29 Kasım 2018 Perşembe

PARTİLERE HAZİNE YARDIMI İLE NELER YAPILABİLİR


                                           
     Ülkem ekonomik bir savaş veriyor, Doğru mu?
     Dış güçler ekonomimize saldırdılar, doğru mu?
     Dövizdeki değer artışından! TL nin değer kaybetmesinden, Milletin alım gücü neredeyse %50 oranında düştü, doğru mu?
     Üretimsizlikten, ya da üretilen ürünlerin değerinde satılamamasından dolayı üreticilerimiz sıkıntı yaşıyorlar, doğru mu?
     Bu durumdan kurtulmamız, rahata kavuşmamız için hep beraber mücadele etmemiz gerekiyor, doğru mu?
    Bütün ülke bu sıkıntılardan kurtulmak için çare aramamız bulmamız ve güzel sonuca ulaşmamız gerekli, doğru mu?
     Bütün bu tespitler doğru ise, sadece aşağıdakiler,  vatandaşlarımız çare arayıp, yaşantısından, elzem ihtiyaçlarından vaz geçerek hayatta kalmaya devam ederken, Yukarıdakiler ne yapıyorlar?
     Son bir buçuk yıl içinde kapanan iş yeri sayısı 20 607, yanlış okumadınız Yirmi Bin Altı Yüz Yedi iş yeri kapanmış. Yaşamına, faaliyetlerine son vermiş. İşçilerinin, çalışanlarının ve kendilerinin işlerine son vermişler. Bu rakamlara, iflas eden, iflas ettiğini bilmeyen, ar belasına hala ekmeye, dikmeye çalışan köylü, tarımla uğraşan çiftçilerimiz dahil değildir.
      Durum göründüğünden öteye vahim  haldeyken, Partilere bu dönem yapılan hazine yardımı 273 Milyon TL ve 547 Milyon TL daha yardım yapılacağı açıklanmış toplam 820 Milyon TL olacağı söyleniyor.
        Şimdi bu parayı, bu kadar sıkıntı içinde olan ülkemde partilere yardım olarak vermeyip, başka neler yapabiliriz bir bakalım isterseniz.
       Ülkemizde, 81 ilimiz, 957 ilçemiz var. 81 ilimize On’ar Milyon TL yatırım maliyeti olan 81 Fabrika kurulabilir. Bu fabrikaların her birinde, Yüz’er  vatandaşımıza  iş verilebilir.
       Aynı para ile, 810 İlçemize, tarım ürünlerini işleyen 810 imalathane kurulur On’ar  vatandaşımıza iş imkanı sağlanabilir.
   Sonuç olarak partilerin aldıkları hazine yardımı ile ülkemde, 8100 kişiye iş imkanı sağlanabilir.
        Eğer köylü Devlet ortaklığı kooperatifler kurmaya kalkarsak, Devletin koyduğu para kadar da Vatandaşın katılımı sağlandığında çalışan sayısını en az iki katına çıkarmak mümkün olur ve Köylümüzün ürünleri iki gün içinde satılmak, mecburiyetinden kurtulur. İşlenir, bir yıl içinde satılacak hale getirilirken; tekrar köye dönüş sağlanabilir.
         Bu örnekler daha çoğaltılabilir. Güzel ülkemin, sıradan Asil vatandaşları, sıkıntı çeke dursun, Vekilleri, seçilecekleri, seçilenleri bu paraları har vurup harman savuramazlar.
       Efendiler bu olay doğru değil, diye düşünüyorum.
        Seçim çalışmalarına gelince, çıkarırsınız TV kanallarına adayları, karşılıklı projelerini ve planlarını açıklarlar. Sorun parasız ve adil olarak çözülmüş olur.
         Biz aşağıda böyle düşünüyoruz. Allah israf edenleri sevmez. Allahtan korktuğunuza ve ona inandığınıza inanıyoruz ve çare bekliyoruz. Saygılarımla.
                         Mehmet Kızılaslan   2018-11-29
     

9 Kasım 2018 Cuma

İSRAFÇI YETKİLİLER


                                         
      Bu şehrin atıl binaları ve yıkılan binalarının olduğu yerler mezbelelik olarak şehrimizi kirletmeye devam ederken. Milli servetlerimiz atıl olarak, yetkililerin ihmali yüzünden, insanımızın hizmetinden uzak tutuluyorlar.
      Başkanlık sistemine Sayın Cumhurbaşkanımız Ülkemizin şirketler gibi, hızlı yönetilmesini düşünerek geçmemizi sağlarken; aşağıda şehrim hantal ve israfçı bir şekilde yönetilmeye devam ediyor.
      Neden bahsediyorsun kardeşim açar mısın konuyu? Diyorsunuz, hemen açıyorum.
       Şöyle bir bakınız şehrimize.
      Sümer İlköğretim okulu, atıl bir şekilde.  Sanki yıkılmaya terkedilmiş bir Milli servet.  Acaba yönetenlerin özel mülkü olsaydı bu okulumuz; bir gün boş bırakırlar mıydı? Hemen kiraya verirler ve İnsanımızın hizmetine sunarlardı. Kendileri de para kazanırlardı.
      Milli servet olan bu okulumuz neden kiraya verilip Devlet bütçesine gelir sağlanmaz?
      Polis okulu alanı içler acısı. Eski bir vekil burasının tekrar okul olacağını defalarca dillendirmesine rağmen; söylediklerinin hiç birisi doğru çıkmadı. Acaba, o çöplük haline getirdikleri alan; tırlar ve kamyonların kalacağı park alanı yapılıp; Maliyemize katkı sağlanacak hale getirilemez miydi?
      Eski Devlet hastanemizin alanı, neden öyle çöplük şeklinde insanımızın göz kirliliğine sebep oluyor. Ey yetkililer ey şehrimin seçilmiş atanmış efendileri, o alan neden geçici de olsa birilerine kiraya verilip para kazanır hale getirilmiyor? Sizin olsaydı hemen harekete geçerdiniz de Milletin olunca neden görevinizi ihmal ediyorsunuz?
       Jandarma karakolumuzun eski yeri, şehrimizin böbrek yatağı, ne olacak efendiler? Orası da neden atıl bir şekilde duruyor? Sayın Cumhur başkanımızın, “ödeneği çıkmamış ve başlanmamış bütün yatırımlar durdurulacak” dendiğine göre bu alanlar bu binalar neden birilerine kiraya verilip hem insanımızın hizmetine sunulmuyor hem de Devletimizin kasasına para girmiyor?
        Eski sağlık meslek lisemizin olduğu bina neden atıl duruyor kardeşim? Kiraya isteyen mi yok? Sizler mi zevkiniz için orasını boş tutuyorsunuz?
         Kültür merkezi binamız orasını neden hırsızların insafına bıraktınız?
         Taşımalı eğitimle kapanan, ilkokullarımız, itin uğursuzun eylem alanı haline gelmesi sizin hoşunuza mı gidiyor, yoksa bu durumlardan haberdar mı değilsiniz? O okulları kiralamak isteyenlere kurumlarınız arasındaki karmaşadan ve o daire amirlerinin keyfiliğinden dolayı o güzelim binalar yıkılmaya, çöplük olmaya ve fuhuş yuvası olmaya doğru gidiyor. Yazık.
         Feto terör örgütünden aldığınız yurt binalarını, diğer bazı vakıflara ve cemiyetlere devrettiniz. Bu şehrin orta öğrenim öğrencileri için yurt yok, efendi kardeşim. Bu çocukların aileleri fakir, o astronomik rakamlarla şehrimizden ev kiralayamıyorlar ve okumaktan vaz geçiyorlar. Vebalini, devrettiğiniz vakıflar yöneticileri, atıl durdurduğu için; sizlerde o vakıfların bir an önce o yurt binalarını çocuklarımızın kullanımına açmalarına zorlamadığınız için çekeceğinizi düşünmez misiniz?
         Diğer yandan gelişmiş ülkelerin arazilerinin %35 devlete ait olup, bunun sadece  %5 i devlet dairesidir. Kalan kısmı ormandır. % 65 Milletin hizmetine, ya kira, ya da satış olarak sunulmuştur.
           Bizde % 54 devletin elinde ve bunların %25 si orman % 20 bozuk ormandır. Vatandaşın kullanımında olan kısmı %45 dir. Yukarıdaki yöneticiler, bunu fark ettikleri için, yine VATANDAŞIMIZA SATIN, YA DA KİRAYA VERİLSİN derken, sizler aşağıda kimlere hizmet etmek için varsınız da bu arazileri atıl bekletiyorsunuz?
     Milletimizin hizmetine sunulacak bu araziler, binalar, insanımıza, ülkemize, bu dar zamanda da ekonomimize katkı sağlayacak iken, siz hala niye durursunuz? Sizleri anlamakta zorlanıyorum efendiler. Sizlerin içinizdeki istisnalar hariç bir çoklarınız bu Devletin, ekonomisinin düzelmemesi için gerekeni yapıyorsunuz gibime geliyor. Yanılıyor muyum?
          Yanılıyorsam beni çalışmalarınızla ikna ediniz lütfen efendiler.
       Daha ağır şeyler söylemeye imtina ediyorum ama sizlerin bazılarınız, şimdi aklınızı başınıza toplayıp, kime, nasıl hizmet ettiğinizi düşününüz. Bu ülke bu sıkıntılardan da kurtulacak,  Allah’ın izniyle.  Sizler gibi, görevini ihmal edip, ekonomik kurtuluş mücadelemizi baltalayan, engelleyen; yönetici, idarecilerden de elbette kurtulacaktır, hesapta soracaktır.
         Bizden, şimdilik bu kadar. Saygılarımla.   Mehmet Kızılaslan 2018-11-09

1 Kasım 2018 Perşembe

EĞİTİM öğretim ÜRETİM ve HAYAT


                                   
       Bizlere, doğduğumuz günlerden itibaren; insanoğluna ise yaradılıştan itibaren bir eğitim sistemi sunuluyor. Doğruluğu ve faydası, herkese göre farklı değerlendirilen bir sisteme zorlanıyoruz.
        İlk insanın eğitimi hayatın içinde ve ihtiyaçlarına göre şekillenirken, günümüzde bize dikte edilen ve bizim ihtiyaçlarımızdan çok, dünyayı yönetenlerin buyruklarına göre şekilleniyor.
       Eğitimden çok her şeye benzeyen yaşadığımız sistemin içinde çocuklarımıza bir bakalım isterseniz. Okul öncesi eğitim + günümüzün 12 yıllık mecburi eğitimi sonrasında 18 yaşına ulaşmış bir ergen neredeyse ömründe, bir tahtaya çivi çakmamış. Bu süre zarfında hiç bir şey üretmemiş. On kuruş kazanmamış. Hasılı bir baltaya sap olamamış çocuklarımız.
        Hiç bir şey üretmemiş olmasına rağmen, verilen eğitim ve öğretiler sayesinde sadece marka şeyler tüketmesi beynine kazılmış. Hayat şartlarından bihaber, kendisine sunulan şartlar içinde el bebek gül bebek verilen bilgileri ezberlediklerinde başarılı oldukları beyinlerine kazınmış. Dikte edilen şekilde yaşayıp geldikleri için, hiçbir eksiklik ve yanlışlık duymadıkları için mutlu gibiler.
        Oysaki hayata başladıklarında, Yüzde Sekseni, başarısız, mutsuz ve istedikleri işlerde çalışmayan, huzursuz, saldırgan, her an patlamaya hazır toplumlar oluşturmuşuz.
         Her an patlamaya hazır dedim ama, Patlama şekilleri de sistemler tarafından öğretilmiş. Sisteme zarar vermeden patlayacaksınız. Sistemin önerdiği (emrettiği) sivil toplum kuruluşlarından birine ya da birkaçına üye olacaksınız. Sistemin kuruluşuna izin verdiği partilerden ya da sendikalardan birine üye olacaksınız. Sonuç olarak patlamalarınız ve tepkileriniz bu sistemlerin izin verdiği kadar ve şekilde olacak.
          Verilen eğitim ve öğretiler sonucu dünyanın her yerinde edilgen, ve bu edilgenliğe mecbur edilmiş toplumlar sistemin birer tüketim aracı durumundadırlar.
         Kendilerine sistem içinde denilmiş ki; Ülkelerin kurtuluşu, sizlerin iş sahibi olabilmeniz, tüketimin artması ile mümkün o halde tüketin. “Medeni insan hayat şartları ve refahı düzgün çok harcayan insandır.” Bu sözün, yarısı doğrudur. Çünkü şerlerin içinde, ehveni şer en tehlikeli olanıdır. Sizin hoşunuza giden tarafı “hayat şartları ve refahı düzgün” insan olmak kısmıdır. Oysaki Çok harcayan insan olabilmek için, ihtiyacımız olan, pazarlana bilen, çok iyi ve kaliteli şeyler üretmek gerekli değil mi? Üretmeden tüketebilmek mümkün müdür. Bunu yapabilenler sadece dünyayı yönetenler değil midir?
       Onlarda bir şeyler üretmişler. Hem de en önemli şeyi üretmişler. İnsanlığı istedikleri gibi yönetmeyi üretmişler.
         Dünyayı yönetenlerin tahsillerine bakınız, hangisi mecburi eğitimden geçmişlerdir? Çok para kazananlara bakınız, hangisi Üniversite mezunudurlar? Dünyayı değiştiren Bilim adamlarına bakınız, hangisi, bir üniversite mezunudur?
         Şimdi gelelim çözüme; Bize öğretilenlerin ve verilen mecburi eğitimin dışına çıkmak zorundayız. AB nin istediği diplomalı sayısının çokluğu ülkemizin yararına değildir. Bizim sıra dışı eğitime ve öğretime ihtiyacımız var. Okullarımız, hayata değil, sınavlara hazırlıyor gençlerimizi. Bu doğru değildir.
         Katılırsınız katılmazsınız, o sizlerin bileceği iş. Bir ustanın yanında iyi bir mühendis yetişebilir. Bir Gıdacının yanında iyi bir gıda mühendisi yetişebilir. Bir doktorun yanında çok daha iyi bir doktor yetişebilir. Bir aşçının yanında çok iyi aşçılar yetişebilir. Hayatın içinde iyi şeyler üretenlerin teorik bilgileri ilave kurslarla takviye edilerek tamamlanabilir.
          Tüketim artsın, ekonomimize hareket gelsin, düzelsin, diye düşürülen vergi oranları, muhakkak geçici bir rahatlık sağlayacaktır. Ancak asıl sorun, bu ülkenin Yüzde sekseni gıda ihtiyaçlarını karşılayamazken, lüks tüketim araçlarının satışını artırmaya kalkmak ülkelerin ekonomisini canlandırmaz. Ülkelerin kalkınmışlığı, insanlarının en zaruri ihtiyaçlarını kolay elde etmeleri ile ölçülmelidir. Her yaptığımızın, yaşadığımızın,  doğruluğunu sorgulamamız dileğim ve saygılarımla.
                                       Mehmet Kızılaslan 2018-11-01