28 Kasım 2010 Pazar

İŞKENCECİ HANEFİ AVCI VE EMRİNDEKİLER 11




      Ne yazık ki, hiçbir kimse Liman İş Sendikası Sekreteri C. Ç.’nin sesini duymuyor yardımına da koşmuyordu. C. Ç.:
-Allah! Allah! Allah! diye bağırdıkça,
-Kes lan sesini! Burada Allah da biziz peygamber de biziz! Cellat da biziz” diye bağıran hiç şüphesiz Hanefi AVCI’ nın ta kendisiydi. İşkencede kendisini savcı olarak tanıtsa da, C.Ç. işkenceci Hanefi AVCI’yı beynine kazımıştı. Bu acımasız işkenceci O’ndan başkası değildi.
            Bir taraftan “Allahım ben nerde hata yaptım da bu işkencelere maruz kalıyorum.Nedir bu çektiğim azap?Al artık benim canım ıda kurtulayım” diye düşünürken, işkencenin ağırlığı C.Ç.’nin beyninde bir yıldızın daha çakmasına sebep oldu. 
Artık bir büyük kopuş daha yaşanmaya başlamıştı C.Ç.’nin beyninde, bundan sonrasını yine hatırlamıyordu. Yaklaşık on gün sonra, gözlerini yine hastanede açtı. Bundan sonra bir kez daha işkenceye götürdüler C.Ç.’yi, son kez götürdükleri ile birlikte üç kez Hanefi AVCI’nın işkence tezgahından geçmiş oldu. Daha sonra kapalı spor salonun bir köşesine attılar onu. Bir aya yakın orada acıları, travmaları, yaraları, bereleri ve hiç iyileşmeyecek olan yüreğinin acıları ile baş başa kalacaktı. İnsan içine çıkabilmesi için, yaraları, bereleri iyileşmeliydi. İçindeki insanlığına yapılan darbeleri, yüreğinin yaralarını hiç kimse göremezdi nasıl olsa. Görünen yaraları bereleri iyileştirilmeli ve Çıkarma Filosu’na gönderilmeliydi. Ne bu iyileşme için, devlet adına işkence yapanların ilacı kullanılacak, ne de bu vatan hainlerine! bir kuruşluk millet parası harcanacaktı. Ya ölüp gidecekler ya da işkenceye girmiş-girecek diğer gözaltında olanların vereceği ilaçlarla iyileşeceklerdi.
            Bu çok yönlü bir işkence metoduydu. Hanefi AVCI aklı sıra işkence öncesi psikolojik, işkencenin içinde fizyolojik ve hatta işkence sonrası “Alınabilirim, tekrar işkenceye götürülebilirim.” korkuları ile yine psikolojik işkencenin her türünü yapıyordu. Bunu Mersin Bölgesi’nde her gözaltına alınan vatandaşa tekrarlıyordu.
 İşin en ilginç tarafı; Hanefi AVCI sadece gözaltına alan kendisiymiş, sonrasında işkenceden sorumlu değilmiş izlenimi vermek için de gözaltına aldıklarının gözlerini kapattıktan sonra, kendisine “Savcı Bey” diye hitap ettiriyordu. O yanındaki cani ruhlu, sadist, işkence ekibinde bulunanlar da işkence süresince Hanefi AVCI’ya “Savcı Bey” diye hitap ediyorlardı.
 Bu mantık, bilinçaltına yerleştirdiği, “Adalete Güvensizliğinin” bir sonucu olmalıydı. Darbeden önce yakalayıp işkence edemedikleri ve haklarında delil bulamamalarına rağmen gözaltına aldıkları zanlıları, savcılar serbest bırakıyorlardı. Kendilerine göre suçlu olarak kabul ettikleri zanlıların haklarında delil toplamak “Akıllı polisler”in işiydi. Bunlar işin en kolay yolunu seçiyorlardı. “Sorgulamak” deyince akıllarına “polis nezaretinde sopayla her suçu bir garibana kabul ettirmek” geliyordu. İşlemedikleri suçları işkencede kabul etmek zorunda kalan,  zanlılar savcılıkta bunları reddediyorlar ve salı veriliyorlardı.
İşte şimdi geçmişin öcünü almanın zamanı gelmiş olmalıydı. İşkenceyi yapanlar kendileri değil de, adaletin temsilcileri Savcılar yapıyor gibi gösterilmeliydiler. Yaptıkları buydu. “Çok uyanıktılar” ya kendi deyimleri ile ne yazık ki(!) millet bunu da yemedi!
      Hanefi AVCI ve işkence ekibi bilmiyorlardı ki, “İşkence Görenler” kendilerini asla unutmayacaklardı. Çünkü onlar gözaltına alınırken, gözaltına alanları beyinlerine kazımışlardı. Daha sonra onların konuşmaları ve zaman, zaman işkence sırasında gözlerine bağlanan bezlerin aralanması sonucu, onları belleklerine hiç silinmemek üzere kaydetmişlerdi. İşkence görenler yıllar sonra bile işkence anındaki ses tonunu hatırlayabiliyorlardı. Kendilerini çok akıllı zannetseler de bu yaptıkları rollerde tutmadı.  Çünkü adaletin temsilcileri, Cumhuriyet Savcıları’nın hiçbirisi hiçbir zaman işkenceye katılmamışlardı.
            Bu arada Çıkarma Filosu’na gece yarısı bir cami imamı getirdiler. Masumdu yüzü imamın. Korkmuş, sinmiş haliyle girdi demir kapıdan içeri. Elindekileri mozaik zemine bıraktı ve hemen en yakın masa bankının kenarına ilişti. Etrafı inceledi korkan gözlerle. Kendisine “Hoş geldin.” sözleriyle yaklaşanların rahatlığı onu da rahatlatıyordu yavaş, yavaş. Yüz hatları, ilk geldiğindeki endişeli yapıyı güler yüze bırakmıştı artık. Dr. Y.B:
-Hoş geldin kardeş! Önce rahatla sonra kendine bir yatak seç, yerleş. Konuşmak istersen biz buradayız.
-Allah razı olsun abi. Ben eşyalarımı şu ranzaya koyayım eğer burada yatan yoksa?
-Yok. Orası boş İmam Efendi yerleşebilirsin. Diyen Dr. Y.B. bu sefer elindeki kağıda, ranzasının üstünde oturduğu halde, bir şeyler karalayan hocaya döndü:
-Hocam, bak senin cemaat iki kişi oldu.
-Allah razı olsun Y. Abi. Cemaatle namaz kılabiliriz artık. Dedi hoca gülerek. Elindeki kağıdı kalemi ranzasına koydu ve imamın yanına geldi. “İmam kardeş seni neden getirdiler?” diye soran hocanın sorusuna cevap vermekten imtina eden imam susmayı tercih etse de, ileriki günlerde mahallesindeki cemaatten öğrencilerine, Kuran-ı Kerim öğretmeye çalışan imamın gözaltına alınma sebebi “İrticai Faaliyette bulunmak” olarak kayıtlara geçecekti.
Çıkarma Filosu’na ilk geldiği günlerde, kocaman askeri barakanın içinde önce ranzasının üstünde namaz kılmayı deneyen hoca; orada bunu becerememişti. Orta yere bir bez parçası yazdı, onu seccade olarak kullanırken barakadaki APOCU gençlerden birisi, hoca namaz kılarken önünden özellikle birkaç kez geçmişti. Hatta hocanın namaz anında tepki vermediğini görünce önünde bile durup beklemişti. Bunu gören Dr. Y.B. önce Apocu’yu hocanın önünden uzaklaştırmış, sonra namazı biten hocaya dönerek:
-Hocam şu köşeyi sizin için boşaltalım, siz orada namazınızı kılın. Bize de dua edersiniz inşallah. Demişti.  

  Not: Engellenmezse devam edecek. Mehmet KIZILASLAN 2010-11-28.                     (http://demirfikir.blogspot.com/ )      

    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder