21 Şubat 2011 Pazartesi

HADIM EDİN ŞEREFSİZLERİ

                                        
Yasa yapıcıları basın düdüğe katıp üfürdü.
Şeriat mı getiriyorlar bunlar? diye.
Kadın ihtiyacını karşılamak için evlenmeyi düşünmeyen ve genel ev denilen evlerdeki  kadınlardan yararlanmayan, aşağılık herifler, çocuklara ve kadınlara saldırıp tecavüz ediyorlar üstüne üstlük öldürüyorlar.
   Yasa yapıcılar bunları “hasta kabul edip aşırı salgılanan hormonlarını durdurmak için tedavi edelim” diye düşünüyor.
   Vay efendim sen kimsin bunları hadım edecek?
   Vay efendim şeriat mı getireceksiniz?
   Vay efendim olur mu insan hakları denen bir şey var?
İyi de tecavüz edilenin hakları ne olacak?
Tecavüz edilenin beyninde, ruhunda oluşan tahribatı kim düzeltecek?
 Tecavüz edilip öldürülenin yaşama hakkını kim karşılayacak?
 Bu soruların hepsi soyut oldu. Şimdi düşünelim gözlerimizi yumarak.
    Tecavüz edilip öldürülen genç kızlardan, çocuklardan birisinin, “Allah korusun” bizim çocuğumuz olduğunu düşünelim.
    Sakın gözlerinizi açmayın devam ediyorum.
    Biz ne yapardık?
   Dünyamız bir anda yıkılmaz mıydı?
   Ölmeyi istemez miydik?
   Çocuğumuzu bu hale getireni ellerimizle boğmayı düşünmez miydik?
   Ona yeteri kadar ceza vermeyen adalet sistemine küfredip lanetler okumaz mıydık?
   Daha aklımıza gelen binlerce yöntemi düşünür uygulamaz mıydık?
   Allah korusun ben kendi payıma, bana bu acıyı yaşatan adi şerefsizlerin sülalesini kuruturdum herhalde.
   Gözlerinizi şimdi açın, bu kötü hayali Allah kimselere yaşatmasın, inşallah.
    Şimdi sadece muhalefet yapmak için konuşanlara sesleniyorum. Allah aşkına geçmişte hırsızlık yaptığı için şeriat kanunları nedeniyle kaç kişinin elinin kesildiğini zannediyorsunuz?   
    Bir elin parmakları kadar değil.
    Diyelim ki tecavüzcünün cezası hadım edilmek olsa, kaç kişi hadım edilir sanıyorsunuz?
    Büyük bir olasılıkla yine yüzlerce yıl içinde bir elin parmakları kadar olmayacaktır.
    Aşırı salgılanan hormonları nedeniyle sapıklık yapanların, bu hormon salgılamasını önleyecek yöntemlerin uygulanması, yaptıkları şerefsizlik yanında ne kadar kötü kalır acaba?
    Benim ülkemde binlerce kadın, erkeksizlikten dolayı duvarlara tırmanıyor. Yüzlerce kadın evlenme programlarında eş arıyor. Eskilerin söylediği gibi “kör alıcının kör satıcısı olur” Git bir çöp çatan programına bir an önce evlen.
   Bunu beceremezsen dinimize aykırı olsa da, istemesek de, uygun görmesek de, karşı olsak ta, bu ülkenin neredeyse her kasabasında genel ev denilen yerler var. Git şerefsiz oralarda nefsini körelt.
    Ne işin var seni istemeyen, hatta bunu hiç anlamayan çocuklara tecavüz etmekte ve öldürmekte?
    Senin cezan kısasa kısas olmalı ancak,  senden önce bana ve benim fikirlerime muhalif olanlar bağıracak, senin yaptığın şerefsizliğe, sırf bana muhalif olmak için sahip çıkacaklar.
   O sana sahip çıkanlara ve benim bu fikrime karşı olanlara bir sözüm var. “ Gidin o sapıklarla sizler ilişkide bulunun. Hem onları sapık olmaktan kurtarın, hem de sizler ne murat ettiğinizi, kimlere sahip çıktığınızı anlayın, görün”
    Bana göre kimyasal yollarla değil, kesilerek hadım edilmesi gerekir şerefsiz tecavüzcüler.
   Hadım edin şerefsizleri.
 Belki bir tek hadım edilenden sonra, asla tecavüz vakıasıyla karşılaşmayacaktır insanlık.     
     Saygılarımla.                  Mehmet KIZILASLAN 2011-02-21
   

18 Şubat 2011 Cuma

BİZ HİÇ KİMSEYE ÖFKELİ DEĞİLİZ SADECE DEMOKRASİ AŞIĞIYIZ

         

    Hepiniz bilirsiniz ki yazılarımda hem eleştirilerimi yapar, hem de nasıl olması gerektiği konusunda çözümlerimi de sunarım.
   Ben denizden daha çok, hatta başka hiç kimse var mı, bu bölgede Darbeciler aleyhinde yazı yazan? Bir köşe yazarı daha varsa lütfen işaret ediniz.
   Benden daha çok, kanunları yorumlayarak uygulayacak olan bürokrat arkadaşlarımı uyaran eleştiren bir köşe yazarı daha varsa lütfen söyleyiniz.
   Yine benden daha acımasızca Üniversite öğretim görevlilerinin yanlışlarını ortaya koyan, 27 adet belgeyle okuyucularımızın gözleri önüne seren var mı? Onların, yetkili yerlerdeki yakınları tarafından aba altından sopa gösterilerek, tehdit edilen var mı?
   Eski Rektör Şükrü Boylu ve koruduğu yandaşlarının aleyhine belgelerin asılları, Cumhuriyet Baş Savcılığında olmasına rağmen; benim kendilerini haksız yere itham ettiğimi iddia ederek Basın Yüksek Kuruluna şikayet ettiler.
     Basın Yüksek Kurulunca ifadesi alınıp Haklı olduğu, İnternet de yayınlanan bir yerel gazeteci daha varsa lütfen onunla beni tanıştırın.
    Üniversite deki öğrencileri ile birlikte demokratik sistemi kesintiye uğratmak için meydanlarda pankart açıp “Ordu göreve” diye çığırtkanlık yapanlara, aydınım diyen kara kafalara, ilericiyim diyen gericilere, sizlerin gözü önünde en ağır lafları söyleyen benden başka bir gazeteci daha varsa lütfen söyleyin.
  
  Gelelim Geçmişten gelen alışkanlığım olduğu zannedilen, yazılarımda, siyaset kurumunun yıpratılmasına dair izlerin görülmesine:
    Değerli arkadaşıma öncelikle şunu söylemek istiyorum. Siyaset kurumunun başına ne geldi ise geçmişte, çok iyi biliyoruz ki “Ben oraya odunu diksem seçilir” diyen siyaset adamlarının basit, acınası, düşünce yoksunu, Milleti aşağılayan mantığından geldi. Bu mantık darbecilere davetiye çıkardı.
   Yine siyaset kurumunun başına ne geldiyse kendisine eleştirel bakanlara acımasızca cezalar yağdırdıklarından, kendilerini yenilemediklerinden, Milleti küçük görüp “siz bilmezsiniz biz biliriz” demelerinden dolayı geldi.
  Siyaset kurumu kapalı kapılar arkasında keselerini doldurmak için, Milletin yararına yasalar değil de, kendilerini seçtiren patronların yararına yasalar çıkardıkları için acınacak hale geldi. Darbecilere davetiye çıkardı.
   Siyaset kurumu Basını, Medyayı, ele geçirdiğini zannedip onları ihya ettiği günlerde, kendi yandaşı yazılar yazdırdığı zamanlar, milleti uyuttuğunu zannetti. O doyuramadığı medya Darbelerden sonra 180 derece çark edip, siyaset kurumunu ayakların altına alan darbecileri öven yazılar yazdı.
 
    Biz şimdi şunu söylüyoruz, Tembel öğrenci geçer not alırsa kendisi almıştır ya, zayıf not aldığında öğretmeni vermiştir. Bu doğru değil.
     Darbe öncesi eylemlere olaylara bir bakmak gerek. Darbeler genellikle davul zurna çala, çala gelmiştir. Ama siyasetçi kendisini suçsuz zanneder.
   
 Darbeciler demokrasi düşmanı, genç zihinlerin ve düşünen beyinlerin katilleridirler. Bunu geçmişte de söyledim şimdide söylüyorum.
   Siyaset adamlarının aymazları, sallabaşı, al maaşı diyenleri, parmak indirip kaldıranları, kartvizitine vekil yazdıranları, belki de darbe sonları ceza almamışlardır. Sadece liderleri cezalandırılmışlardır. (Asla hiçbir kimsenin darbeciler tarafından cezalandırılmasını istemiyorum. Bunu yapanları nefretle kınıyorum. Millet oylarıyla ceza vermeli siyaset adamına diye düşünüyorum.) Diğerlerinin cezasız kalması onların suçsuz olduğunu göstermez. Liderleri şımartanlarda suçludur. Onları korkusuzca uyarmayanlarda suçludur. Onların her dediğine doğru mu yanlış mı düşünmeden onaylayanlarda suçludur. Kendisini tek bilge lider sayan liderlerde suçludur.
    Siyaset kurumunda kendi kurumunun temeline dinamit koyanlar olduğu gibi, Münevver, aydın, ufku geniş, bugüne kadar söylenmemiş sözü, projeleri olan, ülkeyi bir adım ileriye taşımış, taşıyacak onlarca, Vekil ve aday adayları da muhakkak vardır olacaktır.
    İşte biz bu noktada sevgili arkadaşım,
 Parası olanla, fikri olanı,
 Çıkar hesabı olanla, millete dair projesi olanı,
 Yandaş korkusu olanla, Allah korkusu olanı,
 Kayırmacı zihniyeti olanla, adil olanı,
 Velinimeti parti başkanı olanla, Allah olanı,
 Kartvizitine Vekil yazdırmak isteyenle, defterine sevap yazdırmak isteyenlerin, daha aday adaylığını açıklamadan önce ayıklanmasını istedik.

    Şunu çok iyi biliyoruz ki “En kötü demokrasi en iyi dikta rejiminden daha iyidir.”
 Diğer yandan “marazlı demokrasi darbelere davetiye çıkarır”. Bunu da biliyoruz ve marazlı demokraside istemiyoruz.
     Onun içindir ki, Ali İhsan DİLMEN kardeşim tüm aday adaylarının en az sizin gibi, sorgulayan, donanımlı, aydın, münevver, adil, çalışkan, cesaretli ve Allah sevgili birileri olmasını diliyoruz, istiyoruz. Ben sizi çok iyi anlıyorum. Sizlere de niyetimi anlatabiliyorsam ne mutlu bana.
                                    Mehmet KIZILASLAN 2011-02-18

      
   
      

İNSANINA SAYGISIZ DARBE SEVDALILARI

                     
    Kirli siyaset yapanlara çok kızarız.
   Belden aşağı vuranlardan tiksiniriz.
   Siyaset adamında bir şey bulamadığımızda, kızında, damadında kirli yanlar ararız.
   Olan olmayan birçok şeyi medyaya aktarırız.
    Doğrumudur yaptığımız?
    Bir kavmin helak olmasına sebep olan homoseksüellik bizde günahtır, haramdır. Avrupalı bir liderin homoseksüelliği basına yansıyınca, “Ben ülkeyi beynimle yönetiyorum, popom la değil” demesini birçoğumuz duymuşuzdur. Bizde bu haram ve günah işi yapan yöneticiler asla görev başına gelmezler, gelemezler. Bize göre en doğrusuda budur.
   Ancak bunlardan daha da vahim marazlı siyaset adamlarımız, öğretim görevlilerimiz, onların arkasına takılıp “ordu göreve” pankartı taşıyan vatandaşlarımız vardır bizim, onlara normal bakarız neden?
    Doğrumudur bu bakışımız?
     Acaba demokrasi ve insan hakları borazancısı olup ta darbe beklentisini “orduda kartondan kaplan çıktı” gibi bir sözle aktaran siyasetçiler olması normal mi?
    Orduyu darbeye çağırmak doğru bir düşüncemi?
     Demokrasilerde çoğunluğun istediği ülkeyi yönetirde, çoğunluk “bu demokrasi kalksın yerine padişahlığı getirelim” dediğinde bunu yapmamız gerekir mi?
    Bu konuda referandum yapılması bile yanlış değil mi?
    Ya da “beni Millet seçti, ben rejimi istediğim gibi değiştiriyorum” denilebilir mi?
     Hayır, artık demokrasi ve insan hakları konusunda ki kazanımlar, ne seçimlerle nede başka yollarla padişahlıkları geri getiremezler.
     İktidara gelemeyeceğini anlayan parti yöneticileri, siyasi düşüncesini adam gibi anlatamayan öğretim görevlileri, hayalleri kısa yoldan ülke yönetmek olan öğrenciler ve özürlü beyinli zatı muhteremler, zaman, zaman benim ülkemde orduyu göreve çağırmışlardır.
     Bu doğrumudur?
Hayır, bunlar “Millet nereye oy vereceğini bilmiyor” diyen mantığın ürünü.
Bunlar “Benim oyumla köylü mehmet ağanın oyu aynı mı?” diyen, sakat düşüncenin ürünüdür.
     Hani Atatürk “Köylü Milletin efendisidir” demişti de şimdi ne değişti, sizin Atatürkçü düşüncenizle, Atatürk ün düşüncesi arasında bu farklılık neden gelişti?
    Atatürk siyaset yapmaya çalışan generallere “Efendiler siyaset yapacaksanız üniformalarınızı çıkarın” diye neden dedi?
     Kendisi neden üniformasını çıkarıp siyaset yaptı?
Neden demokratik cumhuriyeti seçti?
Halife olabilecek iken neden olmadı?
Despot bir general olarak ülkeyi yönetebilecek iken neden ille de seçimler dedi?
    Allah aşkınıza darbecinin sağcısı solcusu mu olur arkadaş?
    Onlar adı üstünde darp eden, şiddet uygulayan demek, nasıl ondan medet umar, demokrasi havarisi olduğunu zanneden bir siyaset adamı?
    İktidar olabilmenin başka yolları var efendiler.
Düşünürsün, nerede hata yapıyorum? Diye.
İktidar olanların yaptıklarına ve vaatlerine bakarsın.
Milleti dinlemeye çalışırsın.
 Millet den üstün görmezsin kendini.
Onun hizmetine talipsin madem onun hizmetçisi gibi, ondan aşağılarda görürsün kendini.
Onların seviyesine inelim, “halka inelim” lafını ortadan kaldırır, gerekirse onun seviyesine çıkmaya çalışırsın.
     Partinizin politikalarının senelerce devlet politikası olduğunu buna rağmen neden tutmadığını araştırırsın.
     Bir şeylerin yanlış olduğunu bilmene rağmen, neyin yanlış olduğunu araştırırsın.
    Adamları değiştirmenin çözüm olmayacağını göreceksin yakında.
    Kafaları, fikirleri hatta kendinizi yenileyip siyasi düşüncenizi değiştirmenin gerekeceğini anlayacaksınız.
Kafaları değiştirmemenin gafletiyle, belki de bir beş yılı daha boşuna harcadığınızı                         göreceksiniz, üzüleceksiniz.
     Avukatlığını yaptığın zihniyet değil de, “karşı zihniyet darbe yapmayı becerseydi halim nice olurdu” diye düşünmelisin belki de.
    Millet belki de sizlerin kendinizi elit saymanızdan, kendisini de aşağılamalarınızdan rahatsız.    
     “Ben onu hiç aşağılamıyorum ki” diyorsun. Emin misin gerçekten, yaptıklarını, konuştuklarını, anlamadığını sanman bile, onu aşağılaman değil mi sence?
      Daha özgür, deha demokrat, daha çok insan hakları ile donatılmış bir dünya dileğimle saygılarımı sunuyorum efendiler.
                                       Mehmet KIZILASLAN 2011-02-18      


      
      

NE MALUM ANALARINIZ ÖLMEDİ SİZLER DOĞDUNUZ

            

Borçlusunuz bize,
Borçlusunuz Anadolu insanına.
 Borçlusunuz, ülkemde borcundan dolayı hapse giren, evine icra gelen köylüme.
 Borçlusunuz bağkur primini ödeyemediği için kodese atılan bağkurlu vatandaşıma. Borçlusunuz o Beşparmak dağlarında şehit düşüp de, Kıbrıs ta bir karış toprağı olmayan şehidime.
Borçlusunuz Ülkem de her aldığı maldan, dolaylı vergi ödeyip de yaşam standardı yükselmeyen, kazancını size gönderen vergi veren mükellefime.
Borçlusunuz, Anavatanın dağlarında yoksulluk tan dolayı senelerce şehre inemeyen dağ köylüme.
Borçlusunuz Yunan cuntaları tarafından ırzınıza geçilmesin diye hayatını hiçe sayan askerime.
Borçlusunuz kendi ülkesinde 650 TL  asgari ücretle çalışıp ta, sana, Yunanlıya karşı ezik yaşamayasın diye 5000Tl maaş veren işçime.
Borçlusunuz Ana vatanda, yavrusuna mama alamadığı halde, senin, palikarya karşısında sağlıklı yaşaman için çocuğuna lüks mamalar yedirten Anadolu kadınıma.
Borçlusunuz Anavatan toprağında yaşayıp ta ak bir dünya görmeyen insanıma.
Borçlusunuz, aldığınız nefes için bu Anavatan insanına,
Borçlusunuz yediğiniz içtiğiniz, gözünüze dizinize duracak nimetleri için bizlere.
Borçlusunuz üç tarafı denizle çevrili Anadolu’mda denizi görmeyen bir gün tatil yapmayan insanıma.
Borçlusunuz da, bu nankörlük niye kardeşim?
Borçlu insan, borç aldığının muhakkak kölesi olmazda, Biz sizin rahatınıza ve huzurunuza harcadığımız paraları aldığımız IMF ye senelerce köle olduk be kardeşim. Sadece kendi borcumuz muydu o öde, öde bitmeyen borçlar?
Bu güne kadar size, hiç “bize Borçlusunuz” demedik,  size hiç bize karşı mahcup edecek bir kelam etmedik.
Size her türlü zulmü yapan Yunanın uşağımı oldunuz şimdi?
   Ha ne oldu da kardeşim şimdi elinizdeki pankartları Yunanlılar yazmış gibi.
  Dün dedenizin gözü önünde Ninenize tecavüz edenler ondan sonrada ikisini de katleden yunanın söyleyemediğini söylüyorsunuz bize?
 Bu ne cüret kardeşim? Bu cesareti size kim verdi?
Sizler bilmezsinizde, sizleri durduramayan Babalarınız çok iyi bilirler geçmişte yaşananları. Şuanda sizleri durdurmayı beceremeyen babalarınız o gün palikaryayı da durduramamışlardı biliyor musunuz siz?
Belki de bazılarınızın Analarını da, sizin elinize pankart verenler öldürdüler, ne malum öldürmediler de, belki de sizler oldunuz.   
    Sana aslında kardeşim demem bile doğru değil, biliyorum, gerçekte kardeşim bile değilsin  belki de.
Kardeşim olsaydın dururdun, düşünürdün, o eline tutuşturulan pankartları almazdın. Arkadaşını da durdururdun, ağzından çıkana dikkat ederdin.
   Şimdi sana söylüyorum, Eğer gerçekten kardeşimsen, bu yaptıkların için, sana bende hakkımı helal etmiyorum.
    Kardeşim değilsen ve bizler yanılıyorsak, yaptıkların çok normal. O zamanda, bizi yönetenlere yazıklar olsun ki bizim haklarımızı, bizim, köylümüzün, esnafımızın, tüyü bitmiş yavrularımızın, hasılı tüm Anadolu insanının haklarını sizlere aktaranlara hakkımızı helal etmiyorum.
   Bundan böyle tarafını belli et. Benden misin, Yunandan mı?  
 Sana hakaret etmek değil amacım. Buna ne benim, nede Anadolu insanının hakkı var. Biz Anadolu insanı aslında hiçbir zaman hiçbir kimseye hakaret etmeyiz.
Biz gerekeni yaparız.
Ya sahipleniriz kardeşimiz gibi.
Kanımızı, canımızı feda ederiz.
Ya sileriz yokmuşsunuz gibi,
Gerçekten yok olur gidersiniz.
Ama şunu da iyi biliniz,
Yavru vatanı, sizin gibi, babası Yunanlıya da bırakmayız. Adınız bize benzese de bırakmayız.
      Saygılarım doğru yönde çaba harcayanlara, saygısızlığım palikaryanın sözcülüğünü yapan ve onun yanında olanlara. 
                                            Mehmet KIZILASLAN 2011-02-18
   

3 Şubat 2011 Perşembe

BU MİLLET SİZLERE NEDEN OY VERSİN?

                 

     Bu yazımdan iki yazı önce “Kim bu aday adayları” başlıklı yazımda Aday adaylarının neler düşündüklerini, neden aday adayı olduklarını yazmıştım. Seçecek olanların düşüncelerini soran yok demiştim.  550 yeni seçilecek adam için, çok şeyin değişeceğini söylemiştim. Seçecek Millet için ne değişecek? Diye sormuştum.
     Şimdide şunları soruyorum aday adaylarına: 
1- Bu Millet size neden oy versin?
2-Sizin partinizin üstün özelliklerinden başka, partinize sizin katacağınız bir üstün özelliğiniz var mı?
3- Siz partinizden mi nemalanacaksınız, yoksa siz mi partinizi bir adım öteye taşıyacaksınız?
4- Genel başkanınızın vekili mi olacaksınız yoksa Milletin mi?
5- Parmak kaldır, parmak indir görevinden başka bir misyonunuz olacak mı?
6- Vekilliğin verdiği nimetlerden yakınlarınızla Millet, aynı oranda yararlanacaklar mı?
Yoksa yakınlarınız daha çok mu yararlanacaklar?
7- Adalet anlayışınız Hak’ kın tarif ettiği şekilde mi olacak, partililerinizin emrettiği şekilde mi?
8- Milletin her kesimine her partiliye aynı samimiyet ve candanlıkla, açık olacak mısınız?
9- Sizler Türkiye’nin genel politikaları ile birlikte, Bölgesel kalkınma politikaları ürete bilecek misiniz?
10- Yörenizin Problemlerini ve çözüm yollarını biliyor musunuz?
11- Partiniz sizin bu projelerinizi destekleyebilecek ve uygulaya bilecek yeniliklere açık mı?
12- Hani bazılarınız anadan atadan partili ya, bundan başka özelliğiniz var mı?
13- Hani bazılarınızda gençlik kollarından, partili ya, bundan başka meziyetiniz var mı?
14- Hani bazılarınız militanlıktan beri partilisiniz ya başka bildiğiniz yeni Dünyaya dair ülkemizi kalkındıracak politikalar ürettiniz mi?
15- Hani bazılarınız, Türkiye için hayatınızı tehlikelere atarak mücadeleler verdiniz ya,  Vekil olduğunuzda koltuğunuzu tehlikeye atarak mücadele edebilecek misiniz?
16- Sizleri sıralamada iyi yerlere yazanlar, Veli Nimetiniz mi olacak, yoksa Veli Nimetiniz kim olacak?
17- Seçimlerde harcadığınız paraları verenlerin sesi mi, yoksa Hak’ kın sesi mi olacaksınız?
18- Sizler hangi partiden aday olursanız olun sizinle birlikte oyları sizin gittiğiniz partiye akacak olduğuna inandığınız ne kadar inananınız var?
19-Sizin doğrularınızı bilen ne kadar arkadaşınız ve yandaşınız var?
20-Seçildikten sonra özel hayatınızdan fedakarlıkta bulunup, Milletin sorunları ile uğraşabilecek misiniz?
21-Sizi partiniz neden ön sıralara yazarak aday etsin?
22-Siz orada olduğunuz için, neden Millet size ve partinize oy versin?
     Yukarıdaki bu soruları kendinize sordunuz mu aday adayları? Siz bu Milletin Vekili olmayı istiyorsunuz da, Millet sizleri neden Vekili etsin?
     Kendinize göre, partinizin içindeki arkadaşlarınıza nazaran muhakkak üstün taraflarınız olmasa, avantajlarınız olmasa, sizi yukarılara, ön sıralara yazdıracak yakınlarınız olmasa ve hatta bazılarınızın kendinize has, çıkar hesaplarınız olmasa aday adayı olmazsınız muhakkak, ama Neden Millet size oyunu versin?
    Sadece partinizin önünün açıklığı, rüzgarı yakalamış oluşu, Milletin partinize teveccüh edecek olması yeterli mi? Sizin ne katkınız olacak millete, partinize ve ülkenize?
Soruyorum size Ülkeye dair, bölgenize dair, şehrinizin kalkınmasına dair kaç yeni söylenmemiş fikriniz var sizin?
  Siz ne yapmaya gideceksiniz oraya?
Kartvizitinize “ Millet Vekili” yazdırmak için mi?
Asili olmak dururken, vekili olmak daha mı hayırlı olacak sanıyorsunuz? 
Siz bu işin vebalini hiç düşündünüz mü Efendiler?
  Tekrar ediyorum efendiler Siz ne yapmaya gideceksiniz oraya?
İsterseniz bir daha düşünün, isterseniz benim hadsizliğime verin yolunuza devam edin, Saygılarımla.                         Mehmet KIZILASLAN 2011-02-03

1 Şubat 2011 Salı

MISIR TÜRKİYE VE BİTMEYEN SÖMÜRÜ

  
                     
    İslam ülkelerinde yönetimlere karşı tepkiler ve başkaldırılar oldukça geç gelişir. Bu yüzden beklenmedik zamanda gelişen Mısır ayaklanmasını değerlendirirken tarihe bakmak gerek.
     Bir zamanlar, Osmanlının tebaası olan, bugün ayaklanmaların olduğu Akdeniz ülkelerine sözüm ona bağımsızlık, Avrupa’nın sömürgeci ülkeleri tarafından verildi. Sözüm ona bağımsızlık dedim, çünkü oralarda kurulan sistemler, ortaçağın sömürü sistemleridir.
    Despot liderler, kendileri ve yandaşları bir hayli zengin olurlarken vatandaşları açlık sınırının altında yaşamaya mahkum edilmişlerdir.
     Osmanlı tarafından sömürüldükleri iddia edilerek, sözüm ona bağımsızlıkları verilen bu eski Osmanlı tebaası ülkelere baktığınızda gerçek sömürü bağımsızlıklarını kazandıklarından sonra başlamıştır.
    Turizm gelirleri, yer altı ve yer üstü zenginlikleri Avrupa’nın sömürgeci ülkeleri tarafından sürekli götürülmüş olmasına rağmen, kendilerini bağımsız zanneden halk ayakta uyumuştur.
    Yöneticileri sözüm ona kendilerindendir, sözüm ona Müslüman dır, sözüm ona bağımsızlıklarını da kazanmışlardır. Halkın senelerce sesleri bu yüzden çıkmamıştır. Ta ki teknoloji ve iletişim gelişinceye kadar. Dünyanın öbür ucunda yaşananları aynı gün ekranlardan seyretmeye başlayan, Tevekkül olmaya alışık halk yavaş, yavaş olup bitenleri anlamaya başlamıştır. Tevekkül olmak da yanlış değerlendirilmiştir İslam ülkelerinde. Tevekkül olmak Allah’a güvenmek dayanmak anlamındadır. Halbuki İslam da Mücadelede şarttır, yanlışlara ve yanlış yapanlara karşı “Elinle, dilinle, yüreğinle mücadele etme mecburiyetin vardır,” Bu mücadeleden sonra “Ya Rap ben elimden geleni yaptım sana güveniyorum, bana yardım et bundan sonra ” demesi gerekir tevekkül olan zatı muhteremler. Onlar ise yattığı yerden hiç bir şey yapmamayı, susmayı, teslim olmayı tevekkül olmak zannetmişlerdir.
    Ne zamana kadar?
    İletişim teknolojisi gelişene kadar.    
   İslamiyet de bir de “ululu emre itaat” vardır. Devlet başkanına itaat, demektir bu. Bu itaat mantığı da İslam ülkelerinde tepkileri ve mücadele mantığını geciktirmektedir.
   Devlet başkanları onlara göre İslam dır!
   Onlardandır!
   Kendilerinin haklarını korur!
   Ona itaat etmek gerekir!
   Bu mantıkta çöktü. Ne zaman?
   İletişim teknolojisi gelişince.
   Sömürülen, açlığa terk edilen, günlük kazancı 2-3 dolar olan, halklar ayaklanmaya başladı.
   Kime karşı? Kendilerinden zannettikleri! teslim oldukları! tevekkül oldukları! sömürgeci ülkelerin uşaklarına, işbirlikçilerine, kendi devlet yöneticilerine karşı.
   İnsanoğlunun, geliştirdiği teknoloji, kendi sömürülerinin bile sonunu hazırlamaya başladı.
   Gelişmiş ülkelerin insanları, bu sömürülen gelişmemiş ülkelerin insanlarının alın terleriyle beslenmektedir. Bunu öğrenmeye başlayan, ezilen halklar kıpırdamaya yeni başladılar.
     Diğer yandan sosyalist dünyada sömürü daha farklı şekilde gelişmedi. Dünya işçi kardeşliği diye yola çıkanlarda, Gelişmemiş ülkelerin işçi sınıfının kazançlarını, gelişmiş ülkelerin işçi sınıfına aktardıkları için ayakta kaldılar.
     Her tarafta sömürülen geri kalmış ülkelerin çalışanları, üretenleri ve o ülkelerin kaynakları olmuştur.
     Bugün Akdeniz e sahili olan ve eski Osmanlı tebaası olan ülkeler çok geçte olsa kıpırdanmaya başladılar. Onları artık silahlı güçler ve baskılar durduramayacak belki. Diktatörler gidecek ama sömürü duracak mı? Bilinmez.  Tahmin etmek gerekirse bize bakarak tahmin etmek gerekir.
    Bizde bittimi sömürü?
    Sizler benden daha iyi biliyorsunuz.
    Bizde de Diktatörler gitti ama, senelerce demokrasi taklidi yönetimler geldi, gelir düzeyimiz artırıldı, yaşam standardımız geliştirildi. Teknolojik gelişmelerden yararlanmamız artırıldı. Ülkenin kaynakları, daha çok gelişmiş sömürgeci ülkelere akmaya devam etti.
   Biz direnebildik mi?
   Yaşam standardı yükselen toplumlarda rehavet artar. Mücadele biter. Direnç kırılır. Daha çok Milli kaynaklar yabancıların eline geçer. İnsanların artık kaybedebilecekleri bir şeyleri vardır. Onun için mücadeleden kaçarlar. Korkarlar.
   Göreceksiniz Mısır bundan böyle daha büyük sömürülere ve yağmalamalara maruz olacaktır. Ama onlar demokrasi geldiğini ve daha iyi haklara sahip olduklarını zannedecekler. Kapitalist ülkeler işlerini yine bilecekler yandaşlarını görev başına getirmek isteyecekler.
   Dilerim bu yeni gelenler, kalplere hükmedecek bir sistem inşa ederler. Kalplere hükmedecek sistemlerde, asla insanlığı sömürmez.
       Saygılarımla.                   Mehmet KIZILASLAN 2011-02-01