31 Aralık 2010 Cuma

UTANMASALAR NAZİLLİYİ KÖY YAPACAKLAR

                     
    Nazillinin meselelerine dön hocam.
“Aynı şekilde şöyle bir nazilli gündemini değerlendirsen. Neler oluyor? Neler Bitiyor? ülke gündeminden Nazilli gündemine gelsen. Yazılarınızı zevkle okuyoruz. Kalemine sağlık.” Diyen ve yazılarımda, Nazillinin meselelerini duymak, okumak isteyen eleştirmenlerim var.
   Eğer nazillinin meselelerini anlatmaya başlarsam, birçok arkadaşım, birçok tanıyanım, üzülecekler. Bense artık üzüntü veren şeyler yazmak istemiyorum. Ne arkadaşlarımı üzmek, nede kendim üzülmek istemiyorum artık.
    Bu yazımda neden bu başlığını koyduğumu ve bundan sonra neden Nazillinin yerel meselelerini çok zorda kalmayınca yazmayacağımı bir kez daha anlatacağım.
     Ben hasbelkader köşe yazarı olmuş, iyi düşündüğümü zannettiğim ve düşüncelerimi aktarırken kural tanımayan, buna imla kuralları da dahil, çünkü bilmiyorum. Ancak konuştuğum gibi yazan bir arkadaşınızım.
     Yazılarımı yazarken yapılması gerektiği halde yapılmış, olması gerektiği gibi halledilmiş konuların, köşelerimde yer alması gerektiğine inanmıyorum. Çünkü onlar olmalıydı, yapılmalıydı, yapılmıştır da.
     Bir banka memuruna işimizi yaptığı için anında teşekkür ederiz ama onu köşemize taşımayız. Belediye Başkanımıza, Kaymakamımıza, ya da başka yetkilimize yaptığı işlerinden dolayı köşemizde yer vermemiz yağdanlık lık olur düşüncesindeyim.
     Köşe yazarları, yapılmayanları yazar, nasıl yapılması gerektiğini anlatır. Ne den yapılmadığını sorar, sorgular.  Muhabirler ise yetkililerin yaptığı her şeyi kaleme alır, nerede nefes aldı, nerede elini yıkadı, onu dahi haberlerinde anlatabilir. Muhabirlerin bu yaptıklarına  alıştığımızdan dolayı, doğru görülebilir ama, bunun bile doğruluğunu tartışmak isterdim sizlerle.
    Bir köşe yazarı asla köşesine bir yetkilinin yapması gerekenleri yaptığını, anlattığı yazıları taşımaz, taşımamalıdır. Bu benim doğrum. Sizler ne düşünürsünüz bilemem.
    Belediye başkanı Haluk ALICIK benim hem arkadaşım, hem dostum. Onun yaptıklarını anlatmaya kalksam herhalde bir kitap yazarım. Bunu yaptığım zaman, Dostum Haluk ALICIK mutlu olur mu? Olmaz, olmamalı. O da birçok konuda benim gibi düşündüğü için bunu yaptığımda utanır. Yüzü pembeleşir. Hatta “yapma abi beni şımartma” der. Bende ona “dostlar dostlarının yanında şımarmalı” derim. Ama yapması gerekenleri yaptığı için ona köşemde yer vermem, veremem. Benim ona yapmadıkları konusunda köşeme taşımam gerekir ki, onları da sohbetlerimizde kendisine ilettiğim için köşeme taşıma gereği duymuyorum.
    Kaymakamımız Caner YILDIZ a gelince o da çok çalışkan ve senelerdir Nazillimizin neredeyse yarısının akrabası gibi, yakını oldu. Gerek fonlardan aktarılan paraların adil ve yerinde kullandırılması, gerekse görevindeki ve her konudaki duyarlılığından dolayı onu da köşeme taşımam doğru olacağını düşünmüyorum. Değerli kaymakamımız da tecrübelerinden ve aktifliğinden dolayı birçok bürokratımızdan ve vekilimizden daha hareketli ve çalışkan. Olumsuzluklarına gelince alanıma giren hiçbir yanlışı olmadığından dolayı onu da yapması gerekenleri yaptığından dolayı, köşeme taşımam yanlış olur.
    Vekillerimizi köşeme zaman, zaman taşıdım. Onların bazıları yazdığım yazıların ağırlığından olsa gerek beni anlayamadılar. Bazıları mahkemeye vereceği blöflerini bile yaptılar. Ya mensubu oldukları partilerin genel merkezlerinin ufuklarının genişliğinden, ya da yazdıklarımın doğruluğu onların blöflerini geri almalarını sağladı. Yazdığım doğrular hoşlarına gitmese de, daha dikkatli ve düzgün çalışmalarını sağladığımız zamanlar oldu.
     Hükümetin yaptıklarını da köşeme taşımam doğru olmaz. Onlarda yapmaları gerekenleri yaptıkları için görevlerini ifa etmişlerdir. Onlara da yağdanlık olmam. Yapmadıklarını, yapmaları gerekenleri, yazarım. Yaparlarsa görevleridir. Yapmazlarsa, eksik hizmetten benim nezdim de suçludurlar.   
    Benim amacım yanlışların düzeltilmesi. Bütün köşe yazarları gibi, iyi bir Nazilli, Gelişmiş bir Aydın, Yaşanılmasından mutlu olunan bir Türkiye istiyorum.
     Nazilli adında büyük bir ilçede yaşamak istemiyorum, Nazillinin defalarca dillendirdiğim sorunlarına takılıp kalmak da istemiyorum artık.  Aydının Meselelerini yazmayı da düşünmüyorum orası da benim yaşadığım ilim. Artık oraya da ilim demek istemiyorum.
     Nazilli, Kurtuluş Savaşında Demirci Mehmet Efesi ile,
     Aydın, Cumhuriyet den sonra, Adnan MENDERES iyle, Ülkenin geleceğine yön vermiş büyük insanların, Küçük diyarıdır.
     Bu diyarda yetişen büyük insanlar Tüm Ülkenin geleceğine yön vermiş insanlardır. “Bakmayın bu günlerde, bu diyarın büyük gibi göründüğüne, insanların küçülmeye başlaması diyarın büyük görünmesine sebep oluyor herhalde.”
   Bizim görevimizde tüm ülkenin geleceğine dair çözümler ve öneriler üretip, onları tüm okuyanlarımızla paylaşmak ve toplumumuzun ufkunu açmaktır.
      Bir kişiyi eleştiriyorsak o kişinin nezdinde sorunun temel çözümüne dikkat çekmektir düşüncemiz. O zatı muhterem biliniz ki bizim belki de kadim dostumuzdur.
      Eğer bir olay anlatıyorsak, olayın kahramanlarını eleştirmek ya da yüceltmek düşüncemizin ötesinde amacımız; o olayın altındaki büyük gerçeklerdir dikkatinizi çekmek istediğimiz.
      Bizim asıl sorunumuz ve muhatabımız biliniz ki SİSTEMLERDİR. Eğer sistemlerin yanlışlarını gösterebilir ve bu yanlışları ortadan kaldırabilirsek, inanıyorum ki, Nazilli Büyük ilçesi ile, Aydın ilinin sorunları da Ülkemizle birlikte düzelir, çözülür.
      Nazilli nin büyük ilçe olarak kalması, Aydının da gelişmemiş bir il olarak kalmasını getirdi.
      Halbuki geçmişteki AYDIN MİLLET VEKİLLERİNİN beyinleri, Demirci Mehmet Efe veya Adnan Menderes gibi büyük olsaydı; “NAZİLLİ İL, AYDIN da BÜYÜK ŞEHİR ” olurdu. Ne yazık ki olmadı. Onlar tarafından engellendi. Bugün bazı ilçelerimizin alt yapısının engellenmeye çalışıldığı gibi.  
      Diğer yandan Cizre nin ve Yüksekova nın il olmasından bahseden iktidar, acaba Nazilli yi ne zaman dikkate almayı düşünecektir. Bizler de Ege Bölgesi olarak Özerkliğimizi istesek, köylerimizi de il yapmayı düşünürler mi acaba yetkililer ha ne dersiniz?  
             Saygılarımı sunuyorum                                               
                                                                         Mehmet KIZILASLAN    2010-12-31
              

26 Aralık 2010 Pazar

PARANIN KAZANDIRDIĞI SEÇİMLERDE SUÇLU KİM? - 3

              

    Kara parayla kazanılan seçimler normal değil de, kayıtlara geçmiş paralarla kazanılan seçimler normal mi? Hayır onlarda normal değil, onlarda doğru değil.      
    İnsanını seçimden seçime hatırlayan ve onlara seçim öncesi şaşalı propaganda döneminde hediyelerle aldatan, mantıkta normal bir mantık değil. Sadece seçimlerden hemen önce hatırlanan vatandaşlar ve onların giderilen basit ihtiyaçları, haksız rekabetin insana saygısızlığın ta kendisi.
     “Bakınız ben sizin gözünüzün içine baka, baka size hakaret ediyorum. Sizlerin gözlerinizi boyuyorum, sizleri aldatıyorum. Şu hediyemi alınız bana oyunuzu veriniz. Bu harcadığım paralar içinde üzülmeyiniz, nasıl olsa ben, bunu sizlerin sırtınızdan ileriki günlerde çıkarırım.” Mantığı ile dağıtılan hediyeler. Meyhanelerde içki sofraları, ziyafetler ve ikramlar. Bunu yapanların mantığı ne kadar yanlış ve seviyesiz ise, bunları kabul eden bizlerinde mantığımız, sorgulanacak ve yargılanacak kadar kötü değil mi?
       Sadece suçlu olanlar seçim öncesi bizlere hediyelere ve rüşvete boğanlar mı?
       Bu hediyeleri ve rüşveti kabul eden bizler çok mu temiziz? Hiç birimiz masum değiliz diye bir şarkı var ya hani, hoş bir cümlesi bu “hiç birimiz masum değiliz.” Ama söylemesi de zor, kabullenmesi de zor, masum olmadığımızı duymak daha zor.
       Diğer yandan parti genel merkezlerine teklif edilen rakamlar var. “Beni seçilebilecek bir sıraya yerleştirirseniz eski parayla Bir Trilyon, yeni parayla Bir Milyon ya da Birkaç milyon genel merkeze vereceğim.”
      Bu teklifi yapanlara genel merkezler nasıl bakıyor dersiniz? Aslında genel merkezlerin bu teklife şu cevabı vermesi gerekmez mi “ Efendi, efendi sen hangi yüzle bu teklifi bize söylersin? Bunun karşılığında seçildikten sonra bu parayı sen nasıl tahsil etmeyi düşünüyorsun? Hangi yolsuzluğunla bizi ve partimizi lekeleyeceksin?” demesi gerekmez mi? Evet gerekir.
     Bakın bunları ben iddia etmiyorum. Bunların doğru olduğunu da söylemiyorum. İçimden bir ses “acaba bunlar oluyor mudur” diyor. İçimdeki bu ses bana çok kötü şeyler düşündürüyor biliyor musunuz? “Ne kadar art niyetlisin” diyorum kendi kendime. İnşallah bunlar benim yanlış düşüncelerimdir. Belki de hiçbir yerde bunlar olmuyordur. Bunlar benim kuruntularımdır. Benim böylece harcayacak param yok ya belki olanları kıskanıyorumdur. Ne malum?  Bir ayet var ki kitabımızda rüşvete dair, onu okuyunca “ Bu ayeti onlarda okumuşlardır, yapmazlar, bu Allahın emrine karşı gelmez onlar” diyorum. Bu sefer de kızıyorum kendi kendime.     
    “Çok kötüsün Mehmet Kızılaslan çok” diyorum.
     Onların okumuş olduğuna ve benden iyi bildiklerine inandığım ayet, Bakara suresinin 188. ayeti bakın ne diyor: “Mallarınızı aranızda haksız sebeplerle yemeyin. Kendiniz bilip dururken, insanların mallarından bir kısmını haram yollardan yemeniz için o malları hakimlere (idarecilere veya mahkeme hakimlerine) vermeyin” diyor.
      Seçim dönemlerinde ki hakimler, mahkeme hakimleri değil, seçim sonucunu belirleyecek seçmenlerin her birisidir. Siz seçmenlere ya da seçimde sıranızı belirleyecek delegelere ya da genel merkezdekilere etkilemek için harcadığınız her kuruş, rüşvettir ve bu ayete karşı yaptığınız haramdır, günahtır.
      Diğer taraftan rüşvet vermekte, almakta Türk Ceza kanunlarına göre suç tur. Kardeşim bu ne cesaret, bu ne cüret, hem Türk Ceza kanununa göre, hem de Allahın kanunlarına göre suç işleyeceksin, sonrada bir hizmet makamına Milletin Vekili olarak onun işlerini yapmaya seçileceksin.
     Bu nasıl bir iş ki Asıl olan, Milletin işlerini angaryalarını yapmaya, vekil olmaya talip olacaksın. Onun bütün problemlerini çözmeye yemin edeceksin, diğerlerinden daha iyi hizmetkarlık yapacağına söz vere, vere vaatler de buluna, buluna yol kat edeceksin; birde cebinden dünyanın parasını harcayacaksın.  Bunu hiç anlayamadım, sizler anlaya biliyor musunuz Millet?
        Birde hepimizin vergilerinden ayrılan ve sistemin istediği özellikleri taşıyan partilere verilen paraların hoyratça harcanmasına tahammül edemiyorum.
        Şimdi siz bu milletin, TV kanallarındaki açık oturumlarda, gazetelerdeki yazılardan edindiği bilgiler yetmez. Birde her caddeye, her meydana, her parti binasına bayraklarla flamalarla balonlarla süsleyelim. Konvoylarla gözünü boyayalım. Ne kadar çok para harcarsak o kadar güçlü olduğumuz belli olur, kazanma şansımız artar mı diyorsunuz? Hayır demeyin çünkü yaptığınız bu “İsraf haram” efendiler. Bu memleket de daha evine asgari ücret girmeyen binlerce aile var. Şunu diye biliyor musunuz, “ Bu seçimlerde devlet bütçesinden partimize ayrılan parayı İşsizliği önlemek için ayırıyoruz, şu yoksul bölgelerde şu fabrikaların kurulması için harcıyoruz. Şu kadar insanımıza iş sağlıyoruz.” Diye biliyor musunuz?
        “Birileriniz partiler fabrika kuramaz” dedi duydum. Kur fabrikayı devret o fabrikaların çalışanlarına. Kur fabrikayı devret özel idareye, kur fabrikaları devret o bölgeni mülki amirlerine.
         Sen yeter ki iste, işsizliği ve israfı önlemeyi, çare çok dostlarım çare çok.

         Devam edecek.                                          Mehmet KIZILASLAN  2010-12-26     
        

23 Aralık 2010 Perşembe

SEÇİMLERDE PARA ANARŞİZMİ -2

                  
 
      Kardeşim sizin adalet sisteminizle, benim adalet anlayışım arasında uçurumlar var. Bir önceki yazımı okumuşsunuz tamam. Anlamak istediğinizle benim anlattığım arasındaki farkı nasıl atladınız.
      Öncelikle ben, sizlerin birçoğunuz darbecilerin korkusunu yüreğinizden atamadığınız dönemlerde, Darbecilerin izin vermesine rağmen, CHP kurulacağın da, Nazilli de 27 cesur arkadaşımla bir araya gelip bu partinin yeniden kurucu üyelerinden olduk. O dönemlerde sizler, birçokları gibi gölgenizden korkuyordunuz. Demokrasinin gereği olan bir partinin kurulmasında görev almaktan bile çekiniyordunuz.
      Şimdi bana “CHP nin, İş bankası gelirlerinin elinden alınmasını mı istiyorsun” gibi eleştiride bulunuyorsunuz.
      Kardeş önceki yazımı lütfen bir daha oku ve bak ne demişim.
      O gün darbeciler nasıl “bu cumhuriyeti kuran bir partiyi kapatamaz” diye düşünüp, adaletin tecellisi için kurucu üye olmuşsak bu günde TÜM  PARTİLERİN İŞ BANKASININ GELİRLERİNDEN ADİL PAY  ALMASINI  ÖNERİYORUM. Bundan daha adil ne olabilir ki? Bunun yanlış neresinde? O gün Demokrat parti tek parti olsaydı, bu pay sadece ona verilecekti. Ben yine bunun adil olmadığını söyleyecektim.
      Tekrar söylüyorum Mustafa Kemal Atatürk zamanında çok partili rejim otursaydı, emin olun ki tüm partiler İş Bankasının gelirlerinden adil pay alırlardı.
      Ben ve benim gibiler seçimlerde o müsrif harcamaların; bizlerden toplanan vergilerle yapılmasını istemiyoruz. Bu bankanın tüm gelirleri sadece siyasal partilerin seçim harcamaları ve demokrasinin adam gibi oturması için harcanmalı diyoruz.
      Diğer yandan Seçime katılan hiçbir adayın ve ona yakın kurumların olağan üstü bütçeler harcayarak seçimlere katılmasını istemiyoruz. Bu “israfın haram olduğuna” ve bu haramın, HARAMZADELER ortaya çıkardığına inanıyoruz.
      Bakınız en yakınımızdaki seçime katılanların ve onların çevresindeki nemalanmayı bekleyenlerin harcadıkları rakamlara. Dev boyutlarda ve muhakkak karşılığı alınmak için harcanan rakamlar bunlar.
       Efendiler genel seçimlerden evvel, partilerin genel merkezlerinin gözünü boyamak için yapılan, Ankara ya akınları, entrikaları, birbirlerine parti içinde çelmek takmak için çalımları düşünün.
       Genel başkanlara yapılan methiyeleri, onun önünde takla atmaları düşünün. İl yönetiminin ve ilçe yönetimlerinin delegeleri etkilemek için, bir 35 lik rakıya aldıkları teminatları, yapılan biatleri düşünün. Seçimleri kazandıktan sonra dağıtılacak ihalelerin seçim öncesi pazarlıklarını düşünün. Bunların daha acıları ve daha anlatılmaz orandaki vahim olanlarını neredeyse dağdaki çobanımız biliyor artık. 
        O halde bu adil olmayan seçim sistemi değişmeli. En önemli mesele taşınabilir para sorunu dur bunun ortadan kalkması gerekir.
        Taşınabilir para nedir? Vergisi ödenmemiş, kayıtlara geçmemiş para, kara para demektir, taşına bilir para. Bu para bazı çevrelerin elinde olduğu sürece seçimler de ihalelerde de, rüşvette de bu paralar kullanılacaktır. Tüm ülkedeki adaletsizliklerde sürüp gidecektir.
        Hiçbir para çantayla ya da valizle taşınmamalıdır. Nerden geldiği, kime aktarıldığı kesinlikle kayıtlara geçen paralar tehlikeli değil, bilakis ülke ekonomisi için çok önemlidir. Ancak taşınabilir paralar, kayda geçmemiş paralar, seçimlerde de,  müsrif harcamalarda da, delege satın alınmasında da, genel başkan ya da genel merkez ikna edilmesinde de! Çok kullanıldığı için seçimlerin adil olduğundan bahsedilemez.
        -Kardeşim senin bu dediklerini iktidarlar bilmiyorlar mı?
  -Evet çok iyi biliyorlardı. Seçilmeden önceleri herkesin bildiği şeyler bunlar. Seçilip köşe başlarına yerleştikten sonra
  -“Kardeşim parasız seçim kazanılmıyor, nereden, nasıl, kim tarafından getirilirse getirilsin yeter ki gelsin” mantığı hakim oluyor arkadaşların beynine.
     Daha sonrada doğal olarak “Parayı veren düdüğü çalıyor” al sana çarpık yönetilen ve adil olmayan yöntemlerle seçilenlerin yönettiği bir ülke örneği karşımızda.
      -“ Sen kapitalizmi bilmeyen birisi misin?” dediniz değil mi?
      -Gelişmiş ülkelerde kapitalizmin bile bir adabı var efendiler. Oralarda sermayenin tekelleşmesi bile yasak. Dolayısıyla parası olan her naneyi yiyemiyor. Bizim gibi ülkelerde kendi parası bile olmayan, Milletin sırtından çalınmış paralar la sisteme sahip olmak isteyen aymazların sisteminde, kuralsızlıklar zinciri uygulanıyor.
      Aslında buna anarşizm denir, parayı çalanların anarşizmi denir. Dikkat ettiyseniz paraya sahip olanların demedim, çalanların dedim. Nakledilebilen, valizlerle taşınabilen, kayıtlara geçmeyen para, muhakkak kara paradır. Ona kazanılan para denmez, çalınan para denir. Bu güne kadar ülkeyi yönetenlerden hiç birisi, halen bu ülkede valizlerle para taşınmasına engel olamamışsa, Seçim sistemimizin adilliğini daha çok sorgulayacağız demektir.    
    Not: Sizler okuduğunuz sürece devam edecek        
                                                       2010-12-23  Mehmet KIZILASLAN               

19 Aralık 2010 Pazar

SEÇİM SİSTEMİMİZ ADİL Mİ 1

                  

     Yeni bir genel seçimlere hazırlanan ülkemde, seçim sistemimiz kendi içindeki açmazları ile birlikte yeniden gündemde. Hiçbir parti seçim sistemindeki adaletsizleri ortadan kaldırmayı düşünmüyor. Çünkü bu adaletsizliklerden parti imparatorları çok iyi yararlanıyorlar. Bu bozuk düzeni değiştirmeyi, Vekil olmadan düşünenler ve dillendirenler ise belli yerlere geldiklerinde sistemden nemalandıkları ve iplerin kendi ellerine geçtiğini düşündükleri için olsa gerek, eski düşüncelerinden hiç bahis bile etmiyorlar.  
    Bu yazımda seçim sistemimizin parasal yanından bahsetmek istiyorum. Bazı siyasi partiler hariç diğer tüm partilerde adayların seçime katılabilmeleri için oldukça büyük  rakamlar la aday olmaları gerekiyor. Bazıları Millet Vekili olduklarında alacakları maaşların toplamından bile fazla rakamlar harcayarak vekil oluyorlar.
    Buradaki mantığı anlamakta zorlanıyorum. Söyler misiniz Vekil olduğunuzda alabileceğiniz tüm maşlardan bile fazla para harcayacaksınız, Milletin hizmetine talip olacaksınız. Kardeşim siz aklınızı mı kaçırdınız? Yoksa bizim kaçırdığımız başka şeylerden mi çıkarıyorsunuz bu harcadığınız paraları?
    Binde bir, ya da beş yüz elli de iki, üç kişiyi bu sınırın dışında tutmak istiyorum. Onlar belki de gerçekten Vatana Millete hizmet aşkıyla yandıkları için, varlarını yoklarını harcayıp, Meclise girip hizmet etmek istiyor olabilirler. Onları tenzih ediyor, bu anlattığım konunun dışında tutuyorum. Ayrıca böylelerine bu yazımda saygılarımı iletiyorum.
    Diğerlerine sözüm,
    Harcadığınız paraları, nereden nasıl tahsil etmeyi düşünüyorsunuz?
    Seçilmeden önceki mal beyanlarınıza ve seneler sonraki mal beyanlarınızdaki değişmemeyi nasıl başarıyorsunuz?
    Bunu başarsanız bile çocuklarınızın ve yakınlarınızın harcamalarının büyüklüğü ve mal varlıklarının artışlarını, Milletin yediğini mi zannediyorsunuz?
   Efendiler o kadar çok soru var ki sorulacak, “Mehmet bey çok kibar ve çok nazikçe sorular seçmiş” diyenlerinizi duyuyorum.
      Benim bildiklerim sizlerinkinden çok farklı değil. Benim üzüntülerimde sizlerinki kadar az değil, yani en az sizler kadar üzülüyorum.
     Öyle yiğitler var ki içinizde hiç biriniz çıkıp aday adayı bile olamıyorsanız. Nedeni Parasal kardeşim parasal. O zaman parası olanlar aday adayı ve aday oluyorlar. Parası olanlar seçilebiliyorlar. Parsı olmayanlar bu ADALETSİZ SEÇİM SİSTEMİNDE onların değimiyle hiç bir şey olamıyorlar.
    Şimdi gelelim bu adaletsizliğin çözümüne. Kendi çözüm sistemimizi önermeden önce, Mustafa Kemal Atatürk ün çözümüne bir bakalım isterseniz. Demokrasinin, seçimlerin adil olması ile çok yakın ilişkisinin olduğunu belirleyen Atatürk, İş Bankasının gelirlerinden hatırı sayılır bir kısmını bir partimize ayırmıştır.
     Dönem tek partili bir dönemdir. Ayrılan parada tek partiye verilmiştir. Burada ki amaca bakmak gerek. Savaştan çıkmış bir ülke, yoksul, fakir ve Demokratik Cumhuriyet rejimini seçmiş. Demokrasilerde de seçimlerin adil olması için, adaylar kendi ceplerinden değil de bir bankanın kendilerine ayrılan payından harcayacaklar. Ne kadar güzel değil mi? Ve her idealist, yeni fikir sahibi, Millete hizmet aşkıyla yanan vatandaşımız, parasızlığını düşünmeden, Millet Vekilliğine aday adayı ve adayı olabilecekler.
     Burada bir soru geliyor aklımız değil mi, ATATÜRK ADİLMİYDİ ? Evet bundan hiç şüpheniz olmasın. O yüce insan seçim sistemindeki adaleti sağlamak için iyi bir kaynak ayırarak çok adil olduğunu göstermeye çalışmıştır.
    Peki diğer partilere bu bankanın gelirinden neden pay ayırmadı o zaman? Söyledim ya size. Dönem tek parti dönemi zaman, zaman çok partili sisteme geçilmek istense de; o tek partinin kurmayları harcamak istedikleri birçok kimseyi, Atatürk e düşmanmış gibi gösterip padişahlıklarının sürmesini istedikleri için diğer partilerin kapanmasını sağlamışlardır.
        Asıl adaletsiz olanlar Tek partili sistemden sonra çok partili sisteme geçildiğinde bir partiye ayrılan banka paylarını diğer partilere de eşit dağıtmayanlardır.
       Atatürk ün adaletine bu konuda öylesine inanıyorum ki, eğer çok partili döneme onun zamanında sağlıklı geçilebilinseydi İş Bankasından bir partiye ayrılan gelir tüm diğer partilere de adil olarak dağıtılırdı.
       İşte bu noktada son çözümü öneriyorum.
       İş Bankasının tüm gelirleri seçimlerde Partilere adil dağıtılsın.
       Her seçimde partilere bütçeden para ayrılması engellensin.
       Adayların harcadıkları paralar mercek altına alınsın.
       Her adayın cebinden en çok harcayabilecekleri rakam belirlensin. Bu rakam sıradan vatandaşımızın harcayabileceği rakam boyutunda olsun. Saygılarımla Sağlıklı ve mutlu kalın.  
    Not: Sizler okuduğunuz sürece devam edecek.
                                                       2010-12-19  Mehmet KIZILASLAN

11 Aralık 2010 Cumartesi

         İŞKENCECİ    HANEFİ   AVCI   YAZISINA   SON   VERİYORUM

      Hiçbir kimse engellemeye çalışmadı. Hiçbir şekilde yazmamam
söylenmedi. Aksine teşvik etmek için övgü dolu sözler aldım birçok dostum ve okuyucumdan.
      Her yazımı yazdığımda gözlerimdeki yaşlara engel olamadım. Yüreğimin acısını dindiremedim. Yazılarımı yayınlamadan önce, yakınlarıma okuduğumda tekrar, tekrar ağladığımı yakınlarımı da üzdüğümü gördüm. Hele ta başından beri birisi vardı ki benim üzülmemi hiç istemeyen, benimle birlikte gülen benimle birlikte ağlayan. O benim tekrar, tekrar acıların içinde kıvrandığımı ve ruhumun incinmesine dayanamadığını söyledi durdu.
      Bütün korkularımı yenebilmek için, korkulan şeyin üzerine gittiğimde ondan kurtulduğumu görmeme rağmen, bu sancımı, bu yürek acımı hiç dindiremedim.
     Diğer yandan yazılarımı okuyanların, yanlış duygulara kapılmalarını, düşmanlıklarla donanmalarını istemiyorum.
     Her işkence yapanın, hangi duygularla, hangi düşmanlıklarla karşısındakilere aşağıladığını, onlara hayatı zindan ettiklerini, yaşamlarına son verdiklerini bilemiyorum. Bildiğim tek şey var ki, İşkence edenler muhakkak işkence görenlerden çok daha zor durumdadırlar. Onların yürekleri belki de ilerleyen zamanlarda çok daha fazla yaralandı ve bu onarılmaz yaraların sonucu büyük bir günahla yaşıyorlar ya da acılar içinde öldüler.
      İşkence yapan ve ceza alarak hapishanelerde yatan, Nazi SS subaylarının onlarcası cezalarının bitiminde tahliye olacakları hapishanelerde kendilerini astılar.
     Vicdanları onların hapisteki cezalarını yeterli görmedi. Onlar insan içine çıkmayı düşünemediler, cesaret edemediler.
     Bizdeki işkencecilerin birçokları; işkence sucundan ceza bile almadılar belki de hiç almayacaklar. Ancak onların yüreklerindeki acının, işkence görenlerin yüreklerindeki acılardan daha çok olduğuna inanmak istiyorum. Birçoklarının “yargılansak, bize işkence emri verenleri ifşa etsek, yüreğimizin acılarını dindirsek” diye düşündüğünden eminim. 
    Ne yazık ki bizim adalet terazimiz bireyden, insanından yana değil. Ne gariptir ki insanına hizmet için kurulduğu düşünülen ancak insanını boğan devletinden yana. Olay böyle olunca her suç işleyen vatandaşımız bunu “devletin bekası için yaptığını” söylüyor.
     Nasıl bir düşüncedir ki bu; insanı farklı düşününce devleti yıkılacak. İnsanı alışılandan başka konuşunca devleti yok olacak, insanı var olan devlet politikasının dışında bir politika önerince, devleti tarihten silinecek. İşte bu mantık ve doğrularla yetişen devlet adamları ve memurları farklı olan her şeye saldırdıklarında vatani görevini yapan kahraman asker gibi görüyorlar kendilerini.
     Ben artık bu mantıkla donanmış, yanlış yaptığına inanmayan, ve hala İnsanını potansiyel “vatan haini” olarak gören, devlet mantığına, devlet adamlarına ve memurlarına acıyorum.  
     Milletine hizmet için kurulan Devletler, Milletlerine baba olarak tanıtıldılar. Literatürden önce bu mantığın çıkarılması gerekir diye düşünüyorum. Devlet baba olamaz. Devlet olsa, olsa insanına hizmet etmek için kurulmuş bir amele cemiyeti olabilir.
    Devleti yönetenler kendilerini, Milletine hizmet eden hizmetkarlar olarak görmedikleri sürece ve onları “ bir şey bilmeyenler güruhu” olarak düşündükleri sürece, ülkemde Darbe yapmak onlar için meşru olmaya devam edecektir. Ülkeyi yönetenler,  kendisini elit zannedenler de her yeni düşünce karşısında meydanlarda “Ordu göreve” diye darbe çığırtkanlığı yapmaya devam edeceklerdir.  " onlar elit değil, olsa olsa eliti olurlar"
      Çok üzüldüğüm olaylardan biriside budur. Aydınım diyeceksiniz, papaz cübbelerinizi giyeceksiniz, sizlerden not ya da çıkar bekleyen öğrencilerinizi örgütleyeceksiniz. Meydanlara çıkıp “ordu göreve” diye Darbe çığırtkanlığı yapacaksınız. Üstüne üstlük demokrasi havarisi kesileceksiniz. Bu noktada O “cahil bir şey bilmezler güruhu” dediğiniz, Millet sizlere alkış tutacak öylemi? Artık böyle bir şey olmayacak. Sizler seçimle “Millet % 94 oyla istediğini seçse de ülkeyi bizler yönetiriz” diyemeyeceksiniz.
     Bu ülkede artık Darbe yapamayacaksınız. Darbeden sonra, Vatan Millet Sakarya nutukları atarak, yetiştirdiğiniz ve işkencelerde görev verdiğiniz insanlarımıza işkence yaptıramayacaksınız.
     Asıl suçlular işkence yapanlar değil. Darbe çığırtkanlığı yapan, aşağılık oldukları halde, aydın görünenler. Çıkarları için öğrencilerini ve çevresindeki yalakalarını meydanlara toplayıp ellerine pankart verip kullananlardır. Darbe yapmak için sokaklardaki olaylara dur demeyenlerdir. “Şartların olgunlaşmasını bekledik” diyerek,  Milletin çıkarlarını savunduklarını söyleyerek binlerce gencimizin sokaklarda ölümlerine sebep olanlar ve sonrasında Darbe yapanlardır.  
     Milletin kaynaklarının, Hazinenin varlıklarının üzerine çöreklenen ve kendilerinden yasalar gereği, bu güne kadar hesap sorulmayanlardır.
    Umuyorum ki İşkencelere girmiş, kendisinden farklı düşündüğü için işkencede birçok düşünen gerçek aydın, sağcı ve solcu insanımıza, işkence yapmış, emir kulları, fikir yoksunları, bugün bu gerçekleri görmüşler ve yürekleri, aldıkları emre uyup, yaptıkları işkencelerden dolayı acımaktadır.
    Bu emir kulları için üzülüyorum. Onların belki de yürek acıları hiç dinmeyecek.
    Üzülmediklerim, sadece kendi çıkarları için binlerce gencimizin, Darbe öncesi sokaklarda, Darbe sonrası da işkence hanelerde ölmesine sebep olanlardır, Darbecilerin başlarıdır.
     Onlar bu yaptıklarının cezalarını muhakkak çekeceklerdir. Bir kuşluk vakti kadar kısa olan bu dünyada, debdebeleri, saltanatları bittiğinde, sonsuz hayata geçildiğinde onların halini düşünmek istemiyorum.
     Benim ve işkence görenlerin yürek acıları sadece bir kuşluk vakti kadar sürecek ve elbette bitecektir. Onların, darbecilerin ve işkencecilerin acıları sonsuza dek devem edecektir.
     Onlara ve onların öğretileri ile insanlık suçu işleyenlerin, haline üzülüyorum ve acıyorum. 
        Allaha emanet olunuz okuyucularım.
        Yürek ve vücut acısının olmadığı yazılarımda buluşmak dileğimle hoşça kalın, Sağlıkla kalın, Mutlu olun. SEVGİMLE KALIN Saygılarımla.  
   Mehmet KIZILASLAN         2010-12-05   Engellenmese de devam etmeyecek artık bitti dayanamıyorum.      
     

İŞKENCECİ HANEFİ AVCI VE EMRİNDEKİLER 14

       

      Aslında Kenen Evren Ve arkadaşlarının mantığına göre Bu tutuklulara verilen tayınlar bile çoktu. Çünkü onlar bu gençlerin hepsinin asılması gerektiğine inanıyordu. Onlar beslenmemeliydi. İşkencelerden sonra ilaç verilmemesi, ölüme terk edilmesi bu mantığın ürünüydü. “Asmayalım da besleyelim mi” lafı sayın darbeci başı Kenen Evrenin en önemli sözlerinden ikincisiydi. Birinci sözü de, Darbenin yapılması için “ Şartların olgunlaşmasını bekledik” sözüydü. 
     Bir ülkede, hükümet tarafından olağan üstü yetkilerle donatılmış olacaksınız, olağan üstü hal yasasını neredeyse ülkenin yarısına yayacaksınız, Genel kurmay başkanı olacaksınız; siz sokaktaki eylemlere engel olamayacaksınız!.. Bunu sokaktaki saf gariban cahil vatandaşımıza bile inandıramazsınız. siz sokaktaki olayların müsebbibi siniz. Olaylara katılan gençlerin eline verilen silahların seri numaraları bile arka arkaya olacak. Çünkü bu silahları da onlara siz verdiniz birbirlerine sıksınlar ve sokaktaki ölü sayısı günde otuz beşlere çıksın ve “ şartlar olgunlaşın da darbe yapalım”diye. Millet de sizi darbe yaptığınız için kucaklasın.
     İşte bunu yedi milletin, yarısından fazlası. Sizi kurtarıcı olarak gördü. Sizler ve sizlerin k…. Hanefi Avcı gibi işkence uzmanları, darbeden sonrada işkence tezgahlarında günde elli kişiyi katletmeye başladınız..
    Ülke korku ve kaos ortamına sürüklendi. Herkes çevresindeki kişisel husumeti olan komşularını bile terörist olarak şikayet etti. Sağlam gidenler sorgulamalar sonunda ya sakat ya da ölü olarak geri geldiler evlerine. Ya da  hiç geri gelmediler bir yerlere gömüldüler. Çünkü Hanefi AVCI gibilerinin gazetelere servis ettiği ve manşetlerde yayınlanan haberlerde “polisle teröristler arasında çıkan çatışma sonunda, A.B. ve C.D. ölü ele geçti. D.F. ve F.G. kaçtı yakalanamadı.” Kardeş kaçtığını iddia ettiğin D.F ve F.G.yi nasıl belirlediniz? Çünkü onu önce annesinin babasının yanında sizler gözaltına aldınız. İşkencede öldürdünüz. Bilinmeyen bir yere gömdünüz. Sonrada bu haberi gazetelere servis ettiniz.    
    Millet bunları hiç öğrenemedi. Senelerce önce birkaç kez yerel gazetelerde yazdığım APO eşkıyasına Devlet eliyle bir örgüt kurduranlar ve sol dernekler arasından istihbarat bilgileri alıp, Milli İstihbarat teşkilatına aktarsınlar diye üniversite öğrencileri arasına salanlarda sizlersiniz.
   Yıl 1976 yılı olmalı, Yer  Ankara dış kapıda bir yer, içeride solcu dernekler toplantı yapacak. Biz birkaç arkadaşımızla salonun önünde bekliyoruz. İçeriden tekme tokat birkaç genç dışarı atıldı.
-Neden kavga ediyorlar. Kim bu döverek dışarı attıkları gençler? Yanımdaki arkadaşım benden daha meraklı gitti sordu geldi.
-abi bunlar APO cuymuş
- Apo cularda kimmiş yahu?
-Abi İstihbaratın başındaki birinin kızı olan Kesire ile Apo diye birisi evlenmiş ermeni birisiymis, adı Apdullah Öcalan. Onun kurduğu dernek üyelerini atmışlar dışarı. Siz solcu olamazsınız, siz istihbaratın, devletin ajanısınız diye atmışlar salondan.
   Ben bu olayı yerel gazetelerimizin birkaçında senelerce önce bahsetmiştim.
  Büyük bir ihtimalle Hizbullah örgütünün kurulmasında fiilen yer aldığı iddia edilen Hanefi AVCI gibi birileri de, Kenen EVREN ve arkadaşlarının emriyle, o zamanlar APOCULAR adıyla bilinen PKK yı kurdurdular, “Şartların oluşmasını” sağlayıp ihtilal yapabilmek için. Bugünlerde bazı televizyonlarda bundan bahsetmeye başladılar.
     Düşüne biliyor musunuz değerli okuyucularım. Darbe yaparak memleketin köşe başlarına ve kaynaklarına çöreklenebilmek için; birileri PKK nın kurulmasına ön ayak olacak. Birileri sağcılar ve solcular olarak gençlerimizi bölecek. Birileri her iki tarafa da silahları ve mermileri verecek. Birileri Alevi Suni orak milleti kamplara ayıracak. Birileri onlar arasına düşmanlık pompalayacak. Birileri sokaklarda her gün 12 eylüle kadar, otuz beş gencimizin canını alacak. Bunları tezgahlayanların başı da bu cahil milletin gözünün içine baka, baka “ şartlar olgunlaştığında” Darbe yapacak ve aynı gün sokaklarda kan duracak.  Bu seferde Kenen EVREN in emri ile kurulan ve Başlarına Hanefi AVCI gibilerinin geçtiği işkence hanelerde her gün, aydın, okumuş, olup bitenleri gören, dur diyebilmek için örgütlenen, akıllı sağcı yada solcu gençlerden en az elli tanesi can verecek.
    Bu tezgahı kimin kurduğunu tahmin etmek çok kolay. Bu tezgah sonrası Ülke kaynakların başına çöreklenenlere bakınız. Bu tezgahlar sonrası servetleri artanlara bakınız.  Servetlerini nereden bulduğunu sorduğunuzda “ çocuğumun sünnetinde, oğlumun düğününde ya da yazdığım kitapların gelirinden elde ettim diyeceklerdir.       
  ARTIK BU YAZI DİZİSİNE SON VERİYORUM. NEDENİ YÜREK ACILARIMA DUR DİYEMEMEM. HER YAZDIĞIM YAZI BANA ACI VERİYOR. SİZLERİDE ARTIK ÜZMEK İSTEMİYORUM. BİNLERCE İŞKENCE HİKAYESİ DİNLESENİZDE YÜREĞİNİZ HUZUR BULMAYACAK. BENDE YÜREGİMİN ACILARINA DUR DİYEMEYECEĞİM O HALDE ACINASI O İNSANLARI TANIDINIZ YA BU YETER ZANNEDİYORUM    Mehmet KIZILASLAN 2010 /12/ 09

İŞKENCECİ HANEFİ AVCI VE EMRİNDEKİLER 14

         
 

5 Aralık 2010 Pazar

İŞKENCECİ HANEFİ AVCI VE EMRİNDEKİLER 13

    

-Savcı’nın ne işi var İmam Efendi gözaltına alınanların yanında! Kapalı Spor Salonu’nda! İşkencenin içinde! O işkenceci Hanefi AVCI’ nın ta kendisi! Yarın arkadaşlar uyanınca, savcının eşkalini tarif et bak göreceksin ‘savcı diye yutturulmaya çalışılan adam’la, Hanefi AVCI aynı çıkacak.
İmam efendiyle, hocanın konuşmalar sadece ikisinin birbirini duyabilecekleri şekilde gün ağarıncaya kadar sürmüş hocanın üzüntüsü ve geçmişten gelen kabusları tazelenmişti. Sistemli yaşantısı olan erken kalkan ve spor yapan Dr. Y.B.askeri barakada da en erken kalkanlardandı.Uyandı ve kalkar kalkmaz havlusunu boynuna attı.
-          Günaydın arkadaşlar, bakıyorum bugün gene erkencisiniz.
-          Evet Y… abi erken kalktık. Sanada günaydın. Dedi hoca.
-          Kapıları açma zamanı gelmedi mi daha?
-          Biraz sonra açarlar Y…  abi ilk 10 kişilik gurup gider lavabolarda yüzümüzü yıkar ihtiyaçlarımızı görür geliriz. Oturmadan abi senin merhemlerinden kaldıysa İmam abiye verelimde yaralarına sürsün.
-          Tamam. Deyip yerine oturmadan valizinin kapağındaki göze bakan Dr. Y.B.
-          Allah, Allah kime vermiştim en son merhemi acaba ben?
-          Y… abi en son defalarca işkenceye götürülen O.İ. vermiştin. (O çocuk Mut dada Mersinde de defalarca işkenceye götürülmüş, Dev-Yol davasından yargılanmıştı )   
  Onda olabilir abi dur yastığının altına bir bakalım. Hoca gitti O.İ.nin yastığının altına elini yavaşça soktu. Tam o anda O.İ.uyandı ve hocanın elini gayrı ihtiyari yakaladı.
-          Dur, O…. benim merhem arıyorum. İmam efendiye lazım. Dedi hoca.
-          Tamam hocam biraz daha ileriye sür elini orada olacak merhem. Hoca biraz daha ileriye sürdü O.İ…yastığının altında elini ve merheme ulaştı.
-          O… sende yavaş, yavaş kalk ta ilk gidenlerden ol lavabolara, belki sıcak su varsa banyoda yapar biraz rahatlarsın.
-          Tamam hocam. deyip yatağından kalkmasına hoca yardım etti O.İ.ye. Ranzasının üzerinde bir dakika kadar oturan ve toparlanmaya çalışan O.İ.daha sonra bahçe kapısının zincirlerinin ve iç kapının kilidinin sesi ile dört kişilik uyanmış olanların gurubu anında 15 kişiye ulaşmış havlusunu ve sabununu kapan kapının önüne toplanmıştı. “yatağında uyuyormuş gibi yatan birçok tutuklu genellikle uyumuyor, askeri battaniyelerin altına saklanıyorlardı sanki. Kapılardaki kilitlere sokulan ilk anahtar sesi ile bu battaniyelerin altına saklanan gençlerin tamamı ayağa kalkıyor ve lavabolara ilk giden olmak istiyordu.”
-          Haydi bakalım ilk 10 kişi tek sıra dışarı. Dedi görevli asker. Tek sıra halinde dışarı çıkan 10 kişi lavabolara takriben yirmi adımlık bir yürüyüşten sonra ulaşıyorlardı.
Hayret bugün sıcak su vardı.   İlk gurubun 10 dakikaları vardı hemen hepsi sıcak suları görünce 10 dakika içinde banyolarını yaptılar dişlerini fırçaladılar “burada işler ters ti kahvaltıdan sonra dişleri fırçalama imkanları yoktu. Çünkü tekrar lavabolara gitme izni verilmiyordu. Herkes bütün temizliğini ve büyük tuvaletini sabah yapacak öğleye kadar lavabolara gitme izni yoktu. Bu arada küçük tuvaleti gelenler için ağzı açık bir 17 litrelik teneke konulmuştu askeri barakanın içine, oraya çişini yapıyordu gençler.
    Banyoya havlusu ve temiz çamaşırı olmadığı için girmek istemeyen İmam efendiye hoca ve Dr.Y…. abi ısrar ettiler ve onun da banyo yapmasına yardım ettiler.İmam efendi  sıkılıyordu herkesin ortasında her yeri görünürken banyo yapmaya, hamamlarda kullanılan peştamallarda yoktu. Sadece iç donu kalıncaya kadar soydular utanan imam efendiyi ve hemen alel, acele yıkanmasını sağladılar bir taraftan da kendileri de yıkanmaya çalışıyorlardı. O.İ… de yıkanmıştı imamın havlusunun olmadığını görünce,  peştamal olarak kullandığı ikinci havluyu imama verdi. İmam kurulandı, herkes tam on dakika içinde tekrar lavaboların bulunduğu barakanın önünde hazırdı ve tekrar yirmi adımlık mesafeyi uygun adımlarla kat ederek yatakhaneye döndüler. Onlar içeri alınır alınmaz ikinci on kişilik gurup lavabolara alındılar ve bu tam beş kez daha tekrarlandı. Takriben atmış kişilik koğuş sabah temizliğini yapmışlardı.
    Askeri karavanalar dan kepçeyle metal bardaklara konulan çay, adam başına beş zeytin düşen katık ve yine adam başına düşen yarım ekmek lik kahvaltı ortadaki orman piknik masalarının üzerinde hazırlanmış nöbetçi tutuklular tarafından tamamen eşit bir şekilde dağıtılmıştı. Kahvaltı duası görevli asker tarafından yaptırıldıktan sonra bütün tutuklular kahvaltılarını yapmaya başladılar.
   Gençlerin bazıları öğleyin verilen ekmekte yarım olduğundan dolayı doyamıyorlardı. Tek besin kaynakları ekmekti çünkü. Spor yapan formunu korumaya çalışan Dr. Y.B., Hoca, Mut Zabıta amiri İ…abi, ve yaşları yirminin üzerinde olan yetişkinler ekmeklerinin yarısını gelişme çağında olan çocuk denebilecek yaşta ve çelimsiz tutuklu arkadaşlarına kahvaltının başında veriyorlar, onlarda bu çeyrek ekmekleri öğleyin yiyecekleri tayına ilave ediyorlardı. Karınları neredeyse sadece ekmekle doyuyordu.
    Aslında Kenen Evren Ve arkadaşlarının mantığına göre Bu tutuklulara verilen tayınlar bile çoktu. Çünkü onlar bu gençlerin hepsinin asılması gerektiğine inanıyordu. Onlar beslenmemeliydi. İşkencelerden sonra ilaç verilmemesi, ölüme terk edilmesi bu mantığın ürünüydü. “Asmayalım da besleyelim mi” lafı sayın darbeci başı Kenen Evrenin en önemli sözlerinden ikincisiydi. Birinci sözü de, Darbenin yapılması için “ Şartların olgunlaşmasını bekledik” sözüydü. 

     
        http://demirfikir.blogspot.com/     Engellenmezse devam edecek.
                                                                   2010-12-5  mehmet KIZILASLAN

İŞKENCECİ HANEFİ AVCI VE EMRİNDEKİLER 12

             Apocu gençlerden birisi, hoca namaz kılarken önünden özellikle birkaç kez geçmişti. Hatta hocanın namaz anında tepki vermediğini görünce önünde durup beklemişti bile. Bunu gören Dr. Y.B. önce Apocu’yu hocanın önünden uzaklaştırmış. Namazı biten hocaya dönerek:
           -Hocam şu köşeyi sizin için boşaltalım, siz orada namazınızı kılın bize de dua edersiniz inşallah. Demişti.
          İmam geldiği gün fazlaca konuşmadı, kendisine sorulan soruların birçoğu cevapsız kalmıştı. Ertesi günü biraz daha rahatlamış olan imam, sabah namazında hocayla birlikte cemaat oluşturup namazlarını kıldılar. Hocaya güvenmiş olmalıydı ki onunla konuşmaya başlamıştı. İmam evli bir çocuklu ve Mersin yakınlarında bir köyün imamıydı. Kenan Evren’in ispiyoncusu ve kimin çocuğu olduğu belli olmayan birileri onu ihbar etmişti. Suçu “İrticai Faaliyet” de bulunmaktı. Yaptığı ise cemaatinden birkaç kişiye Kuran-ı Kerim okumayı öğretmekti.
          -Ülkenin geldiği noktaya bak! Dedi hoca ve sordu:
          -Tekrar çıktığınızda buna devam eder misiniz İmam Efendi? Diye sordu imama.
          -Hayatımın sonuna kadar benim görevim bu, biliyor musunuz hocam. Bu çektiğim ve bana yapılan işkenceler ne ki? Peygamberimizin ve sahabelerin çektiği işkencelerin yanında hiç kalır bunlar. Öldürseler de, benden kuranı kerimi öğrenmek isteyen herkese, bunu öğreteceğim. Hem bunlar Atatürkçü olamazlar biliyor musun? Atatürk Kuran-ı Kerim’in Türkçe mealini Elmalılı Hamdi Yazır Hoca Efendi’ye yaptıran ve millete parasız dağıttıran liderdi. Oysaki bunlar onun adına ihtilal yaptıklarını söylüyorlar. Bunların amacı farklı olmalı hocam.
-Doğru söylüyorsunuz İmam Efendi. Bunlar “İslam” bile olamazlar.
-Hayır! Öyle söyleme! Kızarak dahi olsa onların Müslüman olmadığını söyleme. Bilmedikleri doğru ama, Allah onları da hidayete erdirir inşallah.
-İmam Efendi bu yaptıkları işkenceler hangi kitaba sığar? Abdest alırken gördüm kollarındaki morluklar henüz geçmemiş. Vücudun nasıl kim bilir?
-Doğru vücudumda da çürükler var. Bir merhem olsa da sürsem çok canım yanıyor.
-Dur! Doktor Y. abiyi uyandırayım onda vardı merhem. Alalım sürelim yaralarına.
-Hayır! Sabah olsun, uyandığında isteyelim. Zaten burada uyuyabilmek çok zor, kim bilir ne kadar sağa sola dönerek uyuyabildiler. Bırakalım uyuyabildiği kadar uyusun.
-Tamam, İmam Efendi doğru söylüyorsun. Burada uyuyabilmek çok zor.
Belki de arkadaşlarımızın birçoğu battaniyenin altına sinmişler ve uymuyorlardır. Birçokları da gecenin bir yerinde bağırarak uyanıyorlar, gördükleri kabuslar yüzünden. Ondan sonra da hep birlikte sabaha kadar oturuyoruz.
-İmam Efendi sana nerede işkence yaptılar?
-Önce beni de kapalı spor salonuna aldılar. Sonra Siyasi Şube’ye götürdüler. Sonrası malum, herkesin yaşadığı acılar ve işkenceler.
-İmam Efendi sana da savcı nezaretinde mi işkence yaptılar?
-Evet hocam. Savcı bey dedikleri birisi vardı başlarında. En çok da o bağırıyor küfürler ediyordu. Ben Allahın emrini yerine getirdim. Benim görevim tebliğ. Hem Kuran-ı Kerim’i hem de mealini öğrettiğimi söylediğimde “Şimdide bizim dediğimizi yap bakalım, buranın Allahı biziz. Allahın irticacısı, gerici yobazı” deyip bastılar sopayı .
-İmam Efendi sen zaten yaptığını söylemişsin, neden sopa çektiler ki?
-Liderimizin, halifemizin adını sordular. Bende Diyanet İşleri Başkanımızın adını söyledim. “Olmaz bizimle alay ediyorsun! Bizi aptal yerine koyuyorsun! Sizin başka lideriniz, halifeniz var!” dediler. Ben “Peygamberimiz” dedim. “Allah ımız” dedim. Her seferinde daha kötü işkence uyguladılar. Üzerimde sigara söndürdüler. Falakaya yatırdılar.
-Manyetoya bağladılar mı İmam Efendi?
-Aklına ne geliyorsa yaptılar hocam. Hele o “savcı denilen” de hiç acıma duygusu Allah korkusu yok hocam.
-İmam Efendi biliyor musun, hiçbir işkenceye savcı katılmadı bu güne kadar  burada. O senin “Savcı sandığın” adam Siyasi Şube’nin başındaki HANEFİ AVCI’ ydı. Her işkence yaptıklarına aynı numarayı çekiyorlar. Sanki yaptıkları gizli kalacak. Yaptıklarının cezasını çekmeyeceklermiş gibi düşünüyorlar. Allah onlara hem bu dünyada hem de öbür dünyada cezalarını çektirecek.
-Allah aşkına doğrumu bu söylediğin hocam? Ben Kapalı Spor Salonu’na bırakıldığımdan üç gün sonra kendime gelebildim. Bir gürültü ile uyandığımda o işkencedeki sesi duymuş ve beni işkence eden adam bu diye yattığım yerden doğrulmuştum. Elinde telsizli bir adam görmüştüm ortalığı kasıp kavuran. Ben ne bileyim, onu savcı zannetmişim.
-Savcı’nın ne işi var İmam Efendi gözaltına alınanların yanında! Kapalı Spor Salonu’nda! İşkencenin içinde! O işkenceci Hanefi AVCI’ nın ta kendisi! Yarın arkadaşlar uyanınca, savcının eşkalini tarif et bak göreceksin ‘savcı diye yutturulmaya çalışılan adam’la, Hanefi AVCI aynı çıkacak.

      
   Not: engellenmezse devam edecek     Mehmet KIZILASLAN      2010-12-05       
   (http://demirfikir.blogspot.com/ )      
     


28 Kasım 2010 Pazar

İŞKENCECİ HANEFİ AVCI VE EMRİNDEKİLER 11




      Ne yazık ki, hiçbir kimse Liman İş Sendikası Sekreteri C. Ç.’nin sesini duymuyor yardımına da koşmuyordu. C. Ç.:
-Allah! Allah! Allah! diye bağırdıkça,
-Kes lan sesini! Burada Allah da biziz peygamber de biziz! Cellat da biziz” diye bağıran hiç şüphesiz Hanefi AVCI’ nın ta kendisiydi. İşkencede kendisini savcı olarak tanıtsa da, C.Ç. işkenceci Hanefi AVCI’yı beynine kazımıştı. Bu acımasız işkenceci O’ndan başkası değildi.
            Bir taraftan “Allahım ben nerde hata yaptım da bu işkencelere maruz kalıyorum.Nedir bu çektiğim azap?Al artık benim canım ıda kurtulayım” diye düşünürken, işkencenin ağırlığı C.Ç.’nin beyninde bir yıldızın daha çakmasına sebep oldu. 
Artık bir büyük kopuş daha yaşanmaya başlamıştı C.Ç.’nin beyninde, bundan sonrasını yine hatırlamıyordu. Yaklaşık on gün sonra, gözlerini yine hastanede açtı. Bundan sonra bir kez daha işkenceye götürdüler C.Ç.’yi, son kez götürdükleri ile birlikte üç kez Hanefi AVCI’nın işkence tezgahından geçmiş oldu. Daha sonra kapalı spor salonun bir köşesine attılar onu. Bir aya yakın orada acıları, travmaları, yaraları, bereleri ve hiç iyileşmeyecek olan yüreğinin acıları ile baş başa kalacaktı. İnsan içine çıkabilmesi için, yaraları, bereleri iyileşmeliydi. İçindeki insanlığına yapılan darbeleri, yüreğinin yaralarını hiç kimse göremezdi nasıl olsa. Görünen yaraları bereleri iyileştirilmeli ve Çıkarma Filosu’na gönderilmeliydi. Ne bu iyileşme için, devlet adına işkence yapanların ilacı kullanılacak, ne de bu vatan hainlerine! bir kuruşluk millet parası harcanacaktı. Ya ölüp gidecekler ya da işkenceye girmiş-girecek diğer gözaltında olanların vereceği ilaçlarla iyileşeceklerdi.
            Bu çok yönlü bir işkence metoduydu. Hanefi AVCI aklı sıra işkence öncesi psikolojik, işkencenin içinde fizyolojik ve hatta işkence sonrası “Alınabilirim, tekrar işkenceye götürülebilirim.” korkuları ile yine psikolojik işkencenin her türünü yapıyordu. Bunu Mersin Bölgesi’nde her gözaltına alınan vatandaşa tekrarlıyordu.
 İşin en ilginç tarafı; Hanefi AVCI sadece gözaltına alan kendisiymiş, sonrasında işkenceden sorumlu değilmiş izlenimi vermek için de gözaltına aldıklarının gözlerini kapattıktan sonra, kendisine “Savcı Bey” diye hitap ettiriyordu. O yanındaki cani ruhlu, sadist, işkence ekibinde bulunanlar da işkence süresince Hanefi AVCI’ya “Savcı Bey” diye hitap ediyorlardı.
 Bu mantık, bilinçaltına yerleştirdiği, “Adalete Güvensizliğinin” bir sonucu olmalıydı. Darbeden önce yakalayıp işkence edemedikleri ve haklarında delil bulamamalarına rağmen gözaltına aldıkları zanlıları, savcılar serbest bırakıyorlardı. Kendilerine göre suçlu olarak kabul ettikleri zanlıların haklarında delil toplamak “Akıllı polisler”in işiydi. Bunlar işin en kolay yolunu seçiyorlardı. “Sorgulamak” deyince akıllarına “polis nezaretinde sopayla her suçu bir garibana kabul ettirmek” geliyordu. İşlemedikleri suçları işkencede kabul etmek zorunda kalan,  zanlılar savcılıkta bunları reddediyorlar ve salı veriliyorlardı.
İşte şimdi geçmişin öcünü almanın zamanı gelmiş olmalıydı. İşkenceyi yapanlar kendileri değil de, adaletin temsilcileri Savcılar yapıyor gibi gösterilmeliydiler. Yaptıkları buydu. “Çok uyanıktılar” ya kendi deyimleri ile ne yazık ki(!) millet bunu da yemedi!
      Hanefi AVCI ve işkence ekibi bilmiyorlardı ki, “İşkence Görenler” kendilerini asla unutmayacaklardı. Çünkü onlar gözaltına alınırken, gözaltına alanları beyinlerine kazımışlardı. Daha sonra onların konuşmaları ve zaman, zaman işkence sırasında gözlerine bağlanan bezlerin aralanması sonucu, onları belleklerine hiç silinmemek üzere kaydetmişlerdi. İşkence görenler yıllar sonra bile işkence anındaki ses tonunu hatırlayabiliyorlardı. Kendilerini çok akıllı zannetseler de bu yaptıkları rollerde tutmadı.  Çünkü adaletin temsilcileri, Cumhuriyet Savcıları’nın hiçbirisi hiçbir zaman işkenceye katılmamışlardı.
            Bu arada Çıkarma Filosu’na gece yarısı bir cami imamı getirdiler. Masumdu yüzü imamın. Korkmuş, sinmiş haliyle girdi demir kapıdan içeri. Elindekileri mozaik zemine bıraktı ve hemen en yakın masa bankının kenarına ilişti. Etrafı inceledi korkan gözlerle. Kendisine “Hoş geldin.” sözleriyle yaklaşanların rahatlığı onu da rahatlatıyordu yavaş, yavaş. Yüz hatları, ilk geldiğindeki endişeli yapıyı güler yüze bırakmıştı artık. Dr. Y.B:
-Hoş geldin kardeş! Önce rahatla sonra kendine bir yatak seç, yerleş. Konuşmak istersen biz buradayız.
-Allah razı olsun abi. Ben eşyalarımı şu ranzaya koyayım eğer burada yatan yoksa?
-Yok. Orası boş İmam Efendi yerleşebilirsin. Diyen Dr. Y.B. bu sefer elindeki kağıda, ranzasının üstünde oturduğu halde, bir şeyler karalayan hocaya döndü:
-Hocam, bak senin cemaat iki kişi oldu.
-Allah razı olsun Y. Abi. Cemaatle namaz kılabiliriz artık. Dedi hoca gülerek. Elindeki kağıdı kalemi ranzasına koydu ve imamın yanına geldi. “İmam kardeş seni neden getirdiler?” diye soran hocanın sorusuna cevap vermekten imtina eden imam susmayı tercih etse de, ileriki günlerde mahallesindeki cemaatten öğrencilerine, Kuran-ı Kerim öğretmeye çalışan imamın gözaltına alınma sebebi “İrticai Faaliyette bulunmak” olarak kayıtlara geçecekti.
Çıkarma Filosu’na ilk geldiği günlerde, kocaman askeri barakanın içinde önce ranzasının üstünde namaz kılmayı deneyen hoca; orada bunu becerememişti. Orta yere bir bez parçası yazdı, onu seccade olarak kullanırken barakadaki APOCU gençlerden birisi, hoca namaz kılarken önünden özellikle birkaç kez geçmişti. Hatta hocanın namaz anında tepki vermediğini görünce önünde bile durup beklemişti. Bunu gören Dr. Y.B. önce Apocu’yu hocanın önünden uzaklaştırmış, sonra namazı biten hocaya dönerek:
-Hocam şu köşeyi sizin için boşaltalım, siz orada namazınızı kılın. Bize de dua edersiniz inşallah. Demişti.  

  Not: Engellenmezse devam edecek. Mehmet KIZILASLAN 2010-11-28.                     (http://demirfikir.blogspot.com/ )