19 Kasım 2010 Cuma

İŞKENCECİ HANEFİ AVCI VE EMRİNDEKİLER 8


  İşkenceden gelen çocuklara seslendi hoca,
     -Hadi çocuklar önce siz, dedi dört kişiye, dışarıdaki banyonun bahçeden girilen kapısının önüne kadar getirdi, gençleri. Hava nemliydi, buna rağmen banyo kapısının önünde, bahçede olmak hocaya iyi geliyordu. İlk dört kişinin banyosu bitene kadar jandarma karakolunun bahçesinde bir ileri, bir geri yürümeye başladı hoca.
   Jandarmalar da biliyordu, çocukların hiç birisinin kaçmayacaklarını. Hepsi suçsuzdu kaçarak kendilerini suçlu duruma düşürmezlerdi. Birde başlarında hoca vardı. Gönül rahatlığıyla onların bahçede oyalanmalarına göz yumuyorlardı.
       Hoca bahçede birileri bir geri yürürken, sözlüsünden gelmesi gereken mektupları merak etmeye başlamıştı. Sözlüsü ona her hafta bir mektup gönderirdi, hoca ise haftada bazen iki, bazen üç mektup yazardı. Nezarete düştüğü günden beri mektup yazamamıştı. Sözlüsü onu muhakkak merak etmiştir, hocada sözlüsünü çok merak ediyordur. Evet ne yapıp, yapıp mektubunu yazmalıydı.
       Bir türlü kafasını toplayıp mektup yazamıyordu. Geçirdiği travma gibi işkence hane süreci, hocanın birkaç gün daha mektup yazmasına izin vermedi. Yazamıyordu, aklından geçenleri bir türlü kağıda aktaramıyordu. Oysaki nezarete düşmeden önceleri, hiç konu eksikliği çekmeden sayfalarca mektup yazıyor doğaçlama şiirler yazarak mektubunu haftada iki ya da üç gönderiyordu. 
      Sözlüsü oradaki ortak dostlarını arar ya da onun mektupları bir şekilde kendisine ulaşırdı, zaman aşk zamanı, değildi. Zaman can pazarıydı, hayat memat meselesiydi, "Ölüm kalım" meselesiydi.
       İşkenceden iyileşenler yavaş, yavaş o dört metre karelik nezaret haneye dönmeye başlamışlardı. Tabi ki kendi istekleriyle değil, Hanefi AVCI nın adamları P..ç Muzaffer komiserin ekibinin istekleri ve planları doğrultusunda bu geri dönüşler gerçekleşiyordu.
        Artık Mahkemeye çıkma zamanı gelmek üzereydi. Nezarethanede bu sefer yeniden dolum başlamış ve eski sayıya ulaşılmıştı. Üç aya yakın bir süre Mut Jandarma Karakolunun dört metre karelik nezaret hanesinde bitmişti. Herkes umutluydu. Gözaltı süresi üç aydı. Muhakkak mahkemeye çıkmaları gerekiyordu.
         Nezaret hanenin kapısı açıldı. Bu sefer kapıda Jandarma karakol komutanı belirdi.
-          Arkadaşlar hazırlanın gidiyorsunuz. Hoca devreye girdi
-          Nereye komutanın mahkemeye mi?
-          Hayır hocam sizi Mersin e gönderiyoruz. Yargılanmanız Adana bir No lu Sıkı Yönetim Komutanlığınca yapılacakmış.
-          Yani Komutanım?
-          Yargılanmanız orada sürecek. Bizdeki Misafirliğiniz burada bitti, gidiyorsunuz. Hoca ve nezaretteki çocuklarda alışılmış bir suskunluk başladı. Herkes sustu, duvarlar bile sustu. Herkes eşyalarını poşetlere toplamaya başladı. Hepsinin kafasından “ Yandık ki ne yandık, Burada bittiğini zannettiğimiz işkence, bu sefer Mersinde Hanefi AVCI nın tezgahların da devam edecek” diye düşüne, düşüne iki parça eşyalarını ve yakınlarının getirdiği yiyecekleri asıldıkları duvardan aldılar tek sıra halinde o loş ışıklı Jandarma koridorunda ilerlediler. Önce bahçeye oradan da bahçenin dışında bekleyen Midibüs gibi bir taşıta bindiler. Hoca komutanlarla ve jandarmaların orada bulunanlarıyla vedalaştı. Hepsiyle helalaştı, haklarını helal etmelerini istedi ve taşıta en son o bindi.
-               İşin en kötü tarafı gözaltına alınanların tüm yakınları ve hocanın tüm öğrencileri o gün okula gitmemiş oradaydılar. Hepsinin gözleri yaşlı elleri havada vedalaşma modundaydılar. Hoca kapıya yakın olanlardan bazılarına sarıldı vedalaştı. Ağlamayacaktı, kendisini çok zor tutuyordu ancak, ev sahibesi annesi ona çok güzel bir moral vermişti. Yıkıldığını, üzüldüğünü, ağladığını kimseye ama hiç kimseye göstermeyecekti. Gençler onun halinin çok daha kötüsünü yaşarlar ve toparlanamazlardı. Ağlamadı, dimdik her uğurlamaya gelene ellerini salladı. Askere gidiyormuş gibi, düğüne gidiyormuş gibi, hep gülerek vedalaştı. Ağlamadı, onunla birlikte midibüs hareket edene kadar hiç kimse ağlamadı. Hiç kimse üzüldüğünü belli etmedi. Hepsi ama hepsi dimdik ayaktaydılar.
           Hiç kimse suçlu değildi ki, nasıl olsa mahkemeye çıkınca masum oldukları ortaya çıkacaktı. Onlar masumdular. İçlerindeki bu duygunun birde öbür yüzü vardı, ya Hanefi AVCI nın tezgahlarına düşerlerse, Ya Mut da yaşadıkları yetmez de birde orada sorgulanırlarsa. Onların sorgusu acımasız işkenceydi. İşte orada, o düşüncede dünyaları kararıyordu. Biliyordu hoca her çocuğun kafasında bu düşünceler vardı.    
    Bağırdı avazı çıkıncaya kadar bağırdı “ Dağ başını duman almış gümüş dere durmaz akar. Güneş ufuktan şimdi doğar yürüyelim arkadaşlar.”
Midibüste ki herkes, gözaltındaki gençler, jandarmalar, midibüs şoförü hepsi avazı çıkıncaya kadar marşa katıldılar.
      Bazılarının gözlerinden yaşlar süzülüyordu, yürekleri acıyordu amma,  ayaktaydılar. Güçlüydüler, Kenan Evren ve arkadaşı darbecilerin, memleketin kaynaklarına çöreklenebilmek için yaptıkları darbenin, işkencelerinin bir kısmından sağ çıkmışlar ayaktaydılar. Gittikleri menzil, Hanefi AVCI nın işkence haneleri olsa da ayaktaydılar,                                                       
                                                               Mehmet KIZILASLAN       
 Not: Engellenmezse devam edecek. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder