29 Aralık 2012 Cumartesi

EY TUZAK KURANLAR

Bu gün yazı yazmayacağım, size birkaç Ayet yazacağım. Ayet yazdığın zaman yazı olmuyor mu? Demeyin. Oluyor ama, benim sözlerim olmuyor, yazdıklarım. Allahın sözleri oluyor. Bakalım kaçınız rahatsız olacaksınız, kaçınız kendinizi toparlayacaksınız, kaçınızda bana laf söylemek için pulsuz mektup göndereceksiniz. “Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur, ki biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” Hadid suresi 22. Ayet. “(Allah bunu) elinizden çıkana üzülmeyesiniz ve Allah’ın size verdiği nimetlerle şımarmayasınız diye açıklamaktadır. Çünkü Allah kendini beğenip böbürlenen kimseleri sevmez.” Hadid suresi 23. Ayet. Ey elindeki makam mevki den, para pul ve zenginliklerden şımaranlar size sesleniyorum. Şımarın, şımarabildiğiniz kadar. Dünya’nın öbür hali sizi hiç üzmüyor, düşündürmüyor değil mi? Şimdilerde düzen, sizin hesabınıza çalışa dursun. Sizlerin astığı astık, kestiği, kestik olsun.Terazinin topuzu, sizlerin elinde zannede durunuz. Yaptıklarınızdan gurur duymaya devam ediniz. “Çünkü onlar yeryüzünde büyüklük taslıyor ve kötü tuzaklar kuruyorlardı. Halbuki kişi kazdığı kuyuya kendi düşer. Onlar öncekilerin kanunundan (onlara uygulanandan) başkasını mı bekliyorlar? Allah’ın kanununda asla bir değişme bulamazsın, Allahın kanununda kesinlikle bir sapma da bulamazsın.” Fatır suresi43.Ayet Ey elleriyle başkalarına tuzak kuranlar mevkilerini, makamlarını buna alet edenler. Mevki ve makamları sayesinde, Devletin kaynaklarını yandaşlarına peşkeş çekenler. Engel olmaya çalışanlara tuzak kuranlar, size de kalmayacak bu dünya elbette, o adalet terazisine yaptıklarınız konulacak ve orada çaldıklarınız ve çalınmasına izin verdiklerinizle hesap ödenmeyecek, Biliyor musunuz? “Eğer Allah, yaptıkları yüzünden insanları (hemen) cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye kadar erteliyor. Vakit gelince ( gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah kullarını görmektedir.” Fatır suresi 45. Ayet. Ey yaptıkları için hemen ceza verilmeyenler, kendinizi Allahın sevgili kulu zannetmeyin sakın. Size verilen süre sonuna kadar kahramanlığınızı, çalmalarınızı ve peşkeş çekmelerinizi sürdürün bakalım. “Kıyametin kopacağı gün, işte o gün (Müminlerle, günahkarlar) birbirinden ayrılacaklardır.” Rum suresi 14. Ayeti. Yiyin, için, yedirin, içirin, çalın, çırpın, çalmasına izin verin, onlar için yasalara ve yönetmeliklere uygun ve bu gün, yargılanmayacakları sistemler hazırlayın. Bakalım, kurtulabilecek misiniz? Sözüm ortaya, meclisten içeri, tam ortasına. Alan, kendi payına alacağı kadarını alsın. Kendisini düzeltsin. Değilse bu güne kadar üstü kapalı, anlatmaya çalıştıklarımı, utanmasam ve Allahtan korkmasam bir, bir yazacağım ama…. Mehmet KIZILASLAN 2012-12-29

22 Aralık 2012 Cumartesi

SİZİ ÜZMEK DEĞİL AMACIM

SİZİ ÜZMEK DEĞİL AMACIM Biraz ukala, biraz bilgiç, birazda duygusal olduğumu söyleseler nefsim bana hayır der, hemen savunmaya geçerim. Doğru yapıp yapmadığımı sorguladığımda kendi kendime evet doğru söylüyorlar, bunların hepsi sende var, dediğim çok olmuştur. Son yazımda birkaç olayı birbiri ile ilişkilendirdim. Doğru yaptığımı ve doğru yazdığımı, sebep sonuç ilişkisini, doğru kurduğum kanısına vardım. Öte yandan Müdür Tuncay Dönerkaya, Benim 30 yıllık arkadaşımdır. Kendisinin dürüst oluşu, çalışkanlığı, sözünün eri oluşu, milliyetçi oluşu, Onun yanında durmamı gerektirdi, onu yaptım. Bir önceki yazımda, Müdür Muavini arkadaşlarımın istifalarını, başka olaylarla ilişkilendirmemin onları çok üzdüğü kanısına vardım. Nazilli Endüstri Meslek Lisesinin çok değerli Müdür Muavini arkadaşlarım; sizleri asla sorgulamak, yargılamak ve hatta incitmek gibi bir düşüncem yoktu, olamaz da. Biliyorum ki bir önceki “Ak Kalsın Dedikçe Boyamaya Çalışıyorlar” başlıklı yazımda, anlatmaya çalıştığım diğer iki olayla, istifalarınızı ilişkilendirmem sizleri çok üzmüş. Benim sizleri üzmek gibi bir lüksüm olamaz. Sizin bazılarınızla dostluklarım, oldukça eski tarihlere dayanmaktadır. Yeni tanıdığım müdür muavini arkadaşlarımın da hepsi saygı değer, samimi arkadaşlar olduğunu gördüm. Sizleri üzmeye benim hakkım yoktu. Hepinizden ayrı, ayrı özür diliyorum. Benim çabam, amacım, İhaleler yasalara yönetmeliklere uygun olurken, Vicdanlarımıza da uygun olmasını sağlamaktır. Devletin Milletin zarara uğratılmasını önlemektir. Eleştirdiklerim düşmanım da değildir. Onlarda yanlışlarını ya da yanlış anlaşılmalarını düzeltmeleri halinde, beklide can dostumuz olacaklardır. Yukarıdakilerin bazıları, kelle koltukta, kefeni üstünde, Tüm iyi niyetleri ile mücadele ederlerken, aşağıda çıkar peşinde koşanlar, keselerine üç kuruş fazla girsin diye yukarıdakilerin çabalarını boşa çıkarmamalıdırlar. İşte bunu yapanlara ben, gerçek hainler derim. Bunların partileri de yoktur. İktidar ve çıkarları nerede ise, onlar oradadırlar. Diğer yandan Mesleki eğitim yapan okulumuz, kahvecilere garson yetiştirmek yerine, mesleğini icra edecek, adam gibi zanaatkarlar yetiştirmelidirler. Tekrar ediyorum amacım hiç birinizi üzmek değil, Aksine, önce okulumuzda, sonra Nazillimizde, daha sonrada Ülkemizde en güzeli, en iyiyi görmek ve yaşamaktır. Saygılarım bu yönde çabası olan herkesedir. Pulsuz mektup gönderenlere de, aba altından sopa gösterenlere de, bir şeyi daha hatırlatmak istiyorum. Benim gibi hem piyasalarda iş yapan, hem de yedi ayrı internet gazetesinde yazı yazan adamın; rızkının kesileceği ya da iş yapamayacağı korkusu yaşayacağını sananlar, yanılıyorlar. Onlara hatırlatıyorum. Ben Yüce Yaratıcıdan başka hiçbir kimseden rızık beklemedim, beklemiyorum. Bana iş yaptırmama gibi düşüncesi olan fertler sakın kendilerinin benim rızkımı keserek aç bırakacaklarını zannetmesinler. Ben Devletin kurumlarını da, Belediyelere de, eyvallah etmedim. Onlara iş için yamulmadım. Onların, ihalelerine girmedim. Girmeyeceğim. Kaldı ki benim çıkarlarım doğrultusunda yazı yazdığımı düşünenler, istesinler bakalım, bir bedel karşılığında yazı yazmamı. Yazacak mıyım, yoksa kalemim bir yerlerine mi batacak? Beni tehditler değil, beni sadece dilsiz şeytan olmak ve masum birilerini haksız yere üzmek yıkar. Üzdüklerimden özür dileme büyüklüğünü de verdi, Rabbim bana, Haksızlıklar karşısında yazma cesaretini de. Saygılarımla. Mehmet KIZILASLAN 2012-12-22

ŞİMDİ SUSUYORUM


Şimdi sadece susuyorum.
İçimde bağır bağır duygularım.
Bir çözülürse dilim inanın,
Sizin kulaklarınız benim ciğerim parçalanacak. M.K.

17 Aralık 2012 Pazartesi

AK KALSIN DEDİKÇE BOYAMAYA ÇALIŞIYORLAR


           
“Aynası iştir kişinin lafa bakılmaz” diye bir söz vardır, hepimiz biliriz. Yeni bir Endüstri Meslek Lisesi müdürü geldi ilçemize iki yıl kadar önce. Adı, Tuncay DÖNERKAYA, Okulun yüzü çehresi her şeyi değişti. Bu olumlu değişmeler hiç hız kesmeden devam ederken ilgiyle izlemeye başladım bu okulu.
Gariptir ki bu arada okul öğrencilerinin disiplini de olumlu yönde değişmeye başladı. Bu nedenledir ki çevre il ve ilçelerdeki veliler, öğrencilerini Nazilli Endüstri meslek lisesine göndermeye başladılar. Tabiî ki bu arada atölyeler daha iyi çalışmaya başladı. Öğretmenlerde, hareketin ve çalışmanın ivme kazandığı sisteme ayak uydurmaya başladı.
Tüm Teknik öğretmenler ve Müdürler müdür muavinleri, benimde teknik öğretmen olmam nedeniyle çok iyi tanışırız. Onların tamamını severim. Onlarda beni iyi tanırlar ve mümkün olduğu kadar haksızlığa izin vermeyeceğimi bilirler.
 Peki bu bahsettiklerinizin Ak Parti ile ne alakası var diyeceksiniz. Demeyin konuya geliyorum.
 Bazı yazılarımda, Partililerin, Belediyelerinden, Milli eğitimden, resmi kurumlardan  ihale almasının etik olmadığını  ve aksi olursa, partilerine zarar verebileceklerini, anlatmaya çalıştığımı hepiniz bilirsiniz.
Bu gün öyle duyumlar alıyorum ki, bazı zatı muhteremler bu ihaleleri kendi adlarına olmasa bile iki koyunu güdemeyen yakınlarının adına ihale alıyorlar ve bencilce kendi çıkarları doğrultusunda uygulama yapmaya başlıyorlar.
Bir önceki sene işletmeciye kiraya verilen yerler ayrıştırılarak bu seneki bedelleri düşürülmeye çalışılıyormuş. Üzüldüm doğru olmadığını düşündüm. Sordum bu konuyu bazı bilenlere, “ Yasa dışı değil yönetmeliklere uygun” dediler. Ayrıştırmanız halinde yeni sisteme göre daha açık ve daha çok isteklinin katıldığı bir ihale yapılamaz mıydı? dediğimde, sustular.
Yasalara ve yönetmeliklere uygun bile olsa, vicdanlara uygun olmayan bu tür ihalelerin doğru olmadığını yine söylüyorum. Buna benzer olaylar yüzünden Müdür beyin İstifa dilekçesini yazdığını, aklıselim ilçe yönetimi tarafından bu dilekçenin ortadan kaldırıldığını işleme konulmadığını öğrendim.
   Bu arada okuldaki öğretim seviyesinin yükseltilmesi adına, sınavsız öğrenci alınan bazı bölümlerin kapatılması ve yerine sınavlı bölümlerin açılmasının da bazı çevrelerde sanki suç muş gibi lanse edilerek müdürün altının oyulma çalışmaları; Millet Vekilimiz Gültekin Kılınç beyefendi sayesinde engellenmişti.
Ama bu müdür çalışkandı, dinamikti, koltuğunda oturmuyor sürekli çalışıyordu. Bazı olumsuz ve yanlış işleri engellemeye çalışıyordu. Müdür engellenmeli ve bazı çevrelerce canlı hedef haline getirilmeliydi.
 Müdür bey yerinden uzaklaştırılmalıydı.
Ne gariptir ki çıkar çevreleri, çok temiz, çalışkan, entrikaları bilmeyen dönen dolapları kendi iş yoğunluğundan anlamakta zorlanan, Müdür beyinde zaman, zaman sert eleştirilerine maruz kalan ve üzülen, Müdür Muavini arkadaşlarımızı devreye soktular.
. Okuldaki bir Görevlendirme Müdür Muavini Hariç Hepsi birden istifa ettiler.
 Okul içinde disiplinin artmıştı. Çalışmalar iyi bir ivme kazanmıştı. Eğitimde seviye yükselmeye başlamıştı ve müdür dikkati çekmeye başlamıştı.
Şimdi o istifa eden Müdür muavini arkadaşlarıma soruyorum.
Sizi toplu halde istifaya sürükleyen nedenler nelerdir?
Size ilgili müdür bey çok ağır işler mi veriyordu?
Yapılmaması gereken işler mi yaptırıyordu?
Öğrencilerinizi aşırı derecede disiplin etmenizi mi emrediyordu?  
Alışa geldiğiniz temponun dışında çalışmanızı mı istiyordu?
Yoksa, Müdür bey sizlere ağza alınmayacak hakaretler mi ediyordu?
Yine hiç ummuyorum ama, size birileri, “biz arkanızdayız, siz istifa ediniz” dedi de  o nedenle mi istifa ettiniz?
Müdür bey sert görünen, zaman, zaman kırıcıda olabilen ama yüreği vatan sevgisi ve Allah korkusu olan bir arkadaşımız. Yetim hakkını yemeyen, yedirmeyen, bir kardeşimiz. Muhakkak sizlere sert davranmaması gerekirdi. Yanlış anlamanıza sebep olan sözler söylememeliydi.  Ama söyleseydiniz kendisine, konuşsaydınız hatalarını yüzüne, yanlışını hemen düzeltebilirdi.

Muhakkak doğrularınız var ve o doğrularınızdan dolayı istifanızı verdiniz. Bu kararı verirken, beli ki bazılarınız 6 ay evvelki, bazılarınız bir yıl önceki, bazılarınız bir buçuk yıl önceki, Müdür beyin size karşı tavırlarını ve sözlerini hatırlayarak, bu kararı verdiniz.
Muhakkak çok da düşündünüz ama, vicdanen rahat mısınız arkadaşlarım?
      Cevabınızın “evet rahatız” olduğunu kabul edemiyorum.  Çünkü sizler de en az onun kadar dürüst ve çalışkansınız. Ama size şunu hatırlatmak istiyorum ki bu gün arkanızda olduğunu söylediğini tahmin ettiklerim, sırtınızı sıvazlayanlar, bulundukları yerden alındıklarında, yerine daha sağlıklı düşünen ve adil davranan birileri geldiğinde ne yaparsınız?
      Bundan da öteye, çalışkan, dürüst, onurlu bir kardeşinizin görev hayatını birilerinin etkisiyle ya da toplu hareket psikolojisiyle zarar vermenizin vicdan azabını hiç duymayacak mısınız yüreğinizde?
Başka bir deyişle bir dizide “ Sizler intikam aldığınızı zannediyorsunuz ama, kimin tetikçiliğini yaptığınızı biliyor musunuz?” diye bir söz duyduğumda oldukça çok duygulanmıştım. Size de bu söz, bir şeyler ifade etmeyecek mi?
Gelelim Nazilli Ak Parti İlçe teşkilatına; Sayın teşkilat üyesi arkadaşlarım, Bunların hepsi sizlerin gözlerinizin önünde cereyan ediyor ama işleriniz yoğunluğundan ve başka nedenlerden dolayı Ak Partiyi başka renklere boyamaya çalışanların art niyetlerini, masum ve temiz insanların duygusallıkların dan dolayı gözünüzden kaçırdığınızı düşünüyorum. Tabiî ki bunlar benim fikrim. Ben bildiklerimin sadece bir kısmını anlattım.
 Gereğini, Allah için, her kesin ve Nazillimizin yararına karar vererek yapacağınızdan eminim. Saygılarım.                Mehmet KIZILASLAN 2012-12-15

8 Aralık 2012 Cumartesi

DEVLETİN HİÇ GÖRÜLMEMİŞ YÜZÜ


                              

 Bir gün evvel bir iş adamının iş yerine bir telefon gelir. Telefonun öbür ucunda Bir hanımefendi,
        -İyi günler efendim. SGK İl müdürümüz, yarın saat 14.30 da iş yeri sahibiniz müsait ise,  onu ziyarete geleceklerdir.
        İşyerindeki görevli hemen işyeri sahibine telefonda müsait olup olmadığını sorar. Müsaittir.
       -Evet efendim, müsaitlermiş bekliyorlar. Der.
İş yeri sahibi 33 yıllık işletmenin sahibidir SGK İl müdürünü tanımamaktadır. Üstelik SGK ya borcu da vardır tutuşur. Sağa sola telefon açar durumu öğrenmeye çalışır. İlk telefon açtığı yer e ulaşamaz ama ikinci telefon açtığı şahıs, muhasebecisidir.
       -……..  bey kardeşim beni yarın SGK İl Müdürü ziyaret edecekmiş. Bir bilginiz var mı?
Biliyorsun bizim borcumuz var SGK ya, yarın haciz için gelmesinler işyerime?
-          Yok abi yaa, Koskoca SGK il müdürü alacakları için esnafın yanına mı gelirmiş hiç. Ya senin eski tanıdıklarından, ya da senin arkadaşlarının tanıdıklarının birisinden selam getirmiştir. Korkma canını da sıkma. SGK müdürü yeni geldi ya Aydına muhakkak tanışmak için, ya da bir selam iletmek için size gelecektir.
-          Keşke abim öyle olsa, yüreğime su serptin. Der ama yinede içindeki sesin birisi onun SGK ya borcu nedeniyle, içine inceden bir korku salarken; sesin diğeri, egosunu okşayacak şekilde “Hadi yine iyisin, bak koskaca SGK İl müdürü işyerini ziyarete geliyor. Birde tanıdık birinden selam getiriyorsa, değmesinler keyfine” diyordu. Bu iki sesin arasında gitti geldi bütün gece. Uykusu da kaçtı uyuyamadı. Yarın olsun hayır olsun, diye yatığında ve uyumaya çalıştığında en fazla bir saat sonra uyanıyor. Kalkıp gezip geliyor tekrar yatağa giriyor uyumaya çalışıyordu. Sabahı böylece diri tuttu. Her kalkışında da dualar ediyordu SGK ya borcunu ödetsin diye Allah’a.
Ertesi gün oldu işyerine erkenden gitti ve işlerini takip ederken aklı hep oradaydı. Ve vakit geldi. SGK İl Müdürü Kaşif KILIÇ, İl Müdür Yardımcısı Mehmet DİŞÇİ ve Nazilli İlçe Müdürü İbrahim ERFİDAN işyerine geldiler.
-Buyurun efendim hoş geldiniz.
-Teşekkür ederiz hoş bulduk. Müsaitseniz sizinle sohbet etmeye ve bir çayınızı içmeye geldik.
-Bizi onurlandırdınız efendim buyurun odama geçelim. Odaya geçildikten sonra
–Efendim ziyaretinizin sebebini öğrenebilir miyim?  
--Durun beyefendi önce bir tanışalım sohbet edelim daha sonrada ziyaretimizin sebebini konuşuruz. İşleriniz nasıl iyimi?
--Müdürüm nasıl anlatsam bilmiyorum iyi diyelim iyi olalım ama, geçen sene 15 kuruştan portakalını satan, karpuzunu 20 kuruşa satan, zeytin yağının 4 ya da 4,5 liradan satan köylüye bir şeyler satmakta zorlanıyoruz. İnşallah bu sene mahsulleri para ederde onların alım gücüne orantılı bizlerinde işimiz iyi olur.
- İnşallah beyefendi, inşallah. Bu arada çaylar gelir içilir konuya girilir.
       -Beyefendi siz oldukça uzun bir süredir bizi ihmal etmişsiniz borcunuz faizleri ile birlikte bir hayli çoğalmış. Bize borcunuzu nasıl ödemeyi düşünüyorsunuz? İş yeri sahibinin devlet erkanından, hele borcu olduğu dairenin il müdüründen bu güne kadar duyduğu en nazik cümleydi bu.
       - Efendim biliyorum, neyim var neyim yoksa SGK ya borcumdan dolayı hacizli. Başka bir kurumun sigorta borcundan dolayı da maaşımın dörtte biri sizin kurumunuzca kesiliyor. Geçmişte başımıza gelen olaylardan dolayı da çok zor şartlar yaşadık, yaşıyoruz. Ben size karşı kurumunuza karşı çok mahcubum. Gerekirse benim işletmemi kurumunuza vereyim yeter ki size olan borcum ödensin, bende öbür dünyaya millete borçlu olarak gitmeyeyim.
      - Beyefendi biz sizin işletmenizi almaya kapatmaya size ve çalışanlarınızı zarar vermeye gelmedik. Sizde bize hak verirsiniz ki, siz bizi çok ihmal etmişsiniz birkaç kez yapılandırmış bir miktar ödemiş sonra ödeyememişsiniz. Biz sizin nasıl ödemeyi düşündüğünüzü sormaya geldik.
      - Efendim ben bu borcumu ayda …… TL olarak ödesem. Birde mevcut sigorta ödemelerimi …….TL olarak yapsam. Ayda ……TL olarak ödeyebilirim başka türlü ödeyebileceğimi sanmıyorum. İşlerimiz çok kötü. Bu rakamlar çok az bizim sınırlarımızı aşıyor. Ayda …. TL kadar öderseniz ancak kabul ederiz
     -Efendim mümkün değil o kadar parayı her ay ödeyemem, gerekirse bir memurunuzu oturtun işletmeme sizde görün gelir durumumu. Bu ay elemanların maaşını bile ödeyemedim. (Adam üzüntüden ağlamaklı olmuştu)
      - Olur mu öyle canım, biz size güvenmiyor değiliz.  Bakınız beyefendi biz size bir düşünme süresi verelim. Düşünün, çare arayın ve bize bir ödeme planı getiriniz. Bu ödeme miktarı bize verilen yetkileri aşmasın.
      - Tamam efendim sizin bu iyi niyetli yaklaşımınız nedeni ile olağan üstü gayret gösterip, çare arayacağım. Bu borcumu inşallah kapatabilirim. Değilse devlet benim borcuma karşılık olarak bana ya ortak olsun, ya da iş yerimdeki demirbaşlarımı, borcuma karşılık alsın. Bende bu borçtan ve vicdan azabından kurtulayım.
      Alacaklı olan devletin kurumu SGK yetkilileri o kadar candan samimi ve nasıl çözüm bulabiliriz mantığı ile iş yerini ziyaret etmişler ki, alacaklı gibi değil de, sanki borçlu alçak gönüllülüğüyle, iş yeri sahibini rahatlatmışlar, ona bu yaklaşımları ile devletin bu güne kadar hiç görünmeyen yüzünü göstermişlerdi.
İş yeri sahibi de borcunu nasıl ödeyebilirim diye çare ararken, bu olayı bana oldukça  duygusal bir  biçinde anlattı. Bende ondan izin alarak, anlayabildiğim kadarı ile, siz okuyucularıma aktardım.
        Hoş geldiniz,  SGK İl Müdürümüz Sayın,  Kaşif KILIÇ bey ilimize, Teşekkür ederim İl Müdür Yardımcımız Mehmet DİŞÇİ bey size, Size de teşekkür ederim Nazilli ilçe Müdürümüz İbrahim ERFİDAN bey. Devletin bize, bu güne kadar hiç görünmeyen nazik, kibar ve anlayışlı yüzünü gösterdiniz ya, ölsek de, İflas etsek de, İş yerlerimiz kapansa da gam yemeyiz artık. Düne kadar özel sektör düşmanı gibi davranan mantıktan uzaklaştınız ya bu yeter bize. Asarız, keseriz, haciz ederiz, iş yerinizi kapatırız, hemen öde bu borcunu diyen mantığı sildiniz ya kafamızdan. “Ne haldesiniz, biz yerinde görmeye geldik” dediniz ya bize sağ olun, var olun.
       Bize Devletin nasıl olması gerektiğini, devletin fertler için var olduğunu, borcumuzu ödediğimizde, aslında borcunu ödeyenlere karşı adaleti sağladığınızı anlattınız ya bize, Allah sizden razı olsun. Mahcup ettiniz bizleri. İnsanlığınızla çok büyük mesajlar verdiniz. Saygılarımızla.   Mehmet KIZILASLAN 2012-12-05    
         

1 Aralık 2012 Cumartesi

BU NASIL BİR ASKERLİKTİR Kİ


                                      

Bu nasıl bir disiplin ve nasıl bir askerliktir ki, 10 yılda 934 intihara sebep oldu. Bu sayı sadece erlerin sayısıdır. Astsubaylar ve subay intiharları buna dahil değildir.
Pkk ile savaşın sonucunda  818 şehit verilmiş. Duyunca hayretlere düştüm. Şehit sayısını mı düşük gösteriyorlar diye de endişeye kapılmadım değil. Her gün 3-5 şehit haberini duyduğumuz da bu haberlere alıştığımız için artık yadırgamaz olduğumuzu bir tarafa koyalım şimdi. Askerlik dediğimiz, Peygamber ocağı dediğimiz mekanlar ne hale gelmiş de haberimiz yok.
-Kardeşim sen askerlik yapmadın mı? Demeyin, yaptım. Hayatımın en kötü, en rezil, en zor günleriydi. Dört aylık bir dönemdi, sanki 4 yıl gibi geçti. Ben bu eziyeti sadece bize, yani kısa dönem askerlik yapanlara yaşatıyorlar diye düşündüm. Yanılmışım.
“Askere gitmeden adam sayılmaz”
“Bir askere gitsin bak nasıl adam oluyor”
“Onu askerde adam ederler”
“Askerliğin başladığı yerde mantık biter”
“Askere gittiğinde, insan doğduğuna pişman olursun” 

Allah aşkına bu sözlerle biz normalleştirmedik mi, Askerlikte yapılan her yanlışı her işkenceyi, her insanlık dışı hareketi? Biz meşrulaştırmadık mı akıl dışı hareketleri?
Sivil hayatta da biz değil miyiz yanlış yapan her gurubun arkasında durarak, onların kendilerini güç sanmalarına sebep olan.
Suçlu biziz efendiler. Biz gerçek gücün daha fazla demokrasi, daha fazla insan hakları, daha fazla refah ve huzur olduğunu öğrenemedik.
                        YANLIŞ ÜSTÜNE YANLIŞ YAPIYORUZ.
Daha fazla demokrasi, daha fazla insan hakları, daha fazla hürriyet, isteyen Kürt kökenli vatandaşlarımızla işbirliği yapıp, birlikte çalışacağımız alternatif bir liderlik yaratmak yerine, sürekli düşmanlıkları körüklediğimiz hasım liderlikler yaratıyoruz. Masum Kürt halkını da onların kucağına itiyoruz.
Bize konuşabileceğimiz ortak yararımıza kararlar alabileceğimiz Kürt liderler gerekli. Dokunulmazlıklarını kaldırdığımız muhatap kabul etmediğimiz, düşman addettiğimiz liderlikler değil.
Biz bunların en canavarını muhatap kabul etmiş cezasını verememişiz. Neden hata üstüne hata yapıyoruz ki?
               HERŞEYİ BİRBİRİNE KARIŞTIRDIK.
Yargımıza bakıyorum da endişe duyuyorum. İlker Başbuğ sanık, Şemdin Sakık, tanık.
Yakında eşkıya başı da tanık olursa şaşmayınız.
Gelişmiş ülkelere bir bakınız, gelişmişliklerini, İnsan haklarının korunmasına, baskının zulmün kaldırılmasına, Daha fazla demokrasinin daha fazla insan haklarının olmasına borçludurlar. Bir tane gelişmiş ülke göremezsiniz demokratik olmayan. Bunu da fark edemiyoruz ya şaşıyorum.
Bu günlük bu kadar yeter. Millet patladı patlayacak, her şey güllük gülistanlık değil. Mersinde kredi borçlarını ödeyemediği için, malına mülküne icra gelen köylüler, yol kapattılar.    
Önemli olan onları polis marifetiyle biber gazlarıyla dağıtmak yerine, onların istediği üç kuruşluk mahsullerine değer kazandırmaktır. Emeklerinin karşılığını almalarını sağlamaktır.
İnsan haklarının olduğu, demokratik ülkelerde böyle olduğunu zannediyorum.
Saygılarımla.                  Mehmet KIZILASLAN.01-12-2012





23 Kasım 2012 Cuma

SİZLERE KATİLSİNİZ DEMEYE DİLİM VARMIYOR


             

Aydın istikametinden Nazilliye girerken, Uğur dondurmanın hemen yanında bulunan, kavşağın bir ucu, bir şahısla problemden dolayı kapalı. Mezarlık yönünden gelip sanayiye doğru devam edecek bu yolun açılması halinde; Nazilli girişinden Bozdoğan a, sanayiye, organize sanayiye, Muğla ya gidecek olan taşıtların tamamı bu kavşaktan dönecekleri için, bundan sonraki üç kavşak bu taşıtların sıkışıklığından kurtulacaktır.
Öğrendiğim kadarı ile Nazilli belediyesi ile imzaladığı protokolün uygulanmaması nedeni ile kavşağın ağzında evi bulunan şahıs mağdur. Trafikte seyreden ve bahsettiğim istikamete gidenler mağdur. Bir ayın içinde yedi trafik kazası sonucu beş kişi öldü, ölenlerin birisi hamile. Bunların aileleri mağdur. Yetkililer siz rahat mısınız Allah aşkına?
Bazen sizleri anlamakta zorlanıyorum yetkililer. Sizler göreve gelmeden önce vaatlerinizi sıralarken biz beşikten mezara kadar sizlerin hizmetindeyiz diyorsunuz. İnsanların ölümünü hızlandırdığınız için mutlu musunuz?

Çocuklarına yiyecek bulamadığı halde, tenceresinde taş kaynatarak çocuklarını oyalarken, diğer yandan da Halife hazreti Ömer e beddualar yağdıran kadını bilirsiniz. İşte mağdurların, sizlere de öylesine beddua ettiklerini biliyor musunuz yetkililer?
Bana söyler misiniz ödemesini geciktirdiğiniz para ne kadardır?
Yine söyler misiniz bu para kaç insanımızın hayatına eş değerdir?
Eğer bu bedel ödenseydi ve o kavşak açılsaydı trafik rahatlasaydı orada beş vatandaşımız ölmeseydi daha iyi olmaz mıydı efendiler?

Sizlere katilsiniz demeye dilim varmıyor efendiler.
Şehrimizin girişinde bahsettiğim bölümde o kadar kolay ki yolu genişletmek. Sağlı sollu evlerin bahçelerini yola dahil etmeniz halinde, iki şerit daha kazancımız olacak, Trafik çok daha rahatlayacak.
Allah aşkına o bulunduğunuz yerde bu işler yapmak çok mu zor?
  Koltuklarınızı çivili Hint yatağına benzetiyorum ben, siz orada nasıl rahat oturuyor ve gece nasıl rahat uyuyorsunuz ki?
Çevrenizdeki şakşakçı yağdanlıklardan uzaklaşıp biraz olup bitenlere gözünüzü açınız. Millet Nazilliden geçerken hayatından beziyor. İnsanlarımız canlarını kaybediyor. Yol kenarındaki çiçeklikler esnafımızın ve yolcuların cehennemi olmuş. Sizlerde geleceğinizi ve cennetinizi kaybediyorsunuz, haberiniz yok.
Uyuyun ya da, başka akçeli işlerle oyalanın bakalım efendiler. Bu dünyanın öbür yanı da var. Sizleri de Yüce Yaratana havale etmekten yorulmaya başladım haberiniz ola.
                          Mehmet KIZILASLAN 2012-11-22
     

19 Kasım 2012 Pazartesi

HİÇ ÜZÜLMEYİN ONLARA DA KALMAYACAK BU DÜNYA


                                          


“Eğer bütün insanlar (kafirlere verdiğimiz nimetlere bakıp küfürde birleşen) bir tek ümmet olacak olmasalardı, Rahmanı inkar edenlerin evlerine gümüşten tavanlar ve üzerine çıkacakları merdivenler yapardık. (Zuhruf 33)
“Evlerine (gümüşten) kapılar ve üzerine yaslanacakları koltuklar ve altın süslemeler yapardık. Bütün bunlar, sadece dünya hayatının geçimliğidir. Rabbinin katında ahret ise, Ona karşı gelmekten sakınanlarındır. (Zuhruf 34-35)

Hiç üzülmeyin, dünya hayatı kimimize göre bir kuşluk vakti kadar. Kimimize göre iki nefes arası kısalıktadır. Uzun ömürlü insanların yaşadığı Nazilli’de insanlarımız en fazla 120 yıl bile yaşamıyorlar.
Tarihe baktığınızda 950 yıldan daha fazla yaşayan Nuh ( A.s.) ın, kefeninde hiçbir şey götüremediği gibi; gemisini bulabilme fantezisine kapılanların mal varlıkları, Nuh’un binlerce kat fazlasıdır.

Hiç üzülmeyin, Müslüman olduğunu zannettiğiniz devlet adamlarının, siyasilerin, politikacıların, vekillerin, mal varlıklarının milyonlarca insanın açlıktan ölmesine engelleyecek büyüklükte olmasına rağmen kılını kıpırdatmamalarına. Halbuki Hazreti Süleyman ‘nın hazinelerinin anahtarlarının onlarca deve yükü olmasına rağmen; öldüğünün bile günlerce sonra asasını kemiren bir ağaç kurdunun yemesinden sonra yere düştüğünde anlaşıldığını bilirsiniz. Ne götürmüştür takva dan başka?

Hiç üzülmeyin Dünyadaki açlığın sefaletin sebebinin, hazineleri elinde bulunduranların mal varlıklarının o yoksul bırakılanların haklarının çalınmasıyla oluştuğunu.

Demek ki yaradan Bu günümüz hırsızlarına çok daha fazlasını verecekmiş. Endişesi ise masum insanlarında bu aşağılık hırsızların safında birleşmeleri imiş.

Sınav aslında çok zor gibi görünse de çok kolay. Birinci olay bugün adaletsizlik gibi görünen şeylerin sınav olduğunu düşünmemiz ve ona göre dürüst kalmaya çalışmamızdır.  İkinci olay Adaletsizlikler ve zulüm karşısında yatarak tevekkül olmak yerine, şerefsizlerle, elimizle, dilimizle ve yüreğimizle mücadele etmemiz gerektiğidir.
Adaletsizlikler karsında susarak dilsiz şeytan olmamamız gereklidir.

“Ey peygamber! Allahtan kork, kafirlere ve münafıklara boyun eğme. Elbette Allah her şeyi bilmekte ve yerli yerince yapmaktadır.” (Ahzab 1)   

Kafirlere, münafıklara, hırsızlara, soysuzlara, adaletsizler, hak yiyenlere, kafirlerle iş birliği yapanlara, yolsuzluklara göz yumanlara, sebep olanlara, Yandaşlarına milletin hakkını peşkeş çekenlere boyun eğmeme emri, sadece Peygamberlere değil, tüm yaratılanlara, Allahın kullarına, Peygamberlerin ümmetlerine, İnanan Milletlere emredildi.
Allah katında ahret, inanan milletlerin olabilmesi için emrine uymak ve işaret edilenlerle mücadele etme şartı vardır. haberiniz ola.
 Görevimiz üzülmek değil mücadele etmektir.
Allah Kuran da emredilenleri yaşayan kullarından eylesin inanan milletimizi.
                                    Mehmet KIZILASLAN 2012-11-16


12 Kasım 2012 Pazartesi

BAĞIR BAĞIR BAĞIRIYORUM


                            BAĞIR, BAĞIR, BAĞIRIYORUM

Daha fazla insan hakları, daha fazla demokrasi, daha fazla huzur diye bağırıyorum. Bende istiyorum, her şeyin benim istediğim gibi olmasını. Tek söz sahibi benim olduğum bir dünyayı. Biliyorum bir çoğunuzda bunu istersiniz ama, ne yazık ki bu dünya da saygınlık ve söz sahibi olma öyle despotça tedbir almalarla olmuyor.
Bir zaman Hitler vardı, anılmasına bakınız cinayetler, cinayetler, cinayetlerle anılması nedendir sizce? Elinde Dünyayı yok edecek silahlar ve ordular vardı. Ne yapabildi?
Bende istiyorum Adı Türkiye olan ülkemde her şey Türklerin istediği gibi olsun. Ama bu mümkün değil. Bakın çevrenize yakınlarınızda, adını soyadını gizlenmek için değiştirmiş, Rum, Ermeni, Yahudi komşularımız yok mu? Bunlarla ilişkilerimiz teke tek olunca hasımane mi? Dostça değil mi?
Şimdi bizi meşgul eden açlık grevlerine bakalım isterseniz. İstekleri nedir bunların? Niyet okumayı bir kenara bıraktığımızda “Ana dilde savunma” değil mi birisi?
Söyler misiniz bana, Bir İngiliz, bir Amerikan, bir Yunanlı, ülkemde mahkemelere düştüğünde yargılanması esnasında Tercümanları vasıtasıyla meramlarını anlatmıyorlar mı? 
Neden bin yıldır beraber yaşadığımızı söylediğimiz, Kürt kardeşlerimizin tercüman kullanmalarına izin vermeyiz acaba? Onlar Yunanlıdan, Amerikalıdan, İngiliz den daha az insanlar mıdır, yoksa bizim yanımızdaki değerleri çok daha az mıdır?
“İkinci isteğe bakalım Ana dilde eğitim” bu ülkede nice zeki çocukları yabancı dilde eğitim yapan üniversitelere gönderdik nerdeyse çoğunu kaybediyorduk. Çok mu zor annesinin dilinde eğitim yaptırmak bu kardeşlerimizin çocuklarını?
Diğer yandan Türkçe eğitim yapanların bile iş bulmakta zorlandığı ülkemde, İngilizce, Çince, Rusça gibi diller öğrenmeye çalışmalarının amacı nedir sizce? Bırakınız, istedikleri dilde eğitim yapsınlar. İleride görecekler Kürtçe eğitim almak yerine, Dünya dili olmaya başlayan Türkçe eğitim almadıklarının zararını.
Bu iki olay bizi bugün meşgul ettiği kadar meşgul etmeye bilirdi. Neden? Çünkü Kürtçe öğreten dil kurslarını serbest bıraktık talep ne oldu?
Açılan kursların neredeyse tamamı kapanmadı mı?
Zaten yakında Milli Eğitime bağlı okulları belediyelere devretmeyecek miyiz? Evet devredeceksiniz.
Yerel yönetimlerin gücünü artırmayacak mısınız? Evet artıracaksınız.
Bunun sonucunda Diyarbakır gibi illerde Okulların öğretmenleri kimlerden oluşacak? Elbette ki Kürt kardeşlerimizden olacak.
Allah aşkına bana her şeyi açıkça söyletmeyin, bir kısmını da siz tamamlayın.

Gelelim Abdullah Öcalan denen çocuk katilinin tecritinin kaldırılmasına. Teröristlere bakarsanız onun serbest bırakılmasını bile isteyebilirler. Bu onların yüreğinden geçen de olabilir, önemli değil ki.
Biz ne yaptık, ne yapmamız gerekir, ona gelelim.
Biz aslında Öcalan denilen bebek katilini sadece CİNAYET den yargılasaydık, binlerce cinayet ve azmettirmeden dolayı, bugün bu adi katili, onlarca defa idam edebilirdik.
Türk devleti bu konuda, o dönemde, Türk yargı sistemine yanlış müdahale etmiş ve Katil Öcalan, siyasi suçlu olarak yargılanmıştır.

Bu gün Türkiye yanlış gündem ve yanlış çalışmalarla enerjisini boşa harcamaktadır.
Sayın Başbakanımızda İdamlardan bahsederek İnsanımızı boş yere ümitlendirmektedir.

Yapılması gereken: Kürt kardeşlerimiz Yargılanmaları esnasında ya da devlet dairelerindeki işlerinden dolayı Tercüman istiyorlarsa vereceğiz. Bu onların hakkı. Bu bir

Ana dilde eğitim istiyorlarsa, o konuda da hemen bu gün, gerekenler yapılmalı. Kendi çocuklarını Amerikan kolejlerinde okutan vekillerinin, Kürt halkına ne kadar zarar verdiği 20 yıl sonra, o çocuklar Global dünyada iş aramaya başladığında görecek olsalar da, bu yapılmalı. Öyle istiyorlarsa buda onların hakkı. Bu iki

Üçüncü istekleri Tecrit in kaldırılmasına. Çocuk katili terörist başı Öcalan normal bir hapishane de adi suçlularla birlikte, katillerin ve müebbet hapislerin bulunduğu koğuşa atılmalı.  Diğer katillere sağlanan ortamdan başka, ortam sağlanmamalıdır. Oralarda başına bir iş gelirse karışmayacağımızı da bilinmelidir. Ayrıca koca ada tahsisi de biter ona yapılan masrafla yılda bir fabrika açılır. hiç değilse işsizliğe çare bulunur.

 Bu aşağılık katilde gündemimizden düşmeli kalkınma ve üretime dair ne varsa o konularda tüm ülke, eforunu, çabasını o yöne harcamalıdır.

Bize cambaza baktırmayın artık efendiler. Bizim daha fazla kazanmaya, daha fazla insan haklarına, daha fazla demokrasiye, daha fazla huzura ihtiyacımız var. Şehit haberlerinin yok olduğu günler dileğimle.
                                                       Mehmet KIZILASLAN 2012-11-12


7 Kasım 2012 Çarşamba

CİNNET GEÇİREN GEÇİRENE


                 HERYER BAYRAM YERİ
            CİNNET GEÇİREN GEÇİRENE
Televizyon kanallarının yarısından fazlası her yeri bayram yeri gibi gösteriyor. Herşey olması gerektiği gibi. Ortalık güllük gülistanlık.
Diğer yandan birkaç Tv kanalı ise ortalığı yangın yeri gibi gösteriyor. Tabiî ki olayları ve haberleri birkaç kanaldan izlemek gerektiğini babamdan öğrenmiştim. Bazen evde haber izlemem sorun olmuyor değil. Aslında onlarda alıştılar artık haberleri değişik kanallardan izlemenin doğru olduğunu.
Kanaldan kanala haberleri dolaşırken karşılaştıklarım şöyle; Bir kanal yarışma diye tabak çanak kırdırırken, diğeri evde kalmışlara eş bulmaya çalışıyor. Bir başkası Anadolu’nun her köşesinden yetenekli yeteneksiz ne varsa sahneye çıkarırken, bir diğeri yemek yapmayı öğretmeye çalışıyor. Ötekisi kılık kıyafet konusunda genç kızlara akıl vermeye çalışıyor, ve beğenmediklerini de azarlarken, yerin dibine sokuyor.
Bir kanala bakıyorum, işinden tazminat almadan atılan bir vatandaşımızın cebinde 5 lirası var, eve gidiyor cinnet geçiriyor. Bir başka vatandaş eşini doğramış. Diğer bir yerde gençler birbirlerine döner bıçakları ile saldırıyor onlarca genç birbirini yerken millet onları seyrediyor.
Bir başkası içki parası vermediği için bir genci kalbinden bıçaklayarak öldürüyor. Aynı şehirde zanlıyı alabilmek için yüzlerce vatandaş Polis Karakoluna saldırıyor.
Güneydoğudan şehit haberlerinin ardı arkası kesilmiyor. Memleket cehennem yeri gibi.
Merak ediyorum.Memleketi, cehennem yeri gibi gösterenler arşivdeki haberlerimi gösteriyorlar?
Herhalde değildir. Eğer öyleyse bunlar arşivdeki kötü haberleri veriyorlarsa benim ve izleyicilerin canını sıkmaya ne hakları var? Rütük nerede?
Eğer verdikleri haberler doğruysa ki doğru olduğuna inanıyorum bunları vermeyen ve memleketi bayram yeri gibi gösteren tv kanalları neden böyle yapıyor?
Habercilik bu kadar ayağa mı düştü?
Satılmışlık çok güzel bir şey mi?
Kime iyilik yaptıklarını zannediyorlar ki?
Bu kadar olumsuzluk yaşanırken her şeyi güzel göstermek kime yarar sağlar ki?
Cinnet geçiren bir toplum olduğumuzu görmezlikten gelmek, ileride onulmaz yaralar açmayı engelleyecek mi?
Efendiler bu ülke hepimizin. Gelir dağılımındaki adaletsizlik, Kayda geçmeyen işsizlik, Para etmeyen, değer bulmayan mahsuller, Her geçen gün şartları ağırlaşan insanımız patlamak üzere. Haberiniz olsun.
Taksitle alınmış arabalar, kredilerle alınmış evler, çok uzun vadelerle alınmış beyaz eşyaların, satışlarının çokluğu sizi yanıltmasın.
Üretmeyen bir toplum ya da ürettiği değer bulmayan bir ülke batağın içine sürüklenecektir. Tv kanallarını karartsanız da, üç zenginin kazancını 70 milyona pay ederek yoksulun kazancını çok göstermeye çalışsanız da, tv kanallarında abuk, sabuk programlarla, yada dizilerle milleti uyutmaya çalışsanız da, Bu toplum cinnet geçirmek üzere.
Tekrar söylüyorum Bu toplum adaletsiz gelir dağılımından dolayı cinnet geçirmek üzere. Birde kayıtlı vergi mükelleflerinin üzerine, daha fazla vergiler yüklemeniz, cezalar yazmanız, birçok işyerinin de kapatıp gitmesine sebep olacaktır. Affınıza sığınarak söylüyorum, “Sadece alan % 10 vergi öder” diye bir vergi reformu başlatırsanız ve tüm paraları banka kartlarından harcanmasını sağlarsanız,
 Herkesin maaşı, geliri iki kat iş görür hale gelir.
 Malların Fiyatı yarıya düşer.
Devletin geliri en az iki katına çıkar.
 Rüşvet yolsuzluk tamamen kalkar.
Vergi kaydı tam 75 milyona mükellefe çıkar.
Ticaret yapmak, iş yapmak kolaylaşır.
Daha çok işyeri açılır.
Uzun bir süre daha iktidarda kalırsınız.
Bu gidişiniz, iyi değil. Tuttuğunuz yol, yol değil. Akıl hocalarınızı biraz daha iyi denetleyiniz. Millet cinnet geçirmeden çare bulun efendiler.
Bizden söylemesi, hani birileri bir zamanlar, birisine  “seni ben bile kurtaramam” demişti ya işte sizide, cinnet geçiren bir toplum sahip çıkamaz ve kurtaramaz haberiniz ola.
                                        Mehmet KIZILASLAN 2012-11-06
   

22 Ekim 2012 Pazartesi

SİZLER TÜRK İNSANININ ÜMİTLERİNİ YOK ETTİNİZ


                    SİZLER İNSANLARIN UMUTLARINI YOK ETTİNİZ.

“Umutsuzluk insanın kendisine yaptığı affedilmez günahtır” eğer insan kendisini umutsuz hale getiriyorsa bu, böyledir.
 “İnsanlığa yapılan en büyük kötülük, onların umutlarını yok etmektir.” Bu da insanoğlunun, önüne umut olup düşenlerin, sonra kendi ve yakınlarını ulaşılmaz zenginlikler kazandırıp, ümidi olduklarının, ümitlerini tüketenler içindir.
 
 Kendimize bir bakınız, günlük koşturmaca içinde, yavaş, yavaş ısınan, içinde su bulunan  tencereye atılmış, kurbağalar gibiyiz.
  Rehavet çökmüş, haşlanmayı bekliyoruz.
 Birileri bizi gelip çıkaracak mı zannediyorsunuz? Eğer erken davranmazsak haşlanacağız.
Gazeteler aynı şeyleri yazıyor. Televizyon kanalları aynı şeyleri söylüyor. Bizler uyuyoruz.
Ülke okuma özürlü bizlerle dolu. Kurtuluş yolları tıkanmış ve geleceği ipotek altına alınmış ülkenin çocukları olduk.
   Çaresizlik içinde bir kurtarıcı bekliyoruz. Beklide beklemiyoruz, olması gereken bu zannediyoruz. Kurtarıcı biziz. Bizden başkası bizim derdimize kimse  çare olamaz. Öğrenemedik öğrenemeyeceğiz.

   Geçmişimize bir bakalım isterseniz Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda bir heyecan bir gayret ve bir dinamizm vardı. Topraklar Osmanlının 27 de biriydi, ülke insanı açtı, yorgundu, fakirdi ama;  bu vatan, bu Anadolu baştan başa yeniden ele alındı. İnsanımıza o kötü şartlar altından nasıl çıkılacağı işaret edildi. Çalışmak, üretmek ve kimseye borçlu olmadan kalkınmak gösterildi. Fabrikalar kuruldu, Tarım sektöründe yenilikler yapıldı. Ülke kendi tüketeceği tüm malları kendisi üretir oldu. Üretmenin çalışmanın onuru onları Tam bağımsızlığa doğru koşmayı öğretti.

   Rahmetli tek şef dönemi geldi, atılımlar devam etmesi gerekirken paradaki Atatürk resmi kalktı, ezan Türkçeleşti. Çok partili döneme geçildi. İnsanımız taraf olmanın acılarını yaşamaya başladı.  
   Rahmetli Menderes döneminde, yeniden heyecanlanan harekete geçen milletin dinamizmi, dıştan alınan borçlarla, kara yollarına yapılan yatırımlarla eritildi. Yeni fabrikalar açılmadığı gibi, Bazı fabrikalar “Biz size daha ucuza veririz, kapatın fabrikalarınızı” mantığı ile kapatıldı. Milletin heyecanı tüketime ve harcamaya doğru yönlendirildi.

  Bir başka heyecanın yaratıldığı, Süleyman Demirel döneminde O kalkınma heyecanı yine Karayollarına ve Elektrik üretecek Barajlara kaydırıldı.

  Sonraki dönemde Bir Özal Heyecanı yaratıldı. Bolluk ve bereket dönemi, borçlarla yaşatılmaya başlandı. Döviz yasak olmaktan kurtarıldı, İnsanımız cebinde karşılıksız basılmış dolarlar taşımayı zenginlik ve kalkınma saydı. Ülke yine tam bağımsızlıktan daha hızlı uzaklaşmaya başladı. Rahmetli Özal’ında yandaşları ihya oldu.

   Ak Parti döneminde heyecan doruklara tırmandı. İnsanımız bu partiye de alabildiğine teveccüh gösterdi. Tüm devlete ait Fabrikalar arazilerin kalanlarını bu iktidar döneminde sattık. Devlete ait neredeyse hiç bir şey kalmadı. Her şey özelleşti, kalanlarında özelleşme yolları açıldı. Devletçilik oku olan partiler, Adı Milliyetçiye çıkan partilerde seyretti.
     Milli ekonomiden vazgeçildi. Neredeyse her şey dışarıdan ithal edilmeye başlandı.
     Milletin bu heyecanı yine tam bağımsızlığa götürecek yatırımlar yerine; İstanbul da ikinci bir boğazın açılmasına, orada bir adanın oluşturulmasına, yine karayollarının genişletilmesine ve üretmeyen insanların harcamalarına kaydırıldı.
  Her zamanki gibi bütçe açıkları kara yollarındaki trafik cezalarına, vergi dairelerinde kayıtlı esnafın üzerine yazılan cezaların yüklenmesiyle kapatılmaya çalışıldı.

    İnsanımız günü birlik yaşamaya, dışa bağımlı olmanın önemsizliğine alıştırıldı. Milli olan birçok şeyden vazgeçmenin, çağdaş olmak olduğu zannedilmeye başlandı.
     İslam kurandan değil,  televizyon kanallarından öğrenilmeye başlandı. “Onlar sizden razı olmazlar siz dininizi değiştirmedikçe” ayeti dikkate alınmaz oldu. Müslüman olduğunu söyleyenler, Yahudiler ve Hristiyanlar la işbirliğini alabildiğine artırdılar.
   Neredeyse tüm partiler Amerikancı olup, aynı lafı aynı fikri söyler oldular. Birbirlerinden farkı kalmadı.
   Başımıza bir olağan üstü hal gelse, bazı şehirlerimiz ısınamaz donar. İnsanımız açlıktan ölür. Elektriklerimiz yanmaz. Fabrikalarımız çalışamaz. Uçaklarımız kalkamaz. Savunmamız biter. Haberleşmemiz kilitlenir. Ulaşımımız yapılamaz hale gelir. Seralarımız a tohum bulamayız. Evlerimiz susuz kalır, pompalar çalışamaz. Felç olan insan gibi çökeriz.
 
 Ey gelmiş geçmiş yöneticiler, Sizler bu insanların Umutlarını yok ettiniz, bu duruma gelmemizdeki rolünüzden dolayı sizleri yine Allah'a havale ediyorum.

Ey sıcak suda haşlanmak üzere olan, kurbağa gibi uyuyan Milletim, sizinde Kurban ve Cumhuriyet Bayramınız kutluyorum. Allah'a emanet olun.
                                       Mehmet KIZILASLAN  2012-10-22


 

   

13 Ekim 2012 Cumartesi

CESARET YA DA KORKAKLIK


                              CESARET YA DA KORKAKLIK

     Cesaret ve güven çok önemli iki unsurdur. Cesaretin ve kendine güvenin de üç türü vardır.
 
Birincisi, yaradılıştan gelen, genlerinde var olanların üzerine, bilgi birikiminin verdiği cesaret.
İkincisi, sadece yaratılıştan gelen ve cehaletin verdiği cesaret.(cahil cesareti)
Üçüncüsü kalabalık ortamlarda o kalabalığın verdiği, çok olmanın verdiği cesarettir. ( Toplum psikolojisinin verdiği ya da sürü psikolojisinin verdiği cesaret)
     Çevremizde olup bitenlere baktığımızda, gerek kişilerde, gerek devletlerde bunun örneklerini pek ala görebilirsiniz.
    Tek başına olduğunda gıkı çıkmayan, ama soyu, sopu, gurubu, partilileri, aşireti, yanında olunca canavarlaşan insanlar. Bunlar üçüncü guruba girenlerdir. Bunlarda mantık bulmak çok zordur. Kaba kuvvet her zaman öndedir.
     Üçüncü gurubun adamları çevrenizde oldukça boldur. Bunlar gurupların önde gelenlerinin, dediğini düşünmeden yaparlar. Onların yerine liderleri ya da önderleri düşünüverirler. Kafalarını kullanma gereği yoktur. Yık dediler mi yıkarlar, yak dediler mi yakarlar. Gir dediler mi girerler. Çık dediler mi, çıkarlar. Vur dediler mi, vururlar. Hiçbir şeyi sorgulamazlar. Tam bir uygulayıcıdırlar. Sonu nu düşünmezler, kendilerinden sonra çevresine de zarar verirler.
    Herhangi bir olayda celallenip sonunun ne olacağını düşünmeden silahını, bıçağını kapıp karşısındakine saldıranlardır bunlar. Çoğu kez öfkeyle kalkarlar, zararla otururlar. Genellikle  bunlara, katil, cani, acımasız, despot gibi isimler takılır. Bunlar ikinci guruba girerler. Hayatlarının yarısından çoğu hapislerde, ya da sürgünlerde kaçak olarak devam eder. Ömürleri uzun olmaz. Zarar verdiklerinden birileri gelir onların hayatlarına son verir. Cezalarını adalet veremez, çünkü idam cezası olamadığından genellikle ölümleri, zarar verdiklerinin elinden olur.

    Bazıları vardır, atacakları adımın neye mal olacağını, kime nasıl fayda ya da zarar vereceğini, kendisine faydasından çok, çevresine olacakları da ayrıntılarıyla düşünür. Çok ileriki yıllarda, şimdilerde yapacağı yanlışın nelere mal olacağına kadar, irdeler. Torunlarına bırakacakları itibara kadar, düşünürler. Sonunda yapmaları gerekeni yaparlar ama en iyi sonucu da alırlar.
Çoğu zaman bunlara, cesur yerine, temkinli, etraflı düşünen, akıllı adam, bazen de korkak derler. Nasıl cesur oldukları ise çok uzun vadede görülür, takdir edilir. Bunlar birinci guruba girerler. Bunları zaman içinde çok takdir eden olsa da hayatın akışı içinde, hamasi nutukların bol atıldığı ortamlarda değeri bilinmez. Onların değerini tarih yazarak verir.

     İkinci gruptakilere, cahil cesaretli, hayvan özellikli, içgüdüleriyle hareket edenler, denmeli. Sadece kaba kuvvetlerine güvenirler. Her şeye atlarlar, dolduruşa çabuk gelirler. Çok af edersiniz amma, Aferin dediğinizde, bir dam merkebe merhaba derler. Bunlarında hayatları çok kısa olur. Çevrelerindeki insanlara faydalarından çok zararları olur. Onları üzüntüye gark ederler. “Ben böyle olsun istememiştim” sözü onların en çok kullandığı sözler olur.
 Tesadüfen başardıkları şeylerde olmakla birlikte, çevrelerindekilere, çaldıklarından çırptıklarından, gasp ettiklerinden, küçük bir kısmını dağıtmalarından dolayı ya da çoğu zaman çevrelerine saldıkları korkudan dolayı,  onları başarılı gibi gösterebilir. Başarılı mıdırlar bilemem.

    Çevrenizdekiler hangi guruba giriyorlar, isterseniz şöyle bir inceleyin ha ne dersiniz?   
                    Saygılarımla.   Mehmet KIZILASLAN. 2012-10-13




     

10 Ekim 2012 Çarşamba

YAĞDANLIKLARIN ÜZERİNE GAZETECİ YAZARLARDI


   

                YAĞDANLIK LARIN ÜZERİNE GAZETECİ YAZARLARDI
  Ankara daki internet gazetenin sahibi Ali Erturan, her hafta nın yazısını cumartesiden göndermemi istedi. Gönderilen yazıların her pazartesi yayınlanacağını duyurdu. O andan beri ne yazacağımı düşünüyorum.
     “ Bu günlerde o kadar çok yazılacak konu varken, yazacak konu mu bulamadın Mehmet bey?” Demeyin.
    Evet bulamıyorum.
     Dış politikadan yazdığım eleştirilerimizi okuyan, bazı çevreler bana düşman oluyor.
     Neden mi?
   Yaklaşık 35 yılda 35 bin şehit vermemize sebep olan PKK ya karşı savaşımız, hep sınırlı oldu. Neredeyse onlar saldırmadıkça karşılık vermedik. “Deprem barakalarından bile, kötü karakollarda, askerlerimize saldırmalarını ve öldürmelerini bekledik” dediğimde, celallendiler.     
  Bu karakolları yenilemeniz gerekli, kale gibi olmalar gerekli diye yazarken; Hükümetlerden ödenek istediniz de vermediler mi? Silah alınması lazım dediniz de almadılar mı?  Diye sorduğumuzda, hem askerler, hem de hükümetler kendilerine karşı olduğumuzu zannettiler.

     Daha dün Millet Vekillerimizin de içinde olacağı söylenen, ama onların gitmesinin engellendiği, Mavi Marmara gemimize saldıran 9 vatandaşımızı, Dünyanın gözü önünde öldüren İsrail’e hiç savaş açamadık. ( savaş açılmasını istediğimi zannetmeyiniz sakın.) Savaş açmayı bırakınız, ticari ilişkilerimizi bile donduramadık. İşbirliği anlaşmalarımızı bile iptal edemedik.
    Vatandaşımıza, sanki İsrail e düşmanmışız gibi ve hatta neredeyse savaşacakmışız gibi mesajlar verdik. Bunları yazdığımızda hükümetler kendilerine düşman olduğumuzu zannettiler.
    Yerel politikalardan bahsettiğimizde ve eleştirilerimizi yazdığımızda ilave olarak çözümleri de yazdığımızda, yerel politikacılarımızı gücendirdik. Onlar da selamlarını kestiler. Çok mu ihtiyacımız vardı selamlarına? Hayır, ama bizim onlara iyilik yaptığımızı bile anlayamadılar.
    Suriye ile ilgili gelişmeleri endişeyle izlerken, komşu ülkelerimizle ticaretimizin neredeyse sıfıra indiğini çiftçimizin bu yüzden çok güç durumda olduğunu yazdığımda aldığım eleştirilerin en yumuşağı, aşağıda yazdığım gibiydi.
    “ Bizim, Türkiye olarak, Suriye ye savaş açmamıza bile gerek yok. Tanklarımızın 10 u sınırı geçse, Esat teslim olur. Orada kalmamıza da gerek yok. Müslüman bir yöneticiye Suriye ye yönetici olarak teslim ettiğimizde, demokrasi geldiğinde bizimle ticareti de ilişkileri de düzelecektir” 
    Demokrasi dediğiniz şey, bir ülkeye getirileceğinde, o ülkenin muhaliflerine, silah ve eğitim desteğiyle ne zaman dan beri ihraç edilmeye başlamıştır acaba?
   Bunun örneği ABD nin İslam ülkelerine demokrasi ihracını yaptığı gibi mi oluyor, onu mu kastediyorsunuz? Demiyorum diyemiyorum.

    Nazilli Gazeteciler Cemiyeti yönetim kurulu üyeliğini, hasbelkader gazeteci sayıldığım günden beri yapıyorum. Artık istifa ediyorum bu görevden. Neden mi? Bu cemiyete üye gazete sahiplerinin gazetelerinde bile köşe yazılarım yayınlanamıyorsa, artık gazeteci olmama ve bir cemiyete kayıtlı olmamın gerektiğine inanmıyorum. O yüzden istifa ediyorum.

   Yazılarımı yayınlamaktan çekinmeyen, - www starhaber.tv - Aydın 24  - www.edipler.com – www.aydıngüzelhisar. Gazeteleri yazılarımı yayınlıyorlar. www.nazillihaber.org- canı isterse yayınlıyor. Hepsine hasseten teşekkür ediyorum. Bazı ilimiz internet gazeteleri de yayınlıyorlardı, yayınlamaz oldular. Onlara da teşekkür ederim. İleride hiç birisi yayınlayamayacak olurlarsa, yazılarımı; – (  demirfikir.blogspot.com    ) adlı blogumdan takip edebilirsiniz.
    Ayrıca takip edeceksiniz de ne olacak kardeşim? Sizlerin bilmediğiniz şeyleri yazmıyorum ki.  Bildiklerinizi ama söyleyemediklerinizi yazmaya çalışıyorum.

    Bir susa bilseydim, hayatım daha değişik olurdu bunu çok iyi biliyorum.
      Yazılarımı, yayınlayanlara da, yayınlamayanlara da, okuyanlara da, okumayanlara da. Yayınlatanlara da, Yayınlatmayıp engel olanlara da saygılarımı sunuyorum.
     Bu dünya Hazreti Süleyman’ a  kalmamış, sizlere kalacağını sanıyorsanız yanılıyorsunuz. Bu ne basit bir yanılgı ki her güçlü olduğunu zanneden bu tuzağa düşüyor.
      Hiç padişahım çok yaşa demeyi öğrenemedim. Çünkü padişahların görevi insanına, tebasına hizmet etmektir. “Padişahım büyüklenme, senden büyük Allah var” sözü, onlara benim yapabileceğim en büyük iyilikti.  Bu bana daha uygun geldi. Sanırım gazetecilik bu olmalı. Aksi halde yağdanlıkların üzerine gazeteci yazarlardı.  Saygılarımla.        
                                                                                 Mehmet KIZILASLAN2012-10-10
     










  
   

27 Eylül 2012 Perşembe

SİZ HİÇ AÇ KALDINIZ MI


                 SİZ HİÇ AÇ KALMANIN NE OLDUĞUNU BİLİYORMUSUNUZ 
        
- “Dün akşam ağladım, sana borcumu ödeyemezsem, yüzüne nasıl bakarım diye.” diyordu bir arkadaşım. Satılması gereken ne varsa hayvanlarım, arazim, her şeyimi satılığa çıkardım abi, sadece sen değilsin borçlu olduğum diye devam etti sözlerine.
         - Canını sıkma sadece sen değilsin sıkıntıda olan kardeşim. Hepimiz aynı durumdayız. Sanayideki arkadaşlarımızın bazıları, çarşıdaki esnafın birçoğu sen, ben hepimiz aynı durumdayız.
           Geçenlerde Ödemişe gittim yolda iki vatandaşı aldım arabama, hal hatır sorduktan sonra işleriniz nasıl diye sordum.
        - Abi 3 yaşında bir inak ve 3 aylık bir buzağıyı ikisini birden 3000 TL ye sattım. Sen söyle nasıl olabilirim? Dedi.
        - Bilmiyorum benim mesleğime ters bir alan, kaça satılması lazımdı?
        - Abi en az 6000 TL ye satılması gerekirdi.
        -Kardeşim neden sattın o zaman. Bir ay daha beslesen de ondan sonra kurbanda değerinde satsaydın.
        - Abi bende biliyorum onu ama kendimizi besleyemiyoruz artık. Mecburdum satmaya. Dedi. Dokunsam ağlayacaktı.

     Ödemişe gittim işimi bitirdim köy kahvesinde oturuyorum yanımdakilere sordum,
-          Geçiminizi neyle sağlıyorsunuz_
-          Abi biz patates yetiştiririz.
-          Para etimi bu yıl patates?
-          Hayır abi 7 kuruşa alıcısı var. Sökmedik tarlada kaldı birçoğumuzun patatesi
-          Ne yani 10 tonluk bir kamyon patates 700 TL mi yapıyor, yanlış duymadım değil mi?
-          Evet abi aynen öyle, 10 ton patates 700 TL yapıyor.
-          Başka ne yaparsınız?
-          Hayvancılık
-          Onun durumunu yolda gelirken arabama aldığım bir köylü arkadaş anlattı sormayacağım, hayvancının halini. Dedim.
-           
Yanımda çalışan gençlerin bazıları da hayvancılık yapıyor.
-          Abi ne olursun bizim durumumuzdan da bahsediver bir yazında.
-          Tamam yazacağım sizin için, ne yazayım?
-          Abi süt 70 kuruş, yem bir lira, saman 70 kuruş, yonca 90 kuruş bunları yazıver.
-          Bu durumda hayvancılık yapılmaz. Satın abim ineklerinizi.
-          Alan yok, satanı öpeyim derler ya hani abi öyle bir durumdayız.

Yazılarımın tümünde Problemi ve yanlışları yazarken çaresini de, ya da alternatif fikrimi de yazmayı ihmal etmedim.
      Yukarıdaki Efendiler ve Güney ege kalkınma ajansındaki efendiler, size sesleniyorum. Köylü bitiyor. Hayvancılık da bitiyor. Sizler teşvikleri ve hibeleri bildiğim kadarıyla bu bölgedeki iki, üç, büyük sanayiciye verdiniz. Bunlara verdiğiniz para onların dişlerinin kovuğunda kaldı biliyor musunuz?  Ama aynı para 3000 köylümüze 1000 er liralık destekle onları hayata bağlar, can suyu olabilirdi.

       Patates üreticisine kilo başına 25 kuruş benden, süt üreticisine litre başına 30 kuruş benden, deseydiniz. Fasulye üretene kilo başına 50 kuruş benden, domates üreticisine kilo başına, 20 kuruş benden, pamuk üreticisine kilo başına 50 kuruş benden, Zeytin üreticisine kilo başına 20 kuruş benden, Zeytinyağı üreticisine kilo başına 1 lira benden, deseydiniz yüzlerce köylü nün gönlü alınırdı.
   Binlerce ailenin yüzü gülerdi. Umutları yeşerir ertesi yıl dikmek ve üretmek için hevesleri artardı.
     Ya da köylümüzün ürünlerini işleyecek fabrika kuranlara destek olsaydınız, sürekli köylümüz ürününü pazarda yok parasına satmak yerine, götürür fabrikaya dökerim diyebilecekleri ortam geliştirilseydi. Olmaz mıydı?

    “Sizde fiyasko çıktınız. Sizde zengin den yana olduğunuzu gösterdiniz” diyorlar. Doğruda söylüyorlar biliyor musunuz? Bu millet “Köylüde para olursa hepimizde olur” lafını da biliyor. Kışın aç kalacaklarından, arazilerin yabancı bankalara ipotek olduğundan, varlarını yoklarını kaybedeceklerinden korkuyorlar.  
    Ey yukarıdakiler, paraya yön verenler. Siz hiç aç kalmanın ve yoksul kalmanın ne olduğunu biliyor musunuz? Biliyorsunuz, özür dilerim. Oruç tuttuğunuz zamanlarda, iftarınızı açacağınız lüks otellerin, restorantların da, ezanın okunmasını beklediğiniz zamanlarda bilirsiniz siz açlığı.
    Siz hiç varınızın yoğunuzun ipotek altına alınmasının ne olduğunu bilir misiniz? Kumar oynamadığınız halde, kadınlarla kızlarla pavyonlarda para yemediğiniz halde, Çalıştığınız çabaladığınız halde, başaramamanın ne demek olduğunu siz bilir misiniz efendiler?

  Bu ülkenin köylüsü, küçük esnafı, sanatkarı, kasabı, manavı, demircisi, kömürcüsü, berberi,  bakkalı, hasılı, üreten kesimi, hala yarın aç kalma korkusunu ve o kötü travmayı atamadı, atamadı beyninden. Bunu sizde attıramadınız ya, Ne diyelim herkes kendisini ve kendi gibileri korurmuş. Ne diyelim.                          Mehmet KIZILASLAN 2012-09-27
                         

19 Eylül 2012 Çarşamba

BİZE BEDDUA EDİYORLAR


                                  BİZE BEDDUA EDİYORLAR    
    Yeni bir strateji ortaya koymaya başladı bazı gazetelerin köşe yazarları. Dünkü haberlerde, Şemdinli ye saldıran Teröristlerin teslim olanları İran’da Eğitildiklerini ve Şemdinli’ye birkaç koldan ağır silahlarla saldırmalarına rağmen bozguna uğradıkları açıklamasını yapmış.
       İnandınız mı siz buna?
   Bu günde köşe yazarlarının bazıları, İsrail ile İran’ın aynı kefede olduklarını ve Teröristleri eğitip Türkiye’ye gönderdiklerini yazıyor.
      Yazıklar olsun bu milleti koyun yerine koyanlara.
İsrail’in Türkiye’ye terörist göndermesine gerek yok. Adam zaten içimizde ve Bakımını yaptığı uçaklarımızdan, tanklarımızdan istedikleri gibi Türkiye ye zarar verebilecek durumda.    
       Bizim dostluğumuza da ihtiyacı var. Biz de zaten İsrail’in, devlet olarak dostuyuz.
       Ayrıca Türkiye’de Ticari anlaşmaları, askeri anlaşmaları, iş birliği anlaşmaları son hızıyla devam ediyor. Oysa ki kendilerine tavır koyduğumuz zannediliyor.
       Hangi iş birliği anlaşmasını fesih ettik? Kolay mı o İsrail’e karşı tavır koymak?    
     İsrail’e karşı, Basiretli, Müslüman ülkeler tavır koyar. Bizim küçümsediğimiz şii diye aşağıladığımız, İran gibi ülkeler tavır koyar. Onlarla iş birliği yapmaz.
      Ama bizim milletimiz İsrail’e, tavır koyduğumuzu zanneder.

     Son bir kaç günlük yayın organlarında İran’a karşı başlatılan stratejik savaşın sebebi ise İran’ı, İsrail gibi göstererek, Türk Milletini İran’a karşı kışkırtma, düşman etme mantığı yatmaktadır.
   Siz inanıyor musunuz Şemdinli’de teslim olan teröristin bunları söylediğine?
   Bence bu terörist de bazı davlardaki, gizli tanıklar gibi kendisine ezberletilenleri söyledi. Buda bir ABD oyunu. 
    Bu oyunu oynamalarında ki amaç ne o zaman?
Amaçları Orta doğuda, ABD ye karşı tek başına dik duran, İran’ı, halkımızın gözünden düşürmek. Bize düşman gibi göstermek. Yarın ABD bize, İran’a da gerekeni yapacaksınız, dediğinde, Türk milleti karşısında haklı duruma geçmek. Bize Şemdinli de, İran’ın eğittiği teröristler saldırmış tı  demek.
     Allah aşkına İran, Türkiye’ye şu aşamada, yanlış yapacak kadar siyaset özürlü mü sizce?
     Hayır onu sadece bizim dış işlerimiz yapar.
   Efendiler top yekün, bütün gazetelerde, televizyon kuruluşlarında ve haber ajanslarında İran’ı kötülemeye çalışsanız da, İran Bölgenin tek adam gibi devleti, tek basiretli ülkesidir. Çünkü onlar ABD ve İsrail’e karşı dik durabilme cesaretini gösteren, ABD nin ve İsrail’in isteklerini yerine getirmeyen, onlarla iş birliği yapmayan, teslim olmayan, bu konuda Kuranı kerime uyan tek ülkedir.
  
     Efendiler Dış siyasetimizde iflas ettik. Farkına varın bunun. Alın şu Davutoğlu nu görevden. Vazgeçiniz bu yanlış siyasetten.
   Bütün İslam ülkelerine, ABD yanlısı ve yersiz müdahalelerde bulunduk. ABD li ve Yahudi Dünya sermayesinin onları işgal etmesine yardımcı olduk. Biz İslam ülkelerini kendimize düşman ettik.
   Bu dış politika, ne Osmanlı da, nede Türkiye Cumhuriyetinin tarihinde görülmemiş yanlışlardandır. Libya’nın, Suriye’nin, Mısır’ın, Lübnan’ın, Irak’ın ve hatta Filistin’in Müslüman halkları bize artık dost gözüyle bakmamaktadır.
    Dilim varmıyor bazı İslam ülkelerinin gazetelerinde ve haber ajanslarında ülkemiz için söylenenlere. Biz PKK’yı nasıl çocuk katili olarak görüyor, nefret duyuyor ve küfrediyorsak; İşgaline yardımcı olduğumuz İslam ülkelerinin insanları da bizi, Çocuk katili olarak görüyorlar. Bize nefretle küfrediyorlar. Bize beddua ediyorlar.          2012-09-18Mehmet KIZILASLAN

5 Eylül 2012 Çarşamba

VATAN HAİNLERİ


           VATANA MİLLETE İHANET SADECE KURŞUN SIKARAK OLMAZ

    Nerden çıktı bu ihanet lafı son günlerde herkes diline pelesenk etti, demenize izin vermeden anlatayım. Evde yemek sohbetlerimizde yaptığımız olağan bir konuşmanın ardından bu başlıktaki sözü kızım söyledi.
   Neyi mi tartışıyorduk? Belediye Meclisi üyeleri arasında özellikle bazılarının “İlle de İmar komisyonu üyesi olma gayretini” konuşuyorduk.
  Nerdendir bilmem ama, zaman, zaman bazı arkadaşlarımla sohbetlerimizin arasında da geçerdi bu konuşmalarımız. Bazı Belediye Meclisi üyeleri özellikle İmar komisyonuna girmek isterlermiş. Bazıları da bu işin meslekleri imar komisyonuna uygun, olmasına rağmen o komisyonda yer almamak için neredeyse kaçar duruma gelirlermiş.
  Nedenini sorduğum bazı kimseler, bu komisyonlarda olan bazı art niyetli komisyon üyelerinin ( Dürüst ve namuslu olanları tenzih ediyorum) tapularının sayısını artırmak için bu yolu seçtiklerini öğreniyorum.
         Bazı yargıya taşınan olaylarda da, Yargıca ifadelerini verirken bu imar komisyonlarındaki şahısların doğru ifade vermeyenlerinin olduğunu bile duyanlarınız olmuştur.    
Çok ilginç değil mi? İmar planının hazırlanacağı bölgeleri önceden öğrenen uyanıklar, o bölgedeki vatandaşların arazilerini çok düşük fiyatlara kapatıyorlar. Tarla vasfındaki yerler, arsa vasfına geçtiğinde ve önünden geniş yollar geçtiğinde de oldukça yüksek paralara sattıkları söyleniyor.
      Bazılarının da yeşil alan, park, bahçe ve benzeri yerler için ayrılan alanları, mevkilerini, makamlarını ve nüfuzlarını kullanarak, imara açtırdıklarını öğreniyoruz.

      Ne var bunda kardeşim “Bal tutan parmağını yalar” demeyin bal tutan parmağını yalamak yerine yıkasa, geride kalan bala parmağını tekrar soktuğu zaman, bala mikrop taşımaz. Bal tutan parmak yalandıkça geride kalan bala mikrop taşınır. Bal tutan parmağını yalar sözü, ata sözü değil, Yahudi sözüdür.
      Milletin devlet adamına güveni sarsıldıkça, Devlet adamına güveni sarsılan vatandaşımızın geleceğe dair endişeleri oluşuyor. Vatandaşımızın devlete olan güveni sarsılıyor.

     Doğru söylüyordu kızım, Vatan hainliği sadece Türk askerine ve Polisine kurşun sıkmakla olmuyor.
      Görevini tam yapmayan devlet memuru da,
      Yargısını adil yapmayan yargıcı da,
      Devlete güveni sarsan vatandaşı da,
      Bulunduğu mevki ve makamdan yararlanıp haksız kazan temin eden imar komisyonu üyeleri de, İktidardaki dayıları sayesinde zengin olanlarda,
      Hastasına doğru teşhis koymayan doktoru da,
       Sözleşmedeki maddelere uymayan ve özürlü mal üreten sanayicisi de,
    Yandaşları için ihale şartnamesi hazırlayan ve sadece yandaşlarına ihale dağıtan, ihale komisyonu üyeleri de,
      En son “Ne var bunda bal tutan parmağını yalar” diyen ve yolsuzluklara görmezlikten gelen vatandaş ta, Vatan hainliği yapmış oluyor.

      Haydi beyler, Türk Askerine ve polisine kurşun sıkan, PKK lı dan  farkınızın olup olmadığını kontrol etmek istiyorsanız; kendinizi bir ölçün biçin bakalım. Vatan Haini misiniz, değil misiniz?  Gerçi Vatan haini olabilmek için önce bizden olmanız gerekir. Bizden değilseniz Vatan haini bile olamazsınız.
     Saygılarım Hain olmayanlara.       2012-09-05 Mehmet KIZILASLAN



28 Ağustos 2012 Salı

YAZIK HALA GERÇEKLERİ GÖREMEDİNİZ


                     YAZIK   HALA  GERÇEKLERİ   GÖREMEDİNİZ

    Evet gerçekleri hala göremediniz ki, yüzeysel, göz boyayan, insanlarımızın yoksulluğunu ortadan kaldıracak çözümler yerine, varlıklı gençlerin hizmetine projeler üretiyorsunuz.

   Sabah, yerel gazetelerin birinde, Didim ilçemizde, özel idarenin 8000 metrekare alan üzerine sentetik saha kurduğunu okuyorum. Bir ay içinde de hizmete açılacakmış bu sentetik saha.

   Diğer bir gazete haberinde, Nazilli Belediyemiz, Sümer Park alanı içinde 38.68 metre boyunda, 24.66 metre eninde, bir alan üzerine, 25 kişinin aynı anda kaya bileceği, 352 metre karelik sentetik buz pisti yapımına başlamış.

  İlk bakışta, kendilerine gençliğe hizmetlerinden dolayı tebrik etmemiz gerekir gibi geliyor, bu hizmeti sunanlara. O nedenle hizmeti getiren sunan her kim olursa olsun onlara saygımızı ve sevgimizi iletirken, özellikle teşekkürlerimizi de sunuyorum.

  Eleştirime gelince; Anneleri, babaları dar gelirli bir gencimizin buz pistinde kayması yada sentetik sahada spor yapması mümkün olur mu sizce?
Bazılarınız, “yapma kardeşim bu ezilmişlik edebiyatını” der gibisiniz. Doğrudur. Bir çoklarınızın baktığı yerden “Bizim insanımızın, gençlerimizin buna ihtiyacı var. Gençlerimiz her şeyin en iyisine ve en lüksüne layık.”  Sizin baktığınız yerden bu da doğru.
   Peki yanlış nerede?
  Yanlış öncelik sıralamasının yapılışında.
   Öncelik sıralamasını şöyle yapamaz mıydınız?
 Öncelikle gençlerimizin tamamı olmasa bile “iş istiyorum” diyen, her gencimize, asgari ücretlide olsa, çalışabilecekleri iş yerleri açabilseydik. Onlara meslek kursları verseydik. Annesinin babasının emekli maaşlarından harçlık alma noktasından kurtarsaydık olmaz mıydı?
  “Kardeşim buz pateninde kayacak çocuklar, çalışacak yaşta değil ki onlar daha çocuk” dediniz öylemi. O halde yine söylüyorum bu lafı söyleyen koca kafalılara söylüyorum.  Sosyal adaletin olduğu sistemler de öncelikle İşsizlik, yoksulluk, fakirlik ortadan kaldırılmaya çalışılır. Daha sonra bu yaptıklarına benzer hizmetler sunulur.

    Biliyor musunuz, bu ülkenin bir kaç bölgesinde yetmişli yıllara kadar işsizliğe dair hiçbir çözüm üretilmedi. Kangren olmuş ve iç savaşın eşiğine gelmiş bir ülkede yaşıyoruz.
   Siz yetkililer sizler, uzaydan mı geldiniz? Yarın bu bölgedeki işsizlik yoksulluk da, had safhaya çıktığında nelerin olabileceğini tahmin edebiliyor musunuz? Edemiyorsunuz.

   Anarşi ve terörün anasıdır, sebebidir işsizlik, yoksulluk, açlık. Siz biliyor musunuz dağa çıkan teröristlerin ailelerine de maaş bağlıyor bu şerefsizler. Bilmiyorsunuz.

   Bilseydiniz sizlerin yatırım önceliğinin işsizliği önlemek, üretilenlerin değerinde satılmasını sağlayacak sistemlerin kurulmasını sağlamak. Yoksulluğu bu milletin lugatından silmek olurdu. Daha sonra da diğer yatırımlara zaten sıra kendiliğinden gelecektir.
   Bu memleket de, yeri yeni sanayide hazır bulunan, İkinci Endüstri meslek lisesini açsanız olmaz mıydı?  İkinci bir Kız Meslek Lisesi, İkinci Ticaret Meslek Lisesi açmayı neden düşünmezsiniz? Sizlerden kaç kişi buz pateni istedi efendiler? Kaç tuzu kurunun çocuğu bunu kullanacak?
      Öncelikle gençleri meslek sahibi ediniz. Cepleri para görsün. Sonra eğlenecek ve spor yapacak mekanları zaten herkes isteyecektir.
     İşsizliğin açlığın yoksulluğun içindeki ailelerin çocukları, açacak olduğunuz buz paten pistine girmek için emekli babasını ya da annesini döverek elinden alacağı parsayla kaymaya gelirse hiç şaşmayınız.
     Efendiler yaptığınız yatırımlar suçu önleyen yatırımlar olsun. Suçu körükleyen, haseti, kıskançlığı ve kini artıran yatırımlar olmasın.
     İşsiz insanımızı iş sağlama mecburiyetiniz varken, varlıklı insanların çocuklarını eğlendirecek yatırımlar yapmak haram dır. “Biz bu pistten herkesi parasız yararlandıracağız” deseniz de yaptığınızın sıralaması yanlıştır efendiler.
     İl Genel Meclisi Üyeleri ve Belediye başkanları size sesleniyorum. Harcadığınız para Milletin parasıdır, babanızın parası değil. Yarın Mahşer gününde bunun hesabını veremezsiniz. İşte o zaman sizin adınıza çok üzülürüm.
                                                   Mehmet KIZILASLAN   2012-08-27