28 Aralık 2020 Pazartesi

BİR TAKVİMİN HİKÂYESİ

 

                                             

       Bir takvimin duvara asıla bilmesi için;

1-      Çok değer verdiğim bir insanın, resmi olmalı üzerinde.

2-      Şehrimin doğal güzellikleri olmalı sayfalarında.

3-      Şehrimde yetişen ürünlerinin resimleri olmalı içinde.

4-      Tarihi eserleri olmalı başkaları tarafından görülmeyen.

5-      Görülmeye değer şehrimden manzaralar bulunmalı içinde.

6-      Başka yerlerde olmayan insan manzaraları olmalı mutlu, üstünde.

7-      Yetiştirdiği Bilim insanlarının resimleri olmalı sayfalarında.

8-      Sahip olduğu yazarların, şairlerin resimleri olmalı bir yerlerinde.

9-      Vad edipte, yaptıkları, gerçekleştirdikleri projelerin, son halleri olmalı üzerinde.

10-   O yerin, seçilmeden önceki ve seçildikten sonraki değişimi gösteren resimleri olmalı üzerinde.

11-   İnsanını yücelten, onlara verilen değeri gösteren, huzur veren resimler olmalı içinde

12-   Kutsallarımızı hatırlatan bir resim olmalı bir yerinde.

13-   İnsan olmanın gururunu öğreten yaşatan resimler olmalı bir yerlerinde.

14-   Bu şehirde yaşamanın mutluluk olduğunu anlatan şiir gibi resimleri olmalı içinde.

15-   Kendisinin değil de şehrin de yaşayan insanların önemin vurgulayan tablo gibi resimleri olmalı üzerinde.

      Bu düşüncelerimi içeren maddeleri sizlerde ilavelerde buluna bilirsiniz, değerli okurlarım.

Duvarımıza asacağımız her hangi bir takvimde, aradığımız özellikler bu ve buna benzer özellikler taşımalı diye düşünüyorum.

       Şimdi sizlere dağıtılan takvimlerin sayfalarını isterseniz tek tek göz gezdiriniz.

Bu yazdığım özelliklerin içinde ki özellikleri taşıyıp taşımadığına bir bakınız.

      Bütün sayfalarında olmasaydı keşke o çok değer verdiğiniz insanın resmi. Sadece bir sayfasında olsaydı, diğer sayfalarında da, bu belirttiğimiz özellikler den bazıları olsaydı, gönül rahatlığı içinde evinizin ya da, mekânlarımızın başköşesinde assaydık.

      “İnsanların, kendilerine yaptıkları kötülükleri cümle alem birleşse yapamazlar” diye bir söz vardır ya hani, işte onun gibi bir şey yaşıyorlar bu seçtiklerimiz.

        Ben neymişim, ben ne kadar önemliymişim, ben ne kadar büyük birsiymişim ki çevremdekiler bana bunu fark ettirdiler diye düşünüyor olabilirler.  Oysaki durum hiç de öyle bir şey değil.

        Sizler bizim önümüze konulan kişiler içinde, bizim en iyi gördüklerimizsiniz. Onun için sizleri seçti o mevkie, makama hizmetin en iyilerini vere bileceğinizi düşündüğümüz için seçtik.  Artık kendi resimleriniz yerine bize yaptığınız hizmetlerin resimleri gerekli.

     Şehrimizi öne çıkaran, Yetişmiş insanları, şehrimizde yetişen ürünleri, şehrimizin tarihi eserlerini ve diğer idarecilerden farklı olan icra atlarınızı takvimlerinizde görmek istiyoruz.

        Bizler geçmiş dönemlerde basılan takvimlerin sayfalarını çerçeveletip duvarına asan insanların çocuklarıyız. Bu gün, bizlere dağıttığınız takvimleri ne yazık ki duvarlarımıza asmaya bile layık göremiyoruz.

         Üzgünüm, emeklerimizi boşa çıkarmaya devam ediyorsunuz. Geçen yıl ki takviminiz de içler acısıydı. Kendi resminiz, Atatürk ün resminden daha yukarıda ve Atatürk sizi sanki imrenerek bakıyor gibiydi.

         Yine beceremediniz, Sizin çevrenizde bu ayrıntıları anlata bilecek, sizi uyara bilecek, incelikte, hiç mi çalışanınız, danışmanınız, yok be kardeşim.

        Dost acı söyler, diye boşuna dememişler. Sizde kapıldınız bir ne oldum deliliğine ve doğru yanlış demeden alkışlayanları,  ikiyüzlülüğüne, gidiyorsunuz kendi kıyametinize doğru.

        İnşallah uyanırsınız bu uykudan ve yanlışlar rüyasından.

        Bir de şu ücretli yapılan anketlerin size verdiği rahatlık ve rehavetten kurtula bilirseniz, yol yakınken, hepimiz için iyi olur diye düşünüyorum.

       Saygı ve sevgilerimle kalınız.    Mehmet Kızılaslan 2020-12-28

 

21 Aralık 2020 Pazartesi

KANIMCA BU BİR KORKUNÇ OYUN

 

                                

   Her 11 yılda bir, Güneş döngüsünde ve yüzeyinde olağan üstü patlamalar ve elektromanyetik radyasyon yayılımı çok farklı oluyor.

  Geçenlerde Nasa’nın yayımladığı, uzunca bir video izledim buna dair. Bu videoda bu radyasyon yayılımının her 11 yılda bir farklılaştığını gözlerimizin önüne sermiş Nasa yetkilileri.

    1918 yılında Amerika, Asya ve Avrupa’da korkunç bir salgın 3 gün içinde yayılıyor ve oldukça fazla can alıyor.

   3-4 ay gibi bir süre içinde kıtalar arası yelkenli gemilerle yolculuğun yapıldığı dünyamızda, bu hastalıkların yayılması ve bulaşmasının kıtadan kıtaya ulaşması 3-4 ay gibi bir sürede olması gerekirken 2-3 gün gibi bir süre içinde olması sizce ilginç değil mi?

    Bunun izahının, ancak şöyle yapabiliriz. O dönemde güneşten gelen elektromanyetik dalgalar her kıtaya belli zamanlarda ulaşıyor hastalık dünyaya yayılıyor olamaz mı?

     Günümüzde Ulaşım araçlarının hızlılığı, her kıtaya en geç 8 saat içinde hastalıkların ulaşmasının mümkün olduğu, Dünya sağlık örgütü nün yalanlarını ortaya çıkarmıyor olabilir ancak; bu korona virüs dediğimiz hastalığın sebebi büyük olasılıkla Elektro manyetik radyasyon olabilir diye, düşünmeme sebep oluyor.

     Biliyoruz ki hepimiz bu radyasyonun en büyük yayıcı kaynağı Güneşimiz. Başka kaynak var mı evet var o da elimizde ve çevremizde bulunan kablosuz yayın araçları telefonlarımız ve diğer elektronik araçlarımız.

    O ünlü Elektronik yazılım zengini,  Bill Gates‘in;  Dünya sağlık örgütüne bu olaylardan önce, Bir buçuk Milyar dolar bağışta bulunmuştur.  Dünya’daki aşı imalatı yapan sağlık şirketlerinin bazılarına yatırım yapıp ortak olmuştur.

    İnsanların,  Güneşin 11 yılda bir farklı Radyasyon yaymasının sonucu, İnsan yapısında bulunan hücrelerin bozulması ve Bill Gates’in kendi yazılımları sonucu insanlığa zarar veren radyasyonların verdiği zararları paraya ve fırsata çevirmek mantığı olduğunu düşünüyorum.

      Teknolojinin ileri olduğu ülkelerde virüs diye adlandırdıkları hastalık, Yazılım şirketlerinin kablosuz elektronik cihazlarından meydana gelen hücre bozulmaları, olduğunu düşünüyorum.

      Gelişmemiş ülkelerde de Güneşin daha çok radyasyonuna muhatap olduklarını zannediyorum. Hastalığın sebebinin o olduğunu düşünüyorum.

       Dünya sağlık örgütü ile, Bill Gates’in birlikte çalıştıklarını ve bu Elektro manyetik radyasyonun verdiği hasarı, krizi, hastalığı, FIRSATA ÇEVİRDİKLERİNİ anlıyorum.

      İleriki günlerde, 5G teknolojisi ve 6G teknolojisine geçildiğinde bu hücre bozukluklarının çok daha fazla artacağını göreceğimizden korkuyorum.

     Yetkililerin yani Dünyayı yönetenlerin, Hem dünya Nüfusunu kontrol altında tutup, nüfus planlaması yapacaklarını, hem bu hastalıklara sebep olan teknolojileri masum gösterip para kazanırken, Hastalıkların tedavisinden de para kazanmaya devam edeceklerini tahmin ediyorum.

       Değerli okurlarım, Ben Ömür ve rızkın, Allah’ın elinde olduğuna inananlardanım. O nedenle çare aramayalım yatalım tevekkül olalım da demiyorum.

       Ancak Dünya’yı yönetenlerin, sömürenlerin oyunlarını da görmemiz gerektiğine ve mücadele etmemiz gerektiğine de inanıyorum.

      Hastalığın sebebini bilir isek, çözüm ve çaresini de bulmamız kolay olur diye düşünüyorum. Dikkat ettiyseniz, hiçbir yetkili hastalığın sebebini açıklayamıyor ama çözüm olarak, Maske, mesafe ve hijyen den sonra AŞI diyorlar.

       İsterseniz Maske olayını inceleyelim. Maske ile teneffüs ettiğimiz havanın çoğu Karbon dioksit olmaya başladı ve hücrelerin korunması için daha çok oksijen gerekli iken bu durum çok ters değil mi?

      Mesafe olayına bakalım, Gribin ve korona Virüsün bulaşıcı olup olmadığı bile kanıtlanmadı, garip değil mi? İnsanımız yalnızlaştırılıyor. Psikolojimizi bile düzeltmek için yıllar gerekecek diye düşünüyorum.

       Hijyene gelince, temizlik imandandır. Temizliğimize dikkat etmemiz şart, ama şu son zamanlarda kullanılan zararlı kimyasallar nedeni ile, çevremiz ve topraklarımız belki kendisine yıllarca gelemeyecek. Toprağımız, üzerinde yetişen canlılarımız ve bizler yıllarca bunun zararını göreceğiz.

     Sonuç,

      Saygı değer okuyucularım, Vücudumuzun ihtiyacı olan gıdaları ve vitaminleri doğal yollardan alalım.

      Griple mücadele ettiğimiz gibi sulu ve vitaminli meyveler tüketelim.

      Radyasyondan kavrulan hücrelerimizi yenilemek için zeytinyağı tüketelim,  bedenimizi ve eklem yerlerimizi Zeytinyağı ile ovalım.

      Güneşe fazlaca maruz kalmayalım ve yatarken telefonlarımızı başka odalarda bırakalım.

      Saygılarımla, sağlıklı kalın dostlarım.          Mehmet Kızılaslan     2020-12-21

  

 

 

     

10 Aralık 2020 Perşembe

SİZLERİN BEYNİNİ KİMLER YIKIYOR?

 

                     

      Suriyeli, kağıt toplayıcısı çocukların bazıları alıştılar, her gün işyerimde sıcak çay içerler. Çaylarını aldıktan sonra “şükran”  derlerdi, Allah razı olsun, ya da teşekkür ederim, demeyi öğrendiler.

     Zaman içinde hal hatır sormaya da konuşmaya da başladık.

      Daha dün birisi çayını alırken,” Amca sen, Atatürk’ü mü, Tayyip’i mi seviyorsun?” diye soru verdi.

      Atatürk’ü dedikten sonra, Tayyip kim, senin okul arkadaşın mı? Diye sordum. Yarım yamalak Türkçesiyle, Cumhurbaşkanı, dedi. Öyle soracaksın, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Beyi mi? Diye soracaksın. Dedikten sonra durakladı.

      -Atatürk, Müslüman değil sen nasıl onu seversin?

     - Onu da nereden çıkardın?

     - Öyle diyorlar.

     - Kim diyor, hangi şerefsiz diyor onu?

      Çocuk kızdığımı görünce sustu.

    -Bak evladım, Atatürk bizim Baş komutanımız, bu ülkeyi Yunan işgalinden kurtarmak için ülkeyi  örgütleyen, Türkiye’yi yeni baştan imar etmek için seferberlik başlatan, 10 yıl içinde kendi kendisine yeten ülke yaratan, yüzlerce fabrika kuran, üretmeyi çalışmayı ve onun onurunu bu ülkeye öğreten benim atamdır.

   -Siz Suriye’den neden kaçtınız?

 - Savaş vardı ondan kaçtık.

- İşte o büyük insan, Atatürk, bizim kaçmamızı değil de savaşmamızı, ülkemize sahip çıkmamızı, öğretti. Sizin gibi kaçsaydık, Türkiye Cumhuriyeti, Türkiye Devleti olmazdı.  Sizlerin de sığınacağı bir Türkiye yerine, Yunanın, Fransız’ın, İngiliz’in, İtalyan’ın parçaladığı ve sizlerin giremediğiniz ülkeler olurdu. Anladın mı?

- Anladın mı koçum?

- Anladım amca.

-Onun Müslüman olmadığını söylemiştin doğru mu?

-Evet amca.

- Sizin ülkede Kuranı Kerimi parasız dağıtan bir idareci oldu mu hiç?

- Hayır amca.

- İşte o, İslam değilmiş dediğin, Büyük Atatürk var ya, kendi maaşından Türkçe Kuranı kerim bastırıp parasız olarak Milletine dağıtan ilk ve tek lider, biliyor musun?

Çocuk bombardımana uğramış gibi bakmaya başladı.

      -Evet, Kuranı kerimin Türkçesini Maaşından bastırtıp, Milletine ücretsiz dağıtan ilk ve tek liderdir. Ondan öncekilerden de, sonrakilerden de, hiç biri bunu yapmadılar evladım.

-          Müslüman olmayan birisi bunu yapar mı sence?

-          Yapmaz amca.

-          Cumhur Başkanımız Sayın Tayyip Erdoğan beye gelince, Bizim Cumhurbaşkanımızdır, saygı duyarım, İyi yaptıklarından dolayı, takdir eder, teşekkür ederim. Yanlış uygulamalarından dolayı eleştirimi yaparım, yazarım, söylerim ama ikisini asla bir kefeye koyup kıyaslamam evladım anladın mı?

-          Anladım amca.

-          Sakın ola o size Atatürk hakkında yanlış bilgi veren şeref yoksunu, yunan artığı, insanlara inanma olur mu?

-          Yunan artığı ne amca?

-          Bu bölge yunan işgaline uğradığında, Yunanlı işgalci kuvvetleri ile düşüp kalkan onlarla iş birliği yapan, onlarla birlikte olanların çocukları ve torunlardır aslanım. Anladın mı?

-          Anladım amca.

-          Haydi evladım, çayında bitti, ekmek paranı kazanmaya, kağıt toplamaya devam et evladım.

-          Hayırlı işler amca.

-          Sana da bol kağıt toplamalar evladım. Her zaman gele bilir, kafana takılanı sora bilir, çayını içe bilirsin evladım.  

     Kimler yıkıyor bu çocukların beynini?                   

          Saygılarımla. Mehmet Kızılaslan 2020-12-10

23 Kasım 2020 Pazartesi

UMUTTUR İNSANI AYAKTA TUTAN

 

                                       

       Umuttur insanı ayakta tutan, onu yitirdiğinizde her şeyiniz biter.

       Paranızı kaybedersiniz, bir bakmışsınız belli bir süre sonra kaybettiğiniz paradan daha çok paranız olmuş.

       Malınızı mülkünüzü kaybedersiniz, çalışır çabalar yeniden o mallardan daha değerli mallarınız olur.

       Eşinizi kaybedersiniz, zaman ilaç olur, daha güzel ve daha anlayışlısı ile tekrar beraber olursunuz.

       Bu kaybettiklerinizin hepsini yeniden kazanmak için, içinizde bir heyecan, bir çalışma hırsı ve geçmişte yaptığınız hataları yapmama becerisi ve ümit vardır.

       Yeniden başarır, yeniden kazanır, yeniden hayata tutunursunuz.

        Eğer bütün kaybettiklerinizin üstüne bir de, umudunuzu kaybederseniz, tekrar başarma, hayata tutunma ve yeniden ayağa kalkma mecaliniz olmaz. Yıkılırsınız, eksilirsiniz, yok olursunuz.

       İnsanlarımızın son hali bu.

       Yetkililerin, uluslar arası başarılarımızı, Silah sanayisinde kat ettiğimiz yolu ve gayri safi Milli hasıladaki fertler üzerine pay edilen ama hiçbir vatandaşımızın cebine o bahsedilen paranın onda birinin dahi girmediğinden habersizmiş gibi; ülke içi ekonomik durumu bayram yeri gibi göstermelerinden dolayı, İnsanımız kendisini başarısız ve çökmüş hissediyor.

       Bu durum, umutsuzluğa ve sadece kendisinin başarısız olduğu duygusu, bitmişlik sendromuna  kapılmalarına sebep oluyor.

      Her şeyini kaybeden, bu arada itibarını arkadaş çevresinde ve ailesi içinde kaybeden bir kişi, korkarım kaybedeceği hiçbir şey kalmadığı için en tehlikeli duruma da düşer. 

      Bu insandan korkunuz, artık bu insan canavar olmaya adaydır. Kim dokunursa bu saatten sonra onun bam teline, hak etmediği bir ceza ile karşılaşa bilir. Bu insan eğer sebep sonuç ilişkilerini de bilemeyecek kadar yorgun ve bitkin ise, işte o zaman nerede ne zaman patlayacağını bilemezsiniz.

        Son cinnet geçirmelere bir bakınız. İnsanlar en sevdiklerini canlarını ciğerlerini öldürüyorlar. Oysa ki onlar bu sıkıntıların sebebi değillerdir. Neden sonucun vahim cezasına onlar çarpılıyorlar zannediyorsunuz ki? O cinnet geçiren insanlar içine düştükleri vahim durumun sebebinin, o yakınları olmadığını bilmiyor mu zannediyorsunuz. Biliyorlar ama o yenilmişlik sendromu içinde gücü geçene patlıyorlar.

        İşte bu noktada yetkililere sesleniyorum, Erki elinde bulunduranların en büyüğünden en küçüğüne sesleniyorum. Bu vahim durumu görün çarelerini bulun.

        Aksi halde önümüzdeki günler pandeminin getirdiği ekonomik sıkıntılar nedeni ile, cinnetler, cinayetler,  patlamalarla ve kabus dolu günlerler olacaktır.  

       

      Çözüm.

   Çözüm öncelikle yetkililerin söylemlerini değiştirmekle başlamalıdır.

     Ülkem bayram yeri değil, bayram yeri gibi göstermekten vazgeçiniz.

     Bütün dünya, ekonomik sıkıntı içinde ise eğer. O nedenlerden dolayı küçülme kararı alan ülkeler ve bunu resmi devlet politikası haline getirdikleri açıklamaları yapıyor.

      Siz de yapın, Bütün dünya sıkıntıda, bizimde sıkıntımız var, küçüleceğiz deyin.  Her vatandaş da, sıkıntı sadece bende değilmiş, Devletler bile küçülme kararı aldıysa, bende küçüleyim desin.

       Kendisini beceriksiz hissetmesin, yıkılmasın, umutsuzluğa kapılmasın. Bunu açıkladığınızda küçülmezsiniz, aksine büyürsünüz insanımızın gözünde.

        Diğer yandan tüm lüks harcamalarınızdan vaz geçin. Vatandaş ekmek bulamaz duruma düşerken siz har vurup harman savurmayın. 

     İş yerlerini kapatma kararı aldığınız iş yeri sahiplerini ve çalışanlarını pandemi süresi boyunca, karşılıksız yardım edin.

     Sıkıntıya düşmüş ailelerin onurlarını şereflerini ve umutlarını kaybetmelerini beklemeden onları koruma altına alınız.

      Üretime daha kalıcı yöntemler bulun, Faiz üretimin düşmanıdır, günahtır haramdır.

      Bu tedbirler ve benzeri tedbirleri almadığınız zaman, ileride göreceksiniz ki koca bir ülke rehabilite edilmek zorunda kalmış olacak. İşte o zaman, üretimden kopmuş ülkede, buna hiç gücümüz yetmeyecek.

       Umudunu yitirmiş insanların açacağı yaraları tamir edemeyeceğiz.

       Korkarım sadece kendisini kurtarmaya çalışan bir avuç varlıklı insanımızda, sırça köşklerinde rahat uyuyamayacaklar.

       Bu durum çok vahim, lütfen bunu görünüz. Saygılarımla.

                     Mehmet Kızılaslan 2020-11-23

    

4 Kasım 2020 Çarşamba

DEPREME DAİR

 

                                                    

       Deprem konusunda defalarca yazım oldu.

En son bir pano paylaştım, Yerel yönetimlerin hiçbir tedbiri almadıklarına dair, bir aklı evvel mi denir geri zekalı mı denir, artık adını siz koyun; “ne yapacak yetkililer binaları urganla mı bağlayacaklar” diye yorum yapmış panomun altına. Bende dedim ki cevap olarak “Al o urganı sen bir yerlerine bağla zeki kardeşim” diye cevap yazdım.

      Eleştirdiğimiz yerel yöneticilerin, böylesi aklı kıt oy vereni olursa, yapıcı eleştirilerinizi bile yanlış anlar hemen oy verdiği yöneticiyi aklı sıra savunmaya geçer.

    Buna biz halk arasında “Böyle başa böyle tarak” deriz. Kibarca sizler layık olduğunuz yöneticiler tarafından yönetilirsiniz. Diye bir sözde vardır, anonim olmuş.

     Şimdi, Deprem engellenemez bir afet se ve fay hattı üzerindeyse yerleşim yeriniz, geçmişte çelik yapılara dair devleti yönetenler hiçbir kolaylık ve hiçbir harç indirimi getirmemişlerse, yapılacak şeyler deprem öncesi ve sonrası alınacak tedbirleri konuşalım isterseniz. 

          Tekrarlıyorum depreme dair çözüm önerilerimi.

1-      Çok katlı yapılar değil yatay yapılara kolaylıklar sağlayınız.

2-      Çelik yapıları, insanımızın bağında bahçesinde, elektrik ve su bağlantılarını kolaylaştırınız.

3-      Çelik yapı olan Pazar yerlerimizin belli bir bölümüne çelik çekme katlar yaparak o yapılan katlara gıda stokları ve aş evi araç gereçleri ile donatınız. Deprem anında bu Pazar yerleri kriz ve toplanma yerleri ve aş evi haline gele bilsin.

4-      Gıdaların kullanma süreleri dolmak üzere iken bu gıdaları fakir halkımıza dağıtınız tüketilsin yerine yerleri konula bilsin.

5-      Her çelik Pazar yerinde deprem sonrası iletişim için telsiz ve diğer haberleşme hoparlörleri ile donatınız. Ülke iletişim hatları kullanılmaz hale gele bilir.

6-      Her mahallede kriz yönetimi için o mahallenin muhtarları ve gönüllüleri ile bir kriz yönetim ekibi oluşturunuz.

7-      Şehrin ulaşım imkanı olan mücavir alanı içinde oldukça büyük çadır kurma ve yerleşim alanı ola bilecek, normal zamanda piknik alanı olarak kullanıla bilecek bir alan hazırlayınız. Bu alanın içinde normal zamanlarda kafeterya ya da restoran olarak kullanılacak, büyük üç beş adet alan olsun. Normal zamanda belediyelerimize gelir getirsin, Deprem anında buralar aş evi olarak hizmet versin.

8-      Deprem anında bir büyük apartmanın yıkılması halinde, kapana bilecek ana arterlerin ulaşımı için bazı ara sokakların, kentsel dönüşümde, ana arterlerden büyük ara sokaklar olmasını sağlayınız.

9-      Her mahalleye geniş depremde kullanım alanları ayırınız normal zamanlarda oto park olarak kullanılmasını sağlayınız, gelir getirsin. Deprem anında, yollarımızı park etmiş arabalar ambulans ulaşımı için açık bıraksınlar.

10-   Şehrimizde yapılacak yeni sanayi sitelerinin zemininden başka yerde Beton kullanımına izin vermeyiniz. Yapılar hafif çelik olsun üretim araçları ve makinalar depremde zarar görmesin. Üretim devam etsin ve kriz kolay atlatılsın.

11-   Yapılacak yeni sanayi sitelerindeki işletmelerin içinde ailelerinin depremde barına bilecekleri normal zamanda ofis olarak kullanılacak hafif çelik alanlar olmasını mecbur tutunuz.

12-   Deprem bağıra bağıra geliyorum diyor. Şehrimizde birçok tarım alanı bulunmakta kanunen %5 ine inşaat izni verme mecburiyetiniz olmasına rağmen ruhsatlarda zorluk çıkarıyorsunuz. Acilen bağı bahçesi olanlara bahçelerinin bir köşesine hafif çelik iki oda yapmalarına izin veriniz Onların bahçelerine WC bile yapmalarına zorluk çıkarıyorsunuz. Ne gariptir ki tuvaletlerini bu insanlar bir ağacın altına yapmak zorunda kalıyorlar ve hazırladıkları sebze meyve doğrudan pazara geliyor. Hijyeni nasıl sağlayacağınızı bilmediğiniz gibi, hijyeni sağlayacak vatandaşımıza engel oluyorsunuz.

13-   Siz bu benim yazdıklarımın tamamını ya benden çok iyi biliyorsunuz ya da birçoğunuza bu düşüncelerim iletildi. Allah rızası için söylüyorum, bütün yasalar ve yönetmelikler İNSAN SAĞLIĞI VE İNSANA HİZMET İÇİN ÇIKARILMIŞTIR . Bunu asla unutmayınız.

Aldığınız tedbirler kanunlara ve yönetmeliklere aykırı dahi olsa, bir kez olsun insanlık yararına bu kanun ve yönetmeliklere aykırı davranarak tarihe geçiniz.

   Depremlerde en az zarar ve ziyanla kurtulmak dileğimle saygılarımı sunuyorum.

               Mehmet Kızılaslan 2020-11-04

   

      

27 Ekim 2020 Salı

PARA ÇOK ADİL PAYLAŞIM YOK

 

                               

       Birçok insan paranın yokluğundan, piyasaların bozukluğundan, bahsediyor.

        Bu konuda söz söyleyenlerin kendi sınırlı imkanları açısından baktıklarında çok haklılar.

Ancak, çevremize bir bakalım, haberleri bir dinleyelim. Lüks arabaları ala bilmek için artık zenginler torpil arıyorlar. Belli semtlerde villa sahibi ola bilmek için insanlar sadece paraları ile değil yakınlarının torpillerine başvuruyorlar. Milyonlarca liralık servetler, yetkililere yakın kimselerin ellerinde toplanıyor.

    Bu haberleri dinlediğimizde “acaba biz de mi bir yanlışlık var da başarısızız” diye düşüncelere dalıyorsunuz. Eşiniz, çıldırıyor “Bir bizde yok para, bir sen yeteri kadar kazanamıyorsun” diye bağırıyor.

      Çocuğunuz gözünüzün içine bakıyor “Acaba Annem haklı mı? Babam beceriksizin teki mi? Diye cevap arıyor beynindeki sorulara.

      Baba belki dünyanın en iyisi, dürüst mü dürüst, namuslu mu namuslu, eve hiç haram lokma getirmemiş, mütevazi bir hayatları var. Muhannete muhtaç değiller ama, kıt kanat geçiniyorlar.

    Çocuklar ikilemde, Ya Anneleri haklıysa, ya baba fırsatları değerlendiremiyorsa.

     Filmler geliyor aklına çocuğun, her kanalda, zengin aileler zevkü safada milyonlar kazanıyorlar ama hiç çalışmıyorlar. Baba nın sarı yağı eriyor asgari ücret alıp evine getireceğim diye.

 Anne bütün marifetlerini kullanıyor o asgari ücreti yetireceğim diye.

     Birde “ Bunu bulamayanlar var halimize şükredelim “ diyor ya Anne, baba evde yok iken çocuklarına.

      “Dünya sınav yeridir” diyen sabır, yoksulluk, sadece fakirlerin sınavı gibi algılatan din adamlarının olduğu.  Kafayı yememek elde değil.

        Toplum eriyor, ahlak eriyor, namus bitiyor, Dürüstlük aptallık gibi algılanıyor, Soysuzluk ahlaksızlık, içinde kazanç olduğu için, açıkgözlük gibi algılanıyor.

     Dört koldan sarılmış bir gençlik var, yukarıdaki ikilemler arasında kaybolmak üzere.

      Yetkililer halktan kopuk.

Çevrelerini sarmış, yalakalar topluluğu, gerçekleri göstermiyor onlara. Yanlış bilgiler aktarıyorlar. Hamaset ve savaş söylemleri bir müddet sonra karın doyurmadığı gibi, yine fakir topluma yükü yıkılacak.

       Yeni paket açıklanacakmış!

Yine 18 taksite bölünecek borçlar, yine vergi tabana yayılacakmış.

Refahın huzurun ve kazancın tabana yayıldığı bir öneriniz olmayacak mı sizin hiç?

İçinizden birisi “ kazancınız sizlere yetecek, kredi almadan yaşar hale geleceksiniz “ diyen bir yiğit çıkmayacak mı?

      Çözüm ne kardeşim?

Çözüm, yediden yetmişe üretim seferberliği,

Çözüm, savaşlara ayrılacak paraların, üretim ve  Milletin refahı için harcanması

Çözüm, Büyük şehirlerden, kırsal alanlara dönecek ailelere tarımsal yatırım hibesi ya da 20 yıllık sıfır faizli kredi.

Çözüm, Kazançtan verginin kaldırılması harcarken sadece yüzde 10 vergi alınması.

Çözüm, Eğitim ve öğretimde, üretime dair reform.

 Çözüm, Karma ekonomik sisteme, Vatandaşın yapamadığı işlerde devletin üretime girmesi.

Çözüm, Sigorta primlerinin günde sadece 10 TL ye çekilmesi.

Çözüm, vatandaşın borçlarının, ev kredileri gibi 15 yıla yayılması.

Çözüm, sicil temizlenmesi.

O kadar çok çözüm yolu var ki değerli okuyanlarım; yanlış bilgilendirme ve yandaş kayırmalar önlendiğinde, İsterse yetkililer, Milyarlarca lira kazananların kazançlarının halka yayılması hali sorunları kökünden çözer ve bunları yapanları tarihe kaydeder.

   Saygılarımla Mehmet Kızılaslan 2020-10-27

   

2 Ekim 2020 Cuma

YAZAMIYORUM.

 

                                                           

         O kadar çok yazacak konu var ki, neresinden başlayacağımı bilemiyorum dostlarım.

        Dünya, ekonomik bir çıkmazın içinde, yeni bir çıkış yolu arıyor. Yeni normallerin ne olacağını kestirmekte zorlanıyorum. Yazamıyorum.

        Ülkem adı konulmamış bir ekonomik kriz içinde, Yeni arayışlar içinde, yaptıkları iyi şeylerin, söylenmeyen ve konuşulamayan kötü şeylerin arasında yaptıklarının nankörü olmamak için yazamıyorum.

       Alış veriş yaptığımız tacirler, malum paranın karşısında TL nin erimesinden rahatsız olduklarından, bir gün önceki fiyatlar ertesi güne uymuyor. Her gün bir tık ürünlerine zam yapıyorlar.  Haklılar mı haksızlar mı, bilemediğim için yazamıyorum.

        Siyasilerin, liderler dışındakilerinin, mevcut durumdan çok mu memnunlar, yoksa değiller mi ondan mı susuyorlar, bilemiyorum. Yazamıyorum.

Muhalefet liderinin, kahve hanelerde ki  yeni  uygulamalar için önerdiği, her oyunda, yeni oyun kağıdı açılması fikrine imreniyorum, utanıyorum yazamıyorum.

      İktidarın, halkın içinde bulunduğu, ekonomik sıkıntılardan uzaklaşması için, gündemde Kardeş ülke Azarbeycan  haberlerinden başka haber yokmuş gibi, başka haberleri gündem dışı bırakmasını görüyorum. Sanki o haberler bitince, vatandaşın ekonomik durumunun düzeleceğini mi zannediyorlar; diye düşünüyor, yazamıyorum.

      Odaların, kooperatiflerin, sendikaların, borsaların,  pandemi sırasında birçoklarının, üyelerinin durumlarına seyirci olmaktan başka bir faaliyet gösteremediklerini görüyor, içimden patlıyorum ama yazamıyorum.

       Yerel yöneticilerin, pandemi sırasında dahi yoldan, taş döşemek ten başka bir iş yapmadıklarını, Üretime dair verdikleri sözlerin hiç birisini uygulamadıklarını görüyor, kahroluyor yazamıyorum.

       Vatandaşın içinde bulunduğu sıkıntıların gerçek müsebbiplerini göremeyip, yapılan haberlerden dolayı sadece kendilerini suçlu sayan, aile bireylerinden dolayı, yuvaların yıkılışlarını, intiharları, cinnet geçirmeleri, seyrediyorum kahroluyorum, yazamıyorum.

     Yakın çevremde bile çaresizlikler içinde kıvranan insanların yeni  normallere karşı hiçbir arayışlarının olmadığını görüyor, “Elle gelen düğün bayram” deyip, çöküşlerini, erimelerini, yok olmaya doğru gidişi kabullenmelerini görüyor, yazamıyorum.

      Velhasıl dostlarım, Kahramanlık, hamaset, nutuklarından başka herhangi bir şey yokmuş casına tükenişimizi görüyorum, yazamıyorum.

      Çözüm, çözüm ne biliyor musunuz dostlarım, Çevremizde, çözemediğimiz, ya da çözüm gibi sunulan ama, ekonomik olarak vatandaşımızın cebine, bir kuruş katkısı olmayan, her nutuk ve böbürlenmeden, uzak duralım, inanmayalım.

        Biz üretmek için bir yol bulalım.

      Elimizden ne geliyorsa, hemen üretimin bir ucundan başlayalım.

     Zeytin sezonu geldi. En basitinden, çarşıya gidip ala bildiğimiz kadar zeytin alıp çizerek ya da kırarak tatlandırıp ertesi hafta aynı pazarda satmayı düşünelim.

     Zeytin üreticileri sahipsiz, ürettikleri değerinin altında satılıyor. Bir el de biz verelim, ürünlerini alalım, tatlandıralım satalım. Bizlerde kazanalım.

      Bir evlik bahçemiz varsa, eskiden olduğu gibi bir karış yerini boş bırakmayalım. Tohumu toprakla buluşturalım, bir şeyler üretelim.

       Kurtuluşumuz Üretimde, dostlarım üretimde. Saygılarımla .

                  Mehmet Kızılaslan   2020-10-02

 

 

24 Ağustos 2020 Pazartesi

SON GELİŞMELER

 

                                                                               

               Ülkemin kara deniz sınırları içinde Doğal gaz bulundu. Vatana Millete hayırlı olsun. Gerçekten faydalı olacak bir gelişme. Allah razı olsun bulandan, buldurandan, çıkarmak için çaba harcayandan emek verenden, Milletin kullanımına sunmak için her türlü engele göğüs gerenden.

               Enerji, hepimizin ihtiyacı ve onsuz bir hayat düşünülemez. Ancak her şeyden çok daha önemlisi, doğal çevremizin korunmasıdır.

            Giresun ilimiz ve çevresinde sel felaketi yaşandı an itibari ile ölen vatandaşımızın sayısı 7 ye yükseldi. Allah daha çok artmasından hepimizi korusun.

              Enerji elde edeceğiz diye, Derelerin sularını bir boru ile çevrim santrallerine aktarmaya kalktınız. Derelerin yataklarını suyu kontrol altına aldık diye, kapattınız, imara açtınız sonuç felaketle bitti.

             “Her dere yatağına kırk yıl sonra dahi olsa döner” diye bir eski söz vardır. Belediyeler kazanç temin etsin diye, dere yataklarını sözüm ona basit bentlerle ıslah ettiğimizi zannettik ve imara açtık.  Milyarlarca zarar orta ya çıktı. Hadi o parayı zaman içinde kazana biliriz de, Ya ölen vatandaşlarımız nasıl geri gelecek.

            Efendiler, bu dünya nimetleri aklımızı aldı, doludizgin hepimiz kendi sonumuza doğru yol alırken, yaratanın yaratılış kurallarını da çiğniyoruz. Dünyanın dengesini bozan girişimlerde bulunuyoruz.

            “ Efendim ben vatandaşıma yardımcı olmak için, onun yararına kararlar alırken, onların istekleri doğrultusunda izinler verdim. Şimdi suçlu biz mi olduk diyen” yetkili, amir memur, bakanların konuşmasını duyar gibiyim.

        Evet, suçlu sizlersiniz. Vatandaşlar en kolay ve kendi çıkarına çözümler isteye bilirler. Sizler seçilmiş ya da atanmışlar; onların düşünemediklerini düşünmek, onların göremediklerini görmek, onların senelerce sonra başlarına gelecekleri, engellemek zorundasınız. Çünkü sizler yetkili yerlerde bilgi birikimli ve ileri görüşlü olmak zorundasınız.

             Oysaki sizleri uyaran, binlerce çevreci ve ileri görüşlü insanların girişimleri de vardı. Eylemleri de vardı, uyarıları da vardı. Dinlemediniz, gücünüze, iktidarınıza ve kolluk kuvvetlerinin emrinizde olmasına güvendiniz.

               Çamura battınız efendiler. Bu çamura batma işinde bu can ve mal kayıplarında sizin dahliniz var. Sizin cebinize giren üç kuruş için hem ülkemizin, hem insanlarımızın, hem dünyamızın kanına girdiğinizi göremiyorsunuz.

             İki adım ötenizi göremediğiniz yetmiyormuş gibi insanımıza “Bu bir doğal afet ne yapabiliriz ki?” diye soruyorsunuz. Sormayın efendiler, Bela, afet, geliyorum diye bağırırken, bilim adamları, her fırsatta sizleri,  uyarırken; onların söylemlerini konferanslarını bir yerlerinize dinlettiniz.

            Muhakkak ki bu felaketler insanoğlu için bir ders ve uyarıdır. Önemli olan, Devlet adamlığı, felaketleri yaşamadan engelleyebilmek ve felaketin gele bileceğini göre bilmek sanatıdır.

           Gelelim JES lere, Jesler yasaklanamaz. Yasaklanması da doğru değildir. Enerjisiz bir ülke, bir yaşam düşünemeyiz artık. Kanunlarını kanun hükmindeki karaları; çevreye zarar vermeyecek şekilde  çıkardığımızda, Jesler, hayatımıza katkı sağlar. Nasıl mı? “Re enjeksiyon yapmayan kuyu sahipleri önce hapisle cezalandırılır. Tekrarı halinde kuyusu kamulaştırılır”

         Her konuda yasaları, bir Cumhur Başkanlığı Kararnamesi ile değiştire bilen, Tek başkan, Tek Lider, Saygı değer Dünya liderimiz, yukarıdaki koyu renkli kararı yayınlayamazlar mı acaba?

           Yayınladıkları zaman yandaşlar mı rahatsız olur acaba?

          Bir dahaki seçimlerde oy vermezler mi kendilerine?

           Çok mu zordu kara deniz bölgesindeki Hidro Elektrik santrallerini çevreye zararsız halde yapmak, yoksa birazcık daha pahalı mıydı?

            Çok mu zor Jeo termal Enerji santrallerini çevreye zararsız halde yapmak, Re enjeksiyon konusunda yaptırım kararları vermek, yoksa biraz daha mı pahalı idi?

            Bu Milletin aklıselimi olan insanları, bu soruların cevabını biliyor efendiler. Siz artık, Bu Milletin canı ile, kanı ile sağlığı ile oynayamazsınız.

           Sağlık denince, kovit 19 tekrar hareketleniyor. Allah korusun, tedbirler yetersiz kalmaya başladı. Siz yine vatandaşın üzerine atacaksınız bunun suçunu da. Yok, maske takmadı, yok mesafeyi korumadı, yok hijyene dikkat etmedi.

          Efendiler karşılıksız bastığınız Yüz Elli Milyar TL nin, Elli Milyar TL sini; memur amir, çalışan, emekli dışında kalan, işini kaybeden. İş erini kapatan, çalışamayan gelirleri duran, Beş Bin Aileye, Beş ay boyunca, İki Bin TL yardım etseydiniz sorunu çözerdiniz. ( Elli Milyar TL yapar bu yardımın tamamı)

          Siz ne yaptınız? Otelleri, tatil yerlerini açtınız. Şimdi Üniversiteler uzaktan eğitim yapacak, belki de orta ve ilk öğretim açılamayacak.

         Sizler var ya, sizler ya iki adım ötenizi göremeyecek kadar, safsınız, cahilsiniz. Ya da Bu milletin geleceğine dinamit koyacak kadar ………. .

        Ülkelerin geleceği, sadece polisiye tedbirlerle korunamaz.

        Onlarca polis teşkilatı ve kendinize özel ordu da kursanız, Bu Cennet ülke böyle korunamaz.

                    Saygılarımla.      Mehmet Kızılaslan 2020/8/24

        

  

28 Temmuz 2020 Salı

VATANIMIZA MİLLETİMİZE HAYIRLI OLSUN AYASOFYA


                      
    Allah bütün emirlerini ve yaptırımlarını iyi insan olmamız için emretti.
İyi insan ne demek?
    İyi insan, İnsanlarla, hayvanlarla, doğayla, çevreyle ilişkilerini iyi şekilde sürdüren, hiçbir şekilde zarar vermeyen, aksine iyi yönde katkıda bulunup faydalı olmak zorunda olan insandır.
  İyi insan, ibadetlerini, Allah’ın emirlerini yerine getirirken, yaşantısının her kademesinde kendisini temizleyen, çevresine iyi yönde örnek olan, katkıda bulunan insandır.
   Allah’ın emirleri iyi insan olma yolunda birer araçtır.
   Namaz kılmak, oruç tutmak, hacca gitmek, hayır hasanet yapmak iyi insan olma yollarında araçlardır. Çünkü bunları yaparken arınır insanlar.
    Yüce yaratıcı, Namaz kılan kavgacı ve ayırımcı, nifak sokucu insan istemez.
    Allah, namaz kılan, oruç tutan ama hırsız, soysuz, ırz düşmanı insan olmanızı istemez. Namaz kılarken vicdanımızı temizlemenizi ister.
    Bu çerçevede, İyi insanlar hem kendisini temizleyen, arındıran  insanlardır. Hem de vatana Millete, faydalı olan insanlardır.
   Vatana Millete faydalı olmak?
    O kadar geniş bir alanı kapsasa da, İstanbul’u Yurt edinmemizi sağlayan,  Fatih Sultan Mehmet Han, Yattığın yer cennet olsun. Bize İstanbul u fetih ettiğin ve İslam alemine bıraktığı için, iyi insanların başında gelir.
    Osmanlının çöküşüne sebep olan padişahlar, zevk ve sefaya dalanlar, yapılması gerekeni yapmayanlar, Muhakkak ki kendilerine özgü ibadetler yapsalar da, emanetleri koruyamadıkları için Vatana Millete zarar verdikleri için, İyi insanlar olarak anılamazlar.
    Vatanı düşman işgalinden kurtaranlar, Milletin yabancı işgalciler tarafından, canına, malına, ırzına, namusuna göz dikenleri Milletle birlikte denize dökenler, İşte onlar var ya onlar da Vatan kahramanları ve Allah katında inanıyorum ki en makbul insanlardır.
      Biz Onlara, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları diyoruz.
 Geçmişte hangi sebeple, hangi ortamda ve şartlar altında,  Fatih Sultan Mehmet Hanın Camiye çevirdiği Kiliseyi, Müzeye çevirmişlerse de, Allah katında yeryüzünün, her noktası birer mescit olduğunu düşündüğümüzde,
      Osmanlının kaybedilen topraklarının On yedide biri üzerinde tekrar Anadolu topraklarında bir İslam Devleti olan Türkiye Cumhuriyetini kuran, Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına dil uzatanlar, gaflet delalet hatta hıyanet içindedirler.
      Sayın Cumhur Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ekibinin, Geçmişte Müzeye çevrilen,  Fatihin Camiye Çevirdiği Kiliseyi, Tekrar Fatihin vakfiyesi üzerine Camiye çevirmesine, İslam alemine verilmiş en büyük hediye olarak değerlendiriyor. Allah razı olsun diyorum.
      Yetkililerin bazılarının, şu ya da bu şekilde ayrıştırıcı parçalayıcı, nifak sokucu açıklamalarını; Allah’ın iyi insan olma emrine karşı geldikleri için, kınıyorum.
      Partilerini ve parti başkanlarını överken, sürçü lisan ederek ya da kasıtlı şekilde, O övdükleri göklere çıkaramadıkları fakat Osmanlının çöküşüne ve hatta işgaline sebep olan padişahları baş tacı yaparken; onların koruyamadıkları topraklar üzerinde Yeni bir Türkiye Cumhuriyeti inşa edenleri tu kaka etmelerini hazmedemiyorum.
        Mustafa Kemal Atatürk bu Toprakların her zerresinde tekrar namaz kılma imkânı sağlayan bir ekibin Lideri bir dehadır.
       Mustafa Kemal Atatürk, Dünya sermaye sistemine karşı savaş vermiş ve ülkesini, 10 yıl içinde tam bağımsız hale getirmiş bir liderdir.
       Mustafa Kemal Atatürk, tersanelerine girilmiş, postanesi elinden alınmış, toprakları yakılmış yıkılmış, işgal edilmiş bir Anadolu’dan,  kendi kendisine yeten, bir vatan kurmuş, dâhidir.
      Mustafa Kemal Atatürk, bu gün içinde namaz kıldığımız, Ayasofya’nın da bulunduğu, İstanbul’u, Fatihten sonra tekrar Fetih eden, İngilizlerden geri alan, kurtaran Kahramandır.
     Fatihten sonra, ikinci Fatihtir.
       Unutma ki, o övdüğün Osmanlının son padişahları, beceriksizlikleri ve uçkur sevdalıları oldukları için, İşgalin davetçileri olmuşlar ve İngiltere’nin mandası olmaya razı olmuşlardır.
       Bu gün sadece Ayasofya da değil, Anadolu’nun her yerinde, namaz kılabiliyorsan eğer,  Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları sayesinde kılabildiğinizi unutmayınız.
       Allah iyi insan olmayı emrederken, adil olmayı, adaletli olmayı ve iyilik yapanlara dil uzatmamayı da emreder.
         Ha bir şeyi, daha hatırlatmakta yarar görüyorum. Sizler işgalin, hala topla, tüfekle, silahlarla ve çizmeyle olduğunu zannediyorsanız yanılıyorsunuz. İşgallerin en kötüleri sermayelerle yapılıyor artık.
         Allah korusun çevremizde işgal edilen ülkelerin tamamında, ezanlar hiç dinmemişti, bayraklarda hiç inmemişti. Gariptir, inananlar birbirleri ile aralarına düşmanlık sokularak savaştırıldılar. O ülkeler şimdi yok gibiler.
        Her fert ağzından çıkan düşmanca sözlerin, yarın çocuklarına, komsusunun çocukları tarafında sıkılmış bir mermi olacağını düşünerek söylesin. Düşmanlık tohumları ekmesin.
         Saygılarımla .
                                 Mehmet Kızılaslan 2020-07-28
         
  

22 Temmuz 2020 Çarşamba

ÜLKEMDE NE EKSİK?


                                       
             Ülkemde Allaha şükür her şey var.
           Eksik yok, fazla olan birçok şey var, diyenlerinizi duyuyorum.
           Eksik olanın, eksikliğini göre bilmek için, onun başka yerlerde olduğunu görmeniz ya da düşünen sorgulayan ve olmasını hayal eden beyninizin olması gerekmez mi?
      “Her şeyimiz var adam, bir sen eksiksin, üzülme sen evimize gel yeter” diyen kadının sözlerinin arasında, gönlünün bolluğu, eşinin alamadıklarından, ulaşamadıklarından dolayı üzülmesini istemeyişinin ve sağlığını bozmamasına dua edişini okursunuz.
       O biliyordur evde eksiklerin neler olduğunu. O bildiği halde eşine sorar, acil olarak alması gerekeni, gözünden kaçanı karısından duymak ister. Karısı da biliyor ki onun cebinde almak istese de alacak parası yoktur. Üzmek istemez kocasını.
       Bu diyalogda saygı vardır, sevgi vardır, geçmişten gelen, sorunlara, dertlere yokluklara katlanmak duygusu vardır.
       Eksik olan her ne ise bilinen görünen ve ihtiyaç hissedilen, tahammül sınırlarının sonuna kadar dayanılır, görmezden gelinir. Üzülmek istenmez, imkansızlık içinde kıvrananlar.
       Hiçbir aklı selimi olan kimse imkansızlıklar içinde kıvrananları üzmek, ezmek istemez. Kendisini üzer, kendisini ezer, yok olanları var sayar, yokluklar içinde ortaya koyulanlarla yetinir mutlu olur. Mutlu eder.
      Birde, bolluk içinde yüzenler vardır.
      Açın, yoksulun, hakkını yiyen, tüyü bitmiş, bitmemiş yediden yetmişe, Milletin kazancını helal mi haram mı diye sorgulamadan götürenler vardır. Bunlar kendileri aksırıncaya, tıksırıncaya, o lanet olası işkembeleri patlayıncaya kadar yeseler de, yine de gözleri doymadığından, hep eksikleri, hep doymayan bir yerleri vardır.
       Onlar için geri kalmış ülkelerde tüm kurumlar seferberdir, hizmet için. Bütün yasalar onlar için yapılır. Bütün güvenlik tedbirleri onlar için alınır. Ve Devlet onların kasasıdır, soyulmak için. Ve devler onların çiftlikleridir, talan etmek için.
      Özgürlükler sınırsızdır, alabildiğine sonsuzdur onlar için.
       Hak arayanlar, sorgulayanlar, emeğinin karşılığını isteyenlerin ise, katli vaciptir. Onların nefes almaları bile suçtur. Sorgulayan, okuyan, başka devletlerde var olanları, insanlık yararına kendi ülkelerinde isteyenlerin tamamı, hapishanelerde sürünmelidirler. Dışarılarda gezmeleri suçtur. Virüs gibidir onlar. Tecrit edilmeleri gerekir toplumdan.
         Bu veriler dahilin de, ülkemde ne eksik diye sorduğumda, Düşünenler için sorgulayanlar için daha adil bir dünya isteyenler için;  İnsan hakları, kadın hakları, hayvan hakları, Özgürlükler ve demokrasi eksik.
     Hakim sınıflar için, her şey yerli yerinde, yediğimiz önümüzde, yemediğimiz arkamızda. Her şey fazlası ile var. Hiçbir şey eksik değil. Çünkü herkes olaylara kendi çerçevesinden bakar ve ona göre kara verir.
      Ne demişlerdi?
     “Kriz bize dokunmaz, bizde ekonomik sorun yok. Ülkemiz uçuşa geçti. Ekonomimiz şaha kalktı”
       Bazen intihar edenleri, cinnet geçirenleri, iş yeri kapatanları, işçilerini eksiltenleri, icra dosyaları altında kalanları, ekonomik sebeplerden yuvalarını yıkan ları, ve bu haberleri veren TV kanallarının tamamının PATAGONYA ülkesinde olduğunu düşünmüyor değilim.
       Ben ülkemle Patagony yı ne zamandan beri karıştırır oldum?
      Ne zaman akıl hastanesine düştüm?
      Ne zaman salıverdiler?
      Sonuç ne kardeşim?
      Ne halt etmeye yazdın bu kadar yazıyı ve neden meşgul ediyorsun insanları?  
        Neden işgal ediyorsun internet gazetelerindeki sayfaları?
       Birazcık sesli düşünmeye çalıştım. Birazcık hakim sınıfın izin verdiği ölçüde gerçekleri, kendi kafamca yazmaya çalıştım.
        Üzdü isem, sürçü lisan etti isem af ola. Allah’ım aklımıza mukayyet ol.
                      Mehmet Kızılaslan   2020-07-22

3 Temmuz 2020 Cuma

GÜNÜMÜZ İNSANLARININ SORUNU


                                       

      İnsanların parasal sorunları muhakkak ki en büyük sorun.
    Ancak insanların parasal sorunlarının,  başına gelenlerin ve birçok olayların, kendi yanlış tercihlerinden ve yetinme duygusunun olmayışından kaynaklandığını bilmemekte olmalarındandır.
     Mutlu insanlara ve geçmişte mutlu olduğumuz zamanlara bir baktığımızda, genellikle parasal imkânlarımızın az olmasına rağmen, mutlu olmamızın sebeplerinin başında, içinde bulunduğumuz imkânlardan yetindiğimizin olduğunu görürüz.
      Ne zaman yetinmemeye, ne zaman daha fazlasını çalışmadan istemeye, ne zaman başkalarının imkânlarını kıskanmaya başladık mutluluğumuz eksilmeye başladı.
      Bilmedik kendimize kötülük yaptığımızı. Bilmedik mutlu olmanın yollarını kapatmaya başladığımızı.
      Bilemedik rızık ve ömür Allah’ın garantisindedir.
      Bizden daha güç durumda olanları görmedik.
       İstemeye geldiklerinde vermedik.
       Allah versin dedik.
      Oysa  ki, elimizdeki ihtiyacımızdan fazlasını dağıtıp, dağıtmayacağımızı kontrol için Allah tarafından gönderilmişti, o isteyen.
     Daha fazlasını, daha fazlasını kazanmak için her yolu mubah saydık.
     Verilenin fazlasını, paylaşmayı, enayilik saydık.
     Ticaretimizde, mesleğimizde çok kazanmak için, her tür yolu denedik, yetmedi; hile ile hurda ile siyasetin içine girersek, Devlet den nemalanmamız, çok daha kolay olur dedik.
      Kul hakkı nedir, haram, helal ne demek, öğrenmedik.
     Temiz insanları vitrinimize koyduk, seçildik. Onları da, onları sevenleri de, kullandık. Aldattık.
     Makamlara geldik.
     Geldiğimiz makamlarda, haksız kazanma ve devleti milleti dolandırma çeteleri kurduk. Adına şirketleşme dedik. Siyasi örgütlenme dedik. Ticaret dedik. Sadece kendimizi aldattık.
     Bizden öncekiler kazandı, sıra bize geldi dedik. İyi insanları vitrine koyduğumuz için ya da Allah tarafından denenmek için o makamlara geldiğimizi düşünmedik.
      Kötü örnekleri, örnek aldık. Oysa ki bu hem bizim, hem de bizi seçenlerin sınavı idi, düşünemedik.
Bu yaptığımız yanlışlar zinciri içinde, çok paraların sahibi de olduk, Zengin de olduk. Ama mutlu olamadık. Bir yanımız hep eksik oldu.
     Bizim asıl sorunumuz parasal sorun değildi aslında, İnsanlık sorunu idi, Ahlak sorunu idi, vicdan ve inanç sorunu idi bilemedik.
     Kendimize, milletimize çevremize ve bizi örnek alan geleceğimize, çocuklarımıza kötü örnek olduğumuzu bilemedik. Kendimiz mutlu olamadığımız gibi onların geleceklerini yediğimizi de düşünemedik.
       Sonuç ne biliyor musunuz okuyan dostlarım? Bu dünyada haksız olarak kazandığımız her şey, Hem bu dünyada ki mutluluğumuzu, hem de öbür taraftaki huzurumuzun sonunu hazırlıyordu bilemedik.
                            2020-07-03   Mehmet Kızılaslan