29 Haziran 2016 Çarşamba

KALBİMİZDEN VURULDUK.

            
Güçlü olduğunuz alanlarda, tanklarla, toplarla, şehirleri boşaltarak; daha önceden yığınak yapmalarına izin verdiğiniz, terörist avına çıktığınız da, da bağırdık; “Böyle barış olmaz.” dedik.
Dikkate almadınız. Cahil halka, kaslarınızın gücünü gösterdiniz alkış aldınız. Gariptir doğru yaptığınızı zannettiniz.
Yanlış yaptığını güçlü taraf anlamakta hep zorlanır. Hele alkışlar içindeyse.

Komşularımızla sıfır sorun” dediniz hiçbir komşumuzla iyi ilişkimiz kalmadı.
İç karışıklıklarına sebep olduğumuz ülkelerin istihbarat örgütleri, boş duracak zannettiniz. Yanıldınız, her yapılan yanlışın öcü alınırdı, almaya başladılar.
Suriye’de karşımıza aldığımız güçler, orada muhaliflere verdiğimiz desteklere, gülerek seyirci kalacak zannettiniz. Yanıldınız. 
Şimdi bazı gazetelerde, “Ölüm tarlalarının öcü mü alındı” yazıyor. Bir ülkede ekonomik uçurumların ve demokrasi yoksunu ortamın yarattığı, kaosu, arayışı, terörü, şiddetle, silahla bastırabileceğinizi zannetme gafleti ve hamasetine kaptınız. Yanıldınız.

Komşudaki teröristleri açıktan açığa desteklerseniz, sizin en kıymetli yerlerinizden vururlar. Vurdular, koruyamadınız.
İçimiz kan ağlıyor. Neden biliyor musunuz?
Başka amaçlarla kullandığımız, MİT imiz, başka şeylerle meşgul olduğu için olsa gerek. İstihbarat konusunda ve önlem alma konusunda yetersiz kaldı. Kalbimizden vurulduk.

 Dış siyasetimizin kötülüğü, düşmanlarımızı çoğalttı. Ülke içinde uzlaşma yolu ile halledebileceğimiz, azınlık meselelerini silahla çözebileceğimizi ve bunu çözerken, Milliyetçi oyların tamamını alabiliriz hesabı yaptınız. Ülke kan gölüne döndü. Başaramadık.

İç siyasetimizi, Dış ilişkilerimizde meydan okumalarla zinde tutabileceğimizi zannettik. Ekonomimizi felce uğrattık. Başaramadık.
Bütün Dünya, Terörü lanetler ve karşı çıkar bu olaydan sonra artık, diye düşünüyorsanız? Yanılıyorsunuz.
Bu olaylar, sadece bizim hatalarımız ve düşmanlaştırdıklarımızın çokluğundan değil belki ama, Büyük bir bölümü bizim yanlışlarımızdan dolayı olduğundan, yanımızda hiçbir kimse olmayacaktır.

Rusya uçağını düşürdüğümüzde, olayı iç siyasetimizde kullanabilmek için olsa gerek, meydanlarda hamaset nutukları attınız. Suriye sınırından bir adım öteye uçaklarımız geçemediği için, oradaki güçleri kontrol edemediniz. Kaybettik.

Ta başından beri kalbura dönen, sınırlarımızdan her türlü melanet, büyük şehirlerimizin kalbine kadar ulaştı. Koruyamadık.
Şimdi iyi geçinemediğimiz ve her fırsatta meydan okuduğumuz, Avrupa’dan, komşularımızdan, “Teröre karşı ortak eylem yapalım. Ortak mücadele verelim.” Çağrıları yapıyorsunuz. İnandırıcı değilsiniz ve çağrı yaptığınız her kesim, bize kıs, kıs gülüyorlar.
Çünkü çağrı yaptığınız o ülkeler, sizin yanlışlarınızdan, meydan okumalarınızdan ve dış siyasetinizdeki güvensizliğinizden dolayı, terörizmi gizliden gizliye destekliyorlar.
Peki teröristlerde hiç suç yok mu?
Ne yapmamız lazım?
Elbette terörizm suçlu, elbette terörizm önlenecek.
Öncelikle terörist yaratmayarak, terörizmi önleyeceksiniz.
Kendinizi onların yerine koyup, empati yaptığınızda sorunun yarısını çözersiniz.
Onların zayıf olduğu alanlarda yakıp, yıkar, tankla topla şehirlerinden köylerinden yuvalanmasına izin verdiğiniz yerlerden, ederseniz; terörizmin beyinleri, piyonları gibi davranmaz sakin düşünür. Sizin kalbinizi patlatmanın yollarını ararlar.
Siz bölgeler arası ekonomik uçurumlar yaratırsanız, onlar da sizin geleceğinizi yakarlar. Siz onlar dertlerini anlatmaya kalktıklarında, aşağılar, hor görür, hatta şiddet uygularsanız; onlar çareyi terör de bulurlar.
Siz, o bölgenin siyasi temsilcilerini mecliste dahi, konuşturmaz, dokunulmazlıklarını kaldırırsanız ve bunu, büyük bir, başarı imiş gibi, hamasetle meydanlarda kullanırsanız; onlarda “Madem temsilcilerimizin konuşmalarına izin verilmiyor temsilcilerimiz yargılanıyor. Başka yol kalmadı silahtan başka” der. Silahlarını konuştururlar.
Efendiler bu terör olaylarının arkasında yabancı güçler aramanıza gerek yok. “Başımıza gelen tüm olaylar kendi günahlarımızdan dolayıdır.”
Hala yol yakın, savaşın galibi olmaz. Hemen şimdi her alanda, her kesimle, her ülkeyle, her gurupla, barış yapma zamanıdır. Bunu yapmak küçülmek değil, gerçekten büyük devlet olmanın gereğidir.
Başımız sağ olsun, ülke halkım. Rabbim daha kötü durumlardan ve tüm tarafların yanlışlarından bizi korusun.

Saygılarımla.                   Mehmet Kızılaslan 2016-06-29

27 Haziran 2016 Pazartesi

                        KÖLELİK VE SPARTAKÜS
Milattan önce, 73-71 yılları arasında, Antik Roma Cumhuriyetinde, köle gladyatör olan Spartaküs, Köle ayaklanmasının önderliğini yapmış. Gladyatör okulundan 77 arkadaşı ile birlikte Tüm Roma daki kölelerin ayaklanmasını sağlamış 120 bin kişilik bir ordu hayata geçirmiştir.
İstekleri sadece getirildikleri ülkelere geri dönmek olan bu köleler, Koca Romayı tehdit etmiş. İtalya dan çıkışları engellenince, üç ordu tarafından sarılmış. Eylem başarısızlığa ulaşmıştır.
Dünyanın en acımasız köle devleti olan, Roma’ın, o günkü yapısını inceleyince, bu günün köle sistemini anlamakta zorlanmıyorum.
Kapitalist sistem her zaman acımasızdır. Milattan önceki yöntemleri, şiddet ve zulümle insanları yurtlarından alarak köleleştiren sistem, günümüzde karın tokluğuna ücretli çalıştırarak insanlarımızı köleleştiriyor.
Kendisini patron zanneden, küçük sermaye sahipleri de, ne garip ki yanlarında çalıştırdıkları işçiler kadar bile, bazen para kazanmıyorlar.
Bazen, milattan önceki ev işlerinde çalışan ve patronları ile aynıya yakın hayatı sürdüren, onlar ne yiyorlarsa, yiyen, onların yaşam alanlarında yaşayan, kölelerin daha huzurlu olduklarına inanıyorum. 
Günümüzün köleliği razı olma esası üzerine kurulmuştur.
Veriyorsunuz asgari ücreti, geçine bilirse geçinsin. İster aç kalsın, ister tok.
Yasa yapıcı sizlersiniz. Kanunları istediğiniz gibi düzenlersiniz. İnsanları yarı aç yarı tok çalıştırırsınız. İsyan etmeyi bile düşünemezler. Hatta vereceğiniz bir iş ilanına binlercesi sıraya girerler.
Yaşam koşullarındaki zorlukların hat safhada olduğu, 1961 yıllarını düşününüz. Üç milyon insanımızın Almanya’ya göç edişini. Başlangıçta misafir işçi olduklarını, evlerinden, çocuklarından, eşlerinden ayrılarak, gittikleri gurbet eller de tutunmaya çalışmalarını hayal ediniz.
Bir de 2035 yıl önce ki, Spartaküs’ün mücadelesine bakınız. Onlar yurtlarından silah zoru ile sökülmüşler. Geri dönme mücadelesi verirken, hayatlarını kaybetmişler.
Bizimkiler ise bir lokma ekmek ve rahat bir hayat için kendi istekleri ile, yurtlarını terk etmişler. Garip değil mi?
Kölelik bitti mi sizce?
Cumhuriyetin ilk 10 yılında kurulan 650 fabrikanın, kapatılışını düşünün şimdi. İnsanını üretmeyi, çalışmayı, onurlu kazanmayı, kendi ülkesinde, Devletin fabrikalarında öğreten sistemle, özel sektörün kapısında el pençe bekleten sistemi karşılaştırınız.  
Fabrikaları kapatan bakanların adları, fabrika arazilerinde yapılan parklara bahçelere verildi toplumun gıkı çıkmadı.
“Siz ne yapıyorsunuz, bize ait fabrikaları kapatamazsınız, bizleri ve çocuklarımızı işsiz bırakamazsınız,” demedi hiçbir kimse.
Biliyor musunuz, milattan önce yaşayan köleler, bizden çok daha fazla onurluydular. Silah zoru ile köleleştirildikleri için olsa gerek, köle olarak yaşamaktansa ölmeyi tercih ettiler.
Bizler, iki tane üretim aracının ve üç beş kuruş sermayenin sahibi olduğumuzda kendimizi patron zannettik. Bilemedik ki koca dünyanın sahibi 62 kişiydi ve tüm dünya onlar için çalışıyoruz.
Peki, ne yapmak lazım da, bu köleliği bitirmek lazım?
Öncelikle savaşları durdurmamız lazım. Ne için, kim için savaşıyoruz, kime hizmet ediyoruz? Diye sormamız lazım. Daha çok şehit verdiğimizde, ya da, daha çok öldüğümüzde, ekmeğimiz artıyor mu, toprağımız çoğalıyor mu diye düşünmemiz lazım.
Bu savaşlar ve iç savaşlar artığında, sağlıklı düşüne biliyor muyuz? Yangınlar çıkardığımızda kime zararımız oluyor, biliyormuyuz?
Ezilen kim, kazanan kim? Keselerini ve kasalarını dolduranlar kim tahmin edebiliyormuyuz?
 Spartaküs ve arkadaşları 2035 yıl önce bizlerden çok daha fazla onurluydu biliyromusunuz?
Saygılarımla.                    Mehmet Kızılaslan 2016-06-27






























































































































22 Haziran 2016 Çarşamba

MİLLET CİNNET GEÇİRİYOR

          
Abarttığımı zannedenler, hiç yorum katmadan aktardığım aşağıdaki başlıklara bir bakınız isterseniz. Ne hale geldiğimizi ve nasıl bu cinnet ortamından çıkabileceğimizi düşünelim isterseniz.
 Kayseri'de bir öğretmenin, babasını balyozla vurarak  öldürdüğü öne sürüldü.  İddiaya göre, Yunus Emre Mahallesi'nde psikolojik sorunları olduğu ve  cinnet getirdiği ileri sürülen öğretmen Yılmaz G. (43), evlerinde bulunan  balyozla babası Mükremin G'ye (77) vurmaya başladı. Mükremin G, aldığı balyoz  darbeleriyle ağır yaralandı.

           Daha önceki ifadelerinde kendisi gibi işitme engelli olan Hacer Çetindağ ile aralarında ilişki olduğunu, evinde buluştuğu Hacer Çetindağ ile tartışınca bıçakla boğazını keserek öldürdüğünü tercüman aracılığıyla anlatan Erdal Kaya, bugün duruşmada da işaret dilini kullanarak tercüman aracılığıyla ifade verdi.
            Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne çıkan bir kişinin intihar girişiminde bulunmasıyla İstanbul trafiği durma noktasına geldi. Köprüde yoğun bir trafik yaşanmasına neden olan kişi ikna edilmeye çalışılıyor. Polisin intihar girişiminde bulunan kişiyi ikna çalışmaları devam ederken, Fatih Sultan Mehmet Köprüsü Avrupa’dan Anadolu Yakası’na geçişte trafik durma noktasına geldi.

           Şanlıurfa’da iki komşu esnaf arasında çay bardağı yüzünden çıkan, taş ve sopaların kullanıldığı kavgada yaralananlar hastaneye kaldırıldı.

        Zonguldak'ın Ereğli İlçesi’nde, evinin banyosunda ölü bulunan emekli 63 yaşındaki Muhammet Kısa’nın başına odunla vurularak öldürüldüğü ortaya çıktı. Cinayet zanlısı olarak gözaltına alınan Muhammet Kısa’nın eşi 57 yaşındaki H.K.’nın ifadesinde eşini kıskançlık yüzünden öldürdüğünü söylediği belirtildi.

                Başakşehir'de yol verme cinayeti kamerada
               Ümraniye'de kadın cinayeti
               Kocasını öldürüp, 'intihar' dedi
                 Terörden kaçan eniştesini öldürdü
                Yaşlı kadına tecavüze kalkışıp öldürdü

Bu haberlerin noktasına virgülüne dokunmadım. Bu ülkede Yüzde doksan dokuz Müslümanlar mı yaşıyor? Bu cinayetleri ve suçları işleyenler gerçekten dinlerini biliyorlar mı?
Ülkemde yanlış giden bir şeyler var.
Bu suçların işlenmesine sebep sadece kin ve nefret olamaz. Bu olayların önlenebilmesi için eğitim sistemimizin gözden geçirilmesi gerekmez mi?
Ya da baştan sona yaşantımızı, ülkenin her yapısını yeniden gözden geçirmemiz ve yanlışların düzeltilmesi gerekmez mi?
Dikkat etti iseniz herkesin bahsettiği taciz ve cinsel suçlardan bahseden haberlere yer vermedim bu yazımda. Amacım birilerini suçlamak değil.
Tehlike çanları çoktan çalmaya başlamış. Cinnet geçiren bir topluma doğru gidiyoruz. Bu ülke bu tür kötü haberlerin yazılmasını, yaşanmasını hak etmiyor.
Ama bir şeyler yanlış gidiyor. Efendiler lütfen tedbirini alınız. Nereden başlayacağınızı biliyorsunuz. Başlangıç eğitim sisteminden olmalı. Diğer yandan acaba adalete intikal eden olaylar, ya adil sonuçlanmıyor, yada gecikiyor olduğundan, her fert kendi hakkını kendisi mi arıyor dersiniz?

                          Mehmet Kızılaslan 2016-06-22

17 Haziran 2016 Cuma

YAZIKLAR OLSUN

                                

“Dini yalanlayanı gördün mü?
İşte onlar yetimi itip kakar;
Yoksulu doyurmaya teşvik etmezler.
Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar.
Onlar gösteriş yapanlardır; hayra da mani olurlar.” (Maun Suresi.)
 Hangi insana sorsanız ülkemizde, Dini yalanlıyor musun desek, “Haşa Öyle şey mi olur” der.
Elhamdülillah hepimiz Müslüman’ız deriz.
Peki Dini yalanlayanlar kimlermiş?
Müslüman olduğunu söylediği halde, namaz kıldığı halde, Yoksulu itip kakan doyurmayan ve gösteriş için namaz kılıp, namazını ciddiye almayan ve gösteriş için ibadet yapıp hayra mani olanlarmış.
Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, onlar gösteriş için ibadet yaptıkları için insanlarımıza kötü örnek olurlar ve yeni nesillerimizi dinimizden soğuturlar.
Hiç duymadınız mı?
“Onlar Müslüman’sa, ben değilim,” diyen insanlarımızı.
Hiç duymadınız mı?
“Allah’ım onlarla beni aynı cennetine koyma” diyen ve isyan eden arkadaşlarımızı hiç duymadınız mı?
Yetimi yoksulu doyurduğu halde, gösteriş yapan, verdiği hayrı, reklamlarına konu edenleri günümüzde görünce, şaşırmıyor, şoklara giriyorum artık.
Kardeşim hiç mi kuranı kerimin mealini okumazsınız?
Hiç mi anlatılanları anlamasınız?

Diğer yandan Peygamber efendimizin söylediği “ Sağ elin verdiğini sol el görmemelidir” Hadisi şerifini hiç kulak arkası etmeyiniz.

İslam dini paylaşmayı, kardeşliği öğütlerken; kaçınılmasını da şiddetle öğütlediği bir şey vardır. O da şüphesiz övünmek ve başkalarını küçümsemektir. Peygamber efendimizin bu bilindik hadisi de bizlere bunu öğütlemektedir. Yardım yapın ancak bununla övünmeyin.

            Zira yapılan yardımla övünmek kişiyi kibre götürür. Yardım edilen kişi için ise, bu durum bir acizlik ilanı gibi olacağından, kötü bir durumdur. Yardım edilmeye çalışılırken o insanı incitmeye kadar gidecek bir durum söz konusu olabileceğinden yapılan iyilikler ve yardımlar gizli tutulmalıdır. Bu söz bu durumu çok yerinde özetlemiştir bu açılardan,  Sağ elin verdiğini, sol el görmemelidir.
Zengin sofralarında, meydanlarda, salonlarda, iftar reklamlarına gelince;
Keşke tespit ettiğiniz, ihtiyaç sahiplerinin kapısını çalıp, hazırladığınız yardım paketlerini, yüzünüzü bile göstermeden verseniz. Onlar da bu paketlerdeki hediyelerinizi günlerce istedikleri gibi tüketseler.
Bazen yetkili mercilerin, bu tür uygulamalarını başkandan çok başkancı çalışanlar, yanlış uygularlar. Önemli olan niyettir. Niyet iyi ise akıbet iyidir.
Büyütmeden, dostane fikirlerimizi, Ayet ve hadislerden örnek vererek anlatmaya çalıştık. Amacımız bağcı dövmek değil. Üzüm yemek.
Rabbim açık ve gizli hayır edenlerden razı olsun. “Onlar asla zarar etmeyeceklerdir” İyi ki varsınız, iyi ki, yardımlarınızı esirgemiyorsunuz. 

                                          Mehmet KIZILASLAN 2016-06-17

13 Haziran 2016 Pazartesi

BİZ BU TUZAĞA DÜŞTÜK.

                      
Tam 24 yıl önce Rahmetli Erbakan Hocanın yaptığı bir konuşmayı izliyorum. Bu günleri anlatıyor.
Haritalar çizilmiş, planlar yapılmış. 4 Vilayetimiz Kürdistan sınırlarında.
Bu konuşmayı 24 yıl evvel izleseydim. Büyük bir olasılıkla aklım ve havsalam almayacağından; “Hocam bir senaryo yazmış bizi korkutuyor” derdim.
Dünyayı yöneten güçler öylesine güzel satranç oynamasını biliyorlar ki; bizim yöneticilerimizin bu konudaki cehaletlerinden olsa gerek, bize yem olarak verilen bir piyonu yerken, kalelerimizi, vezirlerimizi ve en nihayet Şahımızı kaybedip, mat oluyoruz.
Kim ne derse desin. Çözüm süreci, Yapılan hataları ve silah yığınaklarını saymaz isek, Türkiye Cumhuriyeti için gerçek bir çözüm ve kardeşlik sürecinin başlamasıydı.
Şimdi, Milliyetçi oyları alabilir miyim acaba, MHP yi bitirebilir miyim acaba, bunun sonucunda, Başkanlığı kotara bilir miyim mantığı ile, bütün kapıları kapattık.
Bütün yanlışları yaptık. Ve güneyde tek komşumuz Kürdistan devleti oldu.
Yanlış duymadınız.
Oynanan oyunu göremedik. Dedim ya piyon peşinde koşarken, Şah elden gitti Mat olduk.
Irak komşumuzdu, Suriye komşumuzdu. Şimdi tek komşumuz var O da Kürdistan.
Bu sonucun tek sorumlusu bizim dış politika yetersizliğimizdir.
Sayın Ahmet Davutoğlu’nun, Dış İşleri bakanlığından başlayan, yanlışlar zinciri Başbakanlığı ile devam edip gitti. Diyeceksiniz ki, Sayın Davutoğlu, Sayın Cumhur Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dan izinsiz nefes alabilir miydi?  Alamazdı.
O halde tek sorumlu kimdir bu yanlışlarda?
Hepimizin bilirsiniz ama benim aklım ermiyor.
O danışmanlara ödenen paralara, yüzlerce siyaset mimarına, yazıklar olsun. Ödenen maaşlara yazık oldu. Keşke başarıya ulaşsaydık, daha iyi duruma gelseydik.
Alkışların çokluğu, yapılan seçimlerdeki oy çokluğu, en demokratik liderleri bile “ben yaptım oldu” diyen despot, diktatöre çeviriyor. Geldiğimiz sonuç bu şimdi.
Tüm komşularımızla kavgalıyız. Tüm Arap ve Müslüman ülkelerin başına Amerikancı liderleri bizim sayemizde getirdiler.
Ticaret iflasta.
Turizm iflasta.
Tarım can çekişiyor.
Ne gariptir ki kalkınma hızımız %4.8
Hani, istikrar olacaktı? Dört günde 18 şehidimiz var.
Hani Esat gidecekti? Ne yazık ki bizim geleceğimiz tehlikeye düşmek üzere.
Şimdi üç milyon Suriyeli, serseri mayın gibi ülkemizde, dolaşıyor. Kimin nerede ne yapacağı belli değil. ( iyileri tenzih ediyorum)
Yarın birileri de onları işler de, “sizin yerinizden yurdunuzdan olmanızın sebebi biziz, biz sizin ülkenizi karıştırmaydık, sizin ülkenizde yaşamanız devam edecekti” derse şaşmayın. Alın size yeni bir sorun.

Diğer taraftan 1915 Sözde ermeni soy kırımını, Dünyaya anlatamamışken, 2015 Kürt Soy kırımı davaları ile karşı karşıya kalmamız kaçınılmaz olacak. Belki de çocuklarımız ileride onlarca yıl tazminat ödeyecekler. İnşallah tazminat olarak boşalttığımız vilayetler, Güneyimizdeki tek komşumuz Kürdistan’a verilmez.   Efendiler çok oy almanız, hamasi nutuk atmanız, Dünya siyasetinde doğru yol aldığınızı göstermiyor. Bu ülke dış ilişkilerde erör veriyor. Kim ne derse desin Şahı kaybettik ve Mat olduk.           Mehmet Kızılaslan 2016-06-13    

2 Haziran 2016 Perşembe

EN NİHAYET AMAÇLARINA ULAŞMAYA BAŞLADILAR


Düşünsenize, çalıştığı ekmek parası kazandığı Kütahya Tavşanlı’daki şantiyede,  bayrak yaktığı iddia edilen insanlar geri zekâlı mıdır?
Yerinden yurdundan topraklarından kalkıp gelsin. Çoluğuna, çocuğuna, ekmek parası kazanmaya başka yerlerde başlasın. Gurbette olduğuna mı yansın. Göçüp geldiği topraklardan terörden kaçtığı halde, geldiği şehirlerde terörist sayılmasına mı yansın. Diken üstünde yaşasın. Üstüne üstlük bayrak yaksın!
Siz buna inanıyor musunuz?
Bu akıllı bir insanın yapacağı iş mi?
Bu duruma geri zekâlılar bile inanmazlar.
Peki, Kütahya Tavşanlı da ne oldu?
İnanın, körüklenen düşmanlığın sonucu, ekmek parası için çalışmaya gelen, masum insanlar, yakılarak ya da linç edilerek öldürülmek istendi.
Günahtır, yazıktır, ayıptır, suçtur, bu insanlık dışı olay.
İddialara göre Tavşanının Dağçeşme mahallesinde bir inşaat da çalışmakta olan Doğu ve Güneydoğu kökenli yaklaşık 50 kişiden bazılarının Türk Bayrağını yaktıkları öne sürülmüş. Bunu duyan ilçe sakinleri ilk olarak inşaat alanına giderler. İşçilere saldırırlar. İşçilerin barakalarını yakarlar. Olaya müdahale eden polisler işçileri gözaltına alırlar. işçilerin kendilerine verilmesini isteyen 750 ye yakın vatandaş polise de saldırırlar iki polisin yaralanmasına sebep olurlar. Biber gazı ile dağıtılan halk, Kaymakamın konuşmasından sonra gece saat üçte dağılırlar ve olaylar yatışır.
Gözaltına alınan işçiler ise, “ Kendi astığımız bayrağı niye yakalım. Kaynak makinesinden sıçrayan kıvılcımla yandı. Biz söndürdük” diye ifade verirler ve serbest bırakılarak memleketine gönderilirler.
Olay bu kadar basit değil. Olay ülke insanının parçalanması, bölünmesi ve düşmanlığın her yere sirayet etmesidir.
Ve ülke insanımızın geldiği düşmanlık noktasıdır.
Şimdi sorarım sizlere, son zamanlardaki bazı mitinglerde, ayaklar altına alınan Türk bayraklarını neden görmezsiniz?
Üzerine basılmış oturulmuş bayrakları neden görmezsiniz?
Madem bu kadar bayrağa saygılısınız da, üzerinde çekirdek kabukları ile birlikte çöpe atılan bayrakları neden görmezsiniz?
İsterseniz aynı Kütahya’nın diğer olaylara duyarsızlığına bir bakalım.
Ey Kütahya’nın duyarlı insanları, domuz bağı ile bağlanıp tecavüz edilen çocuğu neden görmediniz, sustunuz?
18 kişi, küçük kız çocuğuna tecavüz ederken neredeydiniz, neden sustunuz?
Boşandığı kocası tarafından dövülerek tecavüz edilen kadın için neden mücadele etmediniz? Abisinin tecavüzüne dayanamayan intihar eden, kadın için neden sustunuz?
Demek ki sizler bir pravakasyonun oyuncakları oldunuz. Neden mi çünkü sizler, bir çok toplumun aşağılık kabul ettiği, günah saydığı, olayları görmezden geldiniz.
Elinizle, dilinizle, yüreğinizle, karşı durmanız emredilen, konulara kayıtsız kaldınız.
İşte efendiler ülkemizin geldiği nokta. Kardeşi kardeşe düşman et. Böl, parçala ve kolay yönet. Yazıklar olsun bizlere, biz bu oyunları bile görmekten aciz kaldık.
Gün birlik ve beraberliğin korunma günüdür. Gün PKK ile, masum, doğu ve güneydoğu lu kardeşlerimizi ayırma, masum olanlarla kucaklaşma günüdür. Saygılarımla.

                                       Mehmet KIZILASLAN 2016-06-02