koyunculuk) yapıyorum.
         Sorun’ un, ne olduğunu bilmeden çözümün olamayacağı denkleminden yola çıkarak öncelikle kıssaca sorunların ne olduğuna bakalım. Tabi ki amacımız sorun un değil çözümün bir parçası olmak..
                   1. İNSAN FAKTÖRÜ: Hayvancılıkla uğraşan insanların en büyük sorunu sosyal yaşamlarıdır. Meraya dayalı hayvancılık günümüz koşullarında çok zor olup zamanımızın kuşağının asla yapmak istemediği bir hal almış. Dolayısı ile eleman sıkıntısı çok büyük. Eğer bu işi kendiniz yapıyorsanız yani siz iş sahibiyseniz, cenazeniz olsa bile yardımcınız yoksa cenazenize gidemezsiniz, eşinizin dostunuzun davetlerine gidemezsiniz. Hava koşulları zormuş, yağmur, çamur, soğuk ayaz fark etmez ve sizin hasta olmaya veya hastanede yatmaya hakkınız yok. Herhangi bir kaza yapmaya hakkınız yok. Çarşıymış, pazarmış, gezintiymiş yok kardeşim öyle bir lüksünüz olamaz. Siz hayvancılık yapıyorsunuz, kaç tane hayvanınız varsa o kadar bebeğiniz var. Konuşamayan, dilinden anlayamadığınız, sağlığından, açlığından ve para kazanabilmeniz için selametinden sorumlu olduğunuz bir sürü hayvanınız var. Bunun için siz 24 saat hayvanlarınızla meşgul olmak zorundasınız. Bu işi yapıyorsanız çizmeyi ayağınızdan çıkaramazsınız...
               Şimdi bütün bu koşulları göz önünde bulundurarak 18 -25 yaşları arasında genç bir insan düşünün, elinde akıllı telefonu ve hayatın tamamının farkında. Bu insana ne kadar para teklif ederseniz edin sizce bu koşullarda çalışır mı? Elbette yapanlar var!! Ama ne kadar ve kaç kişi? Ve gittikçe bu insanlar azalıyor. Şu anda ülkemizin hayvancılıkta yaşadığı sorunun temelinde insanların bu işi sevmemesi ne kadar yer alıyor sizce?
              BU İŞİ YAPAN İNSANLARIN ÇOĞU “ÇOCUKLARIMIZ BU İŞİ YAP MA YA CAK...” DİYOR.
BU İŞİN EN TRAJİKOMİK YANI İSE BU İŞLE UĞRAŞAN BEKAR BİR GENÇ, ÇOBAN OLDUĞU İÇİN EVLENİP YUVA KURABİLECEĞİ BİR KIZ BULAMIYOR. ÇÜNKÜ GÜNÜMÜZÜN GENÇ KIZLARI BİR ÇOBANLA EVLENMEK İSTEMİYOR... İşte hayvancılık yapan insanların yaşamlarından bir kesit..
               2. BİLİNÇSİZLİK: Ülkemizde Hayvancılığın büyük bir bölümü geleneksel yöntemlerle yapılıyor ve maalesef çok bilinçsizce yapılıyor. Örnekler vereyim; mesela hayvancılığı atadan gelme geleneksel yöntemlerle yapan onlarca insana yüzlerce defa sormuşumdur. Konu, büyükbaş veya küçükbaş fark etmiyor, “hayvanınıza ne kadar yem veriyorsunuz” cevap “ walla ne bilem kardeşim bizde öyle hesap kitap yoktur işte, hayvana veriyoz ne varsa ne kadar yerse” hele bazıları koyunun hiç doymadığına inanır “Peki hayvanlarınızın aşılarını yaptırıyor musunuz?” “hee bütün aşıları yaptırdık” “hangi aşıları yaptırdınız?” “yaw hepsini yaptırdık işte bütün aşıları yaptırdık” ama ne yaptırdıklarını bilmezler. "Sürünüzün ortalama et veya süt verimi nedir" walla kardeş biz hiç bakmayız sütçü yazar karta, otomatikman hesabımıza geçer". Yani verimin ne olduğu pek bilinmez.
                Mesela bazı büyükbaş hayvancılık yapanlar hayvanlarının altını hiç temizlemez ve ineklerin memeleri gübreyle karışık çamur bataklığının içindedir sürekli. “Kardeşim sen hayvanların altını niye temizlemiyorsun?” “yok hayvan bokunun içinde daha rahat eder daha faydalı oluyor” der.
             Ama bu adamın ahırından hastalık ve sakatlık eksik olmaz. Verim oldukça düşüktür. Hayvanlarında mutlaka mastit (meme körlüğü) vardır. Ayak tırnak hastalıkları vardır, hayvan döl tutmaz kısırlaşır mesela. Vs.. Örneğin Bölgemizde üniversite çalışma sonuçlarının holstein ırkı dana besisin de ortalama günlük canlı ağırlık artışının 1-1.2 kg civarında olduğu bulunmuştur, ama köylüye göre bu rakam 2- 2.5 kg'dır ama köylü hep zarar eder fakat ne olduğunu anlayamaz.
             Ben sosyal medyada birkaç guruba üyeyim genelde küçükbaş hayvancılık gurupları. Bu guruplarda genelde insanlar birbirlerine sorular sorarlar, bir tanesini anlatayım. Koyunlarda Agalaxi diye bir hastalık olur, halk dilinde süt kesen hastalığı denir. Bu hastalığın semptomları gözlerde yaşarma, kızarıklık, ışığa hassasiyet ve göz bebeklerinde beyazlama. Hayvan kör olabiliyor. Memelerinde sertleşme ve meme körlüğü (Mastit), yüksek ateş, kas ağrısı, eklem ağrısı, yemden kesilme gibi. Bir gurupta bir çoban bu semptomların gözle görülen bazılarını tarif ederek yardım istiyor guruptan. Allah Allah, adama neler tarif ediyorlar ne çözümler sunuyorlar, inanılır gibi değil.
                 Camı kırıp toz haline getirip hayvanın gözüne üflemeyi tavsiye eden mi dersiniz, kimisi hayvanın gözüne toz şeker üflemeyi tavsiye eden mi dersiniz, kimisi kına tozu üflemeyi tavsiye ediyor, kimisi daha bilinçliymiş gibi şu ilacı şu kadar gram deri altından ver diyor kimisi yok o ilacı verme sen şu ilacı boynundan enjekte et diyor. Neler, neler...
                 Bu tavsiyelerde bulunanlar ülkenin hemen hemen her tarafından, buda tabi genelleme ile ilgili çok açık bir fikir veriyor. Uzun lafın kısası bu iş ülkemizde yeterince bilinçli ya pıl mı yoooor.
                  3. GENÇ VE POTANSİYEL VERİMLİ HAYVANLARIN KESİLMESİ: Bu konuda her ne kadar engelleyici yasalar olsa da, denetimle baş edilemiyor ve caydırıcı cezalar yok. Üretici, “kardeşim benim ihtiyacım var” diyor ve hayvanı genç verimli dinlemeden kestiriyor.
                 4. YÜKSEK MALİYET: Eveeett, yem maliyetleri yüksek, ilaç maliyetleri yüksek, tohum maliyetleri yüksek, gübre maliyetleri yüksek, akaryakıt maliyetleri yüksek. Ekipman, alet edevat maliyetleri yüksek. Çifçinin çoğu giderinin hesabını tutmuyor veya hesap tutmasını bilmiyor. Dolayısı ile borçtan kurtulamıyor. Ya bankaya kredi borcu vardır, ya tarım kredi kooperatifine yada tedarikçiye. Borç hiç bitmez. Sağ olsun Devlet desteklemelerle yardımcı oluyor ama bu yardımlar asla yeterli gelmiyor.
                     Yukarıda dört başlık altında özet diyebileceğimiz sorunlara belki eklenecek çok şey var daha ama vaktinizi fazla almak istemiyorum. Beni tanıyan arkadaşlarım bana ister istemez “madem öyle niye bu işi yapıyorsun kardeşim?” diyebilirler.
Anlatayım; ben bu işi seviyorum. Ben üretmeyi ve iyi şeyler yapmayı, çevreme faydalı olmayı ülkeme faydalı olmayı seviyorum. Zor mu? Zor..
                   Ben zoru ve zora çözüm bulmayı seviyorum. Ve yukarıda yazdığım problemlerin tamamına çözüm olabilecek bir yol biliyorum. Ancak bu bir ekip işi, tek başıma yapabileceğim bir iş değil. Tek başıma ancak kendime faydalı olabilirim. Başkasına değil. Ben başkasına, başkalarına, Ülkeme, milletime faydalı olmak istiyorum. Onun için arkadaşım lütfen bunu paylaş. Paylaş ki sende çözümün bir parçası ol.
                    Ta ki bu yazı tarım Bakanımız sayın Fakıbaba’ya ulaşana kadar. Lütfen paylaş. BEN BİR YOL BİLİYORUM... BUNUN HEPİMİZE FAYDASI OLACAK...
BENİM FİKRİMDE; ÖZELLİKLE KÜÇÜKBAŞ HAYVACILIK YAPAN İNSANLAR, DAĞA, OVAYA, MERAYA MECBUR KALMAYACAK.
             - DAHA UCUZ MALİYETLERLE (50% GİBİ DAHA UCUZ) HAYVAN BAKABİLECEK.
             - SAYICA DAHA ÇOK HAYVAN BAKABİLECEK, HAYVANLARI ET SÜT VE DÖL VERİMİNDE DAHA ÇOK VERİMLİ OLACAK.
             - İNSANLARIN SOSYAL HAYATLARI OLACAK.
             - ÜRETİCİ DAHA ÇOK KAZANACAK VE DAHA İYİ BİR HAYATI OLACAK.
             - ÜLKE İNSANI DAHA KALİTELİ ETİ DAHA UCUZA YİYEBİLECEK.
             - BU YÖNTEMLE HAYVANCILIK ÇOK DAHA RAHAT OLACAĞI İÇİN ÜRETİCİ SAYISI ARTACAK.
            - DIŞARIDAN GELEN ETİN ÖNÜ KESİLECEK VE BİZ ESKİSİ GİBİ HAYVAN İHRACATI YAPABİLECEĞİZ.
           - ÜLKE EKONOMİSİNE KATKI OLACAK....
                Bu mümkün arkadaşım.. kesinlikle mümkün... HADİ SENDE PAYLAŞ, ÇÖZÜME ORTAK OL.      İlhan Demir Nazilli.”
             Bu kardeşimize ulaşmak isteyenlere, telefonunu da veriyorum  0 533 201 83 97 Saygılar.
   

8 Mart 2018 Perşembe

NEREYE GİDİYORUZ


                                                    
              Toplum içinde bulunduğu durumu tahlil edemez oldu. Hani var ya, “Elle gelen düğün bayram” diye, eskilerin söylediği bir söz. Durum değerlendirmesi yapma, herkes ne yapıyor, nasıl davranıyorsa, sende öyle yaşa, demek. Elle gelen, düğün, bayram değil, köleliğimiz geliyor.
              Durumunu değerlendirmeden, filanca aile ne almışsa, sende al. Filanca nasıl yaşıyorsa, sende öyle yap diyen mantık, durumunu iyi irdeleyen ve çıkış yolunun bu olmadığını, düşünen ve ölçüleri tartıları şaşmayan, yaşamı seçenler; en yakınlarından eleştirilir oldu. “ Bir sen, dikkatli harcama yapıyorsun. Bir biz, dikkat ediyoruz. Sen mi, doğrusun,  yoksa diğer rahat ve huzur içinde yaşayanlar mı diye sorgulanır, aşağılanır oldu. Oysaki ileriki zamanda çalışanlar üretenler rahat yaşayacaklar.
               Ayranı olmayanların, son model arabalarla tıç,maya gittiği bir toplum olduk. Suç sadece bizim mi? Diye sorma kardeşim. Suç, senin, benim, hepimizin. Bizi  hale getirenlerin, tek hesabı, sahibi olduğunu zannettiğimiz ama aslında, tefeci bankaların olan evlerimizin, arabalarımızın elimizden gideceği, korkusu salarak yüreğimize, böyle gelmiş böyle gider teraneleri yaymalarının oyuncağı olduk.
               Hayat, bizim hayatımız, bizi özendirdikleri hayat, borç üzerine kurulmuş bir hayattır. Borç yiğidin kamçısıymış, hangi şerefsiz ata uydurduysa halt etmiş. Borç dürüst insanın ömür törpüsüdür.
              Kredilerle, hibelerle, teşviklerle adam olacağımız anlatılıyor. Bir yiğit, çıkıp ta bizleri borçsuz harçsız yaşamaya davet etmiyor. Beleşçi bir yanımız var ya, vaatlere, hibelere, teşviklere, dolu dizgin koşuyor, uyanıklarımız. Bilmiyorlar ki öpmeyecekleri atın önüne hiçbir kimse ot atmıyor.
             Gerçek Atasözü, borç alan, kredi alan, buyruk alır, emir alır. Yönetilir gebe olduğu kişiler tarafından. Kendimizin zannettiğimiz, arabalarımız, evlerimiz, üç aylık kriz sonunda gerçek sahiplerinin olacaktır.
                Anlamadınız değil mi? Bizim ya o evler, arabalar. Şu kadar aydır, senet ödedim, taksit ödedim, benim diyorsunuz. Nah sizin, kredi borcunuz bitinceye kadar, sizin değil. Size kredi veren tefeci sermayenin o mallar.
              Efendiler, kendi kaynaklarımıza dönmek zorundayız. Hiçbir reklama, hiçbir tüketim projesine, dahil olmadan, tüketim ekonomisinden kurtulmak zorundayız.
             Elimizde ne varsa onu kullanacağız. Gerekirse özel arabalarımızı satıp kaynak olarak kullanacağız. Mazot parasıymış, yakıt parasıymış, düşünmeyeceğiz. Araba yerine, bisiklet bineceğiz. El ne dermiş düşünmeyeceğiz. Bütün kaynaklarımızı üretime aktaracağız.
             Elimizdeki üretim araçlarına sahip çıkacağız. Devletin satmaya kalktığı fabrikaların satılmasına engel olacağız. Dün Sümerbankların satılmasını engelleyemedik. Bari şeker fabrikalarını kurtarmalıyız.
           Devlet var kardeşim, karşımızda. Demeyiniz, devlet değil karşımızdakiler. Milleti yoksullaştırmak için o fabrikaları güncel şartlara taşımayıp, bakım yapmayıp, zarar eder duruma getirenlerde, satılmasında ısrar edenler de, devlet değil. Bu milletin geleceğine, göz dikenlerin ortaklarıdırlar.
            Yunan işgalinde olsaydık, Yunan işgal kuvvetleri bile, Sümer bankları, şeker fabrikalarını sattıramazdı bizlere. Bize bizden zannettiklerimiz her türlü kötülüğü yaptırıyorlar. Bizde bakıyoruz koyun gibi.
             Dün, Sümerbanklar, bugün şeker fabrikaları, yarın bakalım hangi üretim hanelerimiz, satılacak,  kapanın elinde kalacak ve satın alanların insafına bırakılacak.
             Allah aşkına, elindeki, gelir getiren, dikiş makinesini, satıp ta bir insan, evine koltuk takımı alır mı? Eğer alırsa, o koltukların üzerinde rahat oturtmazlar adamı.
             İsraf ve çalışmadan kazanma hırsı bitiriyor insanımız. Yüce atam “Çalışmadan yorulmadan kazanma yollarını alışkanlık haline getirmiş Milletler, önce haysiyetlerini, sonra istikballerini, daha sonrada istiklallerini kaybetmeye mahkûmdurlar” derken bu günleri anlatmaya çalışmış ama anlamakta zorlanıyoruz.
            İlk on yıl içinde, o yoksul şartlarda binlerce fabrikanın kurulup ekonomik bağımsızlığımızı kazanmamızı sağladığımız günlerden; bakımsızlık, yenileştirme olmadığından, zarar ediyor diye, satılmaya hazırlanan, milli kaynaklarımızı seyreder duruma gelmiş bir güruh topluluğu olduk.
           Yazık kardeşim, yazık halimize, dur demek zorundayız. Önce kendi israfımıza ve üretimsiz kazanç bekleme durumumuza dur diyeceğiz. Daha sonrada, Devletin, milletin, üretim hanelerini, satarak yönettiğini zannedenlere dur diyeceğiz.  
            Benden söylemesi, Sümerbankların satılmasını sağlayan bakanlar da bizden değil. İsimlerini parklarına verenlerde, bizden değil.
           Geç kalmış sayılmayız, dur demek zorundayız. Bu üretimsizliğe, bu tüketim ekonomisini pompalayanlara ve silahları ile işgal edemeyenlerin paraları ile ülkemizi işgal etmeye çalışanlara dur demek zorundayız.                     Mehmet Kızılaslan 2018-03-08