Çok iyi
hatırlıyorum, rahmetli annemin, evimizin bir kenarında dokuma tezgâhı vardı. Sabahtan
öğleye kadar, yünlü yada pamuklu bir kocaman çarşaf dokurdu.
Rahmetli Babam, berberdi. Öğle yemeğinde dükkânların
kapatılma mecburiyeti vardı. Babam, yemeğe geldiğinde, annem dokuma tezgâhın
yanındaki yer ocağına,( şimdilerde adına şömine deniyor) koyduğu, öğle
yemeğimizi yapmış olurdu. Bizde öğle ci, ya da sabahçı, okullarımıza gitmeden
ya da geldiğimizde hep beraber o yemeği yerdik.
Annemin işi
sistemliydi, muhakkak o çarşafın birisi dokunmuş, iki parça olduğundan, öğleden
sonra dikilerek sahibine gönderilirdi. Babamın müşteri durumu değişken
olduğundan, yemekte konuşurlarken; babam “Hanım
yine benden çok para kazandın öğleye kadar, Allah razı olsun senden der” annemin
çalışmasını överdi.
Annem
yaşlanmaya başladığında “Bana dikiş
makinesi alıver, paramız var nasıl olsa, tezgâhı kaldıralım. Komşumuz Meryem
yengem bana dikiş öğretecek. Onunla devam edeyim ailemize katkıda bulunmaya.” Dediğini
çok iyi hatırlıyorum.
Rahmetli Meryem yengem dikmişti, ilk
uzun pantolonumu benim. Babamın eski pantolonu nu ters çevirerek, içini dışına
getirerek.
Rahmeti dedem,
manifaturacı olmasına rağmen ondan istenmemişti kumaşı.
Anneme dikiş
makinası alındı. Ve annem bizim dikileceklerimizle başladı işe. Meryem yengemden
sonra da mahallenin terzisi oldu.
Annemle ve
babamın kazançları ile her kardeşime ve bana birer, ahşap ve kerpiçten ev
yapıldı. Bizlerden birisi evleninceye kadar da o evler, öğretmenlere ve
memurlara kiraya verildi.
Bu geçmişten anılarımla sizi
sıkmayayım sadede geleyim değil mi?
Bir ülke de, devlet de, aile
gibidir.
Eğer
fertleri, üretmek için çaba harcarlarsa, ailede, devlet de kalkınır.
Ne zaman üretimden koptular ve tüketime yöneldiler, önce aileler, sonra
devletler batar.
Cumhuriyetin kurulduğunda ilk 15 yıl,
üreten, üretim araçlarına, fabrikalara sahip olmaya çalışan ülkem sonraki
yıllarda, üretmekten vaz geçerek tüketime yöneldi. Sonraki gelenler kurulan
fabrikaları satmaya ya da kapatmaya başladılar.
İşte,
çöküşün, yıkılmanın, başlangıcı oldu bu durum.
Hepimiz
üretmeden, kazanmaların olabileceğini zannettik. Satılmış, aldatılmış,
üretimden uzaklaşmamızı sağlayan yöneticiler o günlerde ülkemin sonunu
hazırlamaya başladılar.
Bir ellerinde bayrak diğerinde Kuran
meydanlarda hamasi nutuk atmaya başladılar. Üretime dair hiçbir şey
söylemediler. İşte o zaman çöküş başladı.
Oysaki
kurtuluş savaşını verenlerdi, asıl Bayrağın ve Kuran’ın özgürce yaşanmasını
sağlayanlar. Onlar, bunu hiç kullanmadılar. Kullanmadıkları için, ülkeyi kurtardıkları,
bağımsız hale getirdikleri, yüzlerce fabrika kurarak, hem üretmenin onurunu
yaşattıkları, hem de ekonomik bağımsızlığımızı sağladıkları halde, neden se Din
düşmanı ve komünist olarak değerlendirildiler. Hamasi nutuk atan, Bayrak ve
Kuranı kullananların marifetiydi bu.
Onlar, ülkemizi kurtaranlar,
Milletimizin kendilerini anlayabileceklerini zannettiler. Millet Yüce Atatürk’ün
söylediği gibi dürüst, çalışkan değildi. Bedavacı, Hampacı, yatarak para
kazanacaklarını zanneden, yanları da vardı. Atatürk bunu da biliyordu.
Tekrar
uyardı.
“ Çalışmadan üretmeden kazanma
yollarını alışkanlık haline getiren ülkeler, önce haysiyetlerini, sonra
hürriyetlerini, daha sonra, istiklallerini (bağımsızlıklarını) kaybetmeye mahkûmdurlar.”
Diyerek uyardı.
Anlayanlar oldu belki ama azınlıkta kaldı.
Sonraki
yöneticilerin birçoğu, Milletin bu durumunu çok iyi değerlendirdiler. Sattılar
fabrikaları, kapattılar üretim haneleri. Pompaladılar tüketimi. Borçlandırdılar
Milleti.
Oysaki Tekrar üretim ekonomisine dönmek
gerekliydi. Geldiğimiz çöküşün farkına varsalar da Milleti kandırmak için hala
yağma hasanın böreği gibi, vaatlerde, vereceklerini dağıtacaklarını anlatıyorlar.
Yeniden, çalışacaksınız el açmayacaksınız, onurlu hale, tekrar geleceğiz
demiyorlar.
Bu
ülkenin kurtuluşu, yeniden üretim seferberliği yapmaktan geçiyor. Bu
sıkıntılar, bu seferberliği başlattığımız halde, en az beş yıl sürer değilse, bu
ülke toprakları satılmaya başlar.
Derelerimizi, barajlarımızı ve daha ne
kadar gözlerini diktikleri değerlerimiz varsa satılır, NATO da kalırsak,
yiğitlerimizin kanlarını da satarız, geçmişte, Kore’de olduğu gibi.
Bu gidişe,
bu çöküşe son verecek liderleri dinlemek istiyorum. Saygılarımla.
Mehmet Kızılaslan 2018-05-14
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder