30 Aralık 2019 Pazartesi

UĞURLARKEN 2019 U


                                                     

          Uğurlarken 2019 u, Bütün dertlerimizi, tasalarımızı ve endişelerimizi de uğurlamak istiyorum. Ancak bunları uğurlamanın tek bir gücü ve kuvveti olmalı o da UMUT.  Umudu olan insanlar, yukarıda saydıklarımı gayet güzel uğurlarlar ve geleceğe ve gelen yıla mutlu, huzurlu, endişesiz bakarlar.
          Umut dur insanı ayakta tutan.
         Umut dur insanı mutlu kılan.
         Umut dur insanı geçmişteki başarısızlıklarına rağmen geleceğe güzel duygularla baktıran.
         İnsanlar kendi yanlışlarını, hatalarını gözden geçirip, düzeltmeye ve bir daha ki zaman diliminde bu yanlışları yapmayarak gelecekte başarılı olmayı hayal edebilirler. Ya hataların, yanlışların, başarısızlıklarının, sebeplerinin büyük kısmı, İdarecilerden, yöneticilerden dolayı ise ne yaparlar?
         Bu sorumuzun cevabı, yazımın sonlarında verilecek.
       Gelelim insanımızın başarısızlıklarının kendilerinden olmayan sebeplerine.
       40 Milyar dolar Suriyeliler için harcandı. Bu para ile, Bir Milyar TL lik, tam Bir Milyar Liralık, 260 Adet orta ölçekli tarım ürünlerini değerlendiren, fabrika kurula bilirdi.
        Yurdun çeşitli yerlerine Onlarca Millet parkı yapıldı ya da, parası ayrıldı. Aynı para ile aynı yerlere aynı sayıda ve aynı büyüklükte fabrikalar kurulabilirdi.
        Ülkemin 500 Milyar TL si Konuta ve inşaata ayrıldı Bu paranın en az yarısı, Tarımsal ürün işleyecek Fabrika binaları ve makinaları için harcana bilirdi. Bu yanlışların en büyüğü de heybede. Siz biliyorsunuz o, 75 Milyarlık yatırım yerine o parayla neler yapılabileceğini. İnşallah yapılmaz.
       Yerel yöneticilerin yanlışlarına gelince, Alt yapısına dokunmadıkları yolların, yenilenmesine harcadıkları para ile ilçemizde en az 20 Adet 1000 Metre kare fabrika inşaatı yapıp yatırımcılara “gelin ilçemizde tarım ürünlerini işleyin” diye;  küçük rakamlara kiraya verebilirlerdi.
       At yarışı, deve güreşlerine, konserlere,  düğün salonlarına, velhasıl aciliyet sırası sonlarda olan konulara harcanan paralarla, ilçemizde onlarca Fabrika binası yapılıp, yine tarım ürünlerini işleyecek fabrikaları kuracaklara tahsis edebilirlerdi. Belediyelerimiz, Tostçularımızla, kafeteryacılarımızla, çaycı esnafımızla rekabet etmeyebilirler, bu paralarla işsizliğe çare araya bilirlerdi.( Öğrencilere yarı zamanlı meyve ambalajlama tesisinde iş verebilirlerdi) Hani öğrencilere ucuz çay satacaklar ya, kiracıları ile rekabet edeceklerine, öğrencilerin çalışacakları tesisler kurabilirlerdi.
       Bu yukarıda yazdığım basit önlemleri alamayan ve aciliyet sırasını insanımıza iş, aş, ekmek parası kazandıracak, yöntemleri göremeyen, yerel ve genel yöneticilerimiz sayesinde insanlarımızın geleceğe umutla bakmaları mümkün olamayacaktır.
       Bir bilse insanlarımız, kendilerinin hatalarından çok daha büyük suçların, yerel ve genel yöneticilerimizin uygulamalarında olduklarını; sorun kolay çözülecek. Bir bilseler Çaresizliklerinin büyük bir sebebinin kendi hatalarının olmadığını, geleceğe umutla bakacaklar.
        Yukarıdaki sorunun cevabı ne dir biliyor musunuz dostlarım. Yanlış yapanlara, ülkemizin ve şehrimizin kaynaklarını, öncelikle insanımızın işine aşına ve ekmek parası kazanmalarına harcamayıp, gösterişe, basitliğe ve sükseye harcayanlara oy vermemeleridir.
        Sorunun, hatanın, çok küçük bir kısmı insanımızın kendilerine aittir. Bu kısmı da kendilerini yok etmek gibi bir sonucu doğurmamalıdır.
        2019 u uğurlarken, 2020 ye girerken ne olursunuz, gerçek suçluları görünüz. Daha fazla umutsuzluklara kapılıp, daha fazla intiharlara sebep olup, ya da intihar edip gerçek suçlulara meydanı bırakmayınız.
         Çare, sizin aşınızdan, ekmeğinizden, gelecek endişelerinizden evvel, kendi çıkarlarını gözetip, eğlenceye, parka, bahçeye, yollara, taşa, inşaata, betona, sükseye para ayıranlara oy vermemeniz hatta selam bile vermeyip, buğuz bağlamanızdır.
         Çare,“Yanlış yapanlara, elinizle, dilinizle, yüreğinizle dur demenizdir.” Dilsiz şeytan olmamanızdır.
         Eğer bu yanlışlar gelecek yıl da devam edecek, sizler yatarak dua ederek ve hatta, yanlış yapanlara alkış tutarak, sesiz kalarak, bu gidişin düzeleceğine inanıyorsanız, biliniz ki yeni intiharların müsebbibi olacaksınız.
        Bu ülke ve şehir, üreten ve çalışanların, çalışarak aşını kazanmak isteyenlerin önünü açarak kalkınacaktır.
        Bu ülke ve şehir, zevkü safada, oyun ve oynaşta, kaynaklarımızı hoyratça harcayanların israflarına dur diyerek kalkınacaktır.
         Yeni yılınızı, geleceğe umutla bakacak tedbirler alarak, sorunun sizler olmadığınız, sizlerin oy verdiğiniz, yanlış yapanlar olduğunu görerek, umutla girmenizi diler saygılarımı sunarım.  
      Not: Neden tarımsal ürünlerimizi işleyen fabrikalar öneriyorum? Çünkü o fabrikalar, hem  tarımla uğraşan köylümüzün önünü açacak, hem de şehirlerden köye göçün önünü de açacaktır.
                                     Mehmet Kızılaslan  2019-12-30      

17 Aralık 2019 Salı

ACİLİYET SIRASI VE İNTİHARLAR


                                    

        Hepimiz bir aile sahibiyiz.  Aile bütçesinde ihtiyaçlarımızı acili yet sırasına koyarak gidermeye çalışırız.
       Çocuklarımızın isteklerini, Eşimizin isteklerini, kendi ihtiyaçlarımızı; ailemizin beslenme ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra, sıraya koyar ona göre bütçemizi denkleştirmeye çalışırız. Denk Bütçe yapamaz isek, açığımızı karşılayacağımız kaynağı araştırırız.
      Bu kaynaklar, gelirlerimizi artırıcı yöntemler arayarak başlar. Gelirlerimizi artıramıyor isek, ihtiyaçlarımızın elzem olmayanlarını karşılamaktan vaz geçer, bir daha ki aya erteleriz.
      Bu yukarıda anlattıklarım, Ailesi olan olmayan, hayatını idame ettirmeye çalışan her kes tarafından en ince ayrıntılarına kadar, bir matematik uzmanına taş çıkaracak kabiliyette ülke insanım tarafından her ay, her gün düşünülmekte ve ayakta kalma savaşı verilmektedir.
     Ailemizin bütçesi böylesine hassas hesaplar üzerine kurulur iken, ilçemizin ve ülkemizin bütçesi çok daha hassas hesaplar üzerine yapılmak zorundadır.
Çünkü ilçemizin ve ülkemizin bütçesi bizim kendi keyfiyetlerimiz ve çıkarlarımızın çok daha üzerinde, tüyü bitmiş, bitmemiş yetimin hakkını içermektedir.
      Hani deriz ya hepimiz ”Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” diye; komşumuz aslında kocaman ailemizin bir ferdidir.
     O ferdi komşu dahi kabul etmek doğru değildir. Doğrusu şudur, İlçemiz kocaman bir aile ise, ülkemiz en kocaman bir ailedir.   Komşularımız büyük ailemizin fertleridirler.
      İlçemizi ve Devletimizi yönetenler böyle görmek zorundadırlar.
Böyle görmediklerinden dolayıdır ki, İdari ve yönetim kadrolarında bulunanlar kendi rahatlarını halkının sağlığından, açlığından önde görmektedirler.
       Ne demiştik Aile reisi beslenme giderlerinden sonra sırası ile önce çocuklarının sonra eşlerinin en sonra da kendilerinin ihtiyaçlarını düşünürler.
      İlçemi ve devletimi yönetenler böyle mi yapıyorlar?
      Ne yazık ki hayır, Önce kendilerini, sonra kendilerini, en sonra yine kendilerini düşünüyorlar. Bu durum, ülkemi çıkmazlara götürmek üzeredir.
      Ülkemde işsizlikten açlıktan, çocuklarının eşlerinin ihtiyaçlarını karşılayamayan aile reislerinin cinnetleri sonucu, cinayetler ve intiharlar yaşanmayan gün geçmemektedir.
     Daha önceki yazılarımda da anlatmaya çalıştığım, “Dünya bir krizin eşiğinden geçmektedir. Ülkem de biraz kemer sıkmak zorundadır. Milletimiz bunları da aşacaktır” diye açıklama yapmak zorunda olan Devlet yöneticileri; önce kendilerinin rahatını düşündükleri için ülke insanımızın sıkıntılarını hissetmedikleri için ülkemizi bayram yeri gibi anlatmaktadırlar.  
      Bu durum aşağıda, halk içinde, “Herkes rahat, huzur ve bolluk içinde, bir bizim ailemiz sorunlu, bir biz beceremiyoruz “ sendromu yaşamaktadır. Sonuç Başarısız sayılan aile reisi, boşanmalar, cinnet geçirmeler, intiharlar.
        Bu durum çok uzun sürmez efendiler.
         Siz, ilçeleri, İlleri ve Devleti yöneten efendiler; sizler bu insanımızın ihtiyaçlarının işsizlik, açlık, yoksulluk, olduğunu ve bunu gidermeyi önceliğinize almaz iseniz;  Daha çok cinnet geçirmeler, toplu intiharlar ve cinayetlerin sorumlusu olursunuz.
       Şehrimin, Ülkemin ürünlerini dışarıya satacak ortamlar hazırlamaz, Millet bahçeleri, parklar, eğlence yerleri, hatta ihtiyaç fazlası konutlar gibi, acili yet sıralamasında en sona alınacak işleri, en öne almanız halinde, ilçemin ve ülkemin kaynaklarını hoyratça harcamanız sonucu, sosyal patlamalara zemin hazırlarsınız.
       Bu arada uyarımdır, yoksulluk içindeki insanlarımızdan bazıları; sebep sonuç ilişkisini iyi kuranlar, eğer cinnetlerini, siz yanlış yapanlarda kullanmaya kalkarlar sa, ki bu da yakındır, Allah korusun hayatlarınızı, sırça köşklerinizde, güvenlikli bahçelerinizde, makamlarınızda koruyamazsınız.
        En sevdiği yavrularını, eşlerini ve kendilerini kıymaya karar alacak kadar kötümser olan, çıkmazda olan insanlar, bu duruma sebep olan sizlerin hayatlarınıza da kastedebilirler.
        Allah rızası için, Bu yoksulluğa, açlığa, yolsuzluklara ve israflara son veriniz. Bunu kendinizi ve sevdiklerinizin hayatını korumak için yapınız. Bu vahameti ve kötü gidişi, devletin imkânlarından öncelikli yararlananlar sizler olduğunuz için görmekte zorlanıyor olabilirsiniz.
        Biz sizlere güvendiğimiz ve sevdiğimiz için sizleri seçtik. Bu gidişe ve kötü sona dur deyiniz. Herkesin tok, sırtının pek, huzur ve mutluluğun gani olduğu bir ülke kurmak zor değil.
                    Saygılarımla ve sağlıcakla kalınız. Mehmet Kızılaslan. 2019-12-17



12 Aralık 2019 Perşembe


                                 ANADOLU ÇÖZÜM ARAŞTIRMA PLATFORMU  “ÇAP”
                                          NAZİLLİ İÇİN ÇÖZÜM TAVSİYE RAPORU – 2
             Platformumuzun, araştırmaları sonucunda, Büyük önder, Mustafa Kemal Atatürk’ün ilçemize, Kurtuluş savaşında gösterdiği mücadelenin ve öz verinin karşılığı, ödülü olarak yaptırdığı, SÜMERBANK BASMA FABRİKASI nın kapanması sonucu atıl duran, 36 adet 250 şer metre karelik hangarlarından, 25 adedinin kullanılır hale getirilmesinin mümkün olduğunu görmüştür.
               Platformumuz, Türk Patent Enstitüsünün, MARKA ARAŞTIRMA sayfasından, sorguladığı, aşağıdaki markalar kullanılmamaktadır.
        Nazilli İLGİLİ VE YETKİLİLERİNİN bu markaları tescil ettirmeleri halinde, SÜMERBANK FABRİKASI ALANI İÇİNDE bulunan bu hazır ve atıl durumda olan binalarda tarımsal ürünlerimizin işlenerek, değerlendirilerek satılabileceğini tespit etmiştir.
       İlçemizin işsiz insanlarına iş temini ve tarımsal ürünlerimizin 2-3 gün içinde satılmak zorunda olmasından, değerinin altında satışını önlemek, bir yıl içinde değerinde ve artı değer katarak satılmasını tavsiye kararı almıştır.
 1-Sümerbank Domates ve biber salçası
2- Sümerbank turşusu
3-Sümerbank nar ekşisi
4-Sümerbank meyve pekmezleri
5-Sümerbank tarhana ve çorbaları
6-Sümerbank Lokum ve helvası
7-Sümerbank Gencer macunu
8-Sümerban Kantaron yağı
9- Sümerbank Erişte ve makarnaları
10- Sümerbank İncir ve incir ezmesi
11- Sümerbank limonatası
12- Sümerbank Portakal ve meyve suları
13- Sümerbank Reçel ve marmelatları
14-Sümerbank Memba suyu
15-Sümerbank Konserveleri
16-Sümerbank Kestane ve kestane şekeri
17-Sümerbank Et ve süt ürünleri
18-Sümerbank Kurutulmuş gıda
19-Sümerbank Konserveleri
20- Sümerbank Ekşi mayalı ekmeği ve unlu mamulleri
21- Sümerbank Ambalajlı narenciye ve meyveleri
22-Sümerbank Zeytin,  Zeytinyağı ve ezmesi
23- Sümerbank Kırmızı toz ve pul biberi
24- Sümerbank yazılım laboratuvarı.
25- Sümerbank Araşyırma Geliştirme Laboratuvarı.

        Saygı değer ilgililer ve yetkililer, Ülkemizin en değerli ve en verimli topraklarında yaşamamıza rağmen, her nedense yoksulluk ve işsizlik önlenemez duruma gelmiştir. Biz Anadolu Çözüm Araştırma Platformu “ÇAP” olarak, sizlere çözümler sunmaya, kaynak ve mekan göstererek devam edeceğiz.
         Kaynak, bölgemiz çiftçilerinin ürettiği ve değerinin altında satılmak zorunda kalan bol miktarda tarım ürünleridir. Mekan ve zemin, her yıl açılışını yaptığımız kapalı Sümerbank fabrikamızın boş hangarlarıdır. Bilimsel üretim yapacak ve ışık tutacak olan ADÜ nün gıda ve tarımla ilgili bölüm ve bilim insanlarıdır. Çözüm, bu bolluk içinde, işsizlik ve yoksulluğumuzun önlenmesidir. Parasal kaynak ise Belediyemizin kurmak üzere olduğu kooperatifin ortaklarından gelecek sermayedir.
         Saygılarımızla.               Anadolu Çözüm Araştırma Platformu “ÇAP”



11 Aralık 2019 Çarşamba

KOOPERATİFÇİLİK NASIL OLUR


                                                
          Kooperatiflerin nasıl kurulacağı ve nasıl çalışacağı kanunlarla belirtilmiştir.
        Ben kooperatif kurdum ve şu kadar sermaye koydum, gelin benim kooperatifime ortak olun demek gibi bir yöntemle kooperatifler kurulamaz ve sürdürülemez.
         Bakın ne diyor bilimsel kooperatifçilik kuralları.
          Tanımı. Kooperatif, insan ihtiyaçlarının karşılıklı yardımlaşma yoluyla giderilmesini sağlamak ve ortakların çıkarlarını korumak amacıyla oluşturulan ekonomik kuruluştur. Kooperatifler insanların ihtiyaçlarını karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle ve en az maliyetle karşılamak amacıyla kurulan tüzel kişilerdir. 
         Kooperatifler hem kişilerin tek başlarına yapmaya güçlerinin yetmediği işleri bir araya gelerek yapmaları sağlar hem de toplumun kalkınmasına katkıda bulunur.
          1163 sayılı Kooperatifler Kanunu’na göre tüzel kişiliği haiz olmak üzere ortaklarının belirli ekonomik menfaatlerini ve özellikle meslek ve geçimlerine ait ihtiyaçlarını, işgücü ve parasal katkılarıyla karşılıklı yardım, dayanışma ve kefalet suretiyle sağlayıp korumak amacıyla gerçek ve tüzel kişiler tarafından kurulan değişir ortaklı ve değişir sermayeli ortaklıklar olarak tanımlanmıştır.
Kooperatiflerin özellikleri:
- Kooperatifler, üyelerinin ortak ihtiyaçlarını veya meslekleri ile ilgili gereksinimlerini en az maliyetle karşılamak amacıyla kurulur.
- Kooperatiflerde sermayenin üst sınır yoktur. Kooperatifin ortak sayısı arttıkça sermayesi de artar.
- Kooperatiflerde sermaye olarak ayni sermaye (paradan dışında mal, demirbaş, taşıt, bina vb.) konulması veya başka bir işletmenin kooperatife devredilmesi ancak ana sözleşmede belirtilmiş olmakla mümkündür.
- Gerçek veya tüzel kişiler kooperatife üye olabilirler. Her ortağın ortaklık haklarının, ada yazılı ortaklık senedi ile temsil edilmesi gerekir.
- Kooperatiflerde ortaklıktan çıkış, ancak hesap döneminin sonunda ve en az 6 ay önceden haber vermek şartıyla yapılır. Ancak ana sözleşmeye ortaklıktan çıkış ile ilgili bir hüküm konmuşsa bu hüküm bağlayıcıdır.
- Kooperatiflerde ortakların en az bir ortaklık payları vardır. Bir ortak 5000’den fazla paya sahip olamaz. Bir ortaklık payının değeri 1 TL’dir.
- Kooperatiflerde her ortak bir oy hakkına sahip olup, ortak isterse oyunu başka bir kişiye de kullandırabilir.
- Kooperatiflerin sorumluluğu ana sözleşmede aksi bir hüküm yoksa mal varlığıyla sınırlıdır. Ortaklar ise sermaye payları ile sorumludur.

Kooperatifçilik İlkeleri:
Kooperatifçilik ilkeleri ilk olarak 1937 yılında Uluslararası Kooperatifler Birliği (International Cooperative Alliance-ICA) tarafından mutlak ve ikinci derece ilkeler olarak saptanmış ve birlik tarafından mutlak ilkelerin (serbest giriş, demokratik yönetim, işletme fazlalarının oranlı olarak dağıtılması) zorunlu hale getirilmiştir. Uluslararası Kooperatifler Birliğinin 23 Eylül 1995 tarihinde İngiltere’nin Manchester kentinde toplanan 31. Uluslararası Kooperatifler Birliği Kongresi’nde günümüzde uygulanan 7 ilke onaylanmıştır. Bu ilkeler şunlardır.
 - Gönüllü ve serbest giriş
- Ortağın demokratik yönetimi
- Ortağın ekonomik katılımı
- Özerklik ve bağımsızlık
- Eğitim, öğretim ve bilgilendirme
- Kooperatifler arası işbirliği
- Toplumsal sorumluluk

3.1. Gönüllü ve Serbest Giriş: Kooperatiflere gerçek ve tüzel kişiler ortak olarak, kendi hür iradeleriyle girebilirler. Ortak alımlarında cinsiyet, dil, din, ırk, siyaset ve sosyal ayrımlar yapılamaz. Gönüllü ve serbest giriş ilkesi her isteyenin her istediği kooperatife üye olabileceği anlamına da gelmez. Kooperatifler tabi oldukları yasaları dikkate alarak kooperatifin amacı, çalışma konusu, ortaklık sıfatını kazandıran ya da kaybettiren durum ve koşullar vb. hükümleri kuruluş aşamasında bir ana sözleşme hazırlayarak belirtir.

3.2. Ortağın Demokratik Yönetimi: Kooperatiflerde her ortak eşit oy hakkına sahiptir. Kooperatifte yönetim organları ortaklar arasında yapılan oylama ile seçilir. Kooperatif ortakları seçilmiş yöneticileri eleştirebilir, hatta onları değiştirebilir. Gerek ortakların yönetim ve denetim kurullarını seçmesi, gerekse onları eleştirmesi hatta değiştirme yetkisinin olması kooperatiflerin demokratik yönetiminin bir sonucudur.

3.3. Ortağın Ekonomik Katılımı: Kooperatiflerin yılsonunda elde ettikleri faaliyet sonucunda elde edilen gelir veya gider fazlasına ortaklar eşit şekilde katılır.

3.3.1. Gelir fazlasından yedek akçe ayrılması: Ortaya çıkan gelir fazlası kanun ve ana sözleşmede belirlenen yedek akçe, sermayeye faiz, üst birlik payları ve varsa fonlar ayrıldıktan sonra kalan risturn (ortakların kooperatiften yaptıkları alışveriş oranlarına göre gelir fazlasından pay alması) olarak dağıtılır.
3.3.2. İşletme ortaklarının sermayelerine faiz verilmesi: Kooperatifler Kanunu’nun 38. maddesine göre gelir-gider farkının en az %50’si ortaklara dağıtıldıktan sonra, ortakların sermaye paylarına genel kurul kararı ile devlet tahvillerine verilen en yüksek faiz haddini geçmemek üzere faiz ödenebileceği ana sözleşme ile hükme bağlanabilir.
3.3.3. Özel fon ayrılması: Ana sözleşmede yer verilmek suretiyle gerek kooperatifin memurları ile işçileri, gerekse kooperatifin ortakları için yardım kuruluşları oluşturmak ve bunları işletmek amacı ile yardım fonları kurulabilir.
3.3.4. Ortaklara “Risturn” dağıtılması: Faaliyetin olumlu sonucuna risturn denir. Ortakların risturn payları ana sözleşmedeki hükümlere göre ve ortakların kooperatiften yaptıkları alışveriş tutarları dikkate alınarak dağıtılır. Ana sözleşmede risturn dağıtılmasina ilişkin hüküm yoksa bu farklar, kooperatifin gelişmesine yarayacak işlerde kullanılmak üzere özel bir fonda toplanır.

3.4. Özerklik ve Bağımsızlık: Kooperatifler kendine özgü bir yasası (1163 Nu.lu Kooperatifler Kanunu) olması itibariyle özerk kuruluşlardır. Bazı durumlarda Türk Ticaret Kanunu (TTK) ve Vergi Usul Kanunu (VUK)’nun bazı hükümleri uygulansa da kooperatiflerin kuruluşlarından dağılmalarına kadar tüm işlemler Kooperatifler Kanunu’nda belirtilmiştir; bu da kooperatiflere özerklik kazandırmaktadır. Kooperatiflerin yönetim ve denetimlerinin ana sözleşmelerinde belirlenen hükümler dahilinde karşılıklı yardım ve dayanışma içerisinde yürütülmesi bağımsız bir kuruluş olduğunun göstergesidir.

3.5. Eğitim Öğretim ve Bilgilendirme: Kooperatiflerin başarıya ulaşması için kooperatifi yönetenlerin, ortaklarının ve halkın kooperatifçilik hakkında bilgili olmaları gerekir. Oy kullanacak, kooperatif yöneticilerini seçecek, yeri geldiğinde eleştirecek, hatta değiştirecek ve fikir verecek olan ortakların tüm bunları yerine getirebilmeleri için kooperatifçilik hakkında yeterli bilgi ve beceriye sahip olmaları gerekir. Kooperatiflerin yönetim organlarının, yükümlülüklerinin ve görevlerinin neler olduğu bilindiği sürece fayda sağlanabilir. Bu nedenle ortakların ve halkın kooperatifçilik hakkında bilgilendirilmesi ekonomiye büyük katkı sağlayacaktır.
          Bu yukarıda belirtilenler kanunlarla belirlenmiş kurallar bütünüdür. Ancak benim ülkemde ve gelişmiş ülkelerde, devlet yatan paraya garantör olan, yani bankaların batması halinde mudilerin yatırdıkları paranın batmasını önler. Önleyememiş ise devlet, batan paraları öder.
         Hal böyle iken, çalışan paranın, yani üretim için, kooperatiflere yatırılan paranın da garantörü olmak zorundadır devletimiz. Hatta ortakların yatırdıkları para kadar da devletin para yatırmasında yarar vardır. Aksi olduğunda kooperatifçilikte başarı ummak hayal olur. Çünkü geçmişteki kötü örnekler yüzünden Kooperatifçiliğe insanlarımızı dahil etmemiz mümkün olmaya bilir.
          Der yetkilere ilgililere iletir, saygılarımı sunarım.
                           Mehmet  Kızılaslan  2019-12-11



4 Aralık 2019 Çarşamba

GELİŞMİŞ ÜLKELER VE BİZ


   
Gelişmiş ülkelerin ilgi alanlarına bakıyorum, nelerle uğraşıyorlar acaba diye gördüklerim aşağıdaki başlıklar ve daha fazlası ile dolu.
 Uzaydan nasıl daha çok yararlana biliriz?
Uzayda ileri teknolojiye sahip yaratıklar var mı?
Bu yaratıklar eğer varsa iletişime geçtiğimizde bizden üstün teknolojilerinden dolayı, bize zarar vere bilirler mi?
Bize zarar vermeyi düşündüklerinde nasıl koruna biliriz?
Uzaylılar, varsa ya da yoksa, uzayda dolaşan gök taşlarını dünyamıza indirebilmenin yollarını bulabilir miyiz?
 Uzaydaki gök taşlarını, dünyamıza indirecek şirketler kuruldu. Bu şirketlerden yüzde kaç vergi alalım?
Uzaylılarla çatışma hali yaşanırsa onlara karşı savunma durumumuzda kullanacağımız silahlarımız yeterli mi?
Sümer tabletlerinde anlatılanlar gerçek ise, zaten uzaylılara karşı savunmasız durumdayız. Yaptırımları bundan sonra neler olur?
Gelişmiş ülkelerin ellerindeki ileri teknoloji, Uzaylılardan alınmışsa, uzaylılar çok daha ileri teknolojiye sahiptirler. Onlarla iyi geçinmek zorunda mıyız?
Bu iyi geçinme olayı sınırı nedir, nereye kadardır?
Uzaylıların iletişime geçtiği devlet adamları, dünyanın belli bir alanını uzaylılara tahsis etmek için, o bölgelerde kaosun yaratılmasına aracılık yaparken, dünya insanlarına davranışlarını nasıl belirleyelim?
        Gibi birçok sorulara Devlet ve bilim insanları cevap arıyorlar kanısındayım.
Şimdi bizim ilgilendiğimiz konulara bir bakalım isterseniz.
Engelliler gününde kaç özürlü koltuğu alalım hangi habercileri çağıralım, hangi gazetelere boy, boy, resimlerimizi servis edelim?
13 yaşındaki kız çocuğuna, tecavüz eden şerefsizle, tecavüz edilen çocuğu evlendirme yasasını nasıl çıkaralım?
Emekliye takılan ve emekli maaşı alamayan insanlarımızın sigorta sözleşmelerindeki haklarını nasıl gasp edip, yandaşlarımızın birden fazla maaş almasını nasıl sağlayalım?
Kapattığımız fabrikaların ve devlete ait malların yandaşlarımıza peşkeş çekilebilmesi için ihale yasasında daha ne kadar değişiklik yapalım?
İşsizliğin, yoksulluğun hat safhaya ulaştığı şehrimizde ülkemizde, kaç konser daha yaparak uyuyan bu Milletin gözüne boyayalım?
Partilerin içinde atamayla ve projeyle geldiğimiz noktada, kaç kişiyi daha partiden ihraç ederek yerimizi sağlamlayalım?
Parti liderliğine soyuna bilecek insanların, önüne nasıl Çin setleri çekerek ve entrikalar hazırlayarak, koltuğumuzda rahat oturalım?
Yılın her gününe, bir özellik yükleyip makamlarımızda ve iş yerlerimizde hizmet üreteceğimize ota, moka, çöpe özel günler tahsis eder vaktimizi boşla geçiririz?
Fetva ve icra makamında olup ta, vatandaşı, din ve devlet adına hamaset nutukları ile gerçeklerden nasıl uzaklaştıralım?
Kendi maaşlarımızı bir gecede yüzde Yirmi beş, otuzlarda zam yaparken, asgari ücret konusunda bir ay boyunca Milleti ve kamuoyunu meşgul ederken, başka nerelerden kendi kazançlarımızı artıra biliriz?
Muhalefet partileri olarak, muhalefette kalmanın rahatlığını onlarca sene daha yaşaya bilmek için parti içi kavgaları ve düşmanlığı körükleye biliriz?
İktidar da kalmanın nimetlerinden ömür boyu yararlana bilmek için hangi önlemleri alabiliriz?
Yerelde çalışıyormuş gibi görünmek adına, Her köye bir üretim hane kurmak yerine, hangi köyümüze yeni adı ile hangi mahallemize, bayrak direği dikeriz de milleti bu bayrak direğinin boyu ile meşgul ederiz uyuturuz?
        Arkası gelmez bu araştırmaların, aramaların ve karşılaştırmaların dostlarım. Gelişmiş ülkelerin gelişmiş beyinleri ile, Ülkemin kısır, cüce, fındık beyinli, ama kendilerine verdikleri hava ile egolarının esiri olan zayıf, acınası insanlarının arasındaki farkı anlatmaya çalıştım.
        İşte bu farktan dolayıdır ki, Ülkem insanı, kendisini çaresiz sayıyor. Yetersiz görüyor. İntiharlara ve cinnetlere yelteniyor. Çare bizleriz dostlarım. Bizim suçumuzun bedeli, cezası,  intihar etmek yada cinnet geçirmek değildir.
       Bizim suçumuzun bedeli aklımıza mukayyet olup, asıl suçluların kimler olduğunu görmektir.
        Çare mi dediniz? Bir daha yanlış yapanlara oy vermemektir.
      Saygılarımla.       Mehmet Kızılaslan 2019-12-04







12 Kasım 2019 Salı

ATATÜRK Ü BİZ ÖLDÜRDÜK


                                 
      10 Kasımı yeni, yine yaşadık.
      10 Kasım, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Yüreklerimize kazıldığı,  akın akın Anıt kabir’e taşındığımız, sosyal medyada değişik değişik panolar, resimler, yazılar, paylaştığımız, acımızı üzüntümüzü herkese duyururken, öyle bir liderin ülkesinde yaşamış olmanın gururunu da anlattığımız gün olmaya devam ediyor.
        Onu, yüce önderi sevmeyenleri zaten dikkate almıyorum.
         Sevenlerin, o büyük insanın ülkemize kazandırdıklarını korumak adına ne yaptığımıza bakıyorum. Koca bir hiç.
        Çocuklarımıza, kendimize, Atatürk resimli tişörtler almak giymek, meydanlarda resimler çektirmek, adına keşkekler yapıp şerbetler yapıp dağıtmak ve hatta meydanlara heykellerini dikmek, onu anlatmak, yaptıklarının karşılığını ödemek mi oluyor sizce?
          Başka ne yapabiliriz ki? Sorusunu duyar gibiyim. Öyle ya, bize onu anmayı, ona saygı duruşunda bulunmayı ona olan borcumuzu ödemek ve hatta ona sevgimizi göstermemizin zirvesi olarak gösterdiler.
          Bize armağan ettiği bayramlarda ona şiirler okumak, spor gösterileri düzenlemek, balolar yapmak, ona övgüler yağdırmak bizi görevimizi yapmış olmanın zevkini yaşattılar.
         Biz Atatürk’ü  hiç anlamadık.
          Ona hiç layık olamadık.
        Onun altın tepside, hazır olarak, mücadele etmediğimiz halde bize sunduğu, kazanımların hiç kıymetini bilemedik.
         O bize hiçbir kimseden yardım almadan damarlarımızdaki asil kanda mevcut olan kudreti göstermesine rağmen, o kudreti hiç kullanamadık.  Kalabalık yobaz kitlelerden korktuk.
     Onun, ülke dışındaki yedi düvel ile birlikte, ülke içindeki yobaz tarikatlar, cemaatler ve onların şeyhlerine savaş açarak kazandırdığı medeniyete  bile sahip çıkamadık.
       Biz korkak çıktık.
 Biz yobazlarla birlikte kolaycı ve çıkarcı yanımızı açığa çıkardık.  Hazır kazanımları korumaya çekindik.
      İnsan hakları, kadın hakları, adalet konusunda yapılan yanlışlara kayıtsız kaldık ve hatta alkış tuttuk.
      Biz onun kurduğu fabrikaları yenilemek çağa uygun hale getirmek yerine zarar etmesine ve kapanmasına göz yumduk.
       Biz kendi tohumlarımıza kendi değerlerimize sahip çıkmak yerine bizi yöneten gaflet içindeki yöneticilerin yanlışlarına dur demedik.
        Biz, onun kurduğu dil ve tarih kurumlarının bile kapanmasına engel olamadık.
      Biz kendi kendisine tarım alanında yeten devlet olmayı bile sürdüremedik.
      Onun zamanında açılan uçak fabrikalarına ve Sümerbanklara sahip çıkamadık.
      Hasılı biz onun kurduğu, açtığı, bir çok şeyi, yer ile yeksan edenlere dur diyemedik.
     Bizim, hiçbir on kasımda ağlamaya, üzülüyormuş gibi yapmaya, onu anmaya hakkımız yok biliyor musunuz?
       Çünkü biz, onun eserlerine sahip çıkamadığımız zaman onu öldürdük.
        Çünkü biz, onun cumhuriyetine sahip çıkamadığımız zaman onu öldürdük.
       Çünkü biz, onun bize koca dünyayı meydan okuyarak kazandırdığı hakları elimizden alırlarken sustuğumuz zaman onu öldürdük.
      Çünkü biz, onun bizi ve ülkemizi çıkardığı medeniyet seviyesinden, ülkemizi daha üst seviyelere taşıyamadığımız ve çöküşü önleyemediğimiz zaman onu öldürdük.
       Çünkü biz borçsuz harçsız bir devleti yedi düvelden borç alır duruma getirdiğimiz ve borçla büyüne bileceği yalanlarına inandığımız zaman onu öldürdük.
      Biz hepimiz birer katiliz be dostlarım. Hem de bizi, bağımsızlığa, özgürlüğe, Demokratik Cumhuriyeti kazandıran, bizim, padişahın tabası, kulu olmaktan, kurtarıp,  Hür medeni insan olmamızı sağlayan kurtarıcımızın fikirlerinin ve onun  katiliyiz.
      Biz bu yüzden, Atatürk’ü anlayamadık ve anmayı da beceremedik. Biz onun ölmesine sebep olduk. Göz yaşlarımız da timsahın göz yaşları gibi gerçek değil..
       Atam bizi affet, seni biz öldürdük, ölümünü kutluyoruz.
                                   Mehmet Kızılaslan  2019-11-12
 

5 Kasım 2019 Salı

HANGİ SERMAYENİN DİNİ İMANI YOK?


                      
      Bize hep, yerli sermaye, Milli sermaye iyidir, yabancı sermaye işgalcidir. Diye öğretilerle büyüttüler.
      Bu yazımda aksi olsa nasıl olur? Diye sesli düşünmeye çalışacağım. Beğenirsiniz beğenmezsiniz, yorumlarınızı yapmakta serbestsiniz.
      Her hükumet bu mantıkla kendi yandaşı sermayedarı (burjuvazisini)oluşturmaya çalıştı.
      Yerli ürünlerin, yabancı sermayedar tarafından işlenmesi, işleyen fabrikaların çok olması, bu fabrikalarda çalışan işçinin, emekçinin artması, yerli tarım ürünlerini işleyen fabrikaların çokluğundan dolayı, ürün değerlerinin artması, kimlere zarar verir hiç düşündüğünüz oldu mu?
      Düşünmedik çoğu zaman. Çünkü bizlere öğretilenler:  Yabancı sermayenin vatan haini olduğu yolundaydı. 
      Şimdi bir ülkeye yabancı sermaye nasıl gelir,  inceleyelim mi, basit olarak?     
     Öncelikle,  yabancı sermaye gireceği ülkede, güven ister, adalet ister.
      Yabancı sermaye, girdiği ülkede demokrasi ister, insan hakları ister.
      Yabancı sermaye gireceği ülkede, gece yarısı mal varlıklarına el konulmasını istemez.
      Yabancı sermaye girdiği ülkede, kargaşa, kavga iç savaş ve yağmalama olsun istemez.
      Can güvenliği, mal güvenliği ister.
      En sonra da,  Yabancı sermaye, yatırım yapacağı ülkede kazançlı olmak ister.
      Yabancı sermaye o ülkede kazandıklarının bir kısmını o ülkede rahat ve huzur içinde harcamak ister. Çünkü yabancı sermaye, beyaz yakalı elemanlarının birçoğunu, geldiği ülkelerden getirir ve o insanların sosyal hayatlarını da düşünmek zorundadır.
       Bu çerçeveden baktığımızda, yabancı sermayenin ülkelere girmesi, ilk olarak, insan hakları, demokrasi, adaletin oluşması açısından girdiği ülke insanı için önemli mi? Evet önemli.
       Faydalı mı? Evet faydalı.
       İkinci olarak, bizim gibi tarım ülkelerinde;  ürünlerinin daha çok değerlendirildiği, daha çok işlendiği ve daha çok dış pazara sunulduğu, ortamların oluşması, yani daha çok fabrikanın kurulması hali, tarım ve çiftçilikle uğraşan vatandaşında daha çok, kazanmasını getirmez mi?
         Evet, çiftçimiz ve tarım ürünü üreten köylümüzün de kazancı artar. Daha çok kazanırlar.
         Daha çok fabrikada, daha çok, işçimiz, insanımız çalışmaz mı? İşsizliğe çare bulunmuş olmaz mı?
        Evet, daha çok işsizimize daha çok iş imkanı doğar, işsizliğe çare bulunmuş olur.
        Şimdi asıl soruma geliyorum. Yabancı sermayenin ülkemizde yatırım yapması kimin işine gelmez?
      Korunan yerli Milli dediğimiz sermayenin işine gelmez. ,
       Neden?
      Çünkü köylümüzün çiftçimizin ürettiği ürünlerini işleyecek alıcı ne kadar az olursa, o kadar fiyat düşük olur. Korunan Yerli Milli sermaye çok düşük rakamlarla ürün alır, işler ve büyük karlarla dışarıya ya da içeriye satar. Milli sermaye korunmuş olur ama köylü çiftçi aç sefil yaşar. Daha çok fabrika kurulmadığı için işsizlik de bitmez.
        Şimdi size ve kendime bir soru daha soruyorum.
       Milli sermaye İyi niyetli mi? Onları koruyan devletler Milletini daha çok mu seviyor?
      Yabancı sermayenin mi dini imanı yok?  
      Milli sermayenin mi, Milletinin üreticisine, köylüsüne acıması, sevgisi çok?
     Bize hamaset yapan, Milli sermayenin yüceliğini, korunması gerektiğini anlatanların, beyinlerimize bu duyguları doğru gibi, tabu gibi aktaranların, durumunu ve ülkelemize ve ülke insanlarımıza yaptıkları kötülükleri anlamaya, sesli düşünmeye ve sizlerle paylaşmaya çalıştığım bu yazımı, önceki öğretilerden arınarak anlamaya çalışınız.
        Bizi yanlış öğretilerle kilitlediler.
         Ülkemize yabancı sermaye öncelikle tarım ürünlerini işleyecek fabrikalar kurmak için girmeli. Sultaniye üzümün geçen sene 3.3 TL ye satıldığı, bu sene 2.2 TL düşmesinin ne sonuçlar yaratacağını akıl edebiliyor musunuz?
          Köylümüzün 20 TL den sattığı kuru inciri işleyen fabrikalar, daha çok olsa, aynı alıcılar, aynı inciri, aynı sezon içinde, 12 TL ye indirebilirler miydi?
       Üç gün içinde satılması mecburi olan sebzenin, meyvenin, bir yıl içinde satılabilir hale getirilmesini sağlayan fabrikaların çokluğunun neler kazandıracağını hayal edebiliyor musunuz?
        Birileriniz ille de yerli sermaye diyorsa;
        Bir, onlara engel olan mı var? Kursun yerli sermaye de fabrikalarını.
        İki, ülkemin insanının, medeni ülkelerdeki insan haklarını kazanmasında, barışın, konsensüsün, asgari müştereklerde birleşmenin, uzlaşmanın, insanca yaşamanın yolunun açılmasında acaba yabancı sermayenin güvenli ortamları seçmesinden başka çaremiz kalmadı mı? Diye düşünüyorum.
                                 Mehmet Kızılaslan 2019-11-05
  
     
      
   
    
     


25 Ekim 2019 Cuma

ÇIDIRIYOR MUYUM ACABA?


                                                     
         Yaya kaldırımı kenarındaki 40 Cm yüksekliğinde betonlara (bordür) bakıyorum, çizen mühendise,  yaptıran belediyeye, sevgilerimi sunuyorum. Dünyanın hiçbir yerinde bu yükseklikte bordür yok tur çünkü insanların kullandığı merdiven basamağı 17 Cm olmak zorundadır. Pazar arabaları çocuk arabaları ve engelli arabaları bu yaya kaldırımlarını o zaman rahat kullana bilirler. Araç kapıları en kenarda dursalar dahi kolay açılabilir.
         Oto yolların ortasındaki refüjlere, direklere, taş döşemelere, çiçekliklere bakıyorum. Yaptıran bakanlığa, çizen mühendise, candan sevgilerimi gönderiyorum, hepsini yüksek sesle öpüyorum. Çünkü, Gelişmiş ülkelerde bu oto yolların tamamı, hava alanı gibi kullanılabilir. Depremde köprüler kırık metre gibi yıkıldığında, ilk yardım uçaklarla sağlanabilir. Savaş anında havaalanları bombalandığında, bütün oto yollar hava alanı görevi yapabilir. Yüzlerce hava alanımız varmış gibi rahat krizi atlata biliriz.
         Şehir içindeki ana yollarda, ilk sırada bulunan-8-10 katlı apartmanlara bakıyorum. Arkasındaki iki katlı dört katlı apartmanlara bakıyorum. Bina sahiplerine, mühendislere, şehir planlamacılarına, imar müdürlerine, imar ve iskan bakanlarına, canı gönülden sevgilerimi gönderiyor, onları sevgi ile kucaklıyorum. Allah aşkına o yüksek katlı binalardan bir tanesi depremde yıkılsa, hastanızı helikopterle alabilirsiniz o enkazlardan. O yol açılıncaya da kadar şehrin ana arteri kapalı kalaca.   Zamanında hastaneye yetiştirilemediğinden yaralılar, ölü sayısı ikiye üçe katlayacaktır. Ne olurdu ana arterlerin üstündeki ilk evler 2 katlı, 2. sıradaki evler 4 katlı,  3. Sıradaki evler 8 katlı olsa. Ana arterlerde hem hava sirkülasyonu daha iyi olsa, hem de depremde yıkıldığında yollar kapanmasa,  can ve mal kaybımız en aza inseydi.
         Meslek odalarının, kooperatiflerin yaptıkları işlere bakıyorum. Mesleklerine uygun işler yapacaklarına, otelciliğe, düğün salonculuğuna, petrol ofisi yapmaya soyunuyorlar. Bunların başkanlarına, üyelerine, denetim kurullarına, sevgilerimi saygılarımı candan gönderip, onları da öpüyorum. Her kurum kendi mesleğine uygun işler ve yatırımlar yapacağına, bilmedikleri ama iyi ziftlenecekleri işlere soyunuyorlar.
        Yerel yöneticilerin, Deve- boğa- at- it-horoz güreşi yaptıranlarının da hepsini candan kucaklıyor, öpüyorum. Bu insanlık dışı, çağ dışı, işlere ayrılan paralarla onlarca küçük fabrika kurulabilir, işsizlik azaltılabilir, tarım ürünleri değerlendirilebilir, diye düşünüyorum.
         Tank palet fabrikasını parasızlıktan satıp, çağın gerisinde kalmış, savaş tekniğinde artık kullanılmayan, okçuluk vakfına, dünyanın parasını harcayan, o paraları alan, o belgelere imza atan,  yetkililerimizin de tamamını canı yürekten öpüyorum. Almasalardı zaten Vatanı düşündüklerine inanır üzülürdüm!
          7 Aylık görevi süresince,  verdiği sözlerin hiç birisini tutmayan. 7 tane konser düzenleyen. İşsizliğe dair çözüm yolları için olağan üstü oturum yapacağına, konserler için olağan üstü oturumlar yapan. Çalışıyormuş gibi görünen ama çalışmayan şov yapan. Yerel yöneticilerin tamamına, ben ne oldum delisi olup, kendi işini usulüne uygun yapamadığı halde, yerel padişah gibi davranan yardımcılarını da çok seviyorum. Onları da kucaklayıp öpüyorum.
          Şimdi sizlere soruyorum değerli okuyucularım, ben çıldırıyor muyum? Yoksa gerçekten sevgi belirtilerimi normal mi gösteriyorum? Normal gösteriyorsam, sizlere de hepinize de candan sevgi ve saygılarımı gönderiyorum.
          Nenemin dediği gibi “ aklımıza mukayyet olalım dostlarım” Sevgiyle sağlıcakla kalınız.
                               Mehmet Kızılaslan 2019-10-25
     
           


17 Ekim 2019 Perşembe

EL BECERİLERİNİ KAYBEDEN MİLLET


                          
       Hepimiz bahsederiz, konuşuruz,  ama ülkemizin, üretimden uzaklaşmasında, geriye doğru gidişinde, neyin önemi olduğunu pek anlayamayız.
      Geçenlerde, teknik öğretmen bir arkadaşımla konuşurken, bazı tespitlerimiz oldu. Ülkemizin el becerisi olan insanlarını, ortadan kaldırdık da ondan, geri kaldığımıza karar verdik. Bakalım siz bu konuda ne düşüneceksiniz?
       Köy enstitülerini kapattık.
      Ne yetişiyordu köy enstitülerinde?
       Köye bir öğretmen geliyordu, köy enstitüsü mezunu. Köyün okulunun, Temelinin kazılmasından, kerpicinin kesilmesine,  duvarının örülmesine, çatısının yapılmasına kadar,  öğrencileri ile birlikte yapıyordu. Elektriğini, su tesisatını, sıvasını, badanasını, sırasını, masasını, tahtasını her şeyini çok küçük ödeneklerle,  köyde öğrencileri ile birlikte, köylülerin katkıları ile bitiriyordu.
      Öğrenciler kendi ürettikleri yaptıkları araç gereçlerin içinde öğrenim görmeye başlarken hem üretimi öğreniyor hem kendileri için yapılan okulun ve araçların kıymetini biliyorlardı.
         Müteahhitlerin hırsızları,( dürüst olanları tenzih ediyorum) köy okullarından nemalanamıyorlardı, devletin kasasındaki paralar fabrikalara ve üretim hanelere harcanıyordu.
         Devrim arabasını, 18 Mühendisimiz, 2 teknisyenimiz yüzde yüz yerli olarak, tam 130 günde bitirdiler. Hem de yanılmıyorsam 4 tane birden ürettiler. O günkü şartlarda kaportalarını beton kalıplar dökerek üzerinde çekiçlediler. Bir arabanın her şeyini üretebilecek mühendislerimiz köy enstitülerinden ve sanat okullarından, Mühendislik fakültelerine gidiyorlardı ki, Devrim arabasını yapabilmişlerdi.
          Mühendislikler düz liselerden öğrenci almaya başladı Mühendislikleri bitirdik. Teknik resim çizemeyen, kalori hesabı yapamayan cisimlerin dayanımını bilmeyen, bilgisi yetersiz mühendisler, siyasilerin ve dış güçlerin oyuncağı oldular.
        Sanat okullarımıza, öğretmen yetiştiren Teknik öğretmen okullarımıza da, düz liselerden öğrenciler alarak, El melekeleri olmayan teknik öğretmenler gönderdik.
        Sanat okullarımızda öğrenciler dört yıl boyunca tamı tamına, 4 aylık mesleki eğitim görmez oldukları yetmezmiş gibi, meslek yüksekokullarının hiç birisinin atölyeleri yok.
         El melekesi olan öğrenci yetiştiren okulları bu hale getirirken dört bir yandan gençlerimizin ilgisini, masa başında terlemeden, para kazanıldığı masalını anlatan dizilerle saldırdık.
          Cumhuriyetin kurulduğundan 15 yıl sonrasına kadar bir bakınız, insansız hava aracına benzer uçakların denendiğini, yüzlerce uçak imal edildiğini, Hollanda’ya kadar satıldığını, daha sonra bu fabrikaların kapatıldığını, Nato’ya girildiğini, Marşal yardımı alındığını, Milletin o günlerde de bu günlerde de üretim konusunda çaba harcamaz hale getirildiğini görüyoruz.
         “ Kazancın onda dokuzu ticarettedir” diye bir hadisi şerifin gerçek olması için, yani ticaret yapabilmek için, üretilen bir malın olması gerekmez mi? Allah aşkına üretilmeyen bir şey, alınıp, satıla bilir mi?
           O halde;  “Üretmeden, yorulmadan, alın teri dökmeden, kazanma yollarını alışkanlık haline getiren Milletler, önce haysiyetlerini, sonra hürriyetlerini, daha sonrada, bağımsızlıklarını kaybeder” sözünü unutmayalım.
           El melekesi olan fertler yetiştirmekten vazgeçen, bir ülke, batmaya mahkumdur.  Gelişmiş ülkelere bir bakınız. Fabrikalarının yanı sıra, her evin bahçesinde ya da bodrumunda, hobi atölyeleri vardır.   Bizim insanlarımız, hala damlayan musluğunun lastiğini değiştiremezler, bahçesindeki çiçeğe çapa yapamaz, sönük ampulünü değiştiremezler. Nereden dereye, ne hale geldiğimizi görün istedim.
                 Saygılarımla Mehmet Kızılaslan. 2019-10-17
          


     

23 Eylül 2019 Pazartesi

DÖRDÜNCÜ KUVVET MEDYA MI?


                                      

    Demokratik ülkelerde,
    Yasama
    Yürütme
    Yargıdan sonra, dördüncü kuvvetin Medya olduğu söylense de, en büyük gücün demokratik ülkelerde de PARA olduğu kanıtlanmıştır.
     Yargı, ile ilgili konulara girmek istemiyorum aslında.  Bir ülkedeki mahkeme kararlarına baktığınızda, Namuslunun, dürüst insanın, haysiyetlinin mağdur olduğu görülüyorsa, o ülkede Yargı diğer güçlerin esiri olmuştur.
      Yürütme ye baktığınızda, yaptıkları uyguladıkları, adaletli değilse, yasalara uygun değilse, düzeltmek için direnmiyorsa, insanlık onuruna yakışmayan bir yolda yürütmeye devam ediyorsa, yürütme de güç olmaktan çıkmış başka güçlerin oyuncağı olmuştur.
     Yasama, yaşam boyunca, her şeyin ölçüsü insandır. Kullandığınız masadan, inip çıktığınız merdiven ölçülerine kadar her şey yapılırken, insandan ölçü alınır. Yasalar yapılırken insan onuru, şerefi haysiyeti ve yaşam kalitesi öne alınarak yapılmıyorsa biliniz ki, Yasamanın gücü de, birilerinin eline geçmiştir. Yasa yapıcılar mecliste, çalışıyormuş gibi görünse de, onlara hükmeden güç, insan hakları, haysiyeti, onuru değil; farklı bir güç tür.
     Medya, Ülkenin büyük medya organları, televizyonları, gazeteleri, el değiştirdikleri, parayla satın alındıktan sonra, çizgilerinde haber kalitesinde, hayat felsefesinde değişikliğe uğruyorlarsa, o medya kuruluşları PARANIN esiri olmuşlardır inandırıcılıklarını yitirmişlerdir.
     Büyük medya kuruluşları, top yekün parayı basarak, satın alanın, oyuncağı olurken; taşradaki, küçük medya organlarının kaliteli, çizgisi düzgün olanlarını tenzih ediyorum, bazıları ayakta kalma bahanesiyle, 500 TL ile 1000 TL lik reklamlara kendilerini satarlar. Bir yalancı onları arar, araştırmadan onun anlattıklarını, haber yaparlar ve birilerini memnun ederler. Bunun adına da gazetecilik yapmak zannederler.
       Büyük medyanın da, küçük medyanın da, PARANIN esiri olduğu ülkelerde, insanlığın, haysiyetin, demokrasinin, adaletin ters yönde oluşması kaçınılmazdır. Böyle ülkeler medeniyet seviyesine ulaşamazlar. Çünkü bütün kuvvetleri, erkleri, PARA satın almış, para onların yerine geçmiştir.
                Not: Her meslek kuruluşu içinde, eli öpülesi haysiyetli onurlu insanlar olduğu gibi,( Biz onları tenzih ediyor önlerinde düğmelerimizi ilikliyoruz.) aksi kişilerde olacaktır. Önemli olan tuzun koktuğu yerlerde, medya mensuplarının dürüst olması bile birçok şeyi düzeltecektir. Saygılarım, her meslekteki onurlu, haysiyetli, insan haklarına saygılı, kaliteli insanlaradır.   
                      Mehmet Kızılaslan 2019-09-23


29 Ağustos 2019 Perşembe

TİCARET TE YENİ HEDEFLER MİŞ…


                                          
       Belediyemizce ikincisi düzenlenen Arama Konferansı 2. Toplantısı “TİCARETTE YENİ HEDEFLER, YEREL MESELELER ve ÇÖZÜMLER” konu başlığı ile Belediye Tiyatro Salonu’nda 28 Ağustos 2019 Çarşamba günü saat 14.00’te gerçekleştirildi.
      Öncelikle söylemeliyim ki, güzel bir düşünce ve çalışmaydı. Düşünenlere, hazırlayanlara, sunanlara ve katılanlara saygı ve minnetlerimi sunuyorum.
     Üzülerek izlediğim ve patladığım konu da, katılımcıların birçoğunun aradığını bulamaması ve Nazilli’nin en büyük sorununun kaldırım işgali gibi anlatılması idi. O nedenledir ki salonda aradığını bulamayan birçok oda başkanı ve izleyici salonu erken terk ettiler.
      Oysaki, kaldırım işgali konusu,  oda başkanları ile yapılan bir toplantı sonucunda, esnafa gönderilen yazılarla kolayca halledilebilirdi. Uymayanlara da cezalar gönderilerek kökünden çözülebilirdi.
      Bunları yapmadan önce acaba, Esnafımız o ürünlerini, yaya kaldırımlara ve hatta yolların ortasına kadar sergilerken, neden bunu yapıyor, diye, düşünmemiz,  gerekmez mi? Bunu, empati yapmayan yada esnaf olmayanın bilme şansı yoktur. Hele tuzu kuru ve egosunu tatmin etmek için konferansın yarısını kendisini anlatmak için kullanan akademisyenlerin bilme şansları hiç olamaz.
      Konferansı erken terk etmek yerine, esnafının dertlerini ve sıkıntılarını anlatacak ve çözüm yolları arayacak oda başkanlarımıza da bir sözümüz var. Acaba orada esnafınızın ödeyemediği elektrik paralarını, sigorta primlerini, kiralarını ve stopajlarını dile getirselerdi de, Kurtuluş savaşının bile başlangıcının Nazilli’de olduğunu hatırlatıp, Ülke ekonomisini, batmak üzere olduğunu çarelerinin de, üretildiği, bir sonuç bildirgesi ile yetkililere ilk kez yine Nazilli’den sunulmasını sağlayamazlar mıydı?
      Zaman geçmiş sayılmaz, sayın esnaf odaları başkanları, şehrin aydınları, düşünenleri, sivil toplum örgütü liderleri, muhtarları,  bu vesile ile, size çağırımdır; derhal bu arama çalışmasına benzer bir konferans düzenleyip, ağırlaşan ekonomik şartların altından kurtulmanın yollarının tartışıldığı, şehrimizin ve ülkemizin ekonomik kurtuluş reçetelerini, yukarıdaki yetkililere, federasyonlara ve Konfederasyonlara, bakanlara ve Sayın Cumhurbaşkanımıza kadar iletip, Türkiye de bir ilki başlatmaları gerektiğini, bildirmek isterim.
       Büyük beyinli ve hedefleri büyük insanların tartıştığı konularda büyük ve çözüm odaklı olur. Sadece yapmış olabilmek için ve toplumun gazını almak için yapılan etkinlikler, zaman içinde, insanların beyinlerine dank ederek, aldatılmış olduklarının anlaşılmasını sağlar.
       Demem o dur ki, Kurtuluş savaşı Nazilli’den Başladı ise, Ekonomik kurtuluş kongreleri de Nazilli’den başlayabilir dostlarım.
       Yeter ki, büyük düşününüz ve samimi olunuz.  Küçük beyinli ve kendi çıkarlarına odaklı insanların üretiyormuş, çalışıyormuş gibi yapmaları ile birlikte, tuzu kuruların basit konuları, devleştirdikleri toplantılar, yaraya merhem olmak yerine, yapılan yanlışları gölgelemek için yapılan havanda su dövmek misali oyalama taktiği olarak algılanacaktır.
       Saygılarımla. Mehmet Kızılaslan  2019-08-29
      
        
       
       

      
       
         
     

29 Temmuz 2019 Pazartesi

ÜLKEM İNSANINA NE OLUYOR?


                               
       Bayramlar, tatiller, gündemi doldururken, ara sayfalara taşınan intihar haberlerinin her gün sayısı artıyor. Henüz kapımızı çalmadığı için, vah vah la,  tüh tüh le geçiştiriyoruz haberleri.
        Neden birlikte yanlışlara dur demek var iken, intiharlara baş vuruyor insanımız düşündüğünüz oldu mu hiç?
       Ben düşündüm. Benimle birlikte birçok toplum bilimci de düşünmüştür muhakkak.
       Cevabını konuşalım mı?
       Cevabı,  satılmış, adi, işgal medyasına göre yönlendirilen vatandaşımız, suçun kendisinde olduğunu zannediyor da ondan intihara kalkışıyor.
       Yukarıya ve satılmış işgal medyasına göre, her şey yolunda.
      “ Başarısızlık varsa o intihar eden ve cinnet geçiren insanların suçu.”
Herkes tatilde lüks yerlerde.
Herkes ev alıyor, araba yeniliyor.
       Her yeri bayram yeri gibi gösteren satılmış işgal medyasını, izleyen sıradan vatandaş, eşi ve çocukları yanında başarısız ve beceriksiz durumda görüyor kendisini.
      O görmese de eşi ve çocukları “başarısızsın sen, biz neden tatile çıkamıyoruz, ev yada araba alamıyoruz?” gibi yakınmalara ve serzenişe girince ekonomik olarak ailesinin ve çocuklarının ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan evin reisi bunalıma düşüyor.
       Oysa ki durum öyle değil, ülkem tarihinde görülmemiş bir krizin içinde ve patlama noktasında. İflaslar, içi boşalmış şirketlerin kaçınılmaz sonu. Hibe ve teşviklerle kurtulacak gibi değil. Çöküş başladı.
        Yapılması gereken neydi?
       “Evet,  ülkemizin gerçekten ürettikleri, tükettiklerini karşılamadığı ve olmayan parayı sizlere harcattığımız için, sizi kredilerle borçlandırdığımız için, güç durumdasınız. Devlet de aynı şekilde güç durumda.” Diye bilseydi yöneticilerimiz. İsraf ekonomisini yaşadıkları gibi yaşatmasalardı, ülke insanımıza bu duruma gelmeyecekti.
        Yeniden üretim seferberliği başlatarak, her insanımıza küçük de olsa iş imkanı sağlansaydı, “kemerleri sıkmamız gerek, dünya ve ülkemiz zor günler yaşıyor. Sorun sizde değil, bizde oldu, yanıldık” diye bilselerdi onlarca insanımız intihar etmeyecek, hayatları kurtulacaktı.
        Yöneticilerin yanlış politikaları, doğru sözlü olmamaları, insanımızın sadece kendisinin güç durumda olduğunu zannetmesine sebep oldu. Sonuç olarak, tarihte görülmemiş yuva yıkılmaları, intiharları yaşıyor ülkemizin insanları.
         Yüzleri gülmüyor insanımızın artık, gelecek korkusu yüreklerine sindi. Küçücük bir aşağılanma hayatlarına son vermeyi yada birilerine öldüresiye saldırmayı getiriyor.
         Cinnet geçirenler, hayatlarına son verenler, yetememenin, çaresizliğinin sonucu bu duruma geliyorlar. Buna bir dur deme zamanı geldi artık.
         Yukarıdan, satılmış medyaya, ne derlerse ne dikte ederlerse etsinler, ülke ekonomik çöküşte ve bunun sorumlusu kişiler olarak, bizler, Yüzde on oranında suçlu isek; Yüzde doksan suçlusu devleti yönetemeyenlerdir.  
         Ülkenin bütün üreten fabrikaları satılırken, kaynakları yabancılara ve yandaşlara peşkeş çekilirken, yarın hiç birimizin para kazanma ihtimali olmaz. Bugün ülkemizin bir yarısının başında ise  kazanamama ve iflaslar, yarın hepimizin başına gelecektir.
           Bütün insanlarımıza sesleniyorum. Sorun sizde yada aile reislerinizde değil. Sorun ülkeyi yönetenlerde. İntihar etmeden, cinnet geçirmeden evvel, yapmamız gereken, sucun gerçek sahiplerini görmeniz, kendinizi yada eşinizi suçlamaktan vaz geçip sağlıklı kararlarlar almanızdır.
          Ey Kılıçtaroğlu, Ey Devleti 17 yıldır yöneten CHP, aklını başına al, kendi suçunu kendi başarısızlığını söyle ki artık, İnsanlar intihar etmekten vaz geçsinler, cinnet geçirmekten kurtulsunlar.
           Teşhisi iyi koyamayan doktor, ne kadar hamaset yaparsa yapsın hastasını kurtaramaz.
                      Mehmet Kızılaslan 2019-07-29



8 Temmuz 2019 Pazartesi

İTİBARDAN TASARRUF EDİLMEYİNCE NE OLUR


                                   
    İtibar nedir: 1. Saygı görme, değerli bulunma, güvenilir olma.
                          2-Borç ödemede güvenilir olma durumu.     
                           3-bir kişinin, grubun, örgütün, kurum ve kuruluşun üstünlükleri ya da yetersizlikleri konusunda oluşan genel kanı, değer, önem, nam, şöhret vb. dir. Toplum olarak “İtibar” kavramı ile birçok şeyi ilişkilendirmeye çalışsak ta temelde “Saygınlık – Saygın” olma durumunu ifade eder. Literatürde başka tarifleri de vardır muhakkak ama ilk çıkan arama sonucunda bu üç tarifi yazmam yeterlidir sanırım.
       Günümüzde batmış iş adamlarının son model en pahalı araçları bindiğini, işleri kötü olan bir esnafın ucuz sigara yerine en pahalı sigarayı göğüs cebine koyup sanki ben batık değilim, bakınız hala zenginim diye haykırmaya çalıştığını görüyoruz.
        Bu yapılan şeylerin sonucu dolandıracak ve haksız kazanç sağlayacak bir sonuca ulaşamayan iş adamını yada esnafı itibarlı görünmek için yaptığı bu durumlar kurtarmaz.
        Sayın Cumhurbaşkanımız, “İtibardan tasarruf edilmez” sözü ile Osmanlının lale devrindeki itibarlı görünmek için borç alınarak yapılan gösterişli sarayları kastettiğini zannetmiyorum.
         Yine itibarımızı korumak için, “Borç ödemede güvenilir olma durumundan” da bahsettiğini zannetmiyorum.
           Satırlarının arasında söylediği gibi, dışarıdaki ülkelerin bizim saraylarımıza geldiklerinde zengin olduğumuzu anlamalarını istediğini düşünüyorum.  Bu bir niyet okuma değil. İtibar konusunda, sözlerini geriye dönüp incelediğinizde göreceksiniz.
        Ülkemin itibarı konusunda, uluslara arası ilişkilerde, sadece birkaç konuda çok önemli adımlar atıldığını, Rusya, İran, Çin ile sağlıklı ilişkiler kurulmaya çalışıldığını, Bizi itibarsızlaştırmaya çalışan ABD karşısında, daha isabetli kararlar almaya çalışıldığını görüyoruz.
        İtibarın ikinci tarifinde “Borç ödemede güvenilir olmak”  durumu var ya işte o çok önemli bir durum. Kişiler, kurumlar ve Devletler için en önemli olanı da bu olmalı. Borcunu vaktinde ödemek itibarını en önemli özelliğidir. Bunun bir tık üstü ise borç alır durumdan borç verir duruma geçmektir.
         İtibarın parasal yanını böylece basit olarak incelediğimizde ülkemin itibarının nerelerde olduğunu hepimiz farkındayız. Üreten her fabrikalarını satarak saraylar yapan bir ülkenin itibarından bahsedilebilir mi sizlere bırakıyorum.
        Öte yandan, İnsanlarında, kurumlarında, devletlerinde, itibarının sosyal hayatta insan haklarına verilen önemde saklı olduğu bir gerçektir.
        İnsan hakları konusunda ve özgürlükler konusunda sıkıntı varsa, mesela, karısına çocuklarına ve çevresindeki canlılara iyi davranmadığı bilinen bir insan ne kadar paralı olursa olsun, itibardan yoksun olarak kabul edilir.
       Devleti yönetenlerin, Vatandaşına verdiği değer, açlık sınırının altında ise, Adalet yandaşlara farklı, sıradan insanlara farklı ise, hatta insanlar sorgusuz sualsiz aylarca, yıllarca hapishanelerde yatabiliyorsa bu devletin uluslararası konjonktürde, itibarlı sayılması mümkün değildir.
         Değerli okurlarım, itibar bir insanlık, kültür, medeniyet ve yürek işidir. Kendileri vekil oldukları halde, Koca bir ulusun vatandaşlarına, asil olduklarını unutturan, yapılması gereken her hizmeti lütufta bulunmuş gibi anlatan ve kendilerine oy vermediklerinde hakaret eden bir zihniyet medeni değildir itibarlı olamaz.
         Başka bir açıdan, 80 milyon asil ve yoksul,  insanın üzerinde, Bir Milyonluk her ihtiyacı görülmüş ve kaymağını yiyen, vekil ve adaletsiz bir gurubun olduğu adaletsiz bir sistemde kendinizi itibarlı sayamazsınız.   
         Koca bir ülke, esnafıyla, köylüsü ile, sanayicisi, emeklisi, memuru, işçisi ile elinde bulunan varlıklarını nasıl satmadan hayatımızı idame ettirebiliriz diye düşünürken ve her türlü tasarrufu dener duruma gelmiş iken; siz yukarıdaki bizi yönetenler, itibarımızı yanlış şekilde koruyacağız diye israfa devam edemezsiniz.
         “ İsraf haramdır.”
           İsraf Osmanlının da sonu olmuştur.
          Bizimde sonumuz olmadan her yönden tasarruf etmek zorundayız. Aksi halde bütün dünya bizim ne durumda olduğumuzu zaten bilmektedir, daha komik ve gülünç duruma düşmeden; onulmaz yaralar açılmadan bütün kurum ve kuruluşlar, bu asil milletin yaptığı gibi, tasarrufa gitmelidir.
          Kaldı ki Biz asiliz, siz, bizim oylarımızla seçtiğimiz, bizi yönetmek için seçilen vekilimizsiniz.     
         Bizlerden daha çok harcama yetkiniz yok.
         Bizden izinsiz maaşlarınızı yükseltme yetkiniz yok.
         Bizler yoksulluk çekerken, lüks içinde israf etme yetiniz yok.
        Üretim araçlarımızı satarak saraylar yapma yetkiniz yok.
         Kendi ülkemizin insanı yoksulluklar içinde cinnet geçirip, intihara yeltenirken, ödeneklerinizi altı  ayda bitirip, bir o kadar daha ödenek çıkarmaya hakkınız yok.
          Gariptir siz bunların hepsini biliyorsunuz ve bu adaletsizlikleri üç günlük dünyada aç gözlülüğünüzden dolayı ahiretinizi kaybetme pahasına yapıyorsunuz da;  Asil Millet haklarının ne olduğunu ve kendisinin asilliğini bilmiyor.
          Öğrendiğinde bu dünyada işiniz zor.
          Öğrenmediğinde ise  sonunuz Allaha kalır, ama itibarsızlaştırdığınız, sadece sizler değilsiniz, koca asil bir milleti itibarsızlaştırıyor ve geleceklerini rehin olarak, zengin  görünmeye çalıştığınız borç istediğiniz ülkelere veriyorsunuz.
                  Mehmet Kızılaslan 2019-07-08