OSMANLI SULTANLARI DA
HESAP VERİRLERDİ
Bu yazımda sizlere
dokunulmazlıklar konusunda günümüzde yapılan yanlışları anlatmaya çalışacağım.
Cumhur başkanımızın, vatan
hainliği dışında yargılanamayışını.
Başbakanımızın ve Bakanlarımızın, Büyük Millet Meclisinden izin çıkmadan dokunulmazlıklarının
kaldırılmayışlarının.
Millet Vekillerimizin, Vekillikleri bitmeden hiçbir suçtan dolayı yargı karşısına çıkarılamayışına bir
anlam veremiyorum.
Örneğimizin gerçekten İslam ve
Osmanlı adaleti olduğunu düşünenlere, söyleyenlere aşağıdaki alıntı. İnşallah
ders olur.
(((
Osmanlı Sultanlarını anlatan ders kitaplarında, onlardan bahsederken
“Asarlar, keserler” diye yazar, “üstelik kimseye de hesap vermezler” diye.
Ama bu doğru değildir. Güneş balçıkla
sıvanmaz ya, İşte sadece bir kaç örnek:
Bir şeyhülislâm, Zembilli Ali Cemali
Efendi, padişahın ,Yavuz Selim, karşısına dikilebilmiş, “Seni kılıcımla doğrulturum” diyebilmiştir..
Bir kadı, ilk İstanbul Kadısı Sarı
Hızır Çelebi, minderinin altına sakladığı demir topuzu/gürz padişaha, Fatih
Sultan Mehmet, gösterip, “Padişahlığına
güvenip hükmümü dinlemeseydin billahi bu gürz ile başını ezerdim”
diyebilmiştir.
Bir başka kadı, Bursa Kadısı Emir Sultan,
Yıldırım Bayezid gibi öfkesi burnunda genç bir padişahı, “Namazlarını cemaatle kılmadığın için çıkan ‘bi-namaz’ söylentisini
giderene kadar şahitliğini kabul etmiyorum” diyerek mahkemeden âdeta
kovabilmiştir.
Konuyu biraz
açalım mı ne dersiniz?
Düşünün ki, son padişahlar bile cuma
namazına giderken “talebe-i ulum”dan bir grup bir ağızdan şöyle bağırırlardı: “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah
var!”
Padişahların en büyüklerinden, en
cihangirlerinden, en sertlerinden bir tanesi, Yavuz Padişah, “Hâkimü’l-Haremeyn”
unvanı karşısında ürpertiler geçiriyor, dayanamıyor. Kendini secdeye atıyor. Sonra
melûl, mahzun doğruluyor ve hutbedeki hatibe,-- “Hâkimü’l-Haremeyn değil, ---Hadimü’l-Haremeyn” Mekke ve Medine’nin
hizmetkârı. Diyerek kendi kendini, Harem-i Şerifin hizmetkân ilân ediyordu.
Osmanlı sultanları hiçbir zaman “mutlak” olduklarım kabul etmemişler,
ettirmeye de çalışmamışlardı. Aksine, ulemaya tabi olmuşlar, büyük hesap gününü
her zaman göz önünde bulundurmuşlardır.
Padişahların hukuka bağlılıklarını
gösteren örneklerden, Kanuni Sultan Süleyman devrine ait bir örnek üstünde
duracağım. Bu çok enteresan bir olay; ama önce biraz ayrıntı vermem gerekiyor.
Osmanlı (ve tabii ki İslâm)
hukukunda, vakıf malların kira bedelleri, her sene yeniden ayarlanırdı (ecr-i
misil).
Teklif edilen kirayı dükkân sahibi kabul
etmezse, dükkânı boşaltırdı. Bahsedeceğim olay da işte bu konuda açıktır.
Ayasofya Vakıfları'na ait dükkânların kira
bedelleri vakıf tarafından bir miktar yükseltilmişti. Kiracılar itiraz edip
mütevelliler kanalıyla Kanuni Sultan Süleyman’a müracaat ettiler:
“Vakfın son derece zengin olduğunu,
dükkânların mevcut gelirinin giderlere fazlasıyla yettiğini, kira bedellerinin
artırılmasına gerek bulunmadığını, kendileri de Müslüman ve muhtaç oldukları
için, vakfın bir miktar parasının üzerlerine geçmesinde dinen mahzur
olamayacağını” öne sürdüler.
Kanuni, merhameti öfkesine galip bir
padişahtı. İnsanların mağdur olmasına da hiç dayanamazdı. Mütevelli heyeti
dinledikten sonra, kira bedellerinin bu senelik yükseltilmemesi için ferman
verdi.
Mütevelli heyet, padişah fermanını
güle oynaya Şeyhülislâm Ebussuud Efendi’ye götürdü. Zira “gereğinin yapılması” kaydıyla fermanı kadılara gönderme görevi ona
aitti.
Ebussuud Efendi, fermanı okur okumaz
itiraz etti: “Bunu tamim etmezem.
Padişah fermanıyla kira tespiti yapılamaz. Zira padişahın emriyle nâmeşru
(yanlış) olan şey meşru (doğru) olmaz; haram olan nesne, ferman ile helâl olmak
yoktur. Bu hususlarda emr-i şer’-i şerif (dinin emri) budur. Şer’i hükümlere
vâkıf iken onları ketmet-mek, Kur’an’daki bir âyetin tehdidine maruz
kalmaktır.”
Durum padişaha arz edildiğinde koca
Kanuni boynunu büktü: “Şeyh’in sözü haktır!”
Osmanlı'yı, kendi çağının önderi ve örneği
yapan şey, işte bu kılı kırk yaran, hukuk anlayışıydı.
Hukuka önce padişahların uyma
zorunluluğu vardı.
Osmanlı'nın
kuruluş ve var olma sebebi İla-yı Kelimetullah iken, ve bir karıncanın bile
hakkını çiğnemekten çekinen Sultanları var iken, nasıl oluyor da onlar hakkında
ders kitaplarında hiç olmadıkları insanlar gibi gösteriliyorlar.
Bir tarafta İla-yı Kelimetullah, öteki tarafta
hiç hesap vermezmiş gibi yazılan, Osmanlı sultanları, Bu iki zıt kavram aynı
anda barınmazlar. Kaldı ki sultanların yaptıkları da yazdıkları da aynen İla-yı
Kelimetullah için yaşadıklarını, kitaplarda yazılanları tam aksine herkesten
çok 'hesap' vermeye özen gösterdiklerini, üstelik çok ince detaylandırılmış bir
hesap verme kavramı vardır.
Kula
verilecek hesap. Mahlukata
verilecek hesap. Yaratan'a verilecek
hesap. Hesap gününde verilecek
hesap. Atalarına verilecek hesap. Efendimiz aleyhisselama verilecek hesap. Ümmete verilecek hesap. Gayrimüslimlere verilecek hesap.
Ecdadımız Osmanlımız, hesap verirdi, hem de en
alasıyla ve alnı açık olarak hesap verirdi.)))
Haydi dostlarım bu
parantez içindeki alıntı yazıyı okuduktan sonra günümüz dokunulmazlıklarını
yeniden düşününüz. Bir anlam vere bilecek misiniz bakalım. Osmanlı ve Müslüman
anlayışına uyup uymadığı kararını vermeniz vicdanlarınızın görevidir.
Saygılarımla. Mehmet
Kızılaslan. 2016-02-16
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder