24 Aralık 2021 Cuma

HAMPACI MİLLET OLDUK

 

                    

        Hampacı ne demek? İnsanların sırtından geçinen kimse İngilizce, Hump kelimesinden türediği söyleniyor. Türk Dil Kurumu na göre ise, Hazırdan yiyen, başkasına yük olan kimse. Olarak tarif ediliyor.

        Üretenin, çalışanın, alın teri ile geçinmeye uğraşanın küçümsendiği ve dolambaçlı yollarla halkın sırtından geçinmeye çalışanların çoğaldığı günümüzde; ülkemizde her gün yeni olaylarla karşılaşıyoruz.

       Efendim dolar yükselecekmiş dolar alalım. Faiz düşünce kazancımız azalır, avro alalım. Aldınız gördünüz ananızın örekesini.

      Geçmiş dönemlerde,  Eczacı  Mehmet Gebenç kardeşimizin literatüre soktuğu Üç Kağıt Ekonomisi kelimesini bir çok ekonomist kullanmıştı. Ne yazık ki Hampacı küçük birikim sahipleri, dolandırıcı büyük sermayedarların oyununa gelip borsada oynamışlar, çok az kişi para kazanırken çoğunluk borsada birikimlerini kaybetmişti.

       Üç Kağıt ekonomisinden kasıt, Döviz, Faiz, Borsa, kastedilmekteydi. Ülke dışında, Borsa ya para yatıranlar, bir yılda, yatırdıkları paranın taş çatlasın Yüzde Onu kadar para kazanırken, Bizim ülkede bu kazancı bir gecede veriyor gibi gösteren kurumlar halkı dolandırmışlar, Millet hüsrana uğramıştı.

        Döviz dediğimiz şey, Yabancı para, Yani Dolar ve Avro bu paraların birisinin ABD de Fed tarafından karşılıksız basıldığını bilmeyeniniz yoktur. Bu parayı cebinizde taşımak; karşılıksız basan ülkeye karşılıksız olan kağıt karşılığında, kredi vermek demek, olduğunu hiç kimse düşünmedi. Hepiniz cebinizde taşıdığınızda zengin olacağınızı düşündünüz.

     Keynes, seneler önce Altın karşılığı basılması gereken paraların, Artık altın karşılığı olmadan basılmasına karar veren IMF de, Bütün Dünyanın Dolar kullanmasını önerdi. ABD bunu kabul etmedi. Çünkü, ABD, dolarını, dünyada ileride silah olarak kullanmayı hedefliyordu ve her zaman da kullandı.

    Yine Keynes, Faiz, Paranın gayri meşru çocuğudur, diyerek aşağılarken. Diğer taraftan  İslam dini Faizi yasakladı.      

    Bakara suresinin 275. Ayeti şöyle der. Faiz yiyenler (kabirlerinden) şeytan çarpmış kimselerin cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar. Bu hal onların,  “Alım-satım tıpkı faiz gibidir” demeleri yüzündendir. Halbuki, Allah alım-satımı helal, faizi haram kılmıştır. Bundan sonra kime Rabbinden bir öğüt gelir de faizden vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve artık onun işi Allaha kalmıştır. Kim tekrar faize dönerse işte onlar cehennemliktir, orada devamlı kalırlar.

        Biz bu üç kağıt ekonomisinde para kazanmayı düşünürken Ülkemizin kurucusu, Mustafa Kemal Atatürk   "Çalışmadan, yorulmadan, üretmeden rahat yaşamak isteyen toplumlar, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini ve daha sonra da istiklal ve istikballerini kaybetmeye mahkûmdur." Demiş ve üretim ekonomisinde Karma ekonomik sistemi uygulayarak ilk on yılda ekonomik bağımsızlığa kavuşmamızı sağlamıştır.

        Şimdi efendiler buraya kadar anlattığımı anladı iseniz, zaman içerisinde ülkemiz insanının çalışmaktan, üretmek ten uzaklaşarak, hampacı ve beleşçi yöntemlerle para kazanma yolları arar hale gelmesinin yanlışını da görmüşsünüzdür.

        Bir baba, çocuklarının yanlışa gitmesini engellemek zorunda ise; Devlet yöneticileri de, Milletin yanlışa gitmesini, soymasını, soyulmasını, aldatmasını, aldatılmasını engellemek zorundadır.

     Bunu nasıl yapar?

     Çözüm nedir?

       Paranın kayıt altına alınması kökten bir çözümdür. Bunu çok önceki yazılarımda anlattım. Bunu hiç dikkate almadılar. Ve ülkemde soygun devam etti.

       Başka bir çözüm yolu daha var. Bu da, Dolara endeksli, Yeşil TL ve Avroya endeksli, Kırmızı TL basılacak ve bu paralar, Vatandaştaki Dolar ve Avro ile değiştirilecek. İç piyasalarda dolaşan Türkiye Cumhuriyetinin bastığı dövize endeksli Türk lirası olacak ve bütün dövizler merkez bankasında ya da hazinede toplanacak. Sadece dışarıdan mal ithal edenlerin parası ithal edilen malın karşılığı olarak yurt dışına çıka bilecek.

      Hiçbir kimse dövizle oynayıp ülkenin ekonomisini bozamayacak. Hiçbir kimsenin parası durduk yerde değer kaybetmeyecek. Millet zarara uğratılamayacak. Döviz yatırım aracı olmaktan çıkarılacak.  

         Bu ülke hepimizin ise eğer, Devlet, Milletini, milletinin birikimlerini, korumak zorundadır. Milletin Fertleri ne kadar beleş den para kazanmaya çalışırsa çalışsın, bunu önleyecek. Bu beleş çi fertlerin para kazanayım derken dolandırılmalarını da önlemek zorundadır.

        Bu son oynanan oyunlarda, Suç beleşten para kazanmak isteyenlerle, bunları dolandıranları engellemeyen sistemdedir  dostlarım. Silkelenmek, sistemi kurmak ve üretime dönmek zorundayız. Üretmeyen Milletler, istikbalini ve İstiklalini kaybetmeye mahkum olurlar. Ne yazık ki O yöne doğru gidiyoruz. Buna dur demek, sistemi düzgün kurması gereken Hükumetlerindir.

                 Saygılarımla.  Mehmet Kızılaslan              2021-12-24

     

   

     

       

14 Aralık 2021 Salı

TOKİ NAZİLLİ DE NE YAPIYOR? “ TOSİ” KURULMALI

 

                              

        Bildiğiniz gibi, Toplu Konut İdaresinin adının kısaltılmışı olan TOKİ, Hükumet temsilcilerinin deyimi ile Fakir Fukaranın, Garip gurebanın ev sahibi olması için kurulan bir inşaat şirketi idi.

       Birçok il ve ilçede de bu söyledikleri, dar gelirli kesimin konut edinmelerine bir hayli katkıda da  bulundular.  Allah razı olsuN

       Ne gariptir ki çeşitli sebeplerle İlçemize bir çivi çakması nasip olmayan, Toki’nin Bu gün, Nazilli Devlet su işlerinin Arazilerine göz diktiği öğreniliyor.

      Kendilerine konut yapmaları için sunulan, Topan dağ mevkiindeki Yüz Otuz  dönüm arazi yerine; Şehir merkezindeki, Devlet su işlerine ait, On Altı dönüm araziye konut yapmak için ısrarlı olduklarını öğreniyoruz. Yerel deki Hükumet temsilcileri ve vekillerin bu konuda kendilerine müdahale etmediklerini ve hatta en gel olmak isteyenlere karşı tok inin yanında yer aldıklarını öğreniyoruz.

      Bazılarınız “ Ne var bunda, ne güzel işte şehir merkezinde fakir fukara ev sahibi olacaklar” diye bilirsiniz. Ben de diyorum ki, Şehir merkezinde kamuya ait On Altı dönüm araziden başka pek dişe dokunur büyüklükte arazi kalmamıştır.

      Şehircilik açısından baktığımız da, Devlet Su işlerinin, On Altı dönümlük arazi ileriki günlerde Kamu binaları için kullanılmalıdır.

      Diğer yandan, bu arazi çok kıymetli bir arazi olduğundan Yapılacak konut maliyetlerine arsa maliyeti eklendiğinde ortaya çıkan binalar çevresindeki binalar ile kıyaslandığında ucuz konutlar olmayacak ve hedef kitle fakir fukara ya  değil, zengin kesimlere konu sahibi yapacaktır.

      Başka bir açıdan bakıldığında Topan dağdaki arazi Yüz Otuz dönüm olduğundan çok daha fazla konut yapılmasına imkan sağladığı gibi, şehrin mevcut alt yapı sorunlarını daha fazla zorlamayacak o alanda uydu bir mahalle olacağından, kanımca çok daha uygun olacaktır.

        Şimdi efendiler, sizlere soruyorum, Sizler Toki  yöneticileri, şu yada bu şekilde İlçemize bu güne kadar girememiş olmanızın öcünü mü almak istiyorsunuz? Şehrimizin en kıymetli arazilerinden birisi olan Devlet Su İşleri arazisine ileride kamu binaları yapılacak olursa bunu mu önlemek istiyorsunuz?  İyilik yerine kötülük mü yapmak istiyorsunuz?

         Sizler, Yereldeki Hükumetin temsilcileri, yetkililer,  Vekiller, sizlerde bu yanlışa neden dur demiyorsunuz?

      Efendiler, sizlerin de mi, bu şehre kastınız var? Kastınız yok sa, üç adım ötenizi göremeyecek basiret ve bilgisizlikte misiniz?

      Bu şehre, bu güne kadar beklenilen kadar katkıda bulunmadınız, hizmet etmediniz. Yaptığınız hizmetlerin hiç birisi üretime, işsizliği önlemeye katkıda bulunmadı. Bari bundan sonraki hizmetleriniz dişe dokunur olsun.

       Üretim deyince,  Bu ülkenin Toplu Konut İdaresinden önce Toplu Sanayi İdaresine ihtiyacı vardı. Ama yapılmış her şeyin ülkemize faydası vardır. Umarım bundan sonra her ile ilçeye üretim yerleri yapacak, “TOSİ” Toplu Sanayi İdaresi kurulur.

     Hepimiz biliyoruz ki, eskilerin bir sözü vardır. “Ev alma dükkan al. Dükkan evi alır ama ev dükkan alamaz.” Akıllı insanlar, bu nedenle önce dükkan alırlar. Çünkü dükkan alan insanların işleri olduğundan o dükkan sahipleri, kısa bir süre sonra ev sahibi ola bilirler.

      Önce ev sahibi olanların ise ev borcu bitene kadar iş yerleri olmaz.

       Buradan en aşağıdaki yetkililerden, en yukarıdaki yetkililere sesleniyorum. Efendiler bu şehre kötülük yapmak istemiyorsanız;  Lütfen ileride kamu binaları için gerekli olacak, Devlet Su işleri arazisine konut yapmayınız. Topan dağ bu konutlar için mükemmel bir alandır.

       Ve yine yukarıdaki efendiler, Bu ülkeye TOKİ gibi, TOSİ yi kurunuz. Toplu Sanayi İdaresi bu ülkenin işsizliğini önlemede; iş yeri sahibi olmak isteyenlere büyük bir olanak sağlayacaktır.

      Önce iş, sonra aş, daha sonra Yuva. İş olmadan aş olmaz. Aş olmadan yuva kurulmaz. Aşk olmaz efendiler. Saygılarımla.                Mehmet Kızılaslan  2021-12-14

       

4 Aralık 2021 Cumartesi

NEZAKETSİZLER

 

                                                            

        35-40 Yıl boyunca, onurlu bir şekilde öğretmenlik görevini yapıyor ve emekliye ayrılıyor.  Bir gün Nazilli İlçe Milli Eğitim müdürlüğüne gelmesi söyleniyor. Gidiyor ve en düşük dereceli bir görevli tarafından eline imza karşılığı bir belge tutuşturuluyor.

        Eline tutuşturulan ve sanki borç para almış ta bankadan senet imzalatılıyor muş gibi imzası karşılığında verilen belge, Şerefli, onurlu, bir yeni emekli öğretmenimize verilen, HİZMET ŞEREF BELGESİ.

        Bu hizmet şeref belgesinin altında Aydın Valisi Sayın Hüseyin AKSOY un imzası var.

Büyük bir olasılıkla Sayın valinin bu belgeyi bu şekilde vereceklerinden haberi yoktur. Belki de bir törenle, İlçe Milli Eğitim müdürleri tarafından verileceğini düşünmüştür. Çünkü bu tür belgelerin veriliş şekli öyledir.

        Sayın Valim, bu belgeyi imzaladıktan sonra, Bir üst yazıyla “böyle, şöyle verilecektir” diye yazmak zorunda değil ki. Gönderilen İl Milli Eğitim Müdürlüğü de, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü de Devlet terbiyesi almış olacaklarından nezaketsiz bir uygulama yapamazlar diye düşünmüştür.

         Ne yazık ki Devlet terbiyesini almamış bazı İl müdürleri, ilçe müdürler ve şube müdürleri böylesi bir Şeref belgesini, ayaklarına çağırtarak ve en alt derecedeki bir memurun elinden, O şeref belgesine layık kimseye, nezaketsizce veriyorlar. Liyakatsizlik ve nezaketsizlik örneği bir uygulama.

       Kınıyorum ve Sayın Vali Hüseyin AKSOY beyefendinin gereğini yapacağına inanıyorum.

 Bir başka nezaketsizlik örneği, TÜİK Türkiye İstatistik Kurumu müdürlüğü tarafından yapıldı geçtiğimiz günlerde.

       Yine Büyük bir olasılıkla Cumhur Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bilgileri dışında gelişen bir olaydır bu olay. Bir devlet kurumuna her vatandaş randevu alarak, randevu saatinde, almayarak görüşme sırasını bekleyerek, istediği zaman ziyaret edebilir.

      Buradaki durum da, Liyakatsiz ve nezaketsiz bir kurum yetkilisinin, ülkemizde, kraldan çok kralcı görüneyim derken, yaptığı densizlik örneğidir.

        Belki bugün yazdığım konular, çok küçük konular gibi görüne bilir, sayın okuyucularım. Ancak toplumların yönetiminde Liyakat ve Nezaket çok önemlidir. Böylesi densizlik örneği küçük olaylar, Milletin Devlete olan sevgisini, saygısını azaltır.

      Hoş bu densizlikleri yapanlar Devleti değil de, Hükumeti temsil ediyoruz diye düşünüyorlarsa, bu seferde, Hükumete olan sevgiyi, saygıyı, güveni azalttıklarından dolayı cezalarını çekmelidirler.

     Devlet kademeleri, devlet terbiyesi almış, liyakat sahibi, nezaket kurallarını bilen ve uygulayanların yeri olmak zorundadır. Aksi halde çürümeye, yozlaşmaya, laçkalığa ve sonunda çöküşe mani olamazsınız. 

       Bu ülke hepimizin efendiler. Hani derler ya “Çingeneyi çavuş yapmışlar önce babasını kesmiş” diye. Şimdi nezaket kurallarına en çok uyma zamanıdır. İnsanlar ve kurumlar kendilerine saygı duyulsun istiyorlarsa, önce muhataplarına saygı göstermek zorundadırlar.

       Nezaket, insanın en iyi erdemlerinden birisidir. Bazılarına enjekte etsek de yakışmaz, durmaz. O halde o yakışmayanlara da; devlet kademesi vermemek, verildiyse de geri almak gerekmez mi?

      Saygılarımla.      Mehmet Kızılaslan      2021-12-04

26 Kasım 2021 Cuma

SİSTEM DEĞİŞMELİ

 

                                                       

               Özellikle böylesi zamanlarda “gördünüz mü dediğimiz çıktı, biz haklıydık” demek istemiyorum.

                Senelerdir yazdığımız  “paranın kayıt altına alınması” projemiz yetkililer tarafından değerlendirilse idi; bu gün bu yaşadıklarımız başımıza gelmeyecekti. Paramızla hiçbir kimse oynayamayacaktı.

      Bütün paralar dövizler, Devlet bankalarında olduğundan öylesine kayıtsız küreksiz el değiştiremeyecek ti.

          Birileri yurt dışına döviz mi gönderecek, karşılığında ülkemize ürün getirmek zorunda olacaktı. Vergisini ödemek zorunda olacaktı.

           Birisinin hesabından, diğerinin hesabına döviz mi geçecek, devletin kasasına o paranın el değiştirmesinden dolayı, ticaret yapılmış kabul edilecek, devletin kasasına, Yüzde On para otomatik olarak akacaktı. Yani paradan para kazanmak ve Devletin Milletin geleceği ile oynamak mümkün olmayacaktı.

         Terör odaklarına akan paralar, devletin ekranından görünecekti. Rüşvet, yolsuzluk, torpil, valizlerle para taşınamadığından kesinlikle tamamen ortadan kalkacaktı.

        43 maddelik bu projemizi, Türkiye’deki ulaşa bildiğimiz bütün parti yetkililerine aktarmıştık. Ulaşamadıklarımızda iletişim kaynaklarını halkın yararına kullanmadıkları için, yani onların kendi yanlışları yüzünden ulaştıramamıştık.

         “Böylesi kökten bir çözüm önerimizi, Yolsuzluk ve hırsızlık yapmayı düşünmeyen, Liderler ve vekiller yasalaştıra bilir demiştik. Çıkmadı dikkate alan, çıkmadı” Kardeşim bu 43 maddeyi anlayamadık bize bu konuda brifing  vermek için gelir misiniz” demedi hiçbir siyasi.

        Herkes, ama herkes, yaşanan bu Türk parasının değer kaybı sonucu gelişmelerden ve sonuçlarından rahatsız ve mağdur. Hükumet çaresiz gibi, muhalefet sadece hükumetin gitmesi için olaylara gülerek bakıyor ve hemen seçim diyor.

        Ne yapacaklarını açık ve net söylemiyorlar. Söylemlerin hepsinin halkı milleti rahatlatacak inandıracak bir yanı yok. Hemen seçim.

         Efendiler Aile bütçeleri yetersiz, geçim daha da zorlaştı nasıl yapacaksınız, nasıl kurtaracaksınız ekonomiyi ve bu milleti? Dahası var eğer sistemi değiştirmediğiniz sürece, bu oyunları bugün bu hükumete oynayan kara para sahipleri, yarın size oynayacaklar.

         Yanlışlar yapıldı, yapanlar özür dilemeyi beceremediler, sorun bu değil ki; günlük aylık ve hatta bir yıllık bu sorunu çöze bilirsiniz. Hatta iktidarı değiştirmek isteyenler sizlere bu fırsatı birkaç seneliğine sağlaya bilirler. Ama hep kucaklarında olacak Türkiye ekonomisi hep diken üstünde olacak Türkiye’de hükumet olanlar.

      Çareyi söylüyoruz, Bütün taşınmaz mallar, evler, tarlalar, topraklar nasıl kayda alınmışsa, Taşına bilir mallar da, döviz, altın, TL, ne varsa bir kereye mahsus vergisiz algısız ve nereden geldiği sorulmaksızın kayıtlara geçirilsin.

      Bundan sonraki her para hareketinden, hesaptan hesaba aktarılırken, sadece Yüzde On Devletin kasasına para aksın. Tüm vergiler kaldırılsın. Bakkaldan bir çiklet alan çocuğun hesabından Doksan kuruş bakkalın hesabına, On kuruş devletin kasasına aksın. 

      Bir demir alan, odun alan, kitap alan, araba alan, herkesin hesabından satıcının hesabına aktarılan miktarın sadece Yüzde Onu devlete, Yüzde doksanı satıcının hesabına geçsin. Üç milyon vergi mükellefi sayısı otomatik olarak, Seksen beş milyon vergi mükellefine ulaşsın.

       Göreceksiniz devletin kazancı artarken vatandaşın alım gücü iki katına çıkacak. Malların üzerindeki gereksiz ve alınamayan vergiler yüzünden yükselen fiyatlar yarıya düşecek.

      Bu sistem değişmedikçe Bu ülke hiçbir boyunduruktan kurulamaz. Bu millet yoksulluktan ve işsizlikten başını kaldıramaz. Rüşvete, yolsuzluğa, teröre ve himmete giden kaynakların önüne geçemez. Yarın seçim olsa da sistem değişmedikçe yeni seçilenlerde Milletin beklentilerine cevap veremezler. Verseler bile bu çözüm geçici bir süre için olur. Üç yıl sonra, Yıkılan hükumeti ara duruma geliriz.

       Üretim mi? Onu mu soruyorsunuz? Bizim bütün türkülerimiz Üretim üzerinedir O olmazsa olmazımız. Temel gıda ve ürünlerin üretiminde karma ekonomik sisteme geçilmek zorundadır .

       Kooperatiflere de devlet garantisi gelmelidir ve Halkın katılımı kadar, devlet sermaye koymak zorundadır.

         Saygılarımla, Mehmet Kızılaslan    2021-11-26

    

27 Ekim 2021 Çarşamba

YARIŞ ATLARI YETİŞTİRDİK GELECEĞİMİZİ KAYBETTİK

 

                                    

    Çocukluğunu yaşayamadan, birbirleri ile yarışan, sadece önde olduğunda mutlu olan, çocuklar yetiştirdiğimizde; başarılı anne babalar olduğumuzu zannettik.

    Çocuklarımızın üstün olduğu, kabiliyetli olduğu, tarafları değil, bizim istediğimiz gibi olduklarında başarılı ve saygın olacaklarını dikte ettik.

    Sormadık, ne olmak istediklerini. Gözlemlemedik üstün taraflarını. Daha doğduklarında isimlerini koyar gibi mesleklerini de koyduk beyinlerine.  Olmak isteyip te olamadığımız, mesleklere sahip olsunlar istedik.

    Belki çok iyi marangoz ustası olacaklardı, engelledik. Elektronikçi olsunlar istedik. Okulu bitirdiklerinde çok iyi birer garson oldular.

    Belki çok iyi birer taş duvar ustası olacaklardı, Mühendis olsunlar istedik, bitiremediler okullarını. Bizlerin baskıları yüzünden yapamadılar istedikleri işi, yine iyi birer boş gezenin boş kalfası yaptık onları.

   O çocukluğumuzda, kendimize yapılan baskıların tamamını, çocuklarımıza yaptık. Böyle yaptığımızda her şeyin daha güzel olacağını zannettik.

    Eğitim sisteminin ve kurumlarının tüm yanlışlarını hiç düşünmeden, birer yarış atı gibi herkes den daha iyi olsunlar istedik ve belki de bir çokları istediğimiz gibi oldular, ama mutlu olamadılar.

    Bizler değişimi gelişimi göremedik ama kuyruğu dik tuttuk. Senin iyiliğin için yaptık tüm bunları diye kendimizi savunmayı da ihmal etmedik.

   Birer masa başı elemanı olmalarını istedik çocuklarımızın.

    Düşünemedik kimler üretecek, kimler icatlar yapacak, kimler yeni yöntemler bulacak, diye. Bizim çocuk masa başında rahat etsin de, kim üretirse üretsin bunları, bizim için önemli olan kendi çocuklarımızın rahat etmesiydi, Kaybettik.

    Geldik bu günlere, üretmeyen, icat etmeyen, araştırmayan ve sadece ay sonu maaşını almak için iş arayan Milyonlarca gencimiz var ortalıkta.

   Gariptir hepsinin kocaman birer işe yaranmayan diploması var ve bizim istediğimiz diplomalardan.

  Dünya,  yeni bir düzen değişikliğine gidiyor. Üretmeyenin tüketmeye hakkı olmadığı bir düzene doğru ilerliyor. Düşününüz birazcık, hepimizin çocukları masa başı istiyor kim yapacak üretme işini?

   Diziler, bilinç altımıza çok rahat bir dünya sunuyor. Kocaman bir ofis binası, arka tarafında, çok lüks otel odaları ve çok rahat kazanılan para akışı, çok rahat bir hayat.

      Peki, bu dizilerde anlatılanlar gerçek hayatta var mı?

     Var, sadece erki elinde bulunduranların çocuklarının, hayat tarzı olarak var.

      Kaç tanedir koca ülkede? Tahminen yüz kadar bunlar. Haksız kazanç sahibi hırsızların evlatları.

     Gerçek hayatta ise, her şirketin arkasında bir üretim hane, bir fabrika olmadan, öylesi bir yaşam söz konusu olamaz. Kaldı ki gerçekten üretenlerin ofisleri o şekilde lüks içinde değildir. Yaşamları da mütevazidir.

    İşte bu koşullarda yetişen ve dört koldan saldırdığımız taze beyinler, gerçek hayatı görünce aptallaşıyorlar.

      Bu bizim yanlış yönlendirmelerimizle, kabiliyetlerinden ve yeteneklerinden uzak yetiştirdiğimiz çocuklarımız, eğitim sistemimizin, üretimden uzaklaştırmaları; dizilerin hayali güzellikleri ile yetişen çocuklarımızın beyinleri dumura uğruyor.

     Yıkımlar, intiharlar ve cinnet geçirmeler, yeni nesilleri bekliyor.

   Efendiler, Önce Aile bireyleri olarak çocuklarımıza, yanlış eğitim sistemine son vermek zorundayız.

    Sonra Milli eğitim sistemimizi üretimin önünü açacak ve yeni yöntemler geliştirecek hale getirmeliyiz. “Üretime hizmet etmeyen, eğitim ve öğretim ülkeyi batırır”

      Sonra gerçeklere uymayan, dizileri kontrol altına almalıyız ülke yeniden bir üretim seferberliğine sokulmalıdır.

      Ha birde tarihimizi öğreteceğiz diye, hamaset öğreten, kılıç kalkanla ülkelerin kurtulacağını anlatan dizilerden de, uzak durmak zorundayız.  Artık kılıç kalkan ve hamaset yöntemleri ile ülkeler kurtulmuyor, batıyorlar. Saygılarımla.

                                       Mehmet Kızılaslan 2021-10-27

13 Ekim 2021 Çarşamba

DENGELERİMİZ BOZULDU

 

                                 

               İçinde bulunduğumuz günlerde, satılmış medyanın yayınlarını izlediğinizde; Ülke bayram yeri gibi. Oysa ki, ülkemde hayat bambaşka durumda.

        Başarısız ve mutsuz olanların hepsi, kendi beceriksizliklerinden ve iş bilmezliklerinden dolayı başarısız olduklarını sanıyorlar, satılmış medyada bu imaj yayılıyor.

        Sıkıntı çeken ve sebep sonuç ilişkilerini bilmeyen, olup bitenlerin yönetim hatası olduğunu irdeleyemeyen, sıradan, gariban vatandaşlarımız; kendileri hakkında olumsuz düşüncelere gark oluyorlar.  Cinnet geçiriyorlar ve intihara yöneliyorlar.

      En yukarıdaki, bir avuç tuzu kuru olanların anlattıklarına; Milletin okumamazlığından, sorgulamamazlığından, düşünemediklerinden, cehaletinden  olsa gerek, inanıyorlar.

     Sadece inansalar sorun yok. Onlar “Sorun benim, beceriksiz olan benim.”  Düşüncesine  kapılıyorlar.

    Bir de buna en yakınlarının “ Bir tek sen beceremedin, bir tek biz sıkıntı çekiyoruz.” gibi serzenişleri olursa, Yuva yıkılmalarına, cinnetlere, kaçmalara ve çöküşlere sebep oluyorsunuz.

     Efendiler  bir kez olsun bu konuda “aldatıldık” dediğiniz gibi, doğruyu söyleyin.” Biz beceremedik, sorun sizlerde değil, bizlerde” deyin de insanlar kendilerini suçlamaktan vaz geçsinler.

     İntiharlar dursun. Cinnet geçirmeler bitsin. Belki de sizleri affetme yi dahi düşünecekler, inanın buna.

      Sizler, gerçekten yanlışlardasınız. Bunu bildiğiniz halde, Milleti kandıracağınızı sanıyorsanız? gaflet delalet hatta ihanet içindesiniz demektir.

      Neden mi?

  Millete önerdiğiniz,

 Bir hurma ile doyma,

 Açlığa kanaat etme,

Yoksulluğa şükretme, duyguları önerirken;  biriktirdiğiniz taşına bilir, mal varlıklarınızı, ülkeden kaçırmaya başlayanlarınız var.

       Millete sizler,  hamaset nutukları atarken, fakir fukara yoksulluk içinde kıvranıyor.

      Yurt sorunu yok derken, öğrenciler yurtsuzluktan, ya tarikatların kucağına düşüyor, ya da ev sahiplerinin vicdansız ellerine düşüyorlar.

      Acıdığınız, üzüldüğünüz, Avrupa ülkelerinde; pandemi döneminde vatandaşına karşılıksız para dağıtırken, siz ülkemde, krediye boğulmayan, faize düşmeyen insan bırakmadınız.

      İş yerlerini kapatmak zorunda olanların,

       Cinnet geçirenlerin,

      Çocuğunu kazandığı halde, üniversitelere gönderemeyenlerin, aczinde;

      Kötü yola düşenlerin, yanlış yapanlarının, tamamının suçlarında ise; sizlerin azmettiriciliğiniz, zorlayıcılığınız ve günahlarınız var.

   Daha sayayım mı?

      Ülkede gidilen her yanlış, sizlerin suçunuzdur. Bu sadece genel yöneticilerin değil, yediden yetmişe  Vatandaşıyla alay eden,  yerel yöneticilerin de aynı derecede suçlarıdır.

    Artık masal okumayın.

    Satın aldığınız medyada, tuzu kuru gençlerin toplumla alay eden soruları “Bizimle basket oynar mısınız” “annem sizi yemeğe bekliyor” gibi manyakça soruları; ya tuzu kuru ailelerin çocukları sorarlar ya da zekası kendisine münhasır yalakalar sorabilirler.

    Yolun sonuna geldik efendiler. Bir avuç zengin dışında bütün ekonomi çöktü. Aileler dağıldı. İş yerleri kapandı, İnsanlar cinnet geçiriyorlar. Gariptir sizler hem alay ediyorsunuz, hem de tehditler savuruyorsunuz. “Daha bunlar iyi günleriniz.” “İktidara talip olmayınız.”

      Son bir şey yapınız bu Millete, “ Beceremedik, Affedin, çeşitli engeller çıktı, vaatlerimizi yerine getiremedik, sizleri ekonomik olarak rahatlatamadık.” deyin. Hiç olmazsa vatandaş bu çöküşün, başarısızlıkların sebebi sadece kendileri olduğu düşüncesinden çıkıp, intiharlardan vaz geçsin.

                                 Mehmet Kızılaslan 2021-10-13

23 Eylül 2021 Perşembe

HİÇ BİR ŞEYİ YOK AMA GÖZÜ TOK

 

         

-Suyunuzdan içebilir miyim?

-Tabi ki kardeşim, elimdeki işi bitireyim oturun size çayda ikram edeyim.

Boya yapıyordum,  acele bitirsem olmayacak, bıraktım boyamayı ellerimi sildim, oturmasını istedim. Hemen iki çay koydum beraber içmeye başladık. Yüzüne baktığımda, bilge bir adamın izleri vardı yüzünde. Gülümsemek istiyor ama gülemiyor gibi bir ifade.

-Nasılsınız iyi misiniz?

- Teşekkür ederim siz nasılsınız? Sizi işinizden alıkoymayayım.

- Hayır dinlenmem gerekiyordu zaten. Eskisi gibi, çok çalışamıyorum artık. Bir sat çalışırsam bir saat dinlenmem gerekiyor. Nereden böyle sırt çantasıyla?

-Sıcak bölgelere doğru. Antalya’ya gideceğim.

- Böyle yürüyerek mi?

-Evet. Merakım artmıştı. Bakışlarımdan anladı soracağımı. Devam etti sözlerine. Ben hep böyle yürüyorum abi. Evim yok, işim yok. Hayata tutunamadım. Artık kışın sıcak bölgelere, yazın yaylalara doğru yürüyorum.

-Nerelerde yatıp kalkıyorsun?

-Her yerde, kuytu köşelerde, parklarda, cami bahçelerinde, nerede izin verirlerse oralarda yatıyorum abi.

-İzin verirlerse dedin?

-Evet abi Parklarda görüntü kirliliği yarattığım için polisler bekçiler izin vermiyorlar. Camilerde Ya yaptıranlar yada imamlar izin vermiyorlar yatamıyorum. Nasıl yani der gibi bakışlarımdan anlatmaya devam etti. Bir gün el ayak çekildikten sonra bir parkın bankına uzandım. Bekçi geldi burada yatamazsın dedi. Neden yatamayayım diye sorunca, otele git dedi. Otel param yok gidemem dedim. Burada görüntü kirliliği yaratıyorsun dedi. Şu ağacı kes o zaman dedim, bekçiye. Neden kesecekmişim dedi. Diğer ağaçlara göre dalları düzgün çıkmamış da ondan, o da görüntü kirliliği yaratıyor onu da kes o zaman dedim. Aptalca bana baktı. O zaman kenardaki banklarda yat bari dedi. Olmaz dedim burada daha güvendeyim, burada yatacağım dedim. Zorla kaldırdı beni.

-Cami içleri daha güvenli değil mi oralarda yatsan daha sağlıklı olmaz mıydı?

-Olurdu abi de, bir gün bir köy camisinde namazımı kıldıktan sonra oturmaya devam ettim. Neden oturuyorsun burada diye sordu imam. Yolcuyum bu gece burada yatmak istiyorum dedim. Olmaz camide yatamazsın dedi. Neden yatmayayım burasını Allah’ın evi demiyor musunuz, bende onun kulu olarak onun evinde yatmak istiyorum. Köy odanız yok, başka yerde yatamam bari bu soğukta burada yatayım, dedim. Olmaz dedi. Neden kardeşim ya diye zorlayınca. Bak şu dışarıdaki hacı bu camiyi yaptıran adam. O benim seni buradan çıkarmam için bekliyor dedi.

   Hacıya döndüm, siz mi çıkmamı, burada yatmama izin vermiyorsunuz deyince, evet dedi. Çıktım hava çok soğuktu, eksi kaçlardaydı bilmiyorum havanın soğukluğunu, dışarıda yattım sabah kalkınca ayaklarımın dizlerimden aşağısı yok gibiydi yokladım ikisi de yerindeydi.

 Ağlamamak için kendimi zor tuttum. Sen burada bekler misin biraz, gelen müşterilerle ilgilen lütfen, satış fiyatları üzerinde her ürünün, satış yapabilirsin dedim. Eve gittim hazır olan yemeğimden bir tabak koydum. Bir soğan, bir domates, bir ekmek doğradım tepsinin içine, yan masaya servis ettim. Ben biraz daha çalışayım siz yemek yerken, boya kurumasın izin verirseniz dedim. Sırtımı döndüm yemeğini rahat yesin diye, boyama işine devam ettim.

   Baktım ne getirdiysem bitirmiş. Yetmedi mi acaba diye düşündüm sordum

-          Yetmediyse daha getireyim mi?

-          Hayır abi artmasın, sebil olmasın, israf olmasın diye zorla yedim, artırmadım ben onları. Allah razı olsun.

-          Afiyet olsun kardeşim. Birer kahve içelim şimdi ve birazda konuşalım mı?

-          Olur, abi soracakların var değil mi?

-          Hayır, bir hikaye anlatacağım. Tolstoy’un kitabından bir can alma meleği Azrail’in hikayesini. Merak etti, anlattım. Anlattığım hikayede Tolstoy’la Can alma meleğinin ilk karşılaşmalarında birbirlerinden korkmaları vardı. Ben senden sende benden korkabiliriz ama yaradan izin vermezse ne sen bana, nede ben sana, hiçbir kötülük yapamayız. Kal benimle, size yatacak yer, iş ve maaş vereyim. Benim kardeşim ol, yoldaşım ol.

-          Yok abi, ben gideyim. Bu güne kadar, çalıştığım yerlerin Yüzde sekseni bana yatacak yer verdim karnını doyurdum diye maaş ödemediler.

-          Ben onlar gibi değilim, isterseniz deneyelim. Allah seni bana sınav olarak göndermiştir belki.

-          Ben artık sınavlara da inanmaz oldum abi. Fakirler hem bu dünyada eziyet çekiyor hem de öbür dünyada çekiyorlar. Zenginler hem bu dünyada rahatlar hem de öbür dünyada.

-          Yapma bilmiyoruz öbür tarafı. Gel sıfırdan bir daha başlayalım.

-          Abi ben hiç artıdan başlamadım ki. Hep sıfırdaydım yine sıfırdayım, izin ver gideyim.

-          Teklif var ısrar etmeyeceğim kardeşim vardır bir bildiğiniz. Şunu al, Allah yardımcınız osun.

-          Almam abi, benim hiç param olmadı. İhtiyacım da yok. Hem de bu verdiğin para çok.

-          Olsun helal olsun kardeşim. Seni bu duruma düşürenler utansın. Allah yolunu bahtını açık etsin.

  Bu karşılaşma, benim bütün dengelerimi Allak bullak etti. Hiçbir yorum eklemeden dün başımdan geçen bir olaydı bu.

    Saygılarımla.        Mehmet Kızılaslan  2021-09-23

4 Eylül 2021 Cumartesi

KİRLETTİK DÜNYAYI

 

                                 

    Dünyayı kurtarma konferansları,  Akademik çalışmalar, Uluslararası iş birliğine çağırmalar, birbiri ardına devam ede dursun; insanoğlunun dokunduğu, değdiği, onun ellediği her yer, bozulmaya devam ediyor.

    Lütfen yazımın iki paragrafı masal gibi gelip sizi sıkmasın, okumaya devam ediniz.

     Bizler ilkokula giderken, sabah evimizden çıktığımızda, evlerinin bahçelerini süpürmeyi bitiren anneler, ablalar, nineler, evlerinin önlerini yani yolları da süpürürlerdi. Bizler her köşe başında çöp tenekeleri olmamasına rağmen elimizdeki çöpleri yol kavşaklarında bulunan varillere atmak için elimizde taşırdık.

     O evlerinin önündeki yolları süpüren analarımıza, bacılarımıza nenelerimize saygıdan olsa gerek o tek oyun alanımız olan toprak ya da Arnavut kaldırımlı yolları temiz tutardık.

    Yorulduğumuzda oynamaktan, neresine oturursak oturalım üzerimiz kirlenmezdi, sadece toz olur onu da elimizle iki silkeledik mi temizlenirdi elbiselerimiz.

    Gerçi,” çocukların kirlete bilecekleri hiçbir yer yoktur.” Kirletirlerse dünyayı büyükler kirletirler.

Büyüklerin, işlediği suçlardan, yaptıkları yanlışlardan hesap vereceği hiçbir merci yoktur. Bu onlara göre böyledir aslında. Dünyanın dengelerini bozan bu mantıktır. “Benden kim hesap sora bilir?”

    Dünyayı, maddi manevi kirleten mantığın tek sorunu, beyinlerine kazınan bu yanlış cümlededir.

    Ey efendiler Sizlerden,

Allah hesap sorabilir, zaman zaman Nuh tufanına benzeyen sellerle, Lut kavmine gönderdiği depremlerle, diğerlerine gönderdiği fırtınalarda helak ettiği gibi.

    Anlamayız belki, hepsi başka, başka yerlerde olduğundan ve bizlere ucu dokunmadığından, sıra bize gelecek diye düşünmeyiz. Allah kitabında demiştir “Siz kendinizi değiştirmedikçe sizlerin üzerinizdeki nimeti değiştirmem” ne demek olduğunu anladınız mı?

    Asıl hesap sorması gerekenler mazlumlardır aslında, Onlar hesabını; Kanunlar düzgün olduğunda, Savcılar cesur olduklarında sora bilirler.

     Kanunların düzgün olmayışı nedendir düşündüğünüz oldu mu hiç?

Kanun yapıcılar, bazı yerlerde Millet Meclisleridir. Bazı yerlerde, Krallar padişahlardır. Bazı yerlerde Başkanlar dır. Eğer bu kanun yapıcıları, İyi kaynaklardan beslenmiyorlarsa, bakınız burası çok önemlidir. Kaynaklar Maddi manevi kaynaklardan bahsediyorum; bu kaynaklar temiz değilse eğer, Yasalar temiz ve doğru çıkmaz. Doğru çıkmayan yasalar Dünyamızı kirletmeye devam eder.

    Suçlu kim diye sorduğumda, hepimiz, kendimizden başka herkesi suçlarız. Asıl suçlu bizleriz dostlarım. Yediden yetmişe dürüst ve Namuslu insanlar suçludur. Diğerleri zihniyetleri gereği yanlış yapıyorlar. Bizler zihniyetimizin gereğini yapmıyoruz.

     Elimizle, dilimizle ve en zayıf hali yüreğimizle kin bile duymadığımız; yanlış yapanlar meydanı boş buldukları için dünyamızı kirletmeye devam ediyorlar.

     Hani eskilerin deyimi ile dokundu mu, elledi mi, kirletti mi, derlerdi ya kız kaçırana, Şimdiki deyimi ile defalarca tecavüz etti mi diye soruyorlar ya; işte öyle bir şey.

  Onlar kendilerini dokunulmaz sanılanlar, Dünyamızı, hayatımızı, ve bizlerin geleceğimizi, kirletmeye, tecavüz etmeye devam ediyorlar.

    Dünyayı kirletenler, Fiili işleyenler değil, O fiil işlenirken ayağa kalkmayan sürünen bizleriz.

Hani şair diyordu ya şiirinde “

     Bana kefendir yatak sana tabuttur havuz

     Sen kıvrıl ben gideyim son peygamber kılavuz

     Yol onun varlık onun gerisi hep angarya

     Yüzüstü çok süründün ayağa kalk Sakarya.

             Saygılarımla 2021-09-04 Mehmet Kızılaslan.

Not: Bu gün kurtuluşunu kutladığımız Sarıgöl ve diğer yerleri kurtaranların, başta Mustafa Kemal  Atatürk ve arkadaşlarının Ruhları şad olsun. Bizlere de Dünyayı kirletenlere karşı Allah Cesaret versin.

10 Ağustos 2021 Salı

NEDEN YANIYOR DÜNYA ? (Okuyucu Mektubu)

 

                                             

        Güneş'ten gelen radyasyon, her 11 yılda bir olduğu gibi geçen yıldan beri, son derece yüksektir.  Siyasi yetkililerin ilgi alanını dışında olduğu içini onların bundan haberleri yoktur.

        Gariptir, üniversitelerde de, radyasyonun ne olduğunu bilmeyen akademisyenlerimiz vardır.

       Zaten doktorlarımızın birçokları da fiziği hiç sevmediler, bu yüzden bu günlerde kovit 19 ve yangınlar nedeni ile çamurun ve çıkmazların içindeyiz.

         Güneşten gelen 11 yılda bir yüzlerce kat fazlalaşan Elektro manyetik radyasyon hücrelerde bozulmaya yanmaya ve virüslere neden oluyor.

        Bu dediğimiz yüksek ölçüde radyasyon, yangınlara da neden oluyor.  Radyasyon kanserlerin her çeşidine neden oluyor.

       Bizler ülkemizde, suçlular arıyoruz.

       Fizik yasalarını görmezden gelen hepimiz suçluyuz.

       Şimdi, binlerce yıl önce uydurulan yalanı yok etmek için, Güneş etkisini yüzlerce kat fazla göstererek insanlığı uyarıyor.

       Evet, güneş gücünü gösterirken, bizler beceriksizliğimizi görüyoruz.

      Sevgili dostlar, radyasyonun aşırı yüksek olması, ağaçlarda su eksikliği nedeniyle ağaçları içten dışa yakıyor. Fizikteki bu fenomene içten yanma denir.

    Isınma mikro dalga fırınlardaki gibi içten dışa doğru oluyor. Birde kuraklık nedeni ile havanın neminin sıfıra yakın oluşu, ormanlarımızda şişe kırıklarının dışında, kuvars kristallerinin çokluğu yangınları her noktada artırıyor. Bütün dünyada durum aynıdır.

       Söylediğim gibi, fizik zor bir bilim dalıdır. Disiplin ister araştırma ister, sebep sonuç ilişkisi kurmayı gerektirir. Bu yüzden fizik sevilmiyor ve çoğumuz tarafından bilinmiyor.

      Doktorların her türlü hastalığı virüse bağlamasının sebebi budur. Sebebini bilmediğiniz bir şeyi ortadan kaldıramazsınız. Tedavi etmeye çalışırsınız ama kökünden kaldıramazsınız.  

      Bizim, fizik sevmememiz, fizik bilmememiz,  bazı çevrelerin ekmeğine yağ sürüyor, Sevgili dostlarım.  Tüm gezegen güneş tarafından kavruluyor. Tüm gezegende aynı anda yangınlar çıkıyor. Tüm gezegende virüs oluşuyor. Yayılıyor demiyorum. Bu virüs sizin anlayacağınız dilden güneş yanığıdır. Güneş yanığı bulaşıcı değildir. Güneş tüm gezegeni aynı anda kavurduğu için; Dünyanın her yerinde insan hücreleri de, en zayıf oldukları yerden yanıyor. Ormanlarımız da tüm gezegende aynı anda yanıyor.

      Onları aynı anda kim senkronize edebilir, güneşten başka?

      Sibirya, Kanada, Avustralya, Güney Afrika, Amerika, Brezilya, Amazon ormanları, bir anda alev aldı. Tüm gezegen aniden bir virüs ile enfekte oldu. Bunun bir tesadüf olduğunu söyleyebilir misiniz? 

      Arkadaşlar Dünyada ve fizikte tesadüf yoktur, Sebep sonuç ilişkisi vardır.

      Sayın yetkililere sesleniyorum, lütfen fizik öğreniniz.

     Fizik evrendeki tek bilimdir, diğerleri fiziğin dallarıdır.  

    Sayın Doktorlar, her zaman bir sebebin etkilerini iyileştirmek için çalıştınız ve birçoklarını iyileştirdiniz, ancak sebep devam ediyor. Bu sebep güneşin elektro manyetik radyasyon yayılımının 11 yılda bir yüzlerce kat artmasıdır.

    Geçmişe dönüp bakınız, 11 yıl arayla, kuş gribi dediler, deli dana hastalığı dediler, İspanyol gribi dediler, hiv virüsü, Donuz gribi, dediler. Dürüst olanlar, Sebebini bilemedikleri halde çare üretmeye çalıştılar. Ama Nasa’nın gözlemlerini bilen, Dünyanın 4 zengini, bunun sebebini bildikleri halde; insanların fizik bilgisizliğini paraya dönüştürdüler.

       Elektro manyetik radyasyonun belirtileri ;

       -eklem ağrısı -baş ağrısı -kas ağrısı -karın ağrısı -burun mukozasının tahrişi -sindirim mukozasının tahrişi  -göz ağrısı vb.

        Ortaya çıkardığı rahatsızlıklar şunlardır

-tükenmişlik sendromu  -akciğer ağrısı -inme  -kan pıhtılaşması -kas kasılması -karaciğer fonksiyon bozukluğu  -zatürre  -bağırsak tıkanıklığı -kalp krizi –felç ve daha birçok rahatsızlıklardır.

     Sevgili arkadaşlar sağlıkla kalın.  Viorel Ciocan.

        Anlatıldığına göre çare, güneşe direkt maruz kalmayınız, Güneşin zararlı ışınlarından uzak durun dostlarım.

        Değerli okurlarım bu fikirlerin tamamına katıldığım için köşemde yayınlanmasına aracı oldum. Saygıyla sevgiyle, sağlıklı kalın.

                  Mehmet Kızılaslan  2021 / 08 /10

 

 

2 Ağustos 2021 Pazartesi

GEMİLERİ YAKTIK, KÖPRÜLERİ YIKTIK VE YANIYORUZ

 

          

         Her olayın, çözüm yolunu bulmak için Sebep ve sonuç ilişkisini kura bilmek gerekir.

 Fizik bilenler bunun ne demek olduğunu çok iyi bilirler. Ne demek istediğimi yazımın tamamını okuduğunuzda anlayacaksınız dostlarım.

        Ülkem yanıyor, Dünyanın birçok yerinde de yangınlar var. Ama ülkemdeki yangınların sebebi, bizlerin geçmişte yaptıklarımız hatalar ve yapmadığımız, almadığımız önlemlerdir.

      Herkes hamaset yapıyor.  İktidarın almadığı önlemler, yaptıkları israfları sıralıyor. Bunlar yangın söndürüldükten sonra yapılması gereken şeyler. Bir birimizi suçlamamızın sırası değil.

     Ülkemde Seksenin üzerinde yangın çıkmış ya da çıkarılmış, henüz kesin delil ve suçlular yok ortada. Ancak yediden yetmişe bir oyuna geliyor düşmanlığın parçası oluyoruz. “Bu yangınları PKK lılar çıkarmıştır. Onların uzantısı, hamisi,  HDP kapatılmalıdır” diye Yasalara göre kurulmuş bir partinin kapatılması çağışında bulunuyoruz.

      Hainlerin, çıkarcıların, partisi olmaz. Sadece bir partinin içinde yuvalanmış değildir hainler. Geçirdiğimiz günlerde görmedik mi, Feto unsurları her partinin içinde yuvalanmamışlar mıydı?

     Bunun yangınla ne alakası var şimdi? Diyenlerinizi duyar gibiyim.

“Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir; kaldı ki Allah birçoğunu da bağışlar.”  Şura suresi 30. Ayeti

    Allah bizleri her konuda, düşünceli ve akıllı olmaya çağırıyor. Geçmişte yaptığımız yanlışlar o kadar çok ki; başımıza bir bela geldiğinde bizlerden başka herkes suçlu olabilir biz asla suçlu değiliz kurtuluşu ve savunmasına giriyoruz.

      Şimdi sıralayalım mı yanlışlarımızı?

1-      Ülkemde çözüm sürecini birçok kesim yanlış baktı ve çözümsüzlük üretildi. Eninde sonunda çözüm, uzlaşma ve barış yolunu bulmak zorundayız. (Onların yaptığı ispatlanmadı. Suçları ispatlanıncaya kadar da suçsuzdurlar. Onlar yaptı demiyorum haşa yapmadı da demiyorum. ) Ancak bir teröristin ahlaksızca insanlık dışı söylemi, ona inanan gafil ve hainler tarafından uygulana bilir. Belki de uygulandı bilmiyoruz.  

     Tedbir almak zorundaydık. Tedbir almadık.

2-      Yangınlar sonunda açılan arazilere imar izinleri özellikle, yandaşlara verildi. Yangınlar özendirildi. Oysaki, bu yanan orman arazilerine, yapılaşma izni verilmeseydi, bu gün sonuç çok başka olabilirdi. Bu konuda da yanlış yaptık, Orman yakmayı özendirdik.

3-      Orman vasfını kaybetmiş araziler, bitişiğindeki bahçe sahiplerine ya da ihtiyaç sahiplerinin kullanımına bedeli karşılığında, açılsa idi Belki yangınların birçoklarına engelleye bilirdik. Bunu da yapmadık. Ormanlarımız dibini aydınlatmayan mum gibi kaldı. Ormanlarımızdan orman köylüsü yerine yandaşlar ve işini bilenler! Yararlandı. Bu yanlışları da yaptık.

4-      Orman alanlarımız içerisinde, yeterli derecede yangın söndürmek ve sulama ve ıslatma soğutma amaçlı göletler ve küçük barajlar yapa bilirdik. Yapmadık, varlıklarımızı israfla harcadık.

5-      İnsanımızın eğitimine önem verip, iyi şeyler yapanların ödüllendirildiği, kötü şeyler yapanların cezalandırıldığı bir eğitim ve adalet sistemi kurmadık, yanlış yaptık.

 

Bu saydıklarıma benzer birçok yapmamız gerekeni yapmadık ve yapmamamız gereken yanlışları yaptık. Eğer düzelmez isek ( Siz kendinizi değiştirmedikçe sizin üzerinizdeki nimetimi değiştirmem) ayeti gereği; Başımıza buna benzer felaketler ve musibetler gelmeye devam ediyor ve edecektir.

 

      Şimdi hepimiz hamaset nutuklarının ve kinle nefretle bir yere varılamayacağını bildiğimiz halde başımıza gelenlerin, müsebbiplerin bizim gibi düşünmeyenler olduğunu haykırıyoruz ve ayrışmanın önderliğini yapıyoruz.

      Efendiler herkes kendisinden başkasını suçluyorsa, ya delillerini ortaya koyacak ya da susmasını bilecek düşmanlık tohumları ekmeyecek.

      Yine efendiler bu günden tezi yok kendi yaptığımız yanlışları da düzeltmeye başlayıp, Bu ülkenin hepimizin oluğunu ve hatta bu Dünyanın hepimizin olduğunu düşünecek herkes iyi yönde kendisini geliştirecek, değişecek. Geliştirmiyorsa değişmiyorsa onlarda susacak, düşmanlık ekmeyecekler.

        Canlarımız yandı, ciğerlerimiz yandı, geleceğimiz yandı. Sebebi Bizleriz, gemileri yaktık. İnsanlarımız arasında köprüleri, gönül köprülerini yıktık. Sebep bu, bu sebepleri düzeltmedikçe sonuçları da  asla değişmez. Allah Önce canlarımızı, sonra Dünyamızı,  ülkemizi korusun. Korusunda, korkarım, biz kendimizi değiştirmedikçe bu mümkün olmayacaktır.

              Saygılarımla Mehmet Kızılaslan    2021-08-02

 

   

 

6 Temmuz 2021 Salı

BÜTÜN DOĞRULARIMIZI GÖZDEN GEÇİRELİM

 

                                

    Ülkeleri soyanların, hırsızların, yüzsüzlerin,  soysuzların, hortumlayanların velhasıl dürüst olmayanların partisi yoktur. Onlar çıkarlarının tamamını karşılayacak olan iktidara ve erk sahiplerine yanaşırlar.

     Onların hepsine bir bakalım isterseniz.  Geçmişte hangi iktidarın mensupları ile yan yana idiler şimdi neredeler.

Bazılarının önceki dönemlerde, erki elinde bulunduranlarla fotoğraflarını görürsünüz.

     Şimdilerde de, ya eşlerini ya da çocuklarını, yeni erk sahiplerinin yanında, fotoğraflarını görürsünüz. Aynı adamların torunlarını da,  yarın erki eline geçirenlerin yanında fotoğraflarını göreceksiniz.

     Hırsızın soysuzun partisi olmaz diye bunun için diyoruz. Onların tek ilkesi kişisel soygundur. Vatan Millet nutukları hamasetten başka şey değildir.

Hırsızlığı soysuzluğu açığa çıkanları ise, gariptir, erki elinde bulunduranlar, göz önünden alıp, gözden uzak, daha kazançlı görevlere getirirler. Bu geçmişte de, günümüzde de böyle yapılmıştır.

   Sebebinin ne olduğunu araştıranlarınız oldu mu bilmem.

   Bu durum da, iktidarı elinde bulunduranların, erki elinde bulunduranların, onların hırsızlıklarını bilmeleri ve ortak olmalarından mıdır, nedendir, bilinmez değil.

    Konumuz bu değil şimdi, konumuz, şereflilerin, haysiyetlilerin, dürüstlerin, özellikle  ezilenlerin bir arada neden olmayışı, dostlarım.

    Konumuz bugün bu.

    Ezilenlerin, yoksulların arasına öylesine duvarlar örüyorlar ki, parça parça hepsi ayrı çizgilerde başarı için çaba harcıyorlar. Gariptir bütün ezilenler yoksullar, ayrı kulvarlar da, birbirlerine düşman hale getiriliyorlar.

    Gelişmiş ülkelerde, Merkez sağ ve merkez sol olmak üzere, ikiye bölünmüşlerdir, yada Cumhuriyetçiler ve Demokratlar olarak ikiye ayrılmışlardır.

       Bizim gibi ülkelere bakalım şimdi.

    A partisinde, B partisinde, C partisinde ve De partisinde, ezilen yoksullaştırılmış, fakir, ekmeğe muhtaç, olduğu halde, birbirlerine düşman hale getirilmiş milyonlar vardır.   

     Gözden geçirilmesi gereken ve değiştirilmesi gereken bu dur.

Düşmanlıkları körükleyenler, hamaset siyaseti yapanlar, kendilerinin dışındakilere,  Vatan haini damgası vuranlardır. Bu doğru değildir. Ülkemizin en radikal partilerinin söylemlerine baktığınızda, iyi incelediğinizde, kardeşçe yaşamanın yolları anlatılır. Düşmanlık yoktur.

     Ama hamaset yapanlar, düşmanlığı körükleyenler, nedense kendilerinden başkaları yönetimi ele geçirdiklerinde, Vatan elden gidecek, ülke parçalanacak velvelesi vermektedirler.

       Türkiye Cumhuriyeti, İlelebet payidar kalacaktır. Kalacaktır ama düşmanlıklar yaratarak değil, bu kardeşlikleri güçlendirerek olacaktır.

     İktidarı talip olmak, eğer, Vatana Millete daha iyi hizmet için yapılıyorsa, bunu “diğerinden daha iyi yapacağını anlatmalıdır her siyasi parti” diğerlerini hainlikle, düşmanlıkla suçlayarak değil.

      Eğer hainlikle, düşmanlıkla suçluyorsa, işte onlar düşmanlıkları körükleyenlerdir ve kişisel çıkarları pahasına parçalanmayı göze alanlardır. Gerçek hainlik ise budur.

     Her zamankinden daha çok birlikteliğe, kardeşliğe, barışa ihtiyacımızın olduğu son günlerde; bu barışı sağlayacak olan Adalettir. Adalet devletlerin dinidir. İnsanları bir arada tutan en önemli unsurdur.

       Yetişmiş gençler bu nedenle ülkemizi terk ediyorlar ve terk etme yolları arıyorlar. Bu göç ülkemiz için çok büyük kayıptır.

        Üretimi terk eden kesimler, ya ekonomik iflaslarından dolayı batıyorlar. Ya da ülkemizde yanlış giden bir çok şeyi görmelerinden dolayı üretimi terk etmektedirler.

       Adaletin olmadığı, üretimden kaçılan, işsizliğin, yoksulluğun arttığı, ülkelerde bir de “Bizden olmayanlar haindir“ diye hamaset yapılırsa; işte orada çöküş ve parçalanma kaçınılmaz son olur.

      Bütün doğrularımızı gözden geçirelim dostlarım. Politikacıların, siyaset ve devlet adamlığının önüne geçtiği; yani kendi çıkarlarını düşünenlerin, Milletin çıkarlarının önüne geçip, “ben varsam devlet yaşar, ben yoksam devlet biter” dedikleri yerde biliniz ki bir yanlış vardır.

      Mustafa Kemal Atatürk “Benim naçiz vücudum, elbet bir gün toprak olacaktır. Ama Türkiye Cumhuriyeti, İlelebet payidar kalacaktır” derken boşuna dememiştir.

      Bu ülke ilelebet payidar kalacaktır, Hiçbir kimsenin şüphesi olmasın.

     Adalet, barış ve kardeşlik adına, yanlış uygulamaları ve düşüncelerimizi değiştirmek kaydı ile.

          Saygılarımla.     Mehmet Kızılaslan      2021/07/06

    

21 Haziran 2021 Pazartesi

ACİZ MİYİZ DEĞİL MİYİZ.

 

                                        

    Bazılarımız, “para var çare var” der, bütün sorunların altından, helal ya da haramdan kazandıkları paranın sayesinde kalkacaklarını düşünürler.

    Bazılarımız, okumamanın, araştırmamanın ve cahilliğin esiri olup, yattıkları yerden başlarına gelen her şeyi kabullenerek, tevekkül olduklarını düşünürler.

    Bazıları, dahil oldukları, gurupların, partilerin, tarikat ve cemaatlerin liderlerine, şeyhlerine, biat ederek; bu kendilerine bile faydası olmayan liderlerin gücüne teslim olur yaşarlar.

    Bazıları, Araştırır, okur, kendilerinin gücünün nereye kadar yettiğini; nereden sonra güçsüz kaldıklarını bilirler. Hangi olayları tek başlarına aşabileceklerini bilirler. Hangi olayları aileleri ile olumlu hale getire bileceklerinden emindirler. Hangi olaylar karşısında da toplumsal birlikteliğin şart olduğuna inanırlar.

     İlk üç gurup kendilerinin bu düşüncelerinin yanlışlığını söylediğinizde bile, inanın size hasım, düşman gibi saldırırlar, konuşma hakkı bile vermezler. Onların doğruları tartışılmaz. Onlar dogmaları ile ömürlerini bitirirlerken, toplumu düşman guruplara ayırdıklarının bile farkında değillerdir.

     Beyinlerinin bir yanı, çalışmaz, körelmiştir.

    Mensubu oldukları, dokunulmaz, tartışılmaz, eleştirilmez, öğretiler sonucu, onlar kendilerine göre en mükemmel hayatın içindedirler.

    Kolaycı, teslim olmuş,  bazen bağnaz, yobaz, şiddet yanlısı olarak karşımıza çıkarlar.

   Bazen, paraları ve zenginlikleri nedeniyle,  güç zehirlenmesi olmuş vaziyette,” güç benim elimde tanrı benim” dercesine yine şiddetin her türlüsünü uygulamaya hazır olarak, toplumun geleceğini yok etmeye hazır halde beklerler. Bunu toplumların her kademesine hissettirirler.

    Para sahibi olanların bu durumu, siyasete acımasız şekilde müdahale etmektedir.

    Düşünen, sorgulayan, okuyan, çareleri ve çözüm yollarını çok iyi bilenler; bu duruma engellemek, toplumu uyarmak adına müdahil olmak isterler. Sayısal azlıkları nedeni ile başarmakta zorlanırlar.

    Yanlarına ezilen, yoksul, tevekkül olmuş gurupları da almaya çalışırlar.

     Gariptir, asıl dert, o yoksul ve garibanların, olmasına rağmen, onların aklını, Para sahibi olanlarla, yobaz, bağnaz, tarikatların yöneticileri çeler.

    Birazcık akıllarını kullansalar, dertlerinden sıkıntılarından kurtulmaları için, çözüm yolları üretenlerle birlikte hareket etmeleri, onları da bütün toplumları da kurtaracaktır. Ama akıllarını kullanmazlar, düşünmezler, kulakları sağırdır gerçekleri duymazdan gelirler. Günlük anlık çıkarları ve hamaset söylemleri onların basiretini bağlar. Cellatlarının sözünü dinlerler.

    Hiç çalışmadan, sürekli toplumun sırtında kene gibi, onların kanlarını emen, Tarikatların, Cemaatlerin, mensubu oldukları parti ve gurupların, liderleri ne derse onu yaptıklarından, toplumun kurtuluşuna ve kendi kurtuluşlarına engel olurlar.

      Peki çözüm nedir?

    İnsanların kurtuluş reçeteleri ortak akıldan geçer. Üst akıldan değil.

Ailede, eş ve çocuklarının düşüncelerini almakla başlar kurtuluş.

Toplumlarda, toplumun her kesiminin düşünenlerinin, araştıranlarının, ilim sahibi olanlarının fikirlerini, düşmanca yaklaşmadan dinleyerek, değer vererek, tartışarak, en doğru sonuca ulaşır toplumlar.

Dünyanın kurtuluşu da aynı şekilde olacaktır.

     Haydi, şimdi, hemen her sorunumuzu, önce ailemizde, sonra mensubu olduğumuz guruplarda, partilerde, cemaatlerde tartışmaya başlayalım.

    İnsan olmanın en önemli özelliği, düşünmek ve düşüncelerini medeni bir şekilde paylaşmaktır. Göreceksiniz, düşünceleriniz yanlış dahi olsa, düşüncelerinizi paylaştığınızda, bundan çok büyük hazlar alacaksınız.

     Eninde sonunda en doğruları bulacağız ve Aciz olmadığımızı göreceğiz..

      Saygılarımla.                 Mehmet Kızılaslan     2021-06-21

    

  

  

 

   

 

27 Mayıs 2021 Perşembe

NEREYE GİDİYORUZ?

 

                                                

           27 Mayıs 1960 Tarihinde

         “Bugün demokrasinin içine düştüğü buhran ve müessif hadiseler dolayısıyla ve kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk silahlı kuvvetleri memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekata silahlı kuvvetlerimiz, partilerin içine düşükleri anlaşamaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest şeçimler yaptırarak idareyi hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır.”

         27 mayıs sabahı radyodan okunan bu bildiriyle Türkiye, yepyeni bir günle beraber, yepyeni bir döneme de uyandı. Kendilerini milli birlik komitesi olarak adlandıran, silahlı kuvvetler hiyerarşisinin dışında kurulmuş bir askeri komitenin gerçekleştirdiği darbeyle DP iktidarına son verildi.

       Öncelikle Darbelerin her türlüsüne “Kim yaparsa yapsın, en güzel sonuçlar alınsa dahi” karşı olduğumu bildirmek isterim.  

       Medeni insanlar, kendi kendisini yönetme yeteneğine sahip olmak zorundadır.

Yönetenlerinde, şeffaf, açık, demokratik tüm kurallara uyar, Yasama, yürütme, yargı erkinin bağımsız ve tarafsız olduğu durumu ayakta tutması kaydı ile yönetme mecburiyeti vardır.

        Ülkemde, İyi parti başkanı Meral Akşener, Rize’de saldırıya uğruyor. Sayın Cumhurbaşkanı, Erdoğan, "Daha neler olacak, neler. Bunlar iyi günler" cümlelerini kullanıyor.

         Ülkemde, sükûnet, itidali, barışı, kardeşliği ve can güvenliğini sağlamak mecburiyeti olan en üst makamdaki, Sayın Erdoğan, daha önce de Çubuk’ta cenaze merasiminde  saldırıya uğrayan CHP  lideri sayın Kılıçtaroğlu için  “Olay tüm boyutlarıyla soruşturulmaktadır. Şiddeti asla tasvip edemeyiz” dedi. Fakat  Erdoğan açıklamasında Kılıçdaroğlu'na "geçmiş olsun" dememişti.

      Diğer taraftan Organize suç örgütü lideri olduğu devlet tarafından söylenen, Sedat Peker’in videolarında yaptığı açıklamaları hiçe sayarak, İç İşleri Bakanı Sayın Soylu nun arkasında olduğunu da açıklamayı ihmal etmedi.

      Sorum şu, Nereye gidiyoruz?

“Kardeş kavgasına meydan vermemek” Devletin bütün kurumlarının görevi olması gerekirken, Devletin Sayın Cumhurbaşkanı’nın tavrı ve sözleri;  Sayın içişleri Bakanı’nın hakkındaki iddiaları göz ardı etmesi biraz ilginç değil mi?

      Ne yapması gerekirdi?

     Muhakkak Görev verdiği, Bakanlarının arkasında olacaktır ama, haklarındaki iddialarında soruşturulması için gerekenin yapılacağını dilinin ucu ile bile söyleye bilirdi.

     Bunu yapmıyorsa amacı nedir?

    Biz niyet okuyucu değiliz, ancak gelişmeler kamuoyunu korkutuyor. Kamuoyu kardeş kavgasının önünün açılmaya çalışıldığına dair endişe içindedir.

     Derin devlet geçmiş dönemlerde muhalefetin sesine kulak vermek şöyle dursun, o sesi kesmek için şiddetlerde bulunmuştur. Bunun kanıtları Faili meçhul cinayetlerdir.

    Demokratik Devlet, faili meçhul cinayet ve olay bırakmamak ve faillerini bulmak zorundadır. Fail bulunamıyorsa, derin devletin bu işlerin içinde olduğunu kamuoyu düşünür. Bu düşünceyi kamuoyunun kafasından silmek Demokratik devletlerin görevidir.

       Nereye gittiğimizin korkusunu endişesini silmek, kim tarafından, ne şekilde olursa olsun kardeş kavgasını Ülkem de yaşamamak için provokasyonlardan uzak durmak hepimizi n görevidir.

       Saygılarımla.                      Mehmet Kızılaslan    2021-05-27