29 Şubat 2016 Pazartesi

CAMBAZA BAKMA BÜTÇE GÖRÜŞMELERİNE BAK

      CAMBAZA BAKMA BÜTÇE GÖRÜŞMELERİNE BAK

Dikkatleri dağıtmak gerekir bazen. Asıl meselelerden uzaklaştırmak gerekir insanımızı. Mecliste bütçe görüşmeleri yapılırken, Cumhurbaşkanımızın eşi hanımefendi çıkar “doksan yıllık enkazı kaldırdık” deyi verir.
Düşünürsünüz, ne oluyoruz ya, dersiniz.
Asıl amaç ne enkazdır nede bahsini ettiği Cumhuriyetin doksan yıllık kazanımlarıdır.
Amaç dikkatlerimizi “ Acaba ne demek istiyor?” düşüncesine gark edip birde “Ne cevap yazayım?” handikabına sürüklemektir.

Diğer yandan da Sayın Cumhurbaşkanımız “ Anayasa mahkemesinin kararlarına uymuyorum. Saygı da duymuyorum” deyiverir kafiyeli olarak.
Halbuki, Aynı Cumhurbaşkanımız daha önce bir konuşmasında “Hukuk sistemine biz inanmazsak, biz güvenmezsek, başkalarının inanmasını güvenmesini bekleyemeyiz.” Dememiş miydi?
Şimdi kendi kendime bende tuzağa düşüp soruyorum.
Hukuk sistemimize inanmamızı istedikleri ve güvenmemizi istediği zaman hukuk sistemimiz nasıldı?
Şimdi ne değişti ve değişmesine neden izin verdiniz de, bu gün Anayasa Mahkemesinin kararlarına uymadığınızı ve saygı duymadığınızı söylüyorsunuz Sayın Cumhurbaşkanım?
Mahkemelerin kararları ne zamandan beri güvenilmez hal almaya başladı?
Adalet mekanizması ne zamandan beri yanlış yapmaya başladı?
Bu soruların cevabı sizde değil mi Sayın Cumhurbaşkanım?
Bundan önceki yazımda Osmanlı padişahlarının bile dokunulmazlıkları olmadığını ve zaman, zaman yargı karşısına çıkarıldıklarını anlatmıştım.
Demokratik ülkelerin üç güvenilir ve bağımsız erk i olması gerektiğini hepimiz biliriz. Yasama, Yürütme, Yargı.
Yasama, Büyük Millet Meclisinin demokratik yollarla seçilmiş üyeleri tarafından yapılır.
Yürütme, Büyük Millet Meclisinin içinden kurulmuş, Hükümetler tarafından yapılır.
Yargı ise, Bağımsız Mahkemelerin yargıçları ve Cumhuriyet savcıları tarafından yapılır.
“Ben nasıl olsa halk tarafından seçildim. Ne yargı tanırım, nede savcı” diyemez hiçbir seçilen. Hanedan ailesinden, seçilmeden geldiği halde bile, Osmanlı sultanları, bunu söyleyememişlerdir. 
Peki bunu benden, senden çok iyi bildiği halde, Yargıya güvenmediğini nasıl söyler Sayın Cumhurbaşkanım?
Sayın eşleri tam işte bu zamanda “Doksan yıllık enkazı kaldırdık” diye neden konuşuverir?
Bir tek amaç olabilir. Cambaza bak mantığı. Bu mantığın ne olduğunu bilmeyeniniz var mı?  
(( Cambaza bak ekşi sözlüğünden alıntı: özellikle kasabalarda, kentlerin varoşlarında, cambaz geldiği günlerde, yerdeki kafaların teldeki cambaza yoğunlaştırılıp, ceplerin boşaltıldığı durumlarda, yankesicilerin kullanıldığı dikkat çekme, dikkat dağıtma ünlemesidir.))
              Bende bu tuzağa düştüm. Bu yazımla cambaza bakıyorum.
                                         
                                             Mehmet Kızılaslan 2016-02-29



16 Şubat 2016 Salı

DOKUNULMAZLIKLAR, DOKUNULMAZ OLANLAR İÇİN VE DEVLETİN BEKASI İÇİN TEHLİKEDİR

       OSMANLI SULTANLARI DA HESAP VERİRLERDİ
Bu yazımda sizlere dokunulmazlıklar konusunda günümüzde yapılan yanlışları anlatmaya çalışacağım.
Cumhur başkanımızın, vatan hainliği dışında yargılanamayışını.
Başbakanımızın ve Bakanlarımızın, Büyük Millet Meclisinden izin çıkmadan dokunulmazlıklarının kaldırılmayışlarının.
Millet Vekillerimizin, Vekillikleri bitmeden hiçbir suçtan dolayı yargı karşısına çıkarılamayışına bir anlam veremiyorum.
              Örneğimizin gerçekten İslam ve Osmanlı adaleti olduğunu düşünenlere, söyleyenlere aşağıdaki alıntı. İnşallah ders olur.

       (((  Osmanlı Sultanlarını anlatan ders kitaplarında, onlardan bahsederken “Asarlar, keserler” diye yazar, “üstelik kimseye de hesap vermezler” diye.
        Ama bu doğru değildir. Güneş balçıkla sıvanmaz ya, İşte sadece bir kaç örnek:
       Bir şeyhülislâm, Zembilli Ali Cemali Efendi, padişahın ,Yavuz Selim, karşısına dikilebilmiş, “Seni kılıcımla doğrulturum” diyebilmiştir..
        Bir kadı, ilk İstanbul Kadısı Sarı Hızır Çelebi, minderinin altına sakladığı demir topuzu/gürz padişaha, Fatih Sultan Mehmet, gösterip, “Padişahlığına güvenip hükmümü dinlemeseydin billahi bu gürz ile başını ezerdim” diyebilmiştir.
         Bir başka kadı, Bursa Kadısı Emir Sultan, Yıldırım Bayezid gibi öfkesi burnunda genç bir padişahı, “Namazlarını cemaatle kılmadığın için çıkan ‘bi-namaz’ söylentisini giderene kadar şahitliğini kabul etmiyorum” diyerek mahkemeden âdeta kovabilmiştir.
Konuyu biraz açalım mı ne dersiniz?
        Düşünün ki, son padişahlar bile cuma namazına giderken “talebe-i ulum”dan bir grup bir ağızdan şöyle bağırırlardı: “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!”
         Padişahların en büyüklerinden, en cihangirlerinden, en sertlerinden bir tanesi, Yavuz Padişah, “Hâkimü’l-Haremeyn” unvanı karşısında ürpertiler geçiriyor, dayanamıyor. Kendini secdeye atıyor. Sonra melûl, mahzun doğruluyor ve hutbedeki hatibe,-- “Hâkimü’l-Haremeyn değil, ---Hadimü’l-Haremeyn” Mekke ve Medine’nin hizmetkârı. Diyerek kendi kendini, Harem-i Şerifin hizmetkân ilân ediyordu.
         Osmanlı sultanları hiçbir zaman “mutlak” olduklarım kabul etmemişler, ettirmeye de çalışmamışlardı. Aksine, ulemaya tabi olmuşlar, büyük hesap gününü her zaman göz önünde bulundurmuşlardır.
         Padişahların hukuka bağlılıklarını gösteren örneklerden, Kanuni Sultan Süleyman devrine ait bir örnek üstünde duracağım. Bu çok enteresan bir olay; ama önce biraz ayrıntı vermem gerekiyor.   
          Osmanlı (ve tabii ki İslâm) hukukunda, vakıf malların kira bedelleri, her sene yeniden ayarlanırdı (ecr-i misil).
      Teklif edilen kirayı dükkân sahibi kabul etmezse, dükkânı boşaltırdı. Bahsedeceğim olay da işte bu konuda açıktır.
        Ayasofya Vakıfları'na ait dükkânların kira bedelleri vakıf tarafından bir miktar yükseltilmişti. Kiracılar itiraz edip mütevelliler kanalıyla Kanuni Sultan Süleyman’a müracaat ettiler:   
        “Vakfın son derece zengin olduğunu, dükkânların mevcut gelirinin giderlere fazlasıyla yettiğini, kira bedellerinin artırılmasına gerek bulunmadığını, kendileri de Müslüman ve muhtaç oldukları için, vakfın bir miktar parasının üzerlerine geçmesinde dinen mahzur olamayacağını” öne sürdüler.
          Kanuni, merhameti öfkesine galip bir padişahtı. İnsanların mağdur olmasına da hiç dayanamazdı. Mütevelli heyeti dinledikten sonra, kira bedellerinin bu senelik yükseltilmemesi için ferman verdi.
          Mütevelli heyet, padişah fermanını güle oynaya Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’ye götürdü. Zira “gereğinin yapılması” kaydıyla fermanı kadılara gönderme görevi ona aitti.
          Ebussuud Efendi, fermanı okur okumaz itiraz etti: “Bunu tamim etmezem. Padişah fermanıyla kira tespiti yapılamaz. Zira padişahın emriyle nâmeşru (yanlış) olan şey meşru (doğru) olmaz; haram olan nesne, ferman ile helâl olmak yoktur. Bu hususlarda emr-i şer’-i şerif (dinin emri) budur. Şer’i hükümlere vâkıf iken onları ketmet-mek, Kur’an’daki bir âyetin tehdidine maruz kalmaktır.”
            Durum padişaha arz edildiğinde koca Kanuni boynunu büktü: “Şeyh’in sözü haktır!”       
            Osmanlı'yı, kendi çağının önderi ve örneği yapan şey, işte bu kılı kırk yaran, hukuk anlayışıydı.
             Hukuka önce padişahların uyma zorunluluğu vardı.
           Osmanlı'nın kuruluş ve var olma sebebi İla-yı Kelimetullah iken, ve bir karıncanın bile hakkını çiğnemekten çekinen Sultanları var iken, nasıl oluyor da onlar hakkında ders kitaplarında hiç olmadıkları insanlar gibi gösteriliyorlar.
            Bir tarafta İla-yı Kelimetullah, öteki tarafta hiç hesap vermezmiş gibi yazılan, Osmanlı sultanları, Bu iki zıt kavram aynı anda barınmazlar. Kaldı ki sultanların yaptıkları da yazdıkları da aynen İla-yı Kelimetullah için yaşadıklarını, kitaplarda yazılanları tam aksine herkesten çok 'hesap' vermeye özen gösterdiklerini, üstelik çok ince detaylandırılmış bir hesap verme kavramı vardır.
            Kula verilecek hesap.         Mahlukata verilecek hesap.    Yaratan'a verilecek hesap.         Hesap gününde verilecek hesap.    Atalarına verilecek hesap.     Efendimiz aleyhisselama verilecek hesap.        Ümmete verilecek hesap.     Gayrimüslimlere verilecek hesap.  
            Ecdadımız Osmanlımız, hesap verirdi, hem de en alasıyla ve alnı açık olarak hesap verirdi.)))
Haydi dostlarım bu parantez içindeki alıntı yazıyı okuduktan sonra günümüz dokunulmazlıklarını yeniden düşününüz. Bir anlam vere bilecek misiniz bakalım. Osmanlı ve Müslüman anlayışına uyup uymadığı kararını vermeniz vicdanlarınızın görevidir.
                                                             Saygılarımla.    Mehmet Kızılaslan. 2016-02-16

  

15 Şubat 2016 Pazartesi

GELİRLERİNİZİ İKİ KAT ALIM GÜCÜNE ÇIKARIYORUM

MAAŞLARINIZI  İKİ KATINA ÇIKARIYORUM

Yüzde, 5- 10-15 zam değil, tam iki katına çıkarıyorum.
Ben hayal satmıyorum. Ülkemin üzerine serpilmiş ölü toprağından nasıl sıyrılacağımızı anlatıyorum. Ekonomik kurtuluşumuzu öneriyorum.

Lütfen  ama lütfen dikkatinizi vererek okuyunuz.

Sadece maaşlarınızı değil, tüm kazanlarınızı, gelirlerinizin alım gücünü, iki katına çıkarıyorum. Yanlış okumadınız. Bununla da yetinmiyorum Ülkenin gelirlerini de tam iki katına çıkarıyorum.
Üretimsiz bu sistemi de hareketlendiriyorum.
Umutsuzluğu, karamsarlığı da, durağanlığı da, ortadan kaldırıyorum.
Yeni bir çağ açıyorum.
Yeni bir tarih yazıyorum.
Bir sorum var. Ve hepinize önce o soruyu soruyorum.
Ülkemde yolsuzlukları, adaletsizlikleri getiren torpilin, rüşvetin de ortadan kalksın istiyor musunuz?
“Evet istiyoruz bu rüşvet, torpil, hepimizin yarasıdır. Adaletsizliklerin temelindeki dinamittir, bombadır.” Diyorsanız bu önereceğim sistemde, onlar da ortadan kalıyor.

Merak etmeye başladıysanız çok basit olarak anlatıyorum.
Her imal edilen ve sizlerin tüketimine sunulan ürün, mal ve hizmetin maliyetleri hesaplanırken; Ödenecek en az gelir vergisi……………… = %25 - %30 oranındadır.
      Ödenecek Katma değer vergisi……………. = %8  - %18 oranındadır.
      Ödenecek Stopaj ve benzeri vergiler……….= %5  - %10  oranındadır.
      Özel Tüketim vergileri akıl alacak gibi değil=%25 - %65 oranlarına kadar çıkıyor. Bu oranları istediğiniz gibi topladığınızda. Bir malın bir ürünün üzerinde, malın bedelinden, neredeyse iki kat daha fazla vergi var demektir.
Bu vergilerin yüksekliği kayıtlı vergi mükelleflerimizin bile birçoğunu kayıt dışı ticarete yönlendirmektedir.
Kayıtlı vergi ödeyenlerin toplamı: Yaklaşık 7 000 000 ( Yedi Milyon Mükellef)
Nüfusumuz: 77 000 000 ( Yetmiş Yedi Milyon)  vergi ödeyenlerin tam 11 katı.
Yani Nüfusumuzun tam 11 de biri vergi mükellefi ve vergi ödeyenlerin en az yarısının da vergi dışı faaliyetleri var. Yani neredeyse Nüfusumuzun Yirmi de biri vergi ödüyor.
Şimdi sıkı durun, sadece, SATIN ALAN % 10 VERGİ ÖDER  Diye bir sistem öneriyorum. Bütün Paralar devlet bankasına yatırılıyor. 77 Milyon kişi alış verişlerini banka kartı ile yapıyorlar.
Bir liralık balonunda, Kırk Bin Liralık arabanın da, İki Yüz Bin liralık evinde, Milyon dolarlık malikanenin bedelinin, Yüzde Onu Devletin kasasına, yüzde doksanı malı satanın hesabına geçiyor. Para her hesap değiştirdiğinde devletin kasasına Yüzde On akıyor.
Tüm diğer vergiler kalktığı için, gelirlerin izle, bu günkü sistemde alış ver işinizin tam iki katını yapıyorsunuz. Geliriniz iki kat alım gücüne erişiyor. Yani gelirinize yüzde yüz zam gelmiş oluyor.
Devletin geliri de her alış veriş vergilendirildiği için, Vergi ödeyenlerin oranı tam yirmi kat arttığı için, en az iki kat daha fazla para devletin kasasına akıyor.
Bir sorun var. Rüşvet nasıl aktarılacak?
Korkmayın onlarda birbirlerine para aktarırlarken, bir mal satmış gibi gösterirler bedelini iki kat gösterirler. Vergiyi de iki kat öderler olur biter.
Şimdi sizlere sesleniyorum. Dar gelirliler, sabit gelirliler, emeği ile geçinenler, köylüler, esnaflar, ezildiğini düşünenler, hepiniz bu sistemle, aklınıza yatıyorsa eğer;
Biz, Yüzde beş, on zam istemiyoruz. SATIN ALAN % 10 ÖDER sistemini istiyoruz. deyiniz.
Sizlere sesleniyorum. Üreticiler, sanayiciler, fabrikatörler, büyük iş adamları, tacirler, sizlerinde üretim kapasiteniz, ticaret hacminiz de iki katına çıkacak.
Yanlış mı yaptık. Vergi cezası mı gelecek. Diye korkmayacaksınız. Kazancınızın sadece % 10 nu otomatik olarak devletin kasasına akacak. Muhasebeci giderleriniz bir kısmı ortadan kalkacak. Haydi sizde, SATIN ALAN % 10 ÖDER sistemini istiyoruz deyiniz

Olmaz demeyin. Çünkü uygulayan ülkeler var. Devleti yönetenler bunu biliyorlar.
 Bu sistemi uyguladıkları zaman tarihe geçeceklerini de biliyorlar.
                  Haydi, paradan 6 adet sıfırı kaldırma cesareti gösteren yöneticilerim bu sistemi değiştiriniz. Bakınız ne kadar güzel olacak ülkem.
                  Ülkem deki tüm karamsarlıkları da şu ortamda kaldırdığınızı düşününüz.
Bu da sizin artı hanenize yazılacak mükemmel bir çözüm olsun.
                        Saygılarımla Mehmet Kızılaslan 2016-02-12
  


11 Şubat 2016 Perşembe

UYGULADIĞINIZ YÖNTEMLER İFLAS ETTİ

                         ÜLKEMİ SEVİYORUM
O nedenle değişik çözümler üretmek zorundayım.
Her alanda yeni yöntemler bulamadığımız için, çıkmazlara giren bir ülke görünümündeyiz.
Üzülüyorum, sıkılıyorum, defalarca aynı şeyleri söylemek istemiyorum. Ama 30 yıldır aynı metotları uyguladığımız halde gerçek bir çözüm yolu bulamayan yetkililere haykırıyorum. Uyguladığınız yöntem iflas etti.
Dün Nusaybin, sözüm ona teröristlerden temizlenmişti. Bugün Sur temizlenmek üzere, Yarın Cizre’nin sonuna gelindi.
Yedi ay gibi bir süre zarfında, üç yüze yakın Şehit verildi. Altı yüz küsur terörist etkisiz hale getirildi.
1915 Sözde Ermeni soy kırımı davasını, Resimler, belgeler, tanıklar, gayet güzel bir şekilde. Türkiye Cumhuriyeti nin yanında iken. AB. ülkelerinin meclislerinden, aleyhimize kararların çıkmasına engel olamamışken. Haklılığımızı Dünyaya anlatamamış iken. Şimdide koskoca Dünyaya, 2015  Kürt tehciri ve katliamının doğru olmadığını anlatmak mecburiyetimiz ortaya çıktı.
İşin garip tarafı ne biliyor musunuz? 
Bu sefer belgeler, resimler, olaylar tamamen aleyhimize tanıklık edecekler.
Nasıl mı? Ne yazık ki artık her sıradan vatandaşın elinde, dünyaya yayın yapan kameralı akıllı telefonlar var. Medya ya ve dünya kamuoyuna anında yayın yapılabilmektedirler.
Harabeye çevrilmiş, tanklarla toplarla girilmiş şehirler. Ellerindeki çomaklara beyaz fanilalarını teslim bayrağı gibi astıkları halde vurulan, dedeler ve torunlarının resimleri. Onlarca bebeğin ve çocuğun öldürülmüş resimleri. Duvarlara zafer yazıları yazdıkları ve öldürdükleri teröristler önünde çekilmiş güvenlik güçlerinin maskeli resimleri.
Hepsi medyada her gün onlarcası yüzlercesi paylaşılıyor.
Sanmayınız ki terörle mücadele yapılmasın istiyorum.
Sanmayınız ki Vatan parçalansın istiyorum.
Sanmayınız ki yapanların yanına kalsın istiyorum.
Sanmayınız ki Ülkemi sevmiyorum. Aksine hepinizden farklı ve daha çok seviyorum. Ve hepinizden çok daha fazla milliyetçi ve Vatansever olduğumu, biliyorum, söylüyorum.
Ama yöntem bu değil.
Artık, “ben dünya kamuoyunu yönlendirebilirim. Nasıl olsa Milli unsurlarım, yayın organlarım var.” Diyemezsiniz.
Çok basit çözüm öneriyorum.
 Öncelikle bütün dünyanın aleyhimize olduğunu hepimiz biliyor muyuz?
 Evet Biliyoruz.
Bunun suçlusunun kim olduğunu daha sonra arar tartışabiliriz.
Komşularımızın tamamının bize hasım hale geldiklerini biliyor muyuz?
Evet onu da biliyoruz.
Bununda sebeplerini ilerde tartışır öğreniriz.
Şu anda yapacağımız tek şey, Bu güne kadar uygulaya geldiğimiz yöntemin dışında, Barışı, kardeşliği ve ülkede huzuru sağlamak istiyorsak eğer, hemen Tüm Üniversitelerdeki bütün sosyologları, psikologları acilen toplantıya çağırıyoruz. Bir Mastır çalışması yaptırıyoruz. Sorunun nasıl kesin ve kalıcı çözüme ulaştırılacağının bilimsel çalışmalarını yaptırıyoruz.
Hamasi nutuk atanlardan değil. Empati yapabilenlerden yararlanıyoruz.
Güçlünün adaletini savunanlardan değil. Hakkın, adaletini savunanlardan, bilgileniyoruz.
Çoğunluğun psikolojisi ile saldıranlardan değil. Adil olarak yapılması gerekenleri bilimsel zemine oturtup, gerçek tarihi yazabilecek akademisyenlerden ve korkusuzca fikirlerini söyleyebilecek yürekli, masum insanlardan. Çözüm üretmelerini sağlamamız lazım.
Ne demek istediğimi anlaya biliyor musunuz okurlarım?
Her dediğimizi alkışlayan, cahil, yanlışları söyleme cesareti gösteremeyen, dilsiz şeytanlardan, doğru kılavuz olmaz. Bunlardan güç alanların da sonları hiç iyi olmaz.

Dünya bizim televizyonlarımızda seyrettiğimiz, Türkçe haberlerden ibaret değil.
20 yıl sonra bu yanlış uygulamalarımızdan dolayı, Milyon Avrolarla, cezaları bizim torunlarımız ödemek zorunda kalabilirler.
Dünya kamu oyunda barbar, acımasız, zalim, bir Millet olarak tarihe geçmek üzereyiz. Diyorsunuz ki “öyle geçmedik mi tarihe.” Bu tarihi de değiştirebiliriz.
Dünyada “biz yaptık oldu” diye bir şey yok. Uyguladığımız her yöntem insani olmak zorunda ve Aleyhimize delil olmamak mecburiyetinde.

Diğer yandan Olayların ekonomik yanını nedense hep göz ardı ettik. Onu da daha sonraki yazılarımızda inceleyelim isterseniz. Saygılarımla.
                                              Mehmet Kızılaslan 2016-02-11


1 Şubat 2016 Pazartesi

BÜTÜN KÖTÜLÜKLERİN BAŞI ADALETSİZ GELİR DAĞILIMI

             DÜNYANIN BAŞINA BELA OLAN SİSTEMLER
Bir gazetenin, ekonomi sayfasını okuyorum. Dünyada yaşayan nüfusun, yüzde birinin servetinin, geri kalan nüfusun toplam servetinden daha fazla olduğunu belirtmiş.
Uluslar arası yardım kuruluşu OKSFAM’ ın Davos ekonomi zirvesinden önce yayınladığı rapora göre, Dünyanın en zengin 62 kişisinin servetinin ise, en yoksul Üç Milyar Altı Yüz Milyon kişisinin toplam servetini geçtiğini bildirmiş.
Ne garip adalet değil mi?
Geçenlerde Ali Koç G-20 zirvesi öncesi –“Eşitsizliğin ortadan kalkması için kapitalizmin ortadan kalkması gerekir. Ben en azından eşitsizliğin minimum seviyeye indirilmesi gerektiğini düşünüyorum. Gerçek sorun kapitalizmdir” demiştir.
Vicdanlı bir açıklama değil mi?
Şimdi bazılarınız, ülkemde, Terör olayları ile savaşın sürdüğü. Suriye’de Dünya devlerinin savaşının sürdüğü. Kapımıza üçüncü Dünya savaşının dayandığı bu günlerde, nereden çıktı bu sistemle ilgili yazı. Der gibisiniz. Demeyiniz lütfen bu savaşların tamamının da sebebi bu acımasız kapitalist sistemdir. Onun içindir ki sistemin değişmesi lazım.

“Sistemden nemalananların, sistemi değiştirme gibi fikirleri olamaz”
O nedenledir ki sistemden rahatsız olanların sistemi değiştirmeleri gerekir.
Bütün dünya adaletsiz gelir dağılımı yüzünden; açlık, yoksulluk ve savaşlardan kan gölü haline getirilmişken. Bir önceki yazımda bunun Sebebinin CFR denilen bir örgütün sebep olduğunu bahsetmiştim.
Dünyayı düzeltme işi öncelikle İnsanların kendilerini değiştirmeleri ile başlar.
Bizlere sosyalizm gençliğimizde anlatılırken “Emekçilerin hakim olduğu en iyi uygulanmış demokrasidir” diye anlatılmıştı.
Şimdi çok iyi biliyorum ki ikisi de insanlık için uygun sistemler değilmiş. Belki de birinden kaçan diğerine kapılsın diye çıkarılmış iki tuzak sistemdir.
               İnanıyorum ki bu ikisinden ayrı, bir sistem daha var. Dillendirilmesinden korkulan.
Hele şu günlerde ellerine verilen silahlardan ve kafa kesmelerinden dolayı tiksinilen İslamcı görünen ama İslamiyet’le alakası olmayan bir terör örgütü ortadayken.
Evet değerli okurlarım, Bütün dünyanın başına bela bir sistem Kapitalizm. Diğeri de Cumhuriyetin ilk yıllarında bizim tüm Fabrikalarımızın kurulmasında yardımcı olan Rusya’nın sistemi Sosyalizmdir. Sosyalizm orada da çözüm olamamış adaletsiz gelir düzeyini engelleyememiş bir sistem. (İnsanların benim diyebileceği bir şeyler olmalı)
Peki nasıl bir sistem kurmalıyız?
İlk on yılda Ülkemizi ekonomik bağımsızlığa kavuşturan sistem. Karma ekonomik sistem. Özel sektörün kuramayacağı büyüklükteki tesisleri, Devletin kurduğu. Özel sektörün kurabileceği işlerden, Devletin çekildiği, Serbest rekabetin oluştuğu ekonomik sistem. Karma Ekonomik Sistem.
Vergiyi sadece satın alanın, yüzde on ödediği, bir sistem. (İlerde bu oran yüzde iki buçuğa kadar düşürülebilir)  
Dünyanın başına bela olan savaşların yoksulluğun adaletsizliğin yegane temeli kapitalist ve sosyalist sistemlerdir.
İnsanlık savaşlarla, açlıkla uğraşırken, ekonomik uçurumlarla ve haklarını alma mücadelesi ile uğraşamamaktadırlar. Yoksul insanlarda geçim mücadelesi ile  uğraşırlarken gerçek düşmanın kim olduğunu görememektedirler.
Ey Dünyanın ve ülkemin zenginleri, bu adaletsiz gelir sistemi sizi sırça köşkünüzde koruyamaz duruma gelmek üzeredir. Sanmayınız ne bu dünyada ne de öbür dünyada aldığınız güvenlik önlemleri sizleri koruyacaktır. Mazlumun gözyaşları üzerine kurulan tüm sistemler yıkılmak zorundadır. Sonunuz yakın. Bizden söylemesi.
                                                                        Mehmet Kızılaslan 2016-02-01











18 Milyon yoksulu olan ülkemizde aslında bir tartışma açılmış olsu